ADLİ TIP

ADLİ TIP

ALPEREN GÜRBÜZER

Adli Tıp çözülmesi imkânsız gibi görünen birtakım karanlıkta kalan olayları aydınlatan bir bilim dalı olarak adından söz ettirecek derecede günümüzde hak ettiği konuma nihayet gelebilmiştir. İnsanlık bir zamanlar delil yetersizliğinden sayısız birçok faili meçhul olaylara kurban gitmiş, yapanın yanına kâr kalan bir süreç yaşamıştır. Artık Adli Tıp sayesinde karanlıkta kalan hiçbir şey gizli kalmadığı gibi olan biten her şey ortaya dökülebilmektedir.
Bir insanın kahvesine çok az miktarda arsenik katıp zehirleyerek öldürmek pekâlâ mümkün. Hatta arkada delil kalmasın diye cesedini yakmakta çözüm gibi gözükebilir, ama bu tür yanmış cesede ait kemik örneklerine arseniğe duyarlı test olan nötron akdivasyon uygulandığında kemik üzerinde arsenik izlerin varlığı artık tespit edilebilmektedir. Böylece yanmış cesedin zehirlenerek öldürüldüğü bulgusu soruşturmayı sürdüren yargıçlar için çok mühim bir delil teşkil edecektir.
Bir çocuk düşünün ki cesedi üzerinde yara bere izleri mevcut, fakat bu berelerin hangi aletle meydana geldiği bilinmediğinden ister istemez akla takılacaktır. Yine de siz siz olun dert edinmeyin, kolayı var. Çünkü Adli Tıp bu konuda teknik uygulamalarla arka planda nice bilinmeyenleri gün yüzüne çıkaracaktır elbet. Nitekim 1978 yılında İngiltere’nin Los Angeles’te 2,5 yaşındaki ceset üzerinde kerpeten izine benzeyen lekelerin elektron mikroskobuyla (SEM) yapılan analizler sonucunda, gerçekten de bu aletle cinayetin işlendiğine dair uzmanlar tarafından rapor edilmesiyle birlikte olay bir çırpıda aydınlanabilmiştir.
Adli Tıp’ta yeni bölümler açıldıkça her türlü bulgu şüphesi materyallar üzerinde en küçük bir delil bir anda olayın aydınlatılmasına vesile olabilmektedir. Mesela olay yerinde elde edilen herhangi bir materyal üzerinde kan, sıvı, meni, tükürük vs. gibi lekeleri inceleyen bir biyolog, ölüm sebebini araştırmak için otopsi yapan bir doktor ve patoljist, diş izlerinden hareketle suçluyu tespit etmeye çalışan bir odontolojist, kemikleri inceleyen bir antropolog gibi uzmanlar topluluğu kelimenin tam anlamıyla karanlıkta kalan eylemleri gün yüzüne çıkarmaya çalışan aydınlık öncülerimizdir. Bu arada diş deyip geçmemeli. Zira insanlardan dişleri tıpatıp tamamen aynı olan iki kişi yoktur. Bu yüzden şüphelinin maktülün üzerinde bıraktığı diş izleri cinayeti işlediğine dair önemli bir bulgu olabilmektedir. Ya da tam tersi maktülün şüphelinin üzerinde bıraktığı diş izleri önemli bir karine teşkil edebilmektedir. Hakeza yine kimliği bilinmeyen bir kafatası kemiği çamurla maskelenerek elde edilen yüz modellerinden hareketle fotoğrafına bakarak ya da yakınları tarafından tanınarak kimliği teşhis edilebilmektedir. Bu ve buna benzer nice vaka örnekleri pekala verilebilir, ama biz şimdilik bunlarla yetinebiliriz..
Adli Tıp’ın kullandığı araç ve gereçler geliştikçe daha çok yol mesafe kat edileceği anlaşılmaktadır. Zira şimdiye kadar en yoğun kullanılan aletlerin başında hiç şüphesiz gaz kromatografi ile spektrofotometre (CC-MS) gelmektedir. Bu aletler sayesinde petrolden tutunda uyku ilacı dâhil birçok madde gaz haline dönüştürülerek birçok analizler çok kolayca yapılabilmektedir. Hatta Kimya İhtisas Laboratuarlarına gönderilen kokaine kurban gitmiş bir cesede ait bir karaciğer organı üzerinde pekâlâ kokain tespit edilebilmektedir. Dahası bu laboratuarda alkol, uyuşturucu, zehirlenmeye etken olan her türlü gazın toksikoloji analizi yapılabilmektedir.
A- Olay yerinde bulunan bir saç örneğinin bile çok mühim bir delil teşkil ettiği artık bir sır değil. Zira saç telinin 20 çeşit özelliğe sahip olması dolayısıyla önemli bir ipucu olabilmektedir. Kıl örneklerinin morfolojik incelemesinin yanı sıra otozomal, gonozomal ve mitokondrial DNA analizleri yapılarak kimliklendirme yönünden delil olabilmektedir. Hakeza tükrük, meni ve vajina salgılarına ait DNA profilleri tek yumurta ikizleri hariç tüm insanlarda ayrı olması şüphelilere ait DNA profilleri ile karşılaştırmaya büyük bir imkân vermektedir. Yani olay yerinden gönderilen örneklerde tespit edilen DNA profilinin şüpheliden elde edilen DNA profili ile aynı ise, rasgele seçilen ve şüpheliyle akrabalığı bulunmayan bir şahsın DNA profilinin olay yerinden gönderilen örneklerde tespit edilen DNA profili ile eşleşme ihtimali Türkiye popülâsyonunda takriben 1/1019’dur. Bu rakam bir sayısının ardına 19 tane sıfır eklemek demektir ki, bu sayı başka bir şahsın tesadüfen şüphelinin profiliyle eşleşme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Hakeza parmak izleri yöntemi de öyledir. Bu yüzden parmak izleri ile şüpheliyi bulma yöntemi geçmişten bugüne delil niteliği olmak bakımdan konumunu hala korumaya devam etmektedir. Bilindiği üzere insan terinde bulunan amino asitlerin reaksiyona tabi tutulmasıyla parmak izleri tespit edilebilmektedir. Şöyle ki; amino asitlerle kimyasal reaksiyona giren nihidrin dokümanların üzerine dökülmesiyle birlikte hafifçe ısınma sonucunda kırmızı-mavi renkler sayesinde parmak izleri tespit edilebilmektedir..
Eskiler kan yerde kalmaz derler ya, gerçekten Adli Tıp uygulamalarının hız kazandığı günümüzde bu söz daha da bir anlam kazanmaktadır. Daha birkaç yıl öncesinde kan üzerinde grup faktör uygulamaları yapılarak suçluları bulma çalışmaları yürütülürken, genetik alanında baş döndürücü gelişmelerin ivme kazanmasıyla birlikte DNA analiz çalışmaları Adlı Tıp’ın en can alıcı gözde alanı olmaya başlamıştır bile. Her ne kadar Türkiye’de biyologların önemi kavranmasa da şurası bir gerçek, halk nezdinde Adli Tıp denince otopsi akla gelmekte, oysa gelinen nokta itibariyle medyada bu konuda yayınlanan belgesel veya filmlerin izlenmesiyle birlikte bu düşünce bir çırpıda artık tarih olup, sadece otopsi değil aynı zamanda cinayet, tecavüz, nesep gibi konuların çözüldüğü Amerika’da FBI’yı aratmayacak şekilde ekipmanların yer aldığı kurum gözüyle bakılan bir birim haline gelmiştir. Maalesef bu gerçeklere rağmen bir mühendise verilen kıymet gerek maddi olsun gerekse manevi yönden olsun bir biyologa verilmemektir. Yerinde tetkik edildiğinde Adli Tıpta çalışan biyologların birçok işi bir arada götürdükleri görülecektir. Bir başka ifadeyle olay yerinden gönderilen suç aletleri, giysi, eşya vs. biyolojik materyaller üzerinde sperm, kan veya diğer biyolojik lekeler aramak, lekeden orijin tayini yapmak gibi bir dizi analiz çalışmaları büyük bir titizlikle yürüten asıl elemanlar biyologlardır. Ayrıca olay yerinden gelen mühürlü bez torbanın özellikleri belirtilecek tarzda tutanakla açılmasından tutunda, bu delil torbasından çıkan biyolojik materyallerin tek tek incelenip üzerlerinde lekelerin alınması, aynı zamanda bu alınan leke örneklerinin DNA izolasyon çalışmalarına başlanıp, PCR (izolasyondan elde edilen DNA’nın bazı bölgeleri polimeraz zincir tepkimeleri adı verilen teknik bir işlemle binlerce kez çoğaltılması) ve denatürasyon işlemini takiben çoğaltılmış DNA ürünün genetik analizör cihazına yüklenerek kişiye has ya da olay yeri örneklerine ait DNA profilleri belirlenip, akabinde raporlandırma gibi bir dizi işlemlerin her safhasında ter dökmektedirler. Herşeye rağmen bunca işi bir arada yapan bu ekibin mutlaka bir gün hak ettiği bir konuma geleceklerini ümidini yinede yitirmiş sayılmayız elbet.
Biyoloji ihtisas labarotuarlarında elektroforez metoduyla çalışan lazerli analizör cihazların Adli Tıpta kullanılmaya girmesi suçluların aydınlığa çıkarılması bakımdan devrim niteliğinde bir gelişme olsa gerektir. Eskiden bir damla kanın koloit (kolliidal çözelti ve asıltı), üzerine konulan bir solüsyonla eritilme işleminin ardından düz bir kaba konulmak suretiyle numunedeki her protein veya enzim, pozitif veya negatif kutuplu koloite doğru hareketi sağlanırdı. Daha sonra bu işlemin ardından bütün moleküller birbirlerinden ayrılır ayrılmaz koloit boyanır ve üzerindeki enzimler şerit veya pik halinde ortaya çıkarılması sağlanırdı. Derken şüphelilerden alınan kan örnekleriyle karşılaştırılıp, uyum sağlayıp sağlamadığı ortaya çıkartılırdı. Artık gelinen nokta itibariyle bu klasik ve manuel yöntemlerin yerini son derece modern cihazlarla çeşitli numunelere ait leke örneklerin analiz işlemleri sonucunda bilgisayar ortamında rahatlıkla gen bölgeleri okunabilmektedir. Yani DNA analiz çalışmaları bir yandan DNA izolasyonu manyetik partikül tekniği kullanılarak otomatik DNA izolasyon robotları kullanılarak gerçekleştirilirken, diğer yandan da polimorfik STR DNA bölgeleri (mesela izole edilen DNA; Otozomal D8S1179, D21S11, D7S820, CSF1PO, D3S1358, THO1, D13S317, D16S539, D2S1338, D19S433, VWA, TPOX, D18S51, D5S818, FGA ve cinsiyeti gösterir Amelogenin STR DNA bölgelerini içeren Identifiler kiti kullanılarak PCR cihazı ile çoğaltılır) kapiller elektroforez cihazları ve GeneMapper ID programları kullanılarak gayet rahatlıkla belirlenebilmektedir.

ADLİ TIP
SELİM GÜRBÜZER
Adli Tıp çözülmesi imkânsız gibi görünen birtakım karanlıkta kalan olayları aydınlatmak için vardır. Malumunuz Türkiye’de Adli Tıp her türden adlı vakaları aydınlatmak yönünden adından söz ettirerek derecede hak ettiği konuma gelmiş bir kurumdur. Düşünsenize ülkemizde bir zamanlar delil yetersizliğinden faili meçhul olaylara kurban gitmiş birçok insanın katline ferman okuyanların yanına kâr kalan bir süreç yaşamıştık. Neyse ki artık son derece yüksek donanımlı Adli Tıp Kurumu laboratuvarları sayesinde karanlıkta kalan pek çok hadiseler sır olmaktan çıkıp adalet er geç yerini bulabiliyor. Mesela bir insanın kahvesine az miktarda arsenik katılaraktan zehirlenip öldürüldüğü ya da arkada delil kalmasın diye cesedinin yakılıp bir yerlere atıldığını düşünün, o an sanırsın ki bu mesele asla aydınlanamaz, oysaki yanmış cesette olsa kemik örneklerinden DNA profili elde edilebileceği gibi bir takım kimyasal analizlerle zehirlenmiş olup olmadığının tespiti çok rahatlıkla yapılabiliyor da. Böylece olay bir anda açıklığa kavuşturulmuş olur.
Mesela yine bir çocuk cesedi düşünün ki üzerinde yara bere halde kesi izleri mevcut, ancak ne var ki bu yara bere haldeki kesi izlerinin hangi aletle gerçekleştirildiği bilinmemekte, ama bununda mutlaka bir çözüm yolu vardır elbet. Hem böylesi durumlarda dünyanın geldiği noktada sürekli kendilerini üstün teknolojik bilgi ve donanımıyla yenileyen Adli Tıp uzmanları ne güne duruyor, artık eldeki verilerle arka planda kalan nice hadiseleri gerek otopsi yaparak gerekse kimyasal ve biyolojik yöntemlerle çözüme kavuşturup neticelendirebiliyorlar da. Nasıl mı? İşte bu alanda 1978 yılı teknolojik donanıma haiz İngiltere Adli Tıp uzmanlarının Los Angeles’te 2,5 yaşındaki ceset üzerinde kerpeten izine benzeyen lekelerin analizi ve elektron mikroskobu (SEM) incelemeleri sonucunda söz konusu aletle cinayetin işlendiği tespit edilip olay bir çırpıda aydınlanıyor olması bunun bariz delilidir zaten.
Türkiye’de de malum Adli Tıp bünyesinde yeni bölümler açıldıkça savcılıklar ve mahkemelerce gönderilen ağzı usulüne uygun iple bağlanmış mühürlü torba içerisinden çıkan numuneler üzerinde en küçük bir iz ya da leke örneğinden elde edilecek bulgular ışığında pek çok davalar rahatlıkla aydınlatılabiliyor. Mesela olay yerinde toplanan herhangi bir materyal üzerinde kan, sıvı, meni, tükürük vs. gibi lekeleri inceleyen biyologlarımız, ölüm sebebini ortaya çıkarmaya yönelik canla başla bilgisini ve deneyimini ortaya koyup otopsisini yapan doktorlarımız, doku incelemesi yapan patologlarımız, cesetten inceleme için örnek alınamayacağı durumlarda diş üzerinde radyolojik inceleme, yaş belirleme ve kimliklendirme çalışması yapan adli odontolojistlerimiz, kemik incelemesi yapan antropologlarımız, toksikoloji incelemesi yapan kimyagerlerimiz ve işin mutfağında ter döken tekniker ve laborantlarımız hiç kuşkusuz ki karanlıkta kalan olayların aydınlanmasında her biri öncü elemanlarımızdır. Nitekim bir diş numunesinin Adli Tıp uzmanlarınca maktul ve şüpheli arasında mukayesesi yapıldığında elde ettikleri bulgulara dayanarak birbirinin tıpatıp aynısını olmadığı tespit edilebiliyor. Derken elde ettikleri verilerle şüphelinin maktulün üzerinde bıraktığı diş izlerinden şüphelinin kimliği belirlenebileceği gibi tam tersi maktulün şüphelinin üzerinde bıraktığı diş izlerinden hareketle maktulün kimliği de belirlenip bir anda görülen dava netlik kazanabiliyor. Bir başka davada mesela kimliği bilinmeyen şahsa ait bir kafatası kemiğinin çamurla maskelenerek elde edilen yüz modelinden hareketle fotoğrafına bakılarak ya da birinci ve ikinci derece akraba yakınlarına görüntüleri yüzleştirerekten de kimlik teşhisi yapılıp dava netlik kazanabiliyor. İşte bu ve buna benzer pek çok olay yeri inceleme örnekleri üzerinde yapılan çalışmaların raporlandırılıp netlik kazanması sayesinde nice karanlıkta sır olarak kalan hadiseler bir bakıyorsun sır olmaktan çıkabiliyor. Hele Türkiye’de Adli Tıp’ın uluslararası ölçekte teknolojik araç ve donanım bakımdan her geçen gün kendini yeniledikçe daha nice karanlıkta kalan bir dizi hadiselerin bir bir düğümünün çözüldüğünü müşahede etmekteyiz. Mesela şimdiye kadar kullanılan aletlerden en çokta akla hiç şüphesiz ki gaz kromatografi ile spektrofotometre (CC-MS) gelmektedir. İşte bu ve buna benzer son derece gelişmiş cihazlar sayesinde birbiriyle oldukça yakın benzerlikte analitlerin ayırımının ve miktarlarının belirleme işlemlerinin gerçekleştirilebileceğini bir Adli Tıp çalışanı olarak bizatihi yakinen gözlemlediğim gibi petrolden tutunda uyku ilacı dâhil pek çok maddenin gaz haline dönüştürülen analitin içeriğinin de belirlendiğini gözlemledim. Nitekim Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığı bünyesinde konuşlanmış laboratuvarlara gönderilen organ parçalarından mesela bir karaciğer organ parçası üzerinde fiziksel ve kimyasal özelliklerine göre kokain maddesinin ayırımının yapılıp tespit ediliyor olması bunun gerçekleştirilebileceğinin bariz bir göstergesidir. Böylece soruşturmaya konu olan zehir hadisesinde cesed organlarının inceleme işlemlerinin tamamlanmasının akabinde ölen şahsın ölüm nedeninin kokain zehirlenmesi olup olmadığı raporlandırılabiliyor artık. Ki, bu iş sadece kokainle sınırlı değil elbet, alkol ve uyuşturucu gibi daha birçok zehirlenmeye etken olacak her türden gazın toksikolojik analizlerinin yapılıyor olması da buna dâhildir.
Peki, kimyasal analizler iyi hoşta bu arada Biyoloji İhtisas laboratuvarları bu işin neresinde? Malumunuz Biyoloji ihtisas Dairesi Başkanlığı bünyesinde konuşlanmış DNA laboratuvarları da mühürlü torbayla gelen her türlü materyalin görünür ve UV ışık altında incelenmesiyle tespit edilen leke örneklerinin işin ehli uzmanlarca kodlanaraktan ependorf tüplere alınıp izole edildikten sonra PCR, denatürasyon ve ardından cihazda okuma işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte nice çözülemez sanılan bir dizi olayların düğümünü çözen laboratuvarlar olarak dikkat çekmektedir. Nasıl mı? Mesela leke örneklerinin meni yönünden incelemesinde Prostat Spesifik Antijen tayini lateral flow immunassay yöntemiyle pozitifliği ya da negatifliği tespit edilebildiği gibi lekelerin kan yönünden incelemesinde Kastle-Meyer/Lumonal yöntemiyle de pozitifliği ya da negatifliyi tespit edilebilmekte. Yetmedi lekenin lateral flow immunassay yöntemlerle hem hemoglobin tayini hem de tükürük amilazı tayini de yapılabilmektedir. Şayet meni şüphesi içeren lekelerden sperm aranacaksa alınacak olan leke örneklerin ilk evvela maserasyon işleminden geçirilip sonrasında ise Hematoksilen-Eosin boyama yöntemleri kullanılaraktan mikroskobik incelemesinin yapılması gerekir ki spermin var olup olmadığı belirlenebilsin. Keza olay yerinden gönderilen kılların morfolojik yönden köklü ya da köksüz olduğunun morfolojik olarak belirlemek yetmez mikroskobik incelemeyle de köklü ya da köksüz olduğunu teyit etmek gerekir ki kök ihtiva eden kıl numuneleri DNA analiz çalışmalarına alınabilsin. Böylece kıl örnekleri üzerinde bir yandan morfolojik incelemesi yapılırken diğer yandan da otozomal, gonozomal ve mitokondrial DNA analizleri tamamlanıp kimliklendirme işlemleri netlik kazanmış olacaktır. O halde sakın ola ki kıl tüy deyip iş hafife alınmasın, oysa kıl tüy ne ki denilen bir şeyden tek adet saç telinin bile olayın aydınlanmasında tek başına kayda değer delil olduğu bilinen bir gerçekliktir. Hele ki tek adet saç telinin 20 çeşit özelliği göz önünde bulundurduğumuzda o söz konusu tek bir adet kıl üzerinde titizlikle çalışmanın çok büyük önem arz ettiği kendiliğinden anlaşılmış olur. Nasıl mı? Düşünün ki delil niteliğinde laboratuvara gönderilen elde avuçta sadece biyolojik materyal olarak tek bir adet kıl numunesi var, elbette ki böyle bir durumda o tek bir kıl numunenin başına herhangi bir kazara hal gelmemesi için büyük bir hassasiyet içerisinde koruma altına alınıp incelenmesi gerekecektir. Göz kulak olunmadığında aksilik bu ya, bir bakmışsın delil kaybına uğrama riskiyle karşı karşıya kalınması an meselesi diyebiliriz. Ki, böylesi bir durumda çalışan uzman hakkında delil karartması yönünden soruşturma açılması kaçınılmaz hal alacağı gibi bundan daha da vahim durum olayın aydınlatılmasında tüm çabalar boşa gidip akamete uğrayacaktır.
Hiç kuşkusuz kılın dışında bir başka hassasiyet gerektiren çalışmalardan biride sperm leke ve vajinal frotti örnekleridir. Nitekim bu söz konusu örneklerin mikroskobik incelemelerinde sperm-epitel hücrelerin karışık olduğu durumları göz önünde bulundurduğumuzda mix ayırımında da azami dikkat edilmesinin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Hiç kuşkusuz spermin epitelden ayırma işlemleri için Differansiyel Lysis yöntem en ideal yöntem olup böylece bu sayede hem kadına ait hem de erkeğe ait tek tipte DNA profilleri tespit edilebiliyor. Mesela bazı leke örnekleri de vardır ki, tek tipte DNA profili tespit edilemeyip ancak mix (karışım) halde DNA profili tespit edilebilmekte. Hatta lekeden tespit edilen bu mix DNA profili, şüpheliyle mağdurun birlikte DNA profilini birlikte içerebileceği gibi birden fazla şüpheli farklı şahıslara ait DNA profillerini de içerebilir. Şayet tespit edilen mix DNA profilinin gen bölgesinde 4 adedin üzerinde allel tespit edilmişse böylesi bir tabloda herhangi bir şahsın varlığı yönünde değerlendirme yapmanın bilimsel bir değerlendirmenin sağlıksız olacağı Uluslararası Adli Genetik Birimlerin içtihadıyla herhangi bir şahsın varlığı yönünde mukayese yapmak doğru olmayacağı ortaya konmuştur. Madem ortada böylesi bir bilimsel anlamda uluslararası bilim kurulu içtihadı söz konusu o halde bir den fazla şahsa ait tespit edilen mix DNA profillerinin içerisinde en az üç şahsın bir arada bulunduğu mix DNA profilleri için davaya bakan hâkim ve savcılıklardan CMK 78, 79 ve devamı maddeleri gereğince alınacak mahkeme kararıyla birlikte şüpheli şahıslara ait DNA örneklerinin gönderilmesi durumunda ancak karşılaştırma yapılabileceğinin talep edilmesi uygun olacaktır. Ta ki elde edilen mix DNA profilin içerisinde yer alan en az 3 şahsa ait biyolojik örneğin bir arada bulunmasının imkân dâhilinde olan şüpheli şahısların DNA profiliyle örtüşmesi tamamlana dek bu talep devam eder de. Böylece birden fazla şahsa ait mix DNA profili tam tamına tamamlandığında mixi içeren şahıslardan tek yumurta ikizleri hariç rastgele seçilen örnekler arasında ve aynı zamanda şüpheliyle akrabalığı bulunmayan bir şahsa ait DNA profilinin gönderilen örneklerde tespit edilen DNA profili ile birebir örtüşme ihtimalinin Türkiye popülâsyonunda takriben 1/1019 olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda başka bir şahsın tesadüfen şüphelinin profiliyle birebir eşleşme ihtimalinin olmadığı görülecektir. Böylece mix içerisinde örtüşen şahıslar hakkında çok rahatlıkla DNA’sını içerdiği şeklinde rapor düzenlenmesi uygun olacaktır. Düşünsenize ortada 1/10’luk rakamın ardına 19 tane sıfır eklenmiş bir sayıdan söz ediyoruz, elbette ki bu sayı bize mixin içerisindeki şahısların varlığından şüphe etmeyecek derecede örtüştüğünü ortaya koyması bakımdan raporu sonuçlandırmaya yeter artar da. Hakeza nesep davalarında da aynı durum söz konusudur. Nitekim çocuklara ait otozomal DNA profilleri ile baba ve anneye ait otozomal DNA profillerinin mukayesesi yapılaraktan hem annelik hem de babalık indeksi %99,99 olaraktan hesaplanıp ortadan tüm şüpheleri kaldıracak derecede çocukların annesi/babası olabilecekleri belirlenerekten rapor düzenlenebiliyor. Hatta erkek bireylerin Y-STR DNA profillerinin babadan oğula Y kromozomu üzerinden aktarıldığı ve Y kromozomunun mutasyona uğraması dışında aynı soy ağacına dâhil erkek bireylerde (büyükbaba, baba, erkek çocukları vb.) birbirleriyle aynı olduğundan neseb davasına konu olan şahıslar arasındaki akrabalık ilişkisini Y-STR DNA analiz çalışmalarıyla da baba tarafından aynı soy ağacının fertlerinin olabileceğinin tespiti yapılaraktan pekâlâ raporlandırılabiliyor. Keza kız çocukları söz konusu olduğunda ise malum Gonozomal X-STR DNA analiz çalışmalarıyla tespit edilen X-STR DNA profillerinin her bir lokusta en az bir allelin ortak olduğu belirlenmesiyle birlikte aynı babanın kız çocukları olabileceğinin tespiti şeklinde sonuca bağlanıp raporlandırılmakta da.
Belki bu arada aklımızın ucundan gerek neseb davaları gerekse olay yeri incelemelerine konu olan davalarda DNA analiz çalışmalarıyla madem neseb tayini, soy bağı, şüpheli ve mağdurların tespiti çok rahatlıkla belirlenebiliyor o halde parmak izine ne gerek var şeklinde bir düşünce geçebilir. Gerek var elbet. Her ne kadar ülkemizde DNA analiz yöntemlerinde çok gelişmişlik kaydedilmiş olsa da hele bilhassa hırsızlık olaylarının aydınlatılmasında ve sahte kimlik kullananların açığa çıkarılmasında parmak izi ve avuç içi izlerinin arşiv taramasıyla mukayesesi yapılaraktan tespitinin dün olduğu gibi bugünde temel delil niteliği konumunu korumaya devam etmesi gayet tabii bir durumdur. Bilindiği üzere parmak izi insanın en çok terli veya yağlı parmağına aminoasitlerin bırakılmasından hareketle o aminoaside özgü bir takım kimyasallardan faydalanılaraktan da şahsın kimliği çok kolay belirlenebiliyor. Nitekim bu iş için proteinlerin tanınmasında yararlanılan bu söz konusu kimyasal ayıraçlardan ninhidrin parmak izindeki serbest amino asitlerle reaksiyona tabi tutulduğunda o bölgede kırmızı-mavi renk dönüşmesi diyebileceğimiz Ruheman moru renkte organik maddenin açığa çıkmasıyla da eldiven, cam, plastik vs. gibi materyaller üzerinde ki parmak izinin varlığı tespit edilebiliyor. Keza pudra temelli yöntemlerle de gönderilen materyaller üzerinde de kriminal incelemeyle parmak izi ortaya çıkarılmakta.
Hani öldürülenlerin kanı yerde kalmaz deriz ya hep, gerçekten de Adli Tıp uygulamalarının hız kazandığı günümüzde iyide nereye kadar kan davaları gizlenir dedirten şekliyle daha da bir anlam kazanıp görülen davaların sır olmaktan çıkıp delilleriyle birlikte raporlandığı görülmekte. Düşünsenize daha 2002 yıl öncesinde kan numuneleri üzerinde grup faktör yöntemiyle suçluları bulma çalışmaları yürütülürken hele bilhassa 2002 yıl sonrası bir bakmışsın genetik alanında baş döndürücü gelişmelerin ivme kazanmasıyla birlikte artık Adlı Tıp laboratuvarlarında kullanılan elektroforez analiz yöntemi en güçlü ve en gözde analitik teknik olarak damgasını vurmuş durumda. Dahası bu teknik sayesinde izolasyona tabi tutulan herhangi bir organizmaya ait DNA molekülünün belirlenen bölümü PCR işlemiyle kopyalanıp çoğaltılaraktan yük taşıyan çözünmüş sıvı parçacıkların elektriksel alanın etkisiyle göç ettirilmesinin akabinde yürütülen moleküllere özgü boyalarla o bölgeler işaretlenip pik şeklinde görünür hale gelebiliyor. Böylece DNA sentezinde yol gösterici olarak kullanılan primerlerin öncülüğünde baz eşleşmesi kapiller elektroforez genetik analizör okuma cihazlarında karşılık bulan rakamsal allel değerler 3500xl GeneMapper IDX programıyla tiplendirilip kişilere ait DNA profillerin çıktısı alınıp raporlandırılmış olmakta. Bu arada yeri gelmişken söylemekte fayda var, Adli Tıp denince eskiden hep otopsi yapan Morg İhtisas Dairesi akla gelmekteydi, neyse ki gelinen nokta itibariyle medyada yayınlanan bir dizi belgesel veya filmlerin izlenmesiyle birlikte bu düşünce git gide hükmünü yitirip artık ilk akla gelen Biyoloji İhtisas Daireleri gelmekte. Zira Adli Tıp Kurumu bünyesinde Biyoloji İhtisas Daireleri öyle bir konuma geldi ki cinayet, tecavüz, neseb davalarının bir bir çözümlendiği Amerika’da FBI elemanlarını aratmayacak şekilde biyologlarında damgasını vurduğu bir birim olarak adından söz ettirmektedir. Her ne kadar kimliklendirme çalışmalarında yoğun emek sarf eden biyologların ülkemizde yeterince ne iş yaptıkları kavranmasa da altına imza attıkları raporların sayısı çoğaldıkça ne denli önemli işlere imza atan uzman elemanlar olduğunun kavranacağına inancım tamdır. Dahası böylesi elemanların çalışmalarını yerinde tetkik edildiğinde Adli Tıp bünyesinde çalışan biyologların pek çok işi bir arada yürüttükleri görülecektir. Bir başka ifadeyle olay yerinden gönderilen suç aletleri, giysi, eşya vs. biyolojik materyaller üzerinde sperm, kan veya diğer biyolojik lekeler aramak, lekeden orijin tayini yapmak gibi bir dizi analiz çalışmalarını büyük bir titizlikle yürüten görünmeyen gizli kahramanlar diyebileceğimiz asıl elemanlar biyologlardır. Ayrıca olay yerinden gelen mühürlü bez torbanın özellikleri belirtilecek tarzda tutanakla açılmasından tutunda, bu delil torbasından çıkan biyolojik materyallerin tek tek incelenip üzerlerinde lekelerin alınması, aynı zamanda bu alınan leke örneklerinin DNA izolasyon çalışmalarına başlanıp PCR (izolasyondan elde edilen DNA’nın bazı bölgeleri polimeraz zincir tepkimeleri adı verilen teknik bir işlemle binlerce kez çoğaltılması) ve denatürasyon işlemini takiben çoğaltılmış DNA ürünün genetik analizör cihazına yüklenerek kişiye has ya da olay yeri örneklerine ait DNA profilleri belirlenip, akabinde raporlandırma gibi bir dizi işlemlerin her safhasında ter dökmektedirler. Her şeye rağmen bunca işi bir arada yapan bu ekibin mutlaka bir gün hak ettiği bir konuma geleceklerdir elbet.
İşte elektroforez metoduyla çalışan lazerli analizör cihazların Adli Tıp Biyoloji İhtisas Laboratuvarlarında kullanıma girmesi suçluların aydınlığa çıkarılması bakımdan devrim niteliğinde bir gelişme olsa gerektir. Eskiden bir damla kanın kolloid (kolloidal çözelti ve asıltı) üzerine konulan bir solüsyonla eritilme işleminin ardından düz bir kaba konulmak suretiyle kana ait protein moleküllerinin güç kaynağı yardımıyla ya anoda (artı elektrod) ya da katoda (eksi elektrod) hareket ettirilip taşıdıkları yüke göre birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılan protein bölgelerinin yerleri belirlenerek iş kotarılmaya çalışılırdı.. Bir başka ifadeyle agaroz jel elekroforez gibi yöntemlerle belirlenen bu bölgelerin jel kasetinden çıkarılıp boyama işleminden geçirilerek şerit veya bant halinde görünümleri sağlanıp protein miktarı direk dansitometre ile yüzde olarak örneğin toplam protein miktarı mutlak değer olarak verilirdi. Derken belirlenen bu değerler şüphelilerden alınan kan değerleriyle karşılaştırılıp kimliklendirme çalışmaları ortaya konurdu. Artık gelinen nokta itibariyle bu tür klasik ve manüel yöntemlere gerek kalmaksızın bu yöntemlerin yerini DNA izolasyonu manyetik partikül tekniği kullanılarak otomatik DNA izolasyon robotları almıştır. İşte bu son derece ileri teknikler sayesinde bir yandan DNA analiz çalışmaları gerçekleştirilirken, diğer yandan da benimde 2002 yıl sonrasında yaklaşık 15 yıl süreyle Adli Tıpta çalıştığım o dönemde STR DNA İncelemesi Power Plex Fusion 6C/Power Plex Fusion 6C direct ve Powerplex CS7 kitleriyle DNA profillerin tespit işlemleri gerçekleştirilmektedir. Nitekim içinde bulunduğum o dönemde ki çalışılan polimorfik STR DNA bölgelerine baktığımızda izole edilen DNA’dan Identifiler kiti kullanılarak PCR cihazıyla çoğaltılarak elde edilen Otozomal D8S1179, D21S11, D7S820, CSF1PO, D3S1358, THO1, D13S317, D16S539, D2S1338, D19S433, VWA, TPOX, D18S51, D5S818, FGA ve cinsiyeti gösteren Amelogenle birlikte değim yerindeyse dört başı mamur diyebileceğimiz bir eserle karşı karşıya kalınır ki onca yoğun çaba içerisinde günün yorgunluğunu çalışan uzmanların üzerinden atmasına yeter artar da. Ki, bu şahika eser tespit edilen DNA profillerinden başkası değildir elbet.
Velhasıl-ı kelam, Adli Tıp karanlıkta kalan pek çok olayların aydınlatılmasında adaletin tecellisinde eli ayağı diyebileceğimiz gözde bir kurumdur.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/adli-tip-makale,5066.html

SAĞLIK EĞİTİM MERKEZİ’NDEN ADLİ TIP'A
SELİM GÜRBÜZER
Üniversiteden mezun olduktan sonra meslek hayatımın yarısı dirilerin sağlığıyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında çalışmakla geçti, diğer yarısı da daha çok ölülerin DNA analiz işlemleriyle ilgili Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi laboratuvarında çalışmakla geçti dersek yeridir. Dahası dirilerle geçen bölümün ilk iki yılını İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezinde, iki yılını Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezinde, en son on üç yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde biyolog olarak mesleğimi yürüttüm. Ölülerle olan kısmın on beş yılını ise Ankara Adli Tıp Kurumunda yine biyolog olarak DNA analiz çalışmalarını yürüterek mesleğimi icra ettim.
Dile kolay meslek hayatımın tam tamına otuz beş yılı aşkın laboratuvar analiz çalışmaları içerisinde şöyle geriye dönüp baktığımda pek çok bir dizi hatıralarla baş başa kaldığımı gördüm. Hiç kuşkusuz mesleki hayatın ilk yıllarının heyecanı bir bambaşkadır, hele ki İstanbul gibi bir yerde göreve başlamak apayrı bir duygu selidir. İlk göreve başladığımda bekârdım, sağ olsunlar o zamanki yöneticiler Anadolu’dan gencecik bir fidan olarak ayağımı attığım İstanbul’un o koca keşmekeşliğinde telef olmayım diye bir yılını çalıştığım laboratuvarın iç kısmında ki bir odada kalmam yönünden bana kolaylık sağladılar. Böylece çalıştığım laboratuvarla içli dışlı olup birbirinden ayrılamayan ikiz kardeşler gibi olduk. Bu bir anlamda benim için ” gece yat laboratuvar, sabah kalk laboratuvar, gündüz çalış laboratuvar” üçgeninde nevi şahsıma münhasır bir hayat modeli oldu. Ta ki mesleğe başlamanın ikinci yılında evleninceye dek bu böyle devam etti. Evlenince de ister istemez bu kez günün çoğu yollarda geçen bir hayat modeli alacaktır. Öyle ya, hayat hep tozpembe olacak değil ya, hele ki meslek hayatına İstanbul’dan başlamışsan hayatın tozpembe olması ne mümkün. Nitekim İstanbul’un Anadolu yakasının ta ucu diyebileceğim bir yerden, yani Pendik tarafından bir ev tutmuştum ki buradan benim Sultanahmet’te ki işyerime varmam yaklaşık iki saati buluyordu. Olsun sonuçta görev aşkı bu ya, mesleğimi icra etmenin mutluluğu bu zahmeti çekmeye değerdi. Düşünsenize sabahleyin erken vakitlerinde Anadolu’nun yakasındaki Güzel Yalıdan trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapurla Karaköy’e geçip Galata köprüsünden Cağaloğlu’nun yokuşlarına yürüyerekten Sultanahmet’teki Sağlık Eğitim Merkezine bir gün değil iki gün değil haftanın tam beş gününü bu tempoda mesleği devam ettirmek her babayiğidin taşıyacağı yük olmasa gerektir. Gerçekten de meslek hayatının ilk başlangıcında yaşayanlar çok iyi bilir ki, her işin başlangıcında ki görev aşkı üst düzeydedir hep. Hele birde İstanbul gibi yerde o üst düzey heyecan olmalı ki tren, vapur ve otobüs vs. bilumum üç vesait ile kat edilen yolun çilesine katlanılabilsin. Derken daha sakin bir yere tayinimi aldırmak gerektiği düşüncesi hafızama yer ettiğinde bu kez soluğu Balıkesir Sağlık Eğitim merkezinde aldım. İlginçtir Balıkesir Sağlık Eğitim Merkezine atandığımda laboratuvar filan yoktu, sanki gel de laboratuvar kur diye atamışlardı beni, nitekim öyle de olup sıfırdan laboratuvar kuraraktan İstanbul’da olduğu gibi görev aşkım burada da aynen devam edecektir. Hele ki tedavi olmak için gelen öğretmenler laboratuvarın kurulduğunu gördüklerinde gelişime pek sevinmiş olsalar gerek ki soranlara en basit bir kan sayımı ve idrar tahlili için bile hastaneye gitmek zorunda kalmadıklarını dile getirmekten kendini alamamışlardır. Aslında bir şeyler yapma gayreti ve heyecanı oldubitti çocukluktan beri bende meleke hale gelmiş bir haslettir. Öyle ki üniversiteden mezun olup İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezine atamamı beklemeye koyulduğum aylarda bile boş durmayıp Ankara’daki Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde deneyim kazanmak maksadıyla staj türünden laboratuvar çalışmasına koyuldum da. İyi ki de ön hazırlık babından laboratuvarda gönüllü olarak çalışmışım, bu sayede Sağlık Eğitim Merkezi yöneticilerinin bendeki o çalışma heyecanı ve gayreti yerinde görmekle İstanbul’a atanmamın üzerinden tam dört yıl geçtikten sonra bir şekilde akıllarına düşüp bana Ankara’ya naklen tayinimi aldırmak istediklerini bildirdiler. Bende bu teklife kayıtsız kalıp hayır diyemezdim elbet. Hem ne de olsa ardımdan Balıkesir’de dört dörtlük olmasa da en azında kurulu bir laboratuvar düzeni bırakacağım ve benden sonra hangi meslektaşım gelirse gelsin rahatlıkla yürütebileceği bir sistemde oturtmuştum. Madem öyle, bu durumda artık gönül rahatlığıyla Ankara’ya gidebilirdim. Hem kaldı ki o an böylesi bir teklifle karşı karşıya kaldığımda başkente tayinimi aldırmakla mesleki hayatımda daha da ilerlemeler kaydedeceğimi düşündüm. Nitekim düşündüğüm gibi de oldu. Derken İstanbul Sultanahmet Sağlık Eğitim Merkezi ve Balıkesir Sağlı Eğitim Merkezinde yürüttüğüm toplamda dört yıllık hizmet sürecimin en son halkasında ki 13 yılını da Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinin Hematoji laboratuvarı ve Biyokimya laboratuvarında canla başla çalışaraktan geçirip son üç yılım hariç çok büyük tecrübe kazanmış oldum.
Evet, Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde ki son üç yılım iş tecrübesi açısından pek iyi geçmeyecektir. Neden mi? Zira tüm Laboratuvar çalışanları olarak Biyokimya laboratuvar şefimizin yeniliğe açık olamamasından kaynaklanan birtakım dalgalanmaların üzerimize sineceği bir huzursuzluğun ortasında kendimizi buluverdik de ondan elbet. Nitekim Biyokimya laboratuvar çalışanları olarak manüel tekniklerden otomasyona geçelim dediğimizde Biyokimya laboratuvar şefimiz Gülten Erkut’un inadım inat manüel sistemde ısrarcı davranması hem kendisine bağlı çalışan personelle hem de idareyle arasının açılmasına yol açıp bir başka sağlık kuruluşuna sürgün edilmesine varacak bir dizi dalgalanmalara sahne olur laboratuvarımız. Hatta o yıllarda hiç unutmam laboratuvar şefi bu hususta bana ne düşünüyorsun dediğinde, bende cevaben “Gülten hanım, bak onca yıldır manüel tekniklerle biyokimya analizlerini çalışacağımız kadar çalıştık, gayri artık tenekeden de olsa oto analizörle çalışmak zamanıdır” diyerekten tavır koydum da. Zaten laboratuvarda çalışma aşkı statik kalmayı değil sürekli yenilenmeyi gerektirir. Ve böylece kazanan statükocu laboratuvar anlayışı değil geçte olsa değişimden yana ve yeniliğe açık egemen laboratuvar anlayışı kazandı. Derken MEB Ankara Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinde oto analizörle çalışmak nasip olurda. İşte Laboratuvar alanında bitip tükenmek bilmeyen bu söz konusu azim ve gayretimi çok iyi fark edenlerden biride hiç şüphesiz ki, taa Lise ve üniversite yıllarından beri kendisini her daim abi kardeş olarak bildiğim Anka Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Daire Başkanı Nurullah Zengin’den başkası değildi elbet. Kendisi tıpkı benim gibi laboratuvardan yoksun MEB Balıkesir Sağlık eğitim Merkezine tayin olduğum yıllarda sıfırdan kurduğum laboratuvara benzer hamleyi o da Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı bünyesinde Biyoloji İhtisas Dairesinin kurulumunda gösterecektir. Böylece bu sayede DNA’sı olmayan Ankara Adli Tıp Kurumu DNA’sına kavuşmuş olacaktır. Öyle ki, bizatihi kendisinin büyük emek sarf edip kuruluşuna vesile olduğu Biyoloji İhtisas Dairesi’nin Başkanı olurda. Tabii Daire Başkanı olunca da ilk işi beni yanına almak olur. Her ne kadar kurup faaliyete geçirdiği DNA analiz laboratuvarı benim için bilmediğim alan olsa da bir şekilde laboratuvar çalışmalarında azim ve gayretime güvenerekten aynı tempoyla Adli Tıp Kurumunda ’da çalışmam devam edecektir. Öyle ki Adli Tıp Kurumuna biyolog olarak daha atanır atanmaz yeni kurulan laboratuvarın imini cimini öğrenme aşkım gözlerden kaçmaz da. Ancak laboratuvarın kuruluşunda emeği geçen oradaki meslektaşlarımın bir kısmı bilgi paylaşımında pek cömert davranmayıp dosya almamda gecikmeme sebep olurlar, beni daha çok bilgisayar başında chat’le oyalayarak ancak hızımı keseceklerini düşünmüş olsalardı gerek. Oysa bilmedikleri bir şey vardı ki, o da Adli Tıp’a atanmadan önceki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Sağlık Eğitim Merkezlerinde her çalışanın masasında bilgisayar olmadığından daha doğru dürüst bilgisayara girmeyi ve çıkmayı dahi bilmiyordum. Dolayısıyla o arkadaşlar beni chat’e alıştırıp oyalaya dursunlar bilakis chat sayesinde benim işime yarayacak bilgisayar kullanımı yönümdeki eksikliğimi fırsata çevirip ilerisinde dosya aldığımda on parmak kullanaraktan bilgisayar üzerinden en erken rapor çıkaran eleman olarak adımdan söz ettirecek konuma geldim. Sadece erken rapor çıkarmak mı, gerek koli açmada, gerek mikroskobik incelemede gerekse izolasyonda hızıma kimse yetişemeyecek konumda oldum da. Ancak ne var ki dedim ya, koli açma, mikroskoba bakma, DNA izolasyonu ve PCR gibi jşlemlerinin dışında birde diğer teknik alanlar vardı ki, adeta kozmik odaymışçasına kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bu alanlar hiç kuşkusuz genetik analizör cihazının kullanımının olduğu ve sonuçların değerlendireceği cihaz okumaların yapıldığı bölümlerden başkası değildi elbet. Ki, bu alanlarda bizden bilgi paylaşımı ve pratik uygulamalar esirgenip daha çok teorik bilgilendirmelerle iş geçiştiriyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla bir kısım arkadaşlar bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tekelinde tuttukları bu alanların kullanımında ben ve benim gibi birkaç arkadaşımın GenMapper gibi kapiller elektroforez genetik analizör okuma cihazların kullanım kabiliyetlerinin gelişmesinde ve öğrenmesinde geri kalmalarına sebep oldular. Oysa Daire Başkanımız Nurullah Zengin laboratuvarın kuruluşunda izlediği stratejiyi personeliyle bir toplantıda paylaştığında bizden bilgi paylaşımını esirgeyen bu arkadaşlara “hiç çekinmeden cihazlara dokunun, gerekirse söküp parçalayın yeniden kurun” dediğini biliyorum. Böylece işin teknik kısmının dokunaraktan kavranabileceğini, yani uygulayaraktan öğrenileceğinin mesajını vermiş oldu. Tabii ben ve benim gibi laboratuvarın taa ilk kuruluşunda bulunmayıp da sonradan dâhil olan arkadaşlar, bizden önce bulunan arkadaşlarla aramızda tatsızlık olmasın diye hiçbir zaman bu hususu şikâyet konusu yapmadık. Kaldı ki şikâyet etmek karakter sahibi bir insan için tevessül edeceği bir yol yordam olamazdı. Ne de olsa zamanla DNA analiz çalışmalarıyla birlikte işin geriye kalan diğer teknik kısmının tüm detayını da bir şekilde kavrayacağımız muhakkaktı. Bu yüzden ben ve benim tıynetimde olan arkadaşlar şikâyet etmek yerine işi doğal akışına bırakmayı yeğlerler hep. İşte bu nedenledir ki bir yerlerde herhangi birisinin ağzından şikâyet lafı çıksa bu tip şikâyeti huy edinmiş arkadaşlar yüzünden başka kurumlara tayin aldıran arkadaşlarımızın hal ve ahvalleri aklıma düşüverir de. Hem nasıl aklıma düşüvermesin ki, öyle böyle değil, sanki şikâyetin biri bin para ettiği bir süreç yaşıyorduk. Bir bakıyorsun laboratuvar çalışanlarından biri en ufak hata yaptığında, hatayı yerinde çözmek yerine şikâyeti meslek edinen birkaç meslektaşımızın yaptıkları hem Adli Tıp gibi gözde bir kurumda çalışmanın onuruna gölge düşürüyordu, hm çalışma hevesimizi söndürüyordu, hem de arkadaşlar arasında ki çalışma barışını bir anda yerle yeksan edici bir durum yaşıyorduk. Mesela mikroskopta nadir görülebilen örneklerde bir arkadaşımın görebildiği diğerinin göremediği durumlarda bir bakmışsın spermi gören arkadaş soluğu başkanın yanında alıp ‘ben gördüm partnerim göremedi’ türünden şikâyete koşanlar oluyordu. Oysaki partnerlik birbirini şikâyet etmek için kurulmuş bir çalışma düzeni değil bilakis birbirinin eksiklerini tamamlamaya yönelik çalışma birlikteliği düzenidir. Bir gün hiç unutmam partnerimle birlikte frotti örneğinden sperme bakmak üzere santrifüj ettiğim maserasyon sıvısını ters yüz edip lavaboya boşalttığımda partnerimin bir anda çığlık çığlığa “eyvah eyvah!” nara sesleri kulağımda çınladığında doğrusu o an benimde rengim benzim soluverdi. Oysa ortada telaşlanmaya mahal bir durum yoktu ki, bikere Adli Tıp’a gelmeden önce çalıştığım Sağlık Eğitim Merkezi laboratuvarlarında idrarda lökosit, eritrosit, epitel ve sperm bakmak için santrifüje ettiğimizde de lavaboya boşaltıp tüpün dibine çöken pelletten hiçbir hücre kaybı olmaksızın mikroskop altında çok rahatlıkla hücrelerin varlığını tanımlayabiliyorduk. Nitekim burda da aynı mantıktan hareketle süpernatanttan geriye kalan tüpün dibindeki pelletin (çökeltinin) mikroskobik incelemesinde hem spermi gördüğümüz gibi hem de tüpün dibinde geriye kalan sıvıdan şüpheli şahsa ait DNA profilini tespit ettik de. Böylece partnerim neticeyi idrak etmiş oldu.
Her neyse şikâyeti huy edinen arkadaşların ilginç bir yönleri daha vardı ki, o da malum kendileri bir hata yaptığında hatasını partneriyle paylaşmak yerine bunu büyük bir ustalıkla gizleyebiliyor kabiliyete sahip olmalarıdır. Dahası kendisi dışında arkadaşının herhangi bir hatasını gördüğünde hatayı yerinde telafi edip problemin üstesinden gelmek yerine birde üstüne üstük Daire Başkanını da işin içine kataraktan pişmiş aşa su katmış oluyorlardı. Oysaki çalışma arkadaşlığı o dur ki, Daire Başkanına problemleri taşıyarak pişmiş aşa su kataraktan yük olmak değil, tam aksine pişmiş aşa su katmayıp Daire Başkanının omuzlarındaki yükü alıp işi hafif kılandır. Nitekim bir gün Adli Tıp Grup Başkanı, şikâyet etmeyi kendine meslek edinmiş aramızdan bir arkadaşımızı hafta sonu telefonla çiçek sulamak için Kuruma çağırdığında gururuna yedirememiş olsa gerek ki ilk evvela bu gurur meselesini kendisi halletmek yerine işi Daire Başkanına intikal ettirerek meseleyi halletmeyi yeğleyecektir. Allah var Daire Başkanımızda bir babanın evlatlarına sahip çıktığı gibi Grup Başkanıyla karşı karşıya gelme pahasına da olsa personeline sahip çıkacaktır. Zaten Grup Başkanının da canına minnet bu olayı bahane ederek bundan sonraki bir takım ufak tefek meselelerde Daire Başkanımıza olan husumetini daha da ileri boyutlara taşıyacaktır. Öyle ki Daire başkanımıza ardı ardına açtığı bir dizi soruşturmalarla Biyoloji İhtisas Dairesinde tüm çalışanları da içine kataraktan polisiye dizilerini aratmayacak yöntemlere başvuracaktır. Zira Daire Başkanımızın ameliyat olup bir süre Dairenin başında olmayacağından odasının kapısını kilit tutup anahtarını üzerinde taşımasını yokluğunda fırsat bilip tüm personelinin gözü önünde kameralar eşliğinde odanın kapısını çilingirle açtırıp çekmeceleri arattırması nasıl bir karaktere sahip olduğunun bariz tipik bir göstergesidir. Daire Başkanının odasını tutanak tutturaktan arattır da ne oldu aleyhine kullanacağı herhangi bir şüpheli evrak bulamayıp hevesi kursağında kalacaktır. Tabii bitmedi dahası var, başkanımız hastalığın atlatıp işine döndüğünde eften püften meselelerde hep sürekli baş ağrıtacaktır, günlük imza sirkülerinden tutunda yemekhanede yemek kuyruğuna tutma teşebbüslerine kadar daire başkanımızın sinir uçlarına dokunacak mobbingle huzur bozacaktır. Daha da hızını alamayıp kurum içi açtığı soruşturmalarla güya Daire Başkanımızın kurumumuzda korku imparatorluğu oluşturduğuna dair ipe salmaz gelmez mesnetsiz iddialarla bizlerin şahitliğine başvuracaktır. Oysaki personelde gayet iyi biliyordu ki Daire başkanımız Biyoloji İhtisas Dairesinin kuruluşunda emeği geçenlerin en başında gelen bir başkan olduğu gibi aynı zamanda başkanlığı süresince işlerini hep haftalık olarak personelinin istişaresine başvurarak hal yoluna koyan bir başkandı. Bu yüzdende aramıza sonradan katılan kendi referansıyla aramıza dâhil ettiği Filiz Ustabal gibi birkaç personel dışında şahit bulamayacaktır. Yani çoğunluk Daire Başkanımızın lehinde şahitlik yapacaktır. Derken bu hadiseyle birlikte ailecek görüştüğünü bildiğimiz kendisine referans olup sonradan aramıza soktuğu Filiz Ustabal’ı Daire Başkanlığına hazırlamak niyetini güttüğü gerçeği ile yüzleşiverdik. Kafasında ne gibi planlar kurgulayıp ertesi gün neyi uygulayacaksa ister istemez sadece Daire Başkanını değil tüm personeli de olumsuz yönde etkiliyordu. Allah edecek tüm kurgu planları ayağına dolaşacaktır, sen misin Ankara’da Biyoloji İhtisas Dairesini sıfırdan kurup yeşerten böylesi bir Başkanı yüzünü kara çıkarmaya kalkışan, bir gün bir baktık Daire Başkanımıza açtığı tüm soruşturmalar akamete uğrayıp asıl kendisinin geçirdiği soruşturmalık bir konunun muvacehesinde Grup Başkanlığı görevine son verilecektir. Hatta neredeyse memuriyetine son verilecekti. Hırs bu ya, görevden alındığında da Daire Başkanımızın yakasını bırakmayıp boş durmayacaktır. Bir gün bir baktık bir zamanlar o günkü adıyla cemaat bugünkü adıyla FETÖ’cülerin sesi başta Samanyolu televizyonu olmak üzere bir kısım medya haber ajanslarında Daire Başkanımız hakkında DNA’sı olmayan Başkan yaftalamasıyla yalan yanlış uydurma haber yapılaraktan düğmeye basıldığını gördük. Oysa DNA’sı olmayan Ankara Adli Tıp Kurumunda DNA laboratuvarı kuran ilk Daire başkanıydı o. Doğrusu olup bitenlere, ne oluyor dercesine tüm Adli Tıp personeli de bir anlam vermekte zorlanıyordu. Derken benim kafamdaki düğümü ailece beraber görüştüğümüz hem benim hem de geçmişte kader birlikteliği yaptığım Daire Başkanımızın da arkadaşı Dr. Selçuk Bekar’la bu konuyu konuştuğumuzda insanın hiç aklına gelmeyecek bir tespitte bulunup kafamdaki soru işaretlerin düğümü çözülür gibi olurda. Bize dediği şu oldu “Bana öyle geliyor ki, Adli Tıpta sizlerin başınıza gelen tüm alavere dalavere dolapların altında F tipi bir tezgâh söz konusudur. ” Ki, o zamanlar çoğu insan F tipi dendiğinde hizmet hareketi dedikleri o cemaate o yaftayı yakıştırmıyordu. Ama Selçuk Bekar arkadaşımız ister yakıştırsınlar ister yakıştırmasınlar hiç umurunda olmazdı doğru bildikleri gerçekleri her ortamda söylemekten imtina etmeyen ailece görüştüğümüz bir dostumuzdur. Gerçekten de köprünün altında çok sular aktıktan sonra o söz yerini bulur da. Şöyle ki, sonraki gelişmeler muvacehesinde Adli Tıp Kurumu bünyesinde sık sık Grup Başkanlığı değişikliklerinin yaşanması, birbiri ardına Daire Başkanlarının değişmesi, ne idüğü bilinmeyen dışarıdan tayinle aramıza katılan uzman kadrolaşmasına bakıldığında Grup Başkanıyla Daire Başkanımız arasında ki çekişmenin en çokta o zamanki adıyla hizmet hareketi dedikleri FETÖ’cülerin işine yaradığı görülecektir. Kelimenin tam anlamıyla meydan onlara kalacaktır. Nitekim gerek Grup Başkanının görevden alınıp yerine gelen Grup Başkanlarının 15 Temmuz soruşturmalarıyla ortaya çıkan sicillerine baktığımızda gerekse Daire Başkanımızın daha fazla baskılara dayanamayıp Sağlık Bakanlığına müşavir olarak atanmasının ardından yerine gelen Daire Başkanlarının icraatlarına baktığımızda aile dostum Dr. Selçuk Bekâr’ın o söylediği sözün ne anlama geldiğini gayet net bir şekilde idrak etmiş oldum da. Öyle ya, her kurumda olduğu gibi F tipiciler her kuruma sızdıkları gibi Adli Tıp gibi karanlıkta kalan olayları açığa çıkartmada gözde bir Kurumunu’da boş geçmeyeceklerdir. Muhsin Başkan’ın değimiyle Adli Tıp tarlasını da süreceklerdir. Kaderin tecellisine bak ki Muhsin Yazıcıoğlu bir cenazenin otopsisi için Daire Başkanımız Nurullah Zengin’i ziyaret edip bizimle de hasbihal ettiğinde sizde mi burdasınız dediğinde bende cevaben:
-Başkanım, görev istenmez görev verilir düşüncesinden hareketle Nurullah Bey beni Milli Eğitimden Adli Tıp’a gelmemi teklif etti bende gördüğün gibi şuan yaklaşık 8 yıldır beraber çalışıyoruz.
O arada Muhsin Başkan, bana çocuklar nasıllar, iyiler mi şeklinde hal hatırda sormayı da ihmal etmez. Bende kızımın katsayı adaletsizliğinden dolayı İlahiyat okuduğunu söylediğimde, derin bir of çekip:
-Bu bizim kanayan yaramız deyip beni teselli etmişti. Evet, Muhsin Başkan böyle bir başkandı, çocuklarımızın hali vaktini bile dert edinen vefakâr bir dost liderdi. Zaten o buluşma üzerinden 2 ay geçmedi Muhsin Başkanın kar beyaz dağlardan gelen o vefat haberi yüreğimizi burkmuştu da. İyi ki de o son buluşmamız olmuş, meğer o görüşme helallikmiş. İlginçtir Muhsin Başkanın gazlı beze emdirilmiş kan örneğinin meslektaşım Ülker hanıma havale edilen dosyasına eşlik etmek bize de nasip oldu. Hatta bir ara Daire Başkanımız Nurullah Zengin muhafaza altına aldığımız gazlı beze emdirilmiş kan örneğinden bir parçacık da bana kesip hatıra olarak saklamam için izin istediğimde gülerek:
-Sakın böyle bir işe kalkışma, burası Adli Tıp dediğin de her ne kadar Muhsin Başkanın kanından bir tel koparamasam da onun hayalimi düşlemem bile benim için unutulmaz bir anı olacaktır.
Muhsin Başkan ebediyete göç edip aramızdan ayrılmıştı, Daire Başkanımız ise DNA’sı olmayan Ankara Adli Tıp Kurumuna kurduğu DNA laboratuvarın Başkanlığını bırakaraktan o da Sağlık Bakanlığına giderek aramızdan ayrılacaktır. Sıfırdan kurduğu Laboratuvarda bir zamanlar Grup Başkanının referansıyla sonradan aramıza katılan Filiz Ustabal gibi birkaç arkadaşın dışında hepimiz tek yürek olup Adli Tıp Bahçesinin önünde Daire Başkanımızı uğurladığımızda doğrusu bundan sonra bizleri daha neler bekliyor tedirginliğini hep birlikte yüreğimizde hissettik de. Hiç kuşkusuz Daire Başkanı gittikten sonra geçmişte Lise ve Üniversiteden arkadaşlığımız olması hasebiyle akabinde hedef tahtası ben olacaktım. Nasıl mı? Bunu da inşallah haftaya ‘Adli Tıp Hatıralarım’ başlığı altında makalemde belgeler eşliğinde işleyeceğim konuda ne demek istediğim anlaşılacaktır.
Haftaya görüşmek üzere,
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/saglik-egitim-merkezinden-adli-tip-a-makale,5077.html

ADLİ TIP HATIRAMDA 15 TEMMUZ
SELİM GÜRBÜZER
Şimdiye kadar çocukluk, ilkokul, lise ve üniversite hatıralarımı yazmasına yazdık ama mesleki hayatımızı hiç yazmamıştık. Öyle ya, ahır ömrümüzde meslek hayatımı da yazmasam olmazdı. Hele ki Adli Tıp’ta son beş yılında yaşadığım bir takım ilginç anekdot bölümler var ki, hayat öykümün en ilginç nesiller boyu ders alınacak türden en önemli kesitini oluşturmakta dersem yeridir. Bu yüzden yazmam gerekirdi de zaten. Zira dönemin Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi evrak kayıttan geçirerek sunduğum dilekçede Biyoloji İhtisas laboratuvarındaki çalışma işleyişinden ve arkadaşlar arasındaki çalışma barışını ihlal edici problemlerin çözüme kavuşturulmasından tutunda tâ ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel ihanet örgüt konusunda hassas olunması gerektiğine kadar bir dizi hususa dikkat çektim de. Sadece dikkat çekmek mi, bu hususta gerekli önlemlerin alınması gerektiğini de vurguladım. Hem nasıl dikkat çekip vurgulamayım ki, Paralel İhanet Çetesinin bulundukları kurumlar da her kabın rengine girebilecek derecede tüm devlet kurumlarında olduğu gibi bizim kurumda da sinsi sinsi bukalemunca sızması söz konusuydu ki, bu durumu fark ettiğimde duyarsız kalmam elbette ki doğru olmazdı. Ne pahasına olursa olsun durum vaziyeti dilekçeyle derhal Grup Başkanlığımıza bildirmeyi kendime görev addettim de. Kendime görev addetmem, aslında bu topraklarda yaşayan her Türk vatandaşın yapması gereken bir görev addetmektir bu. Dahası ortaya koyduğum bu görev sorumluğu bilinci aynı zamanda nesiller boyu örnek alınması da gereken sivil inisiyatifin ta kendisi bir milli refleks bilincidir. Derken ortaya koyduğum bu milli refleks ve milli bilinç hassasiyetim sayesinde 15 Temmuz öncesi tanık olduğum bir takım hadiseler eşliğinde savcılığa ifade vermek nasıl bir şeymiş, mahkeme salonunda sanık ve sanık yakınlarının gözü önünde hâkim huzuruna çıkıp tarihe not düşmek nasıl bir şeymiş bunu da bizatihi yaşayarak görmüş oldum. Hiç kuşkusuz tüm bunları yaşayarak görmüş olmama vesile olan hadiselerin en başında hain alçak 15 Temmuz Darbesi girişiminden 2 ay öncesinden Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına sunduğum adeta milli vesika niteliğinde diyebileceğim yazılı dilekçeden başkası değildir elbet. Şayet tarihe not düşülecek nitelikteki bu kayda değer dilekçeyi Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı makamına sunmasaydım hiç kuşkusuz onca senedir aşkla şevkle çalıştığım iş yerimde hedef tahtası olmak bir yana dilekçe sonrasında yaşadığım süreçte onca psikolojik mobbing uygulamaların hiçbirine maruz kalmayacaktım.
Peki, onca bin bir türlü psikolojik sıkıntılar çektik diye dilekçeyi verdiğine pişman mısın dendiğinde, asla pişman değilim, hele ki işin içinde cennet vatanımızın bekası söz konusu olunca gerisi teferruattır elbet. Kaldı ki Adli Tıpta son beş yılımda yaşadıklarıma baktığımda Türkiye’de vesayet ve darbe dönemlerinde yaşanan hadiselerin bir başka küçük modelini yaşadık diyebiliriz de. Malumunuz Türkiye’de darbe heveslisi vesayet odaklarıyla milletimizin bağrında çıkmış darbe karşıtı sivil inisiyatif güçler arasında ki dişe diş mücadeleden istifadeyle bu kez kendi lehlerine kullanacak üst aklın en son tahlilde ki aparat gücü FETÖ ihanet çetesi olacaktır. Aynen öyle de Adli Tıpta ’da iç çekişmeleri fırsata çevirip bu işten çıkar sağlayacak olanın yine aynı gizli üst aklın aparat gücünün de Paralel İhanet çetesi olduğunu gördük. Ki, bu aklın ta Pensilvanya'ya kadar uzanan bir akıl olduğunu Grup Başkanlığına verdiğim dilekçede dile getirdim de. Hem dile getirmemek ne mümkün. Bikere Milli Eğitim personelinin tedavi olduğu Beşevler Sağlık Eğitim Merkezinden Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesinde göreve başlamamın hemen akabinde Grup Başkanı Kimyager Esin Kaynak’ın emekli olmasıyla birlikte son 13 yılda normal bir yöneticide bulunması gereken vasıfların dışında birbirinden farklı anormal yönetici diyebileceğim tipte Grup Başkanı tiplemelerin icraatlarına şahit oldum. Öyle ki dört Grup Başkanıyla da çalıştığım bu süreçte yöneticinin biri gelip diğeri gittiğinde onca bir dizi yaşanan hadiseler eşliğinde yerine gelenin her halde ‘sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer’ diyeceğimiz noktada bir bakıyorsun gelenlerinde gidenlerden hiçbir farkı yoktur türden yönetici tiplerin aramıza dâhil olduklarını müşahede ettim. Besbelli ki F tipi üst akıl her şeyi inceden inceye iyi hesaplamış olsa gerek ki, biri gittiğinde yerine gelecek olanının da yedeğini koyacak şekilde bir sızma eylem planını devreye sokmayı ihmal etmemiş gözüküyor. Nitekim dönem dönem, ara ara bir baktık ardı ardına yeni simaların aramıza katıldığını gördük. Bu yeni tip simaların yüzlerine baktığımızda sanırsın ki, bir kısmı son derece diyalog abidesi, güler yüzlü ve son derece mütevazı insanlar, oysaki sonraki gelişmelere baktığımızda kazın ayağı hiçte öyle değilmiş, meğer bir kısmı şeytanın gülen yüzü tiplermiş, yani dilekçede işaret ettiğim şekliyle FETÖ soruşturması geçiren eleman tiplermiş. Her neyse tip mip derken Başkanlık makamına arz ettiğim bu dilekçenin akabinde hedef tahtasına oturtulup sıranın bana geldiğini ilk işaretlerini aldım da.
Evet, ilk işaretlerini aldık almasına ama tabii bu arada şahsıma yönelik psikolojik mobbing uygulamalarında git gide hız kazandıkça mesleğe atıldığım ilk yıllardan beri hiç bitip tükenmek bilmeyen ve solmayan çalışma heyecanımın ve azmimim de bir anda solmaya yüz tuttuğunu fark ettim. Hiç kuşkusuz Grup Başkanlığına verdiğim dilekçenin ilk aldığım işaret yansımalarından üzerime sirayet eden olumsuzluklardan kaynaklanan bir solmadır bu.
Aslında 15 Temmuz Darbe girişimi öncesinden Grup Başkanlığına gereği yapılmak üzere arz ettiğim bu dilekçe:
-Dilekçeden daha çok tarihe not düşülecek türden milli vesika niteliğinde dilekçedir bu. Çünkü dikkat edin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası değil, tam aksine çok öncesinden, yani iki ay öncesinde verilen bir dilekçe olma hasebiyle tarihi öneme sahip bir dilekçedir bu.
-Grup Başkanı tarafından bana istersen dilekçeyi çek denip de benim kararlı duruşumla bana geri çektiremediği dilekçedir bu.
-Dilekçeyi çekmememde ki kararlılığımı gördüğünde ise kendi kendine acaba soruşturmayı yürütecek olan kişi olarak kime versem şeklinde söylenmesi üzerine benim kendisine Gazi üniversitesinden milliyetçi kişilik yönüyle güven duyduğum Trafik İhtisas Dairesi Başkanına vermenin daha doğru olacağını önerdiğimde yok olmaz deyip Kimya İhtisas Daire Başkanını görevlendirdiği bir dilekçedir bu.
-Soruşturma yürütüldüğünde de dilekçenin orijinal haliyle değil de değim yerindeyse üzerinde adeta kırk takla atılaraktan dilekçeyi veren şahıs olarak adımın gizli tutularaktan kurum içi ağır aksak soruşturulması yürütülmeye çalışılan bir dilekçedir bu. (Delil: Grup Başkanlığı bünyesinde soruşturmayı yürüten Kimya İhtisas Dairesi Başkanı tarafından 22/06/2017 gün, saat 10.30’da Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı kütüphanesinde ifademe başvurulan Ek ifade tutanağı.)
-Dilekçenin milli hassasiyet içerikli önemine binaen sıcağı sıcağına devletin bir üst makamlarının haberdar edilmeyip sümen altı edilmeye çalışılan bir dilekçedir bu.
-Sümen altı edilmek istenip de kendi şahsı gayretlerimle önce Adalet Bakanlığının müsteşarlık ve Teftiş Kurullarından tutunda kendi bağlı olduğumuz İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı da buna dâhil diğer Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosudur, Ankara Ağır Ceza mahkemesidir, Cumhuriyet savcılığıdır, Terörle mücadele şubesidir, BİMER’idir ve CİMER’idir vs. tüm devletin ilgili makamlarını durumdan haberdar edipte sumen altı edemedikleri bir dilekçedir bu.
-15 Temmuz Darbe girişiminin akabinde kurum içi soruşturmalarda ifadesi alınan bir arkadaşımızın Grup Başkanımıza ”hocam biz bu kadarının da olacağını bilmiyorduk bu soruşturmanın yeniden açılması gerekir dediğinde, sus ağzımızın tadını bozma bu meseleyi kapat deyip kapatamayacağı bir dilekçedir bu.
Nasıl mı?
İşte tarihe not düştüğüm sürüncemeye bırakılmaya çalışılan o meşhur 11/05/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu Gelen–Giden Evrak 20160511-652 barkod no’lu dilekçemde geçen ifadeler:

“T.C
ADLİ TIP KURUMU
Ankara Grup Başkanlığı'na
Biyoloji İhtisas Dairesinde dosya alıp rapor çıkaran uzmanların her geçen gün sayıca azalmasıyla birlikte dosya içeriklerinin özgül ağırlıklı olarak dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar üzerine büyük bir yük bindirmektedir. Sadece rapor çıkaran uzmanların sayıca azalması değil bunun yanı sıra laboratuvar sorumlu sayısının bir iken ikiye çıkarılması da güç kaybına yol açmış durumda. Üstelik laboratuvar sorumluluğu önceki dönemlerde bir kişinin üzerinde iken sırf dosya kontrol etmekle kalmayıp gerektiğinde laboratuvar analiz çalışmalarına da katılıyordu, sarf malzemelerin alımını da üstleniyordu, yetmedi dosya alıp rapor çıkaran uzmanların omuzlarındaki yükü hafifletmek için dosya alıp raporda çıkarıyordu. Şimdi ise bu sorumluluk 'Birim sorumlusu' ve 'Laboratuvar Sorumluluğu' adıyla iki başlık altında ikiye çıktığı halde bir uzman kişinin tek başına yaptığı işi İhtisas Dairesi Başkanını da dahil ettiğimizde üç kişi yapmakta. Çünkü daha önceki dönemlerde İhtisas Dairesi Başkanları fiilen DNA analiz çalışmalarına, dosya dağıtımı ve rapor kontrollerine dâhil olmayıp sadece kontrolü tamamlanmış raporu imzalayarak sorumluluk yükleniyordu.
Şimdi gelinen noktada her geçen gün güç kaybına uğrayan dosya alıp rapor çıkartan uzmanlar arasından bir kişi kopartılarak iki sorumluluk birimi ihdas edilmiştir. Üstelik ihdas edilen bu iki sorumluluktan biri aktif halde olduğu halde ikincisi pasif konumda icrasına devam etmekte. Yani, laboratuvar sorumlusu DNA analiz ve çalışmalarına fiilen katılmaksızın uzaktan kumanda laboratuvar sorumlusu faaliyeti yürütmektedir. Laboratuvarda çalışan Laborant arkadaşlar her sabah mesai saati başlamasıyla birlikte analiz çalışmalarına koyulurken Laboratuvar sorumlusu da analiz çalışmaların kapsam alanı dışında etrafa gülücükler dağıtarak 'Nasılsın, iyi misin ' seanslarıyla geçirmekte, bu seans turları abla ve abi ifadelerle de pekiştirilerek ileriye dönük konumunun devamlılığını sağlamakta. Çalışıyor görüntüsü vermek içinde zaman zaman İhtisas Dairemize sarf malzeme alımı ve laboratuvar teknik arıza ve kit tanıtımıyla gelen firma elamanlarıyla görüşmeler uzun zaman dilimine yayaraktan gerçekleştirip hoş geldin ve hoş bulduk muhabbetleriyle günün yarısını konuşmalarla ve diğer oyalanacak işlerle mesaisini doldurabiliyor. İcabında çalışıyor görüntüsü vermek için yardımcı hizmet elamanların yapması gereken sarf malzemenin ve kit kutularını omuzunda taşıyarak çalışıyor görüntü verebilmektedir. Ne de olsa dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar gibi akar, kokar bez torba açıp taşımıyor, fabrikadan çıkmış hafif ağırlıkta malzemeleri mesai saatlerini doldurmak adına kim taşımaz ki. Kendine oyalanacak alan olmasa da önemli değil ara ara bahçeye inip sigara keyfi yaşamakta vaktin geçmesine yarar bir yöntem olsa gerektir. Tabi bu tür manzaralar dosya uzmanların üzerinde moral bozukluğuna neden olmaktadır.
Laboratuvarımızda Genetik uzmanı bir arkadaşımızın İstanbul'dan naklen atanıp aramıza katılmasına doğrusu dosaya alıp rapor çıkaran uzmanların omuzlarındaki yük hafifleyecek diye çok sevinmiştik, ama ne var ki genetik uzmanı hala laborant olarak çalışmakta, aradan 1,5 yıl geçti hala dosya almış değil, böylece her geçen gün daha da özgül ağırlığı artmakta olan (nicelikten çok niteliği artan) dosyaların yükü yine sürekli kan kaybeden uzmanların omuzunda yürümektedir.
Maalesef dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar bunca işin arasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığında bile uygulaması olmayan aynı zamanda yönetmenliğe aykırı olarak Morg İhtisas Dairesinden ve Kimya İhtisas Dairesinden gelen biyolojik materyallerin tesliminde sorumluluk altına girmişlerdir. Önceden tek bir laborantın teslim aldığı biyolojik materyalleri, şimdi imza karşılığında artık dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar teslim almakla emanet memurluğu görevi de omuzlarına bindirilmiş durumdadır. İlginçtir adı üzerinde sorumlu, yani laboratuvar ve birim sorumlusu diye iki alt başlıkta ihdas edilen sorumlular bile sorumluluk yüklenmeyip birimlerden gelen biyolojik materyalleri teslim almamaktalar sadece bu iş dosya alıp rapor çıkaran uzmanların omuzlarına yüklenmiştir.
Yine bir başka hususta dosya alıp rapor çıkarmamanın zorluklarından bunalan bir takım kendince birim içinde riski az olan işlerde oyalanarak çözüm yolu ararken bir kısım uzman arkadaşımızda biyologluğun dışında düz memurun yapacağı işleri üstlerek, ya da Biyoloji İhtisas Dairesinin dışında bir başka birime mesela Patolojiye kendini görevlendirmekle kendince çözüm bulabiliyor, çözüm bulamayanlar ise ileriye yönelik beklenti içerisinde adeta kaderleriyle baş başa aramıza yeni yeni biyologlar katılsa da rahat nefes alsak hayaliyle avunmaktalar.
Ayrıca Devletimizin tüm kurumlarında hangi makam ve mevkide, hangi hizmet alanında çalışıyor olursa olsun sorumluluk sahibi ülkesini seven her kamu görevlisinin de ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt konusunda hassas olması gereğinin bilinciyle bu malum örgütün sempatizanlarına yönelik önlem alınmazsa ilerisinde Kurumumuzda Daire Başkanlık makamlarına gelebileceğinin ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiği, gelemeseler de bu tip insanların her kabın rengine girme özellikleri dolayısıyla Daire Başkanları ile sıkı fıkı münasebetler kurabilecek kabiliyette olabileceklerini göz ardı edilmemesi gerektiğini,
Yukarıda belirttiğim ve hemen her gün stres içerisinde dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar üzerindeki haksız uygulamaların yerinde görülmesinin tespiti, ya da uzmanlar arasındaki dengesiz iş paylaşımının giderilmesi, milli hassasiyetler gibi hususlarda gerektiğin de teftiş kurulu yolunun da açık olması kaydıyla gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 11/05/2016
İmza
Bio. Selim GÜRBÜZER”
İşte görüyorsunuz, dilekçeyi ilginç kılan 15 Temmuz öncesinden bir yönetici tarafından değil de bir sade çalışan eleman olarak kendime görev addetmek olmamdır. Dahası ülkemi canı gönülden seven bir kişilik yönümün ağır basması hasebiyle dilekçede işaret ettiğim hassas konuları her ortamda belirtmekten çekinmedim de. Ancak devletin en üst makamlar nezdinde de dillendirdiğim bu konular nedeniyle değim yerindeyse kendi öz yurdunda garipsin, öz vatanında garipsin misali kendi öz güvenle çalıştığım Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı bünyesinde yönetici sıfatıyla oturduğu koltuklara güç katan değil de oturduğu koltuktan güç alan bir kısım yöneticilerin bana yönelik bir dizi psikolojik mobbing uygulamalarına maruz kalmam neticesinde kendimi garip hissettim de.
Velhasıl-ı kelam, eğer ki 15 Temmuz darbe girişimi olmasaydı soruşturmayı ilk başta lokal olarak birlikte yürüttükleri “‘Grup Başkanı-Kimya İhtisas Dairesi Başkanı-Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanı" üçgeninde verdiğim dilekçeyi sudan bahane gerekçelerle aleyhime dönüştürebilecekleri dilekçeydi bu. Yok, eğer 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa idi hiç kuşkusuz ki ilk ipe gidecek olan kişinin ben olacağım dilekçeydi bu. Mademki devletin kılcal damarlarına kadar sızmış olan bu ihanet şebekesi başarılı olamadı, o halde şimdi FETÖ’cüler veya FETÖ severler kara kara düşünsün diyebileceğim dilekçeydi bu.
Şahsımın bu dilekçenin akabinde psikolojik mobbinglere nasıl mı maruz kaldı, onu da haftaya yazmak dileğiyle.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/adli-tip-hatiramda-15-temmuz-makale,5089.html

BU DA BENİM ADLİ TIP 15 TEMMUZUM
SELİM GÜRBÜZER
Evet, Adli Tıp Ankara Grup Başkanı makamına 15 Temmuz öncesinden verdiğim dilekçeyle birlikte Grup Başkanının bana olan tavrının neredeyse eskisinden yüz seksen derecede farklı olarak değiştiğini net bir şekilde kendini gösterecektir. Nitekim bir defasında partner uzman arkadaşlarımla birlikte olay yerinden gelen kolileri açma esnasında Grup Başkanının koli odasına girdiğinde bizlere bir isteğiniz var mı diye sorduğunda bende Biyoloji İhtisas Dairesinin alis türünden teknolojik index ölçer programa ihtiyaç olduğunu söylediğimde, bu isteğim partner arkadaşlarımın yanında beni mahcup duruma düşürecek yüksek seste bir tonda “istersen bir dilekçe de bunun için yaz” şeklinde karşılık bulacaktır. Böylece kendince bana bir tür aba altında sopa gösterir bir gönderme yapmış olur. Belli ki 15 Temmuz öncesi makamına sunduğum milli vesika niteliğindeki dilekçemi geri çekmememin etkisi hafızasından silememiş olsa gerek ki, bir seferinde de Ankara’da Gar patlamasında (Ekim 2015) parçalanan cesetlerle ilgili olarak arkadaşlarla birlikte DNA analiz çalışmasına koyulup daha henüz laboratuvar bulgularını raporlandırılmamışken bu olayla ilgili basında bir takım haberler çıkması üzerine kendisinin bizatihi uzmanların bulunduğu odaya gelerekten bu bilgileri kimin sızdırmış olabileceğini sorar. Bende tüm arkadaşların gözü önünde Grup Başkanının acaba yarı şaka veya yarı ciddi olarak mı sorduğuna bakmaksızın bu söylemini ciddi bulup hiç çekinmeden “bu tür bilgileri sızdırsa sızdırsa paralel ihanet çetesinden biri olabileceğini” söyledim. Kendisi bana ‘burası siyaset yeri değil’ dediğinde ise bende buna mukabil TÜBİTAK’ta Fen bilimleriyle alakalı teknik bir kurum, ancak oradan da bilgi sızdırılıyor cevabını verdim. Tabii benim bu cevabım üzerine ortam bir an buz gibi kesilse de, ben yine de diyeceği mi demiş oldum. İlginçtir Grup Başkanına diyeceklerimi dedim ama o arada aramızdan bir meslektaşımızın da sözlerimin bitiminin hemen akabinde bu bir alınganlık göstermek midir, bir şeye mi canı sıkıldı neyin nesidir pek bilinmez ama tek bildiğimiz şey yüzü kızarmış bir halde toplantı mahallini terk etmiş olmasıdır. Dahası benim açımdan benim anlam veremediğim araştırılmaya muhtaç bir husustur bu. Her neyse birileri alınganlık göstermiş veya göstermemiş hiç umurumda olmaz asıl burada önemli olan Grup Başkanının yüzüne karşı söylediğim cevabın anlam karşılığı çok mühimdi ki, hiç kuşkusuz bu da benim için meslek hayatımda yine gurur duyacağım milli refleks, milli duruş ve milli şuur anılarımdan önemli bir kesitini oluşturacak unutamayacağım bir anım olacaktır. (Bkz. Ek-6)
Hani bir önceki yazımda moleküler biyolog bayan meslektaşımın 15 Temmuz Hain darbe girişiminden sonra Grup başkanının yüzüne karşı:
-Hocam biz bu kadarının da olacağını bilmiyorduk, bu soruşturmanın yeniden açılması gerekir dediğinde,
Grup Başkanın cevaben:
- Sus ağzımızın tadını bozma bu meseleyi kapat deyip, bir türlü kapatamayacağı bir dilekçeden söz etmiştik ya, işte o uzman arkadaşım da laboratuvarın işleyişinde ve bir takım haksız uygulamalardan artık bir noktadan sonra dayanamayıp durum vaziyeti ifade etmek için çareyi Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına şikâyet dilekçesi yazmakta bulacaktır. Bu arada sağ olsunlar yazdığı şikâyet dilekçesinde Adli Tıpta benim başıma gelenleri de ilgili makama duyurmaktan imtina etmemiştir. Nitekim 12/05/2017 tarihli dilekçesinde benimle ilgili kısımda bakın ne diyor:
-“…Yukarıda bahsettiğim sorunlar her geçen gün çözülemez hale gelmiş ve kemikleşmiştir. Eleştirilerimiz önerilerimiz dikkate alınmamıştır, toplantı yapılmaz bizlerle hiçbir koşulda görüşülmez olmuştur. Sözlü yollar tıkanması sebebiyle Haziran 2016 bir uzman arkadaşımız tarafından Ankara Grup Başkanlığına dairemizle ilgili bir dilekçe verilmiştir. Dilekçe hem yukarıda bahsettiklerimden hem de muhtemel FETÖ yapılanmasının dairemizde de olabileceği ile ilgili endişeleri içermektedir. Tüm daire çalışanları bu soruşturma kapsamında ifade vermiştir. Soruşturma henüz devam ederken Temmuz’da darbe girişimi gerçekleşmiştir. Darbe girişiminden önce, dilekçe ilk verildiğinde dilekçe yok sayılmaya çalışılmıştı, dilekçe verilen kişi bir şey olmamış gibi davransın dilekçesini geri çeksin diye çaba sarf edilmişti. Ancak bizler sandık ki darbe girişiminden sonra bu dilekçenin önemi anlaşılır ve soruşturmaya önem verilir. Fakat yine hiçbir değişiklik olmadı. Standart 6 dosya dağıtımı 10-12-15 şeklinde olmaya başlandı, hasta olup rapor aldığınızda gelemediğiniz haftanın dosyaları geldiğinizde verilmeye başlandı. İzin alıp gidenlerin (ki yıllık izin aldığınızda veya rapor iş çıkarmadığınız için döner sermayemizden ciddi kesinti olur) döndüğünde gittiği haftanın dosyaları verilmeye başlandı. Bu kararlar dilekçeyi veren kişinin yıllık izin almak istemesi ile doğmuştur. Oysa bu uzman arkadaş 13 yıldır yıllık izine ayrılmayan, yaz tatiline çıkmayan ancak annesinin ölümünden sonra kişisel nedenlerle yıllık izin almak zorunda almasıyla başlamıştır. Soruşturmada her şeyi açıkça anlatan ve yalan ifade vermeyen uzmanlara ise başka türlü ceza verilmiştir. Artık uzmanlar haftada kaç dosya alacağını, ne derece yoğun olacağını kestirememektedir. Bu tarz bir uygulamanın İstanbul başkanlıkta, İzmir ve Trabzon Grup Başkanlıklarında da böyle bir uygulama bulunmamaktadır…”
Gerçekten de 15 Temmuz darbe girişimi öncesi verdiğim milli vesika niteliğindeki o dilekçem iş bölümünde partner olduğum arkadaşımın da vicdanında o kadar net derin bir tesir bıraktığı besbellidir ki onun da Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına verdiği dilekçeyle tarihe tanıklık etmesini beraberinde getirmiştir. Ancak sen misin olan bitene tanıklık etmek maalesef moleküler biyolog partnerime de çıkardıkları dosyalar üzerinden cezalandırma cihetine gidilmiştir. Üstelik dosya alıp rapor çıkaran uzmanların görüşüne başvurmaksızın partner arkadaşımın dilekçede belirttiği şekliyle İstanbul başkanlıkta, İzmir ve Trabzon Grup Başkanlıklarında bile görülmeyen emri vaki uygulamalar olarak uzmanlara yansımıştır. Emrivaki ve oldubittiyle yürürlüğe konulan bu uygulamalar tamamen Grup Başkanının Bylock’tan çıkıp tutuklandığı günün hemen akabinde birkaç saat sonrasında apar topar yıldırım hızıyla ‘dosya dağıtım’ metni şeklinde panoya asılıp birer suretlerinin de Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanınca dosya uzmanlarının eline tutuşturulmasıyla start almış uygulamalardan başkası değildir maalesef. Ben ise bu ‘dosya dağıtım’ metni dokümandan izin dönüşü haberdar olmuştum. Tabii izin dönüşü böyle bir uygulamayla karşılaşınca doğrusu şaşırmadım, çünkü Grup Başkanı 15 Temmuz darbe girişimin iki ayı aşkın öncesinden Paralel ihanet çetesine dikkat çekerekten verdiğim dilekçeden dolayı bana karşı olumsuz tavırlar içerisine girdiği bilinen bir gerçeklikti zaten. İşte bu bilinen gerçeklikten hareketle muhtemeldir ki geçmiş yıllara ait ara ara kullanmak zorunda kaldığım senelik izinlere kendince önlem almak adına benim yokluğumda giderayak Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanıyla birlikte kafa kafaya verip böyle bir dosya dağıtım metni hazırlanmış gözüküyordu. Asla dosya uzmanlarının ortak kararıyla ortaya konulmuş bir dosya dağıtım metni gibi gözükmüyordu bu, kaldı ki bu gibi konularda bir başka soruşturma tutanağına verdiğim ifadede dosya uzmanlarının bu uygulamaya destek verip vermediklerini dair yazılı beyanlarının alınması yönündeki talebime de kayıtsız kalınmıştır. İzin dönüşü her bir uzmana ekstradan izin süresi adedince fazladan fark dosya bindirme uygulamasından rahatsızlık duymayacak uzman personellerden olsa olsa sadece dosya almayan uzmanlar olacaktır. Çünkü bu tarz konuşlandırılmış bir kısım uzman personelinin ne de olsa izine ayrılmış olsa da izin dönüşünde eline tutuşturulacak herhangi bir dosya olmayacağından böyle bir derdi olmaması son derece gayet tabiidir.
Kelimenin tam anlamıyla Grup Başkanının kurumdan ayrılış haberinin hemen birkaç saat sonrasında apar topar panoya asılarak yürürlüğe girmiş bir uygulamadır bu. Dahası içerik olarak uzmanın yıllık izin dönüşü izin süresi adedince fark dosya almasına dayalı bir dağıtım metnini bir nüshasını panoya asıp diğer nüshalarını da uzmanların eline tutuşturmakla Bylock’tan çıkan Grup Başkanının giderayak İstanbul başkanlıkta, İzmir ve Trabzon Grup Başkanlıklarında da böylesi bir uygulaması görülmeyen teamüllere aykırı paralel çete zihniyetinin değirmenine su taşımak olurdu ki, böylesi bir dağıtım metninin dosya alıp rapor çıkaran uzmanlar nezdinde asla içlerine sindirebilecekleri bir uygulama metni olarak karşılık bulmayacaktır. Nitekim bu yönde hak arayışına girmeye teşebbüs edecek uzmanların muhtemel hak arayışlarının önüne geçmek babından sarı kart tehdidinde tutunda maaşından para cezasının kesileceğine kadar bir dizi cezai müeyyidelerin uygulanacağına dair söylemlerin havada uçuştuğu açık hava çadır toplantısında, yani Bylock’tan alınan Grup Başkanının yerine vekâleten oturan Grup başkan vekilinin eşlik ettiği ve tüm Biyoloji İhtisas Dairesi personelini Adli Tıp önünde ki bahçede kurulu çadırda toplayarak gözdağı vermeyi de ihmal etmeyeceklerdir. Oysa Bylock’tan çıkmış bir Grup Başkanının onayından çıkmış ‘dosya dağıtım’ metni bir çadır toplantısında adeta iç tüzük gibi sunulup dosya alıp rapor çıkaran uzmanlara gözdağı vererekten disiplin cezası verilse ne verilmese ne. Zira giderayak Bylock’cu Grup başkanın onayıyla hazırlanmış böylesi bir uygulamanın toplantı gündemine taşınması bile başlı başına felaket bir durumdu zaten. Ben yine de sinir uçlarıma dokunacak böylesi bir meselede görüş beyan etmeyerekten ilerisinde hakkımda düzenleneceğini tahmin ettiğim amire saygısızlıktan açılacak bir soruşturmaya delil teşkil edecek kozu ellerine vermemiş oldum. Ancak çadır toplantısında sus modunda kalarak kurgulanmış oyunu bozmuş olmasına bozdum ama, yine de Grup Başkan vekili bir kulp bulacak ya, bu kez bahçedeki çadır toplantısının taa en arka taraflarında ayaküstüne ayaklarımı koyaraktan dizlerimi tablet olarak kullanıp toplantıda geçen konuları not defterime not etmeme dikkat kesildiğinde beni konuşturmayı başaramamanın hırçınlığıyla tüm personelin huzurunda bana ayağını ayaküstünden indir ikazı yapmaktan geri durmayacaktır. Kendi kendime ya sabır çekip yine hakkımda düzenlenecek amire saygısızlığa delil teşkil etmesin diye itiraz etmeksizin tablet yaptığım ayağımı ayaküstünden indirerek bir kozu daha elinden almış oldum. Ancak dedik ya, ben tâ arka sandalyelerde kimsenin göremeyeceği bir yerde ayağımı ayaküstünde indirirken bana ayağını ayaküstünden indir diyen Grup Başkan vekiliyse ne ilginçtir ki toplantının başından sonuna kadar herkesin huzurunda ayak ayak üstüne atarak toplantıyı idare ettiği gözlerden kaçmaz da. Balık baştan kokar misali kendince böyle bir tutum sergilemekle güya bana memuriyet adap dersi vermiş olur. Öyle ya amirin tüm hazirunun gözü önünde ayak ayak üstüne atmasında hiçbir sakınca yok, memur olunca da sakınca var muamelesi. Aslında n tüm bunlar işin bahanesi, yani Bylock’u Başkandan boşalan makama oturan Grup Başkan vekilinin bana amirlik veya memuriyet adabı dersi vermekten daha çok hakkımda düzenleneceği bir disiplin cezasına bir kılıf uydurmanın ta kendisi gizli ajanda dersidir bu. Hadi tüm bunlar neyse de Bylock’tan tutuklanmış Başkanının onayından geçmiş uygulamalar ne zamandan beri kabul edilebilir adabı muaşeret çalışma kuralları şeklinde uzman arkadaşlara dikte olarak sunulur doğrusu şaşmamak elde değildi. Hele ki kendisinin gizli ajandasına malzeme olacak tüm hamlelerini boşa çıkartmama rağmen, yani eline amire saygısızlıktan sicili bozmaya yönelik koz vermeme rağmen bir bakıyorsun hakkımda niyet okuyuculuğu yaparaktan 13 yıldır yıllık izine ayrılmayan, yaz tatiline çıkmayan ancak annemin ölümünden sonra kişisel nedenlerle yıllık izin almak zorunda kalmak durumunda kaldığım süreçte 08/08/2016 tarih ve 93929388-2017/564 sayılı disiplin kararı yazısıyla ‘UYARMA’ cezası verebiliyor. Üstelik daha önce Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına 22-06-2017 tarihli ekleriyle birlikte sunduğum (Bkz Eki-16) dilekçede belirttiğim mobbing uygulamalar, maalesef en son Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihazlar Kurumu’na naklen atanma gününe dek hız kesmediği gibi soruşturmayı yürüten Kimya İhtisas Dairesi Başkanına verdiğim ifade tutanağı ve yazılı savunmamın alınmasının ardından (Bkz. Eki-14) gerçekleşen bir uyarı cezasıdır bu. Nitekim uyarı cezası disiplin kararında “...devreden izin bir sonraki yıl içerisinde kullandırılır” denmektedir. Oysa kullandığım izinlerin büyük bölümü geçen yıldan kalan (2015 yılı senelik izni), yani kullanmasam devretmeyip yanacak olan izinlerdi. Üstelik 2015 yılı iznimden devretmeyip de 5 gün yanmış iznimde söz konusudur. Hadi 5 gün yanmış izin neyse de asıl can yakıcı olan disiplin kararı metninde hiçbir kural ve kanun tanımaksızın makam atlayarak ‘dayatma’ yaptığım ithamıyla senelik iznimi kullanmaya kalkıştığım vurgulanmasıdır. Oysa izin talebinde bulunduğumda hiyerarşik basamakların hepsini izleyip sonuç alamayınca, en son Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı aracılığı ile ekleriyle birlikte sunulmak üzere İstanbul Adli Tıp Kurum Başkanlığına’ üst başlıklı dilekçe talebimi makama arz ettim de. Ne var ki bu yazdığım dilekçede Ankara Grup Başkanlığınca İstanbul’a 15 gün içerisinde gönderilmeyip bekletilmesi üzerine bu kez kendi imkânlarımla, yani posta yoluyla İstanbul Adli Tıp Kurum Başkanlığına bir suretlerini göndermek suretiyle hak arayışımı devam ettirmiş oldum (Bkz. Ek-1). Hangi gerekçelerle ve nasıl mı? İsterseniz bunun da nasıl olduğunu 06/11/2017 tarih itibariyle Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına da tüm detayıyla sunduğum şekliyle madde madde izah ederek açıklamaya çalışalım. Şöyle ki teşbihte hata olmaz misali bana bir başka 15 Temmuz darbe girişimine benzer türden;
-En son Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihazlar Kurumu’na naklen atanma gününe dek soruşturmayı yürüten Kimya İhtisas Dairesi Başkanına verdiğim ifade tutanağı ve yazılı savunmamın alınmasının ardından disiplin kararı metninde hiçbir kural ve kanun tanımaksızın makam atlayarak ‘dayatma’ yaptığım ithamıyla hakkımda uyarı cezası verilmek suretiyle elbet. Hem bu nasıl izin dayatmaysa yaşadığım onca hak arayışların öncesinde Ankara Adli Tıp Kumru Başkanlığına çok acil ve özel nedenlere bağlı olarak verdiğim dilekçe metninde 30.01.2017 tarih ve 20170130-163 barkod etiketli gelen–giden evrak kayıtlı dilekçeyle:
“Çok acil özel nedenlerden dolayı 06/02/2017 yılından itibaren 2016 yılından kalan iznimden 12 gün kullanmak istiyorum. 13 yıldır hiçbir şekilde izin kullanmadığım halde ve de geçen yıla ait izin talebimin Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanlığınca onay verilmemesinden dolayı bu konuda kendimi çaresiz hissediyorum. Geçen yıldan kalan iznimi kullanmam için gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim” ifadeleriyle adeta yalvarırcasına izin talebinde bulunabiliyorum.
-Yine hem bu nasıl izin dayatma yapıp istismar etmekse eşi çalışmayan (ev hanımı) bir personel olarak izin süresince döner sermayesi kesileceğini bile bile maddi kayba uğrayacağım bir izne ayrılmayı göze alabiliyorum. Kaldı ki bu benim öyle kolay kolay durduk yere izin almayacağımı kendi kurumumda çalışan hemen herkesin çok iyi bildiği bir husustur.. Değim yerindeyse kırk yılın başında annemin vefatının ardından ara ara izin kullanmaya başladım, sen misin ara ara izne ayrılan, aldığım izinlerin en son ki olan kısmın izin dönüşümde her hafta başında eşit sayıda almam gereken dosya sayısına ilaveten birde buna izinde geçirdiğim gün sayısınca fark dosyada bindirilerek benim üzerimden tüm uzmanlara da sirayet edebilecek şekilde mobbing uygulanabiliyor. Bu yüzden 2017 yılı senelik izinler için tarafımdan istenen izne ayrılacağım ay için şerh düştüm de (Bkz.Eki-3). Tabii böylesi bir uygulamayı tüm Adli Tıp Grup Başkanlıklarında şimdiye kadar hiç görmedik. Hele birde benim yaklaşık 13 yıldır izin kullanmadığım yılları da hesaba kattığımızda tüm personel her yıl senelik izne güle oynaya ayrılıp tatilini yaparken ben ise 13 yıldır hiçbir surette izin almaksızın büyük bir görev şuuru ve hassasiyeti içerisinde habire dosya alıp dosya çıkarıyordum. Hiçte o yıllarda hakkımda izne ayrılmadığım için ne fazladan dosya almakla mağdur oluyor denildi ne de dosya muafiyetinden söz edildi. Söz edilmemesi de gayet tabii bir durumdu. Hiç kuşkusuz senelik izin her çalışanın kullanması gereken en tabii hakkıdır, dolayısıyla ben 13 yıldır izne ayrılmıyorum diye benim yüzünden arkadaşlarımın da izin kullanacakları zaman şart koşaraktan fark dosya karşılığında izin almaya zorlamak haksızlık olurdu. Doğru olan da şartsız izin kullanmaktır. Ne zaman ki, şahsım 13 yıl sonrasında ilk kez ara ara izin kullanmak durumda kaldım (bilhassa ardı ardına gelen vefat ve özel nedenlere bağlı olarak kullandığım izin), hemen göze batıp Grup Başkan vekilince ‘işten kaytarma’ yaftasıyla onurumla oynanarak disiplin kararı metniyle uyarı cezasına gerekçe delil olarak sunulabiliyor.
-Hem bu nasıl işten kaytaran biriysem Adli Tıp Kurumuna işe başladığım günden Sağlık Bakanlığına atanmam gününe kadar süreçte ki çalışma hizmet arşiv kayıtlarından tüm senelerin dosyaları çıkarıldığında şimdiye kadar en fazla dosya alıp rapor çıkaran dosya uzmanı olabiliyorum. Maalesef yönetim kademesi bilerek ya da bilmeyerek de olsa 13 yıldır izne ayrılmayarak canhıraş çalışma azmimi göremediği o kadar net açık ki, disiplin kararı metninde izne ayrılmakla arkadaşlarımı mağdur ettiğimi gerekçe gösterebiliyor. Oysa her hak arayışımda dosya uzmanların giderek kan kaybına uğradığını, mağdur olduklarını dilekçelerle bildirdiğimde hiçbir yönetici oralı olmadığı gibi kayıtsız kalındı da. Yaklaşık 1,5 yıldır dosya uzmanlarının mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik verdiğim dilekçelere oralı olmayıp (Bkz. Eki: 4) kayıtsız kalan yönetim şimdi benim hassas olduğum konuda dile getirdiğim aynı üslup kavramla arkadaşlarımı mağdur ettiğimden bahsedip ‘işten kaytarma’ şeklinde disiplin metniyle sicilime leke düşürülebiliyor.
-Hem bu nasıl arkadaşlarımı mağdur etmekse şimdiye kadar hak arayışlarına yönelik dilekçelere cevap vermek yerine “Grup Başkan vekili-Kimya İhtisas Dairesi Başkanı-Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanı” üçgeninde hazırlandığını düşündüğüm disiplin soruşturma metniyle karara bağlanıp kişilik haklarımı ihlal ve rencide edici ifadelerle; ‘hak arama paranoyası’ olarak karşılık bulmuştur. Hadi disiplin kararı metninde kişilik haklarımı ihlal edici ağır ifadeleri hadi diyelim ki sineme çekip yuttum farz edelim, peki ya hak arayışımı manipüle ve çarpıtacak ifadelerle dosya uzman arkadaşlarımın omuzuna güya fazladan fark dosya bindirme uygulamasına destek verdiklerini delil olarak sunulmasına ne demeli. Oysa böyle bir destek söz konusu değildir. Tam aksine ortada böylesi net bir delil ve destek olsa Ankara Grup Başkan vekilinin katıldığı son toplantıda fark dosya uygulaması gündem konusu olmazdı. Nitekim Ankara Grup Başkan vekilinin eşlik ettiği açık hava çadır toplantısına katılan tüm biyoloji dairesi çalışanların huzurunda uzmanların gözünün içine baka baka “izin dönüşü fark dosya uygulamasının dosya uzmanlarının ortak kararıyla alındı” demesi üzerine moleküler biyolog uzmanı arkadaşımızın da söz alarak “Hocam böyle bir ortak kararın olmadığını, yanlış bilgilendirilmişsiniz” dediğinde buna cevap verememesi bunun bariz danışıklı dövüşlü bir yönetim uygulaması olduğu anlaşılmıştır.
- Hakeza Bylock’tan içeriye alınan Grup Başkanından bir önceki ismiyle müsemma esip gürleyen, gözü kara veya karapirli diyebileceğimiz kişiliğiyle meşhur Ankara Grup Başkanı da (bu Grup Başkanı’da sonradan FETÖ soruşturması geçirenlerden) kurumdan giderayak yürürlüğe koyduğu biyologların görevi olmadığı halde adeta emanet memurluğu yaptırılarak Biyoloji İhtisas Dairesine gelen biyolojik materyallerin imza karşılığında zimmetle teslim alma uygulaması da dosya uzmanlarının muzdarip olduğu bir uygulamaydı. Üstelik bu konu dosya uzmanlarınca müteaddit defalar toplantılarda bu yanlış uygulamanın kaldırılması yönünde Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanına talep edildiğinde amir üstünlük gücünü kullanıp bu talepleri yerine getirilmemiştir. Talepleri dikkate alan katılımcı anlayış olsa bu uygulama çoktan rafa kalkmış olurdu. Maalesef Ankara Grup Başkanlığı yapmış aynı zamanda her ikisi de FETÖ soruşturması geçirmiş Grup Başkanlarının yürürlüğe soktuğu uygulamalara verilen değer kadar dosya uzmanlarına değer verilmediği o kadar net açık ortada ki, disiplin kararı metninde kendilerinin onayıyla çoğunluğu geçmiş yıllara, yani kullanmadığım takdirde yanacak cinsten kullanmak istediğim yıllık izinler için 5 gün çalışıp 12 gün izin alarak ‘suiistimal’ ettiğim ithamına maruz kalabiliyorum.
- Hem bu nasıl suiistimal etmekse şimdi sormak gerekir Grup Başkan vekilinin dilekçeyi imzaladığı zaman mı istismardı, yoksa imzaladıktan sonra mı fark etti adı suiistimal oldu. Hem yine bu nasıl istismarsa özel nedenlere bağlı olarak ara ara ayrıldığım tarihlerde (kış ayları) benden başka izne ayrılanda yoktu. Benden başka izin kullanan olmadığı halde izne ayrılmakla arkadaşlarıma haksızlık ettiğimden söz edilebiliyor. Oysa yaz sezonu darbe girişimi haftasında bazı arkadaşların bu bir tesadüfen denk düşen verilmiş bir izin midir o işin yanı bilinmez ama bildiğim tek şey 15 Temmuz darbe girişiminden 2 ay öncesinden şahsımın bizatihi başkanlık makamına verdiğim o dilekçede işaret ettiğim iki genetik uzmana ve yine işaret ettiğim DNA analiz ve çalışmalarına fiilen katılmaksızın uzaktan kumandalı pasif laboratuvar sorumluluk faaliyeti yürüttüğünden bahsettiğim o arkadaşa, yani üçüne birden aynı anda izin verildiğinde hiçte suiistimalden söz edilmemiş olmasıdır. Hadi tüm bunlar neyse de işin daha da vahim tarafı ne ilginçtir ki bu üç arkadaş izne ayrıldıkları hafta Başbakanlık genelgesiyle izinden geri dönüp aramıza katılmaları da bir başka skandal boyutta düşündürücü bir durumun ortaya çıkmasıdır. Üçüne birden aynı hafta izin verildi de ne oldu, Başbakanlık genelgesiyle izinden dönmek suretiyle hevesleri kursaklarında kalıp buna Bylocktan çıkan dönemin Grup Başkanı da dâhil bulundukları yerlerde apar topar dönmek zorunda kalmışlardır. Onlar bulundukları yerlerden aramıza yetişe dursunlar bizlerde bu arada dosya alıp rapor çıkaran meslektaşlarımızla birlikte 15 Temmuz şehitlerinin parçalanmış dokularından gece gündüz demeden DNA analiz çalışmalarının çabasına girmenin mutluluğunu yaşıyorduk. Öyle ki her çalıştığımız doku örneği bize 15 Temmuz şehitler katından üzerimize sirayet eden bir nübüvvet gül kokusu dokular gibi geliyordu. Ve üzerimize sirayet eden bu gül kokulu doku örneklerinin tılsımı tüm yorgunluğumuzu almaya ziyadesiyle yetip artıyordu bile. Hiç unutmam dilekçede işaret ettiğim o iki genetik uzmanı izinden apar topar döndüklerinde bizi çalışır halde bulduklarında içlerinden bir tanesi özellikle benim oturduğum masanın yanı başına gelip “ Selim Abi, görüyor musun bu şerefsizler başımıza gökten bomba yağdırdılar” şeklinde güya tepkisini ortaya koyar gibi gözüküp kendini kamuflaj ederken bir diğer genetik uzmanı da tam aksine ara sıra basında çıkan haberlere göz attığında bu bir bilgi kirliğidir şeklinde kendince yorumlar getirmekle aslında tamda benim gözümden kaçmayacak türden kendisi hakkında soru işareti oluşturacak gizemliliğini deşifre etmiş oluyordu. Tabii çalışma esnasında yapılan bu tür yorumlara pek kulak kabartılmayıp kimi arkadaşlarımızın gözünden kaçması gayet normal, o an herkesin derdi davası bir an evvel 15 Temmuz şehitlerinin kimliklendirme işlerini tamamlayıp şehit yakınlarına cenazelerin teslim etmek çok mühimdi. Bu yüzden pek kulak kabartmadık, işimize gücümüze baktık. Kimliklendirme çalışmaları bitip raporlandırılmasıyla şehit cenazeleri ailelerine teslim edildikten sonraki günlerde benim altıncı hissime güvenen moleküler biyolog uzman arkadaşım bir gün bana:
“ - Selim Bey, İstanbul’dan gelen genetik uzmanını İstanbul’da çalışmamız hasebiyle az buçuk tanıyoruz ancak diğer şu mitokondrial çalışmalarla görevli genetik uzmanının nasıl biri olduğunu doğrusu bilmiyoruz, sizce nasıl biridir diye sorduğunda, cevaben:
- Tamamen kafalarda kocaman soru işareti oluşturacak biridir dedim.” Gerçekten de ta ki her iki genetik uzmanı da FETÖ soruşturma kapsamında polis ekiplerince Biyoloji İhtisas Dairesinde bilgisayar hard disklerine el konulup her iki genetik uzmanı da kurumumuzdan götürüldüklerinde o kocaman soru işareti lafımın ne anlama geldiğinin düğümü kendiliğinden çözünmüş olur da.
-İşin bir başka ilginç olan tarafta yöneticilerin FETÖ soruşturması için delil toplayan ekibe benim 15 Temmuz hain darbe giriminin 2 ay öncesinden Grup Başkanlık makamına vermiş olduğum dilekçe evrakından söz etmeyip sadece kullandıkları bilgisayarların hard diskinin tesliminde yardımcı olmalarıdır. Oysa o dilekçenin bir nüshası ya da fotokopisi arama ekibine verilmiş olsa o dilekçede işaret etiğim o iki genetik uzmanıyla ilgili soru işaretlerinin ortadan kalması çok daha kolay olacaktı. Malumunuz bu iki genetik uzmanını tutuklandığı günün aylar sonrasında Grup Başkanının da Bylock’tan tutuklandığında o gün ben izinde olmam hasebiyle dairede polis ekipleri hangi delilleri toplamıştır doğrusu bunu gözleme imkânım olmadı. Olsaydı da zaten, hiç şüphe yoktur ki bu olayda da gelen ekibe refakat eden yöneticilerden hiçbirinin benim 15 Temmuz öncesinden Grup Başkanlığına sunduğum dilekçeye binaen başlattıkları soruşturma hakkında da arama ekibine gereken bilgilendirmelerin yapmadıklarını gözlemlemiş olacaktım. Oysa sıcağı sıcağı gelen polis ekibi durumdan haberdar edilerek bilgilendirmiş olsalar ona göre icabında evraklar tek tek taranıp karanlıkta kalan pek çok işaretlerin çözülmesi çok daha kolay olacaktı. Bu kanaate nerden varıyorsun denildiğinde, biz bunu iki genetik uzmanın bilgisayarlarına el konulduğunda, yani arama ekipleri geldiğinde Daire Başkanının talimatıyla uzman odaları boşaltılıp hiçbir meslektaşımız polis ekip elemanlarıyla yüzleşmesine müsaade verilmemesinden biliyoruz da bu kanaate varıyoruz elbet. Meslektaşlarımız sadece polis ekiplerinin gerekli incelemelerini tamamladıktan sonra dışarıya çıktıklarında kurum bahçesinde ekip eşliğinde götürüldüklerini ancak görebilme imkânı bulabilmişlerdir.
-Yine disiplin karar metninde fark dosya uygulamasının bana has bir uygulama olmadığını diğer uzmanlara da fark dosya verildiğinden söz edilmektedir. Oysa benim Sağlık Bakanlığına naklen atanana dek izne ayrılan olmadı ki ekstradan fark dosya almış olduklarından söz edilmiş olsun. Şayet ben atandıktan sonra izne ayrılan olduysa buna bakmak gerekir. Bildiğim tek şey yeni kuruma atanana dek her hafta panoya asılan çizelgelerde FUB-SG dışında fark dosya alan herhangi bir uzman çizelgesine denk gelemememdir, yani ortada benim dışımda fark dosya aldığına dair hiçbir uzman ismini belirten bir çizelge yoktur (Bkz: Eki -5). Şu da var ki daha önce de dilekçe ekinde sunduğum FUB–SG kısaltma ibareyle, yani Daire Başkanı ve SG koduyla (yani ben deniz Selim Gürbüzer’in) birlikte partner olduğum çizelgelere bakıldığında benden başka hiçbir dosya uzmana fark dosya uygulanmadığı görülecektir. İzin dönüşünde ilk uygulaması olan çizelgelere bakıldığında normal almam gereken dosyalar için ET-SG vardır, fark dosyalar için FUB-SG vardır. Yani asıl dosya partnerim ET kodlu moleküler biyolog arkadaşım haklı olarak izinde geçirdiğim günlerin fark dosyalarına partner olmayacağını bildirmesi üzerine FUB-SG olarak fark dosyaları raporlandırılıp çıkarılmıştır. Bu fark dosya uygulamasını benim üzerimde ilk uygulanışını gören dosya uzmanları ister istemez acaba senelik izne ayrılsam mı ayrımsam mı diye tereddüt yaşamışlardır. Öyle ki, ayrılsalar bir dert, ayrılmasalar ayrı bir dert. Yani, ayrılsalar izin dönüşlerinde fark dosya alacaklar, ayrılmasalar zihnen ve bedenen dinlenemeyeceklerdir. Tüm bu gerçeklere rağmen Disiplin karar metninde benim güya arkadaşlarımı ‘kışkırttığım’ ithamıyla suçlanabiliyorum. Oysa arkadaşlarım İzmir’den soruşturmayı yürütmek üzere gelen muhakkik İzmir Grup Başkan vekiline kendi hür iradeleriyle ifade vermişlerdir, asla ortada ne bir kışkırtma emaresi ne de arkadaşlarıma kötü örnek olduğuma dair en küçük bir karine söz konusudur. Üstelik dosya çıkaran uzmanların belli performans tutturamama problemi de yoktur, hem nasıl olsun ki, haftada ortalama 10 dosya, ayda 40 dosya çıkaran bir dosya uzmanın nasıl performans tutturamasın ki. Bu gerçeklere rağmen toplantıda Grup Başkan vekilinin de bulunduğu toplantıda Biyoloji İhtisas Daire Başkanı performans problemi olmayan elinden geldiği kadar tüm enerjisini kullanaraktan canhıraş çalışan dosya uzmanlara yönelik döner sermayenizi keserim tehdidinde bulunabiliyor.
-Yine disiplin kararı metninde benim dayanağı olmayan (mesnetsiz) şikâyetleri alışkanlık edindiğimden bahsedilmektedir. Oysa 15 Temmuz Hain darbe girişiminin aylar öncesinden (11.05.2016 tarihli dilekçe) o zamanki adıyla Paralel İhanet Çetesi tehlikesine karşı gerekli önlemlerin alınmasına yönelik Ankara Grup Başkanlığına sunduğum dilekçeyle de hiçte ileriye sürdüğüm dayanaklarımın mesnetsiz olmadığı ortaya çıktı (Bkz-Eki-11-12). Nitekim 15 Temmuz sonrası Ankara Adli Tıpta FETÖ ilişkili tutuklamalar haklılığımı ortaya koyan göstergelerdir. Kaldı ki, her Türk vatandaşının milli hassasiyet göstermesi gereken bu hususta devletimizin kılcal damarlarına kadar sızan söz konusu tehlikenin kurumumuza da sirayet ettiğine dikkat çekip milli sorumluluk ortaya koymakla takdir görmem gerekirken, tam aksine verdiğim o dilekçeden bugüne yaklaşık 1,5 yıldır dur durak bilmeyen mobbing uygulamalarla psikolojimle oynanmıştır. Yetmedi her mobbing uygulama karşısında mağduriyetimin giderilmesine yönelik sürdürdüğüm her hak arayışlarım amirin yıpratılması, ‘alışkanlık şikâyet’ ve kötü niyet olarak değerlendirilip hakkımda niyet okuyuculuğu yapılmıştır. Daha da yetmedi hakkımda verilen disiplin kararı metninde hak arayışlarım “kötü niyet, kurnazlık, saldırı, dayatma, bozuk, densiz, haddini aşan taarruz” gibi memuriyet adabına sığmayacak ve Türk ceza kanununca suç teşkil edecek yaftalar ve suçlamalarla kişilik haklarımı ihlal ederekten hakkımda uyarı cezası verilerek karşılık bulmuştur. Üstelik bunca zamandır her hak arayışımı belgeye dayanarak ve 657 memurlar kanunu amir memur ayırımı gözetmeksizin tüm çalışanların haklarını koruyan ve kollayan kanun olduğunun bilinciyle sürdürdüm. Ancak hak arayışı içerisinde bunca zamandır mobbing uygulamalar artık canıma tak dedirttirecek cinsten dayanılmaz boyutlara gelince tebdili mekânda ferahlık vardır düşüncesiyle Sağlık Bakanlığına naklen atanmak suretiyle yaklaşık 14 yıldır severek çalıştığım kurumumdan ayrılmak zorunda kaldım. Ayrıldım ayrılmasına ama yeni atandığım kurumda bana tebliğ tebellüğ edilen İzmir Grup Başkanı vekilinin yürüttüğü soruşturma raporu yeniden zihnimde bir takım soru işaretleri oluşturmayı beraberinde getirdi dersem yeridir (Bkz. Eki-6-ve 7). Malumunuz Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı makamına tarafımca 15 Temmuz Hain Darbe girişiminden 2 ay öncesinden, yani 11/05/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu Gelen–Giden Evrak 20160511-652 barkod no’lu yazılı verdiğim dilekçeyle;
- Herkesin bildiği hani şu meşhur Bylocktan çıkan Grup Başkanına sunduğum 15 Temmuz öncesinden verdiğim dilekçeyi gere çekmememe kararlılığım karşısında kurum içerisinde Kimya İhtisas Dairesi Başkanı muhakkikliğinde başlattığı soruşturma sürecinin niye İstanbul Adli Tıp Kurum Başkanlığının haberdar edilip edilmediğinin irdelenmediği, haberdar edildiyse böylesi hassas konuda ihtimal vermiyorum ama neden İstanbul Adli Tıp Kurumu harekete geçip demir tavındayken dövülüp gereken yapılmayıp niye ortada koskoca soru işareti olarak kalınmasına bir şekilde kayıtsız kalındığı,
-Yine annemin vefatı sonrası ara ara ayrılmak zorunda kaldığım izin sürecinde en son izin talebinde bulunduğum dilekçede onay verilmemesi üzerine bir üst makama iletilmek üzere sunduğum dilekçenin ekine gerekçe olarak Paralel İhanet çetesine dikkat çeken 11.05.2016 tarihli dilekçeyi de eklediğimden dolayı mı İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’na gönderilmeyip bekletildiği hususuna niye açıklık getirilmediği,
-Ta ki şahsı imkânlarımla kargo yoluyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına durum vaziyeti bildirir dilekçemi gönderdim, işte o zaman Grup Başkan vekili İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına sunulmak üzere başlıklı dilekçemi göndermek zorunda kalmıştır, neden böyle yaptığının mutlaka ilgili makamlarca sorgulanması gerektiği kanaatindeyim. Zira nasıl ki 15 Temmuz öncesi verdiğim o paralel ihanet çetesine dikkat çeken dilekçeyi kendinden önceki ‘Grup Başkanı -Biyoloji ve Kimya İhtisas Dairesi’ üçgeninde gözden uzak bir şekilde eritmeye çalıştıysalar, kendisi de Bylock’tan içeriye alınan Grup Başkanının boşalttığı makama Grup Başkan vekili olarak göreve başladığında kendisine takdim ettiğim izin dilekçesini, yani ekine eklediğim bu dilekçeyi İstanbul Adli Tıp Kurum Başkanlığını haberdar etmiyorsa bunun nedenlerinin araştırılması gerekmez miydi? Hatta buna en son hakkımda Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanı vekilince bana verilen disiplin uyarı cezası da buna dâhil, İstanbul Adli Tıp Kurumuna Başkanlığına bu hususta hazırlıkların olduğunun bilgisinin verilip verilmediğinin de araştırılması gerekmez miydi? Ben zaten bağlı olduğumuz İstanbul Kurum Başkanlığına bilgisinin verilmediğini düşünerekten bu hususu Kargo etiketli posta yoluyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığını haberdar ederekten bilgilendirdim bile. (Bkz. Eki:8 ve Eki-15).
-Yine tarafıma yeni naklen atandığım Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunca 23.10.2017 tarih ve 744674109-000-E.211695 sayılı yazıyla tebliğ edilen disiplin kararı metninde soruşturmayı yürüten Adli Tıp Kurumu İzmir Grup Başkan vekilinin muhakkik olarak benim yaklaşık 1,5 yılı aşkındır şahsıma yönelik sistematik olarak değişik şekillerde mobbing uygulamaları yeteri derecede ikna edici bulmadığını belirterekten yöneticiler hakkında bir disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar kılınıp raporlandırmış olsa da, soruşturma safahatında ne tarafımca sunduğum belgelerden, ne de tanık beyanlardan bahsedilmeyerekten raporlandırılması son derece izaha muhtaç bir durumdur (Bkz. Eki: 7). Dolayısıyla soruşturmaya konu olan tüm evrakların, tanık beyanların ve belgelerin ele alınıp yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca 15 Temmuz Hain darbe girişiminden önce evrak kaydından geçirmek suretiyle Bylocktan içeriye alınmış Grup Başkanına sunduğum dilekçede geçen hususlara konu olan, yani kurum içerisinde yürütülen lokal soruşturmaya konu olan tüm tanık beyanların ve tüm belge ve evraklarında İzmir’den gelen muhakkik Grup Başkan Vekili Uz. Doktorun yürüttüğü soruşturma evraklarıyla birleştirilip bir bütün olarak yeniden ele alınıp incelenmesi gerekir ki, bir takım gerçekler gün ışığına çıkabilsin. Çünkü Muhakkik İzmir Grup Başkan vekili Uz. Doktorun yürüttüğü soruşturmada kendisine sunduğumu kritik hususlara değinilmediği tüm boyutlarıyla ortaya konulmadığı o kadar net açık ki, bilhassa Grup Başkanlık makamına arz ettiğim 11.05.2016 tarihli dilekçemin neden ‘Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı-Biyoloji ve Kimya İhtisas Dairesi’ üçgeninde zaman aşımına uğratılacak derecede üst makamların durumdan haberdar edilmeksizin eritilmeye çalışıldığının rapor edilmediği, yine ifade verdiğim tarihin ertesi gün kendisine verdiğim dilekçeyle haberdar ettiğim Grup Başkanı Kimyager Esin Kaynak’ın emekli olmasıyla yerine gelen eski Ankara Adli Tıp Grup Başkanının Kuruma gelip üç uzman arkadaşımın birlikte oturduğu uzman odasında bana niçin göründüğü hususunun irdelenmediği, yine verdiğim belgeler ışığında Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanının bizatihi şahsıma mobbing uygulayıcı yöneticiler arasından biri olduğu halde raporda tanık olarak niçin gösterildiğini, Yine raporda tüm dosya uzmanlarının rahatsızlık duyduğu konuda, yani Daire Başkanının yaklaşık iki yıldır Genetik uzmanlarından birine dosya vermeyip niye laborant olarak çalıştırıldığı, diğer Genetik uzmanına da neden bir türlü bitip tükenmek bilmeyen rutinimizde olmayan mitokondrial çalışmalarla eksik dosya verilerek diğer dosya uzmanlarına göre biraz daha yükünün hafifletildiği hususunun niye irdelenmediği ve yine Samsun’dan kurumumuza naklen yeni atanan Biyolog arkadaşımızın daha doğru dürüst dosya yüzü görmeden ve daha tecrübe birikimi kazanmadan laboratuvar sorumlusu olarak niye görevlendirdiği hususuna niye açıklık getirilmediği, yine 15 Temmuz Hain Darbe girişimi haftası izne ayrılan iki genetik uzmanı ve Samsundan aramıza sonradan dahil olan biyolog arkadaşımızın Başbakanlık genelgesiyle izinde dönmek zorunda kaldıkları hususuna niçin değinilmediğini, hatta Grup Başkanı da buna dahildir (Bkz: Eki:9), yine mobing uygulamalarla ilgili tanıklığına başvurulan şahısların ifadelerinin niçin raporda yer almaması gibi pek çok can alıcı hususlarda öyledir. Şayet ben muhakkik olarak sadece idari konulara bakarım bu konular mahkemelerin işidir diye değinilmediyse bunun niye raporda belirtilmediğini. Yine 15 Temmuz Darbe girişiminin 2 ay öncesi verdiğim dilekçede işaret ettiğim hususların kendisine verdiğimi ifadelerde gözükeceği üzere 15 Temmuz sonrası gelişmelerle haklılığım ortaya çıkmasına rağmen (15 Temmuz sonrası çalıştığım dairede tutuklamalarla haklılığım çıktıda) niçin böylesi milli hassasiyet gerektiren hususun ilgili makamlara iletip iletilmediği raporda yer almamıştır. Milli hassasiyet hususu sadece yönetilenlerin sorumluluğunda bir husus değil elbet, bilakis yöneticilerin daha çok, kat be kat üzerinde hassasiyetle taşın altına ellerini koymaları gereken husustur. Kaldı ki milli hassasiyet gereği Ankara Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosu Savcılığına bu hususlarda ifade verdim de (Bkz. Eki-13). O halde ast üst memur demeden hep birlikte en ufak kuşku uyandırıcı duyuma dayalı bir bilgi kırıntısı da olsa üzerine gitmemiz gerekir ki, devletimizin kılcal damarlarına kadar sızmış dünyada eşi ve benzeri olmayan bu denli gizemli ihanet çetesi belasından kurtulabilelim.
Velhasıl-ı kelam, verilen uyarı cezası bana lise yıllarımda sınıfta “Çırpınırdı Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şarkısını söylediğimde disiplin kuruluna sevk edilip kınama cezası almışlığımı hatırlattı. Tabii onlar ceza vere dursun savunmamda bu şarkıyı söylemekten gurur duyduğumu dile getirmekten çekinmemiştim. Her ne kadar Bayburt ülkücülerin kalesi demiş olsak ta iktidarda CHP vardı, ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Nitekim Bayburt Lisesi Tabii Bilimler bölümünden mezun olup Ankara Etimesgut’ta Astsubay imtihanlarına girdiğimde, hiç unutmam subayın biri bana ‘Türkeşçi misin’ diye sorduğunda politik cevap vermiştim. Yani hayır demiştim ama subay bana “Bizi kandıramazsın bal gibi Türkeş’çisin” deyip koşuda başarılı olmama rağmen imtihanı geçememiştim. İşte o an anladım ki, lise yıllarında aldığım o kınama cezası buralarda bana gol olarak dönüş yapmıştı. Aynen öylede 15 Temmuz öncesi verdiğim dilekçeyle de aradan epey geçtikten sonra bana 15 Temmuz yaşatacak şekilde gol olarak dönmüştür. Peki, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna naklen atanmakla ardımdan yakamdan düşüp beni rahat bırakacaklar mı, onu da inşallah yazacağım makalede irdelemek dileğiyle.
Vesselam.
DİPNOT:
Aşağıda dipnotta geçen Ekler benim aynı zamanda gerek Adalet Bakanlı Teftiş Kurulu Başkanlığına posta yoluyla sunduğum 22-06-2017 tarihli dilekçem, gerekse 06.11.2017 tarih itibariyle soruşturma evraklarıyla birlikte yeniden değerlendirilip gereğinin yapılması için Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına posta yoluyla daha yeni naklen atandığım Sağlık Bakanlığı Tıbbi İlaç Cihaz Kurumunda çalışma dönemlerimde sunmuş olduğum eklerdir:
Ek-1 30/01/2017 tarih ve 20170130-163 sayılı çok acil özel nedenlerden dolayı izin dilekçesi.
Ek-2 31/01/2017 tarih ve 20170131-174 sayılı dilekçenin Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığınca İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına sunulmak üzere yazılı dilekçem. Ek-2 08/08/2016 tarih ve 93929388-2017/564 sayılı disiplin karar metni.
Eki-3 2017 yılında izne ayrılacak Biyoloji İhtisas Dairesi personelinin ayrılacağı yılın hangi ayında izne ayrılacağının belirlenmesine yönelik talep listesi.
Ek-4 İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına sunduğum 10.02.2017 tarihli hak arayışı dilekçem.
Ek-5 ET rumuzlu moleküler Biyolog partner arkadaşımın izin dönüşümde fark dosya uygulaması için partner olmaması üzerine FUB rumuzlu Biyoloji İhtisas Daire Başkanının benimle partner olmak zorunda kaldığı çizelgedeki aldığım dosyalar (FUB-SG rumuzuyla)
Ek-6 Müşteki sıfatıyla 08/03/2017 tarih itibariyle Muhakkik İzmir Grup Başkan Vekili Uz. Doktora Grup Başkanına Ankara Grup Başkanlık kütüphanesinde verdiğim müşteki ifade tutanağı.
Ek-7 İzmir Grup Başkan Vekili Uz. Doktorun soruşturmayı sonuçlandırdığını bildirdiği tarafıma tebliğ edilen Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun 74674109-000-E.211695 sayılı Tebliğ tebellüğ belgesi.
Ek-8 İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına sunduğum 13.08.2017 tarihli hak arayışı dilekçem.
Eki-9 İzmir Grup Başkan vekili uz. Doktoruna Grup Başkanlığı kütüphanesinde ifademin alındığı müşteki ifade tutanağının bir gün sonrasında Eski Ankara Grup Başkanının Kuruma gelip bana görünmesi üzerine muhakkik İzmir Grup Başkan Vekili Uz. Doktora imzalı verdiğim 09.03.2017 tarihli verdiğim yazılı dilekçe.
Eki-10 08.08.2017 tarih ve 9392388-2017/564 sayılı disiplin karar metni.
Eki-11 29.06.2016 tarihli 15 Temmuz Hain Darbe girişimi öncesi verdiğim ifade tutanağı.
Eki-12 06.06.2017 tarihli 15 Temmuz Hain Darbe girişiminden yaklaşık 1 yıl sonra benden tekrar savunma alınan ifade tutanağı.
Eki-13 12.04.2017 tarih ve 2016/110562 soruşturma no’lu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiğim ifade tutanağı.
Eki-14 Ankara Grup Başkanlığınca benden istenen 27.07.2017 tarih ve 20170727-1261 sayılı savunma yazım.
Eki-15 İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına sunduğum 29.07.2017 tarihli hak arayışı dilekçem.
Eki-16 Adalet Bakanlı Teftiş Kurulu Başkanlığına posta yoluyla verdiğim 22-06-2017 tarihi itibariyle dilekçem.
https://www.enpolitik.com/bu-da-benim-adli-tip-15-temmuzum-makale,5103.html

BU DA ADLİ TIP SAVUNMA HATIRAM
SELİM GÜRBÜZER
Nasıl ki Bayburt gibi anarşiden uzak bir şehirde Agâh Oktay Güner'in tarihi saat kulesi dibinde düzenlenen mitingde;
-Ey Hemşerilerim! Bir kabak kaç ayda yetişir diye bir soru yönelttiğinde,
Bayburt halkının cevaben;
- 2 ay demesi üzerine,
-Ey hemşerilerim! İşte sizde görüyorsunuz bir kabak üç ayda yetişmezken, Ecevit iktidarı döneminde iki ayda öğretmen yetişebiliyor hitabıyla tam da benim lise yıllarımda sınıfta “Çırpınırdı Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şarkısını söylediğimde TÖB-DER’li iki aylık mezun öğretmenlerce disiplin kuruluna sevk edilişimi hatırlatan bir anım olduysa, aynen öyle de 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair dilekçeyi geri çekmemenin yansıması olarak düşündüğüm Bylock’tan açığa alınmış Grup Başkanının boşalttığı makama vekâleten oturan Grup Başkan vekili tarafından bana verilen uyarı cezası da tamda Adli Tıp’tan Tıbbi İlaç ve Cihaz kurumuna naklen atamama ramak kala bir noktada Abdurrahim Karakoç’un ‘akıl karaya vurdu’ isimli kitabının dizelerini hatırlatan bir başka türden anım olacaktır. Aslında her iki anımda da aklı karaya vurduran hadisenin arka planında dönen dolaplara baktığımızda:
-İster 2 aylık kabak öğretmenlerin zihniyet kodlarında konumlanmış cenahın okul idarecileri tarafından bana verilen kınama cezası olsun,
-İster eski emri vaki sisteme dayalı otoriter idareci anlayışıyla yetişmiş cenahın zihniyet kodlarında Grup başkanlık makamına kısa süreliğine vekâleten oturmuş bir idareci tarafından bana verilen uyarı cezası olsun hiç fark etmez, her iki anlayışta sonuçta aynı kapının ürünü olarak her an insanın karşısına çıkabilecek türden zihniyet kodları olduğu görülecektir. Sözüm onlara yine de bu iki tip akla ziyan idarecilerin zihniyet kodlarınca verilen cezalandırmayla bana gol attıklarını sana dursunlar, oysaki verilen bu kınama ve uyarı cezaları benim için hayatımın iki aziz şeref madalyası olarak algılayacağım hadiseler olacaktır. Hem nasıl böyle algılamayım ki, bikere lise yıllarımın zihniyet kodları anlayışı içerisinde sınıfta vatan, millet, bayrak temaları içeren söylediğim ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısının karşılığı olarak aldığım kınama cezası benim için nasıl ki birinci şeref madalyam hatıram olarak algılamama sebep teşkil ettiyse, hiç kuşkusuz 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Grup Başkanlık makamına sunduğum milli vesika niteliğindeki dilekçemin anlam ruhuyla taban tabana zıt hak arayışımın yansıması olarak aldığım uyarı cezası da aynen ikinci şeref madalyası hatıram olarak algılamama sebep teşkil edecektir
Meseleye birde savunma yönünden baktığımda ise;
-Keza hem nasıl ki, lise yıllarında sınıfta ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısını söylememden dolayı yaptığım savunma benim için Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Bayburt Kop savunması ikinci Plevne’dir” sözünü hatırlatan bir savunma olduysa, aynen öyle de 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi Grup Başkanlığı makamına verdiğim milli vesika niteliğindeki dilekçenin akabinde gelişen süreçte hak arayışlarımın sürdürmenin yansıması olarak yaptığımı Adli Tıp savunması da bir başka açıdan bana ikinci Kuvayı milliye ruhunu hatırlatan 15 Temmuz destanı savunma olmuştur.
Nitekim hayal dünyamda yaşadığım bu milli duygu düşler içerisinde önüme konulan “kötü niyet, kurnazlık, saldırı, dayatma, bozuk, densiz, haddini aşan taarruz” gibi memuriyet adabına sığmayacak ve Türk ceza kanununca suç teşkil edecek yaftalar ve suçlamalarla kişilik haklarımı ihlal ederekten hakkımda verilen uyarı cezasının öncesinde verdiğim 27.07.2017 tarihli savunmamda bakın meramımı nasıl dile getiriyorum:
T.C.
ADLİ TIP KURUMU
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına
İLGİ: 21.07.2017 tarih ve 9392388-2017/514 sayılı yazınız.
657 sayılı memurlar kanunu ast üst ayırımı gözetmeyen bir kanundur. Yani emir demir keser kanunu değildir. Amiriyle memuruyla tüm 657 çalışanların kanunlar karşısında eşit haklara sahip olduğunu bildiren kanundur. En son Grup Başkan vekilimizin de katıldığı toplantıda; dosya uzmanlarına yönelik performans kapsamında döner sermayenizi keserim tehdit varı üslup söylemlerinden tutunda daha pek çok konularda uyarılması ve bugüne kadar dosya uzmanlarının hiçbir demokratik hak ve taleplerinin yerine getirilmemesi, yine Birim Sorumlusunca bir dosya uzmanı arkadaşımıza yönelik çirkin sözlü sataşmasına göz yumulması gibi hususlar bundan böyle eşitsizliklere son verilmeyeceğinin bariz göstergesidir. Dolayısıyla 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçeyle yazdığım dosya uzmanlarının problemlerinin ve müşteki olarak şahsımın mağduriyetimin giderilmesine çözüm getirmek ve cevap vermek yerine müşteki ve mağdur sıfatı konumda bulunan şahsımın söz konusu dilekçenin üzerinden yaklaşık 5 ay geçtikten sonra müştekiyi savunma konuma düşürecek bir soruşturma olarak karşılık bulmuştur. İlgi kayıtlı yazınızla bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir. 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçenin bir örneğinin ilgili makamların evrak kayıtlarında da olması hasebiyle gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerekse İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı nezdinde yürütülen soruşturmaların neticeleri bağlayıcı olacaktır. İşte bu yüzden 7 gün içerisinde savunmam istenen 28.02.2017 tarih ve 2014/147 soruşturma sayılı yazıyla hakkımda Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığınca alınan ifade tutanağına ilaveten ekleyeceğim bir ifade yoktur. İfade tutanağında belirttiğim gibi sadece şahsıma uygulanan haksızlığın giderilmesi yetmez, yıllık izne ayrıldığında izin dönüşü fark dosya alma haksızlığıyla karşı karşıya kalacak durumda olacak olan dosya uzmanlarının da bu durumdan muzdaripe uğramamaları için mağduriyet yaşamamaları gerektiği kanaatindeyim. Yüce adaletin tecelli edeceğine inancım tamdır. Bilgilerinize saygılarımla arz ederim.”
İşte benden yedi gün içerisinde cevaplamam istenen hususlarda yazılı olarak sunduğum savunmamın her ne kadar satır aralarında “…bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir..” şeklinde bir öz güven bir ifadesi olarak ortaya koysam da, o söz konusu yürütülen soruşturmalar daha çok 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair dilekçenin o bölümüne odaklandıkları ve diğer idari sorunlarla alakadar olunmadığı, yani Disiplin makamlarına başvurulacak mevzular olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden de Grup Başkanı ve iki genetik uzmanının görüldüğü davalarda ilgili Cumhuriyet savcılıklarının yürüttükleri soruşturmalarda idari hususlarda ki bana yönelik haksız uygulamalar karşısındaki beklentim sadece hüsnü zan boyutunda bir beklentim olarak kala kalmıştır. Kaldı ki şahsıma yönelik haksız uygulamaların giderilmesi noktasında beklentilerimin boşa çıkmasının çokta önemi yoktur, burada önemli olan devletin kılcal damarlarına kadar sızmış 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ hakkında devletimizin çeşitli kurumlarını haberdar etmem çok mühimdir. Öyle ki, yeni naklen atandığım kurumdayken bile devletin emniyet birimleri bu sinsi örgüt hakkında çağırdığında hiçbir şekilde tereddüt etmeden gerekli yerlere bilgilendirmeler yapmaktan geri durmadım da. Nasıl mı?
-Malum bylock’tan tutuklanan Adli Tıp Ankara Grup Başkanının Ankara Ağır Ceza mahkemesinde ki duruşmasında benim bilgime başvurulmak üzere çağırıldığım davada görüntülü kamera kayıtları eşliğinde yemin ettikten sonra Ağır ceza hakiminin bana 15 Temmuz öncesi yazdığım dilekçemde işaret ettiğim bu örgüt yapısının tüm Adli Tıp Kurum bünyesinde ne zamandan beri var olduğunu sorduğunda bende cevaben sanık ve sanık yakınlarının huzurunda Adli Tıp Kurum Başkanı Uzm. Dr. Keramettin Kurt’tan sonra atanan Kurum başkanının göreve başlamasıyla birlikte böyle bir yapılanmanın olduğu bilgisini paylaşmış oldum.
-Hakeza benim Adli Tıp Kurumundan Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumuna naklen atanma aşamasında Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na hitaben 22.06.2017 tarihli yazdığım dilekçenin Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca gereği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine istinaden savcılığın 18/07/2017 tarih ve 2017/117717 sor. sayılı yazısında yürütülmekte olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan yürütülme soruşturmaya esas olmak üzere Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde 06/11/2017 tarih ve saat:12:50’de ifademe başvurulduğunda da Teftiş Kuruluna sunduğum bilgilerin açılımını ‘Bilgi alma Tutanağı’ başlığı altında bilgisini paylaştım da. Ancak adı üzerinde Cumhuriyet Savcılığının Terörle Suçları Soruşturma Bürosu olması hasebiyle benim müşteki olarak altını çizdiğim hususlarda işin daha çok FETÖ/PDY kısmıyla alakadar olunduğundan diğer şahsıma yönelik uygulanan mobbingle ilgili hususlarda Disiplin makamlarına başvurulacağına dair 04/04/2018 tarih, 2018/72174 soruşturma no’lu ve 2018/41877 karar no’lu yazıyla tarafıma bildirilmiştir. Doğrusu bende artık bir noktadan sonra onca zamandır yürüttüğüm hak arayışı mücadelemde yeni atandığım kurumda huzurlu bir şekilde çalışmak düşüncesiyle daha fazla meselenin üzerine gidip de sil baştan mücadele içerisine girmedim. Benim tek arzum bu uzun soluklu hak arayışı mücadelemde bana uygulanan psikolojik mobbing uygulamalarının milyonda bir olası ihtimal dâhilinde de olsa darp ya da bir başka fiziki boyuta varacak türden mobbing uygulamalarına yol açmayacak tedbirlerin alınmasıydı ki, bu durumu CİMER’e arzuhalimi şöyle bildirmiş oldum da:
“Ankara Adli Tıp Kurumu Yöneticilerinin hakkımda epey zamandır uyguladıkları mobbing üzere BİMER’e 04/02//2017 tarihli internet başvurumun 06/02/2017 tarih itibariyle Adalet Bakanlığı tarafına sevk edildiğinden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Bu hususta Ankara Adli Tıp Kurumunda İzmir’den gelen Disiplin Soruşturma Görevlisi olarak İzmir Grup Başkan vekili, 08/03/2017 günü tarihinde müşteki olarak ifademe başvurup hakkımda yürütülen mobbing uygulamaları belgelendirip tutanak halde kayıtlara geçirmiş oldum. Hatta ifademin bir gün sonrasında unuttuğum konuyu da başvuru dilekçesi olarak kendilerine şu şekilde takdim ettim:
“Özel nedenlerden dolayı geçmiş yıllara ait kış mevsiminde, hem de kimsenin izne ayrılmadığı bir dönemde izin talebimi reddeden Biyoloji ihtisas Dairesi Başkanı, ilginçtir 15 Temmuz 2016 Darbesi haftası iki Genetik uzmanı ve aralarında bir biyoloğunda bulunduğu aynı anda üç kişiye birden izin verip onaylayabiliyor. Hatta ilginçtir darbe haftası Grup Başkanı da izindeydi. Malum darbe girişimi sonrası Başbakanlık genelgesiyle kuruma gelmek zorunda kalmışlardır Dün verdiğim ifadede bu denli cüretkâr davranış sergilemekten çekinmeyen Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanının güvendiği dayanaklardan eski Grup Başkanından söz etmiştim. Ne ilginçtir, dün ifade verdikten sonra bugün kurumumuza Kimya İhtisas Dairesi başkanı, Biyoloji İhtisas Dairesi başkanı ve kurumdan birkaç kişiyle birlikte sanki buranın sorumlusuymuş edasıyla kuruma yine ziyarette bulunup, bu arada Biyoloji İhtisas Dairesini gezdirerek kendisine tadilatla alakalı bilgi verilmiştir. Oysa Biyoloji İhtisas Dairesinin tadilatında İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanımızın talimatlarıyla nezih hale getirilmiştir. Ben bunu toplantıda dile getirdiğimde Biyoloji İhtisas Daire Başkanı buna itiraz edercesine bana sen öyle bil diyerek kendisinin katkısı olduğunu söyledi. Zaten bu ifadeleri kullandığında da şaşmadım. Çünkü şimdiye kadar ki uygulamalara baktığımız zaman ben yaptım, benim biyoloğum, benim personelim gibi ifadelerle ben merkezli karakter sergilemesi hasebiyle İstanbul Başkanını bile hafife alabiliyor. Bu konunun doğru olup olmadığını uzmanların bulunduğu toplantıdaki arkadaşlara sorulabilir. Saygılarımla arz ederim. 09/03/2017, saat 15.00” diye arz ettim. İşte yukarıda takdim ettiğim hususlarda Eski Grup Başkanının (Grup Başkanı Kimyager Esen Kaynak’ın emekliye ayrılmasıyla yerine atanan Başkan) adeta Biyoloji İhtisas Dairesine gelerek gövde gösterisinde bulunması doğrusu bana karşı “ayağını denk al” mesajı olarak algıladım. Düşünebiliyor musunuz İzmir’den gelen muhakkik İzmir grup Başkan vekiline müşteki olarak ifade veriyorum, hemen ertesi gün eski Grup Başkanı Biyoloji Dairemize heyet halinde geliyor. Bu olay bana yönelik yeni bir mobbing uygulamalarının habercisi bir gövde gösterisi olarak algıladığımdan şimdiden tedbir alınmasını saygılarımla arz ederim.14/03/2017”
Evet, 14/03/2017 tarihli CİMER’e 1700381383 no’lu başvuru yazımda da görüldüğü üzere şayet satır sonundaki ifademe dikkat ettiyseniz ‘tedbir alınması’ gerektiğini vurgulayan ifadeyle durumumu arz ettim. Hiç kuşkusuz bu ifadeyi kullanırken bana mobbing uygulayanlardan koktuğumdan değil, inancım gereği başıma ne hal gelecekse tedbir alıp kaderde yazılı olana razı olmam içindir elbet. Ki, tedbirsizlik insanın kendi kendini intihara sürüklemesi demektir. (Bkz. Ekler: Daha detaylı diğer BİMER ve CİMER başvurularım)
Başka ne diyelim, işte görüyorsunuz bir yandan Adli Tıp Kurumundan naklen geçiş yaptığım Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunda çalışıp tanık olarak çağrıldığım yerlerde yaptığım bilgilerle vatandaşlık görevimi yerine getirmeye çaba sarf ederken diğer yandan ise Ankara Adli Tıp Grup Başkan vekili de ardımdan boş durmayıp bu kez dört yıldır oturduğum Adli Tıp lojmanı üzerinden vurmaya çalışılacaktır. Nasıl mı?
Şöyle ki, adıma 5 yıl süre ile sıra tahsisli Ankara il Çankaya İlçesi Cebeci Mahallesi Yargıç sokakta bulunan 10 kapı nolu lojman binasının 12’nolu konutunda yaklaşık 4 yılı aşkındır oturmakla beraber, malum sebeplerle Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna naklen atanmam hasebiyle belli bir kanunu süre içerisinde boşaltmam söz konusuydu ki, bana boşaltmam hususunda 27.10.2017 tarih ve 93929388-2017/560 sayılı tebliği yazısı gönderildiğinde bende posta yoluyla mazeretime binaen makul bir süre tanınmasını talep eden bir dilekçeyle eski kurumuma şöyle başvuruda bulundum:
“İlgi kayıtlı yazınızla tarafıma 06.11.2017 tarih itibariyle posta görevlisi tarafından imza karşılığında teslim edilip, tebliğ edilen hususta lojmanı boşaltmam gerektiği bildirilmiştir. Ancak babamın (Şerif Gürbüzer) ani rahatsızlığı nedeniyle felç olup konuşamaz halde yatalak hasta hale gelmesi hasebiyle lojmanı boşaltmam hususunda makul bir süre tanınması, çünkü 27.10.2017 tarih 23:50 Anadolu jet (PNR Rtuces) uçağıyla Esenboğa havaalanında acilen Erzurum’a indiğimde Atatürk Üniversitesi Araştırma Hastanesi Nöroloji bölümünde yoğun bakıma kaldırılan babamın durumuyla ilgili doktorların “her an her şeye hazır bekleyin” demeleri üzerine bu şartlarda lojmanı boşaltmanın zor olacağının ve bu durumumu anlayışla karşılayacağınızı, biraz zaman tanınmasının, şayet mümkünse bu arada şahsıma ait tapulu 4 yılı aşkındır kentsel proje kapsamında yapımı devam etmekte olan ve Ankara Sincan ilçesi Gökçek Mahallesi Törekent- Fatih semtinde Batıpark sitesi C blok 15 no’lu dairenin yakın bir tarihte teslimi söz konusu olacağından ikinci bir taşınma külfetini yaşamamamın gerektiğini de göz önüne alarak yaklaşık 2 ay bir süre sonrasında dairenin anahtar teslim edileceği güne kadar lojmanda bir süre daha kalmam hususunda gereğinin yapılmasını, Saygılarımla arz ederim. 13.11.2017.”
Evet, makul bir süreyle uzatılması yönünde başvuruda bulunmasına bulunduk ama gel gör ki bu dilekçeli talebime cevap vermek yerine, kısa yoldan beni hazırlıksız vaziyette yakalayacak şekilde Çankaya Kaymakamlığı İlçe Hukuk İşleri şefliği kanalından polis memuru Mücahit Polat tarafından tarafıma tebliğ tebellüğ belgesini göndermek suretiyle cevabımı almış olurum. Öyle ki 29/12/2017 tarihi itibariyle imzaladığım tebliği tebellüğ belgesinde 03.01.2018 Çarşamba günü saat 09.30’a tahliye etmeme karar kılınır. Aynı zamanda imzaladığım belge kurumca çekici, işçi, teknik personel, kamera temin edilmesi ile tahliye işlemleri için kurumu temsilen bir yetkilin görevlendirilmesi ve bu görevinin 02.01.2018 Salı günü saat 14.00’da Kaymakamlıkta yapılacak olan toplantıya katılımının da sağlanmasıyla gerçekleşecek bir tebliğ tebellüğ belgesinin ta kendisi bir belgedir bu. Yani bu demektir ki, şayet 3-4 gün içerisinde evi boşaltamasam kameralar ve çekicilerle eşliğinde seni lojman sakinlerinin gözü önünde mahcup duruma düşürecek bir yöntem uygularız demektir. Onlar beni elaleme, komşularıma rezil edeceklerini sana dursunlar apar topar kiralık ev ve nakliye işlemlerini ayarlamanın akabinde boşaltmam gereken o günün sabahında taşınmış bir halde evi boşalttığımı gördüklerinde o anı yaşamanın zevkini onlara tattırmayaraktan heveslerini kursaklarında bırakmış oldum. Ne ilginçtir ki, kolluk kuvvetiyle beni lojmandan çıkarmaya kalkışan Grup Başkan vekilinin yönetici olmadığı dönemlerde lojmanda kalması gereken sürenin üzerinde sık sık beş yılda bir tazeleyerekten bir başkasının oturma hakkının önüne geçecek şekilde mesken tutmuş olmasıdır. Hakeza personel arasında kendine yakın bulduklarının da sık sık beş yılda bir tazeleyerekten bir başkasının lojmanda oturmasının önüne geçildiği de bilinen bir gerçekliktir. Daha da vahim olan bir durum emekli olup da halen lojmanda kalmasına göz yumulduğu da bilinen bir gerçekliktir. Maalesef çifte standart uygulamaları lojman için geçerli bir akçedir. Anlaşılan lojman hadisesi de incelenmeye alınsa kim bilir altından neler çıkacak türden bir tabloyla karşılaşacağımız bir konudur bu.
Velhasıl-ı kelam, bu nasıl bir yöneticilik anlayışıysa müşteki konumda bir insanın kanunların kendisine tanıdığı hukuki yollardan sürdürdüğü hak arayışlarını tersinden okuyup her an o kişiyi savunma konumuna düşürecek bir soruşturma manevrasıyla aleyhine dönüştürecek bir yaptırım cezası olarak karşılık bulabiliyor.
Dip Not:
Aşağıda dipnotta geçen Ekler benim aynı zamanda hak arayışlarımı BİMER ve CİMER üzerinden de devam ettirerekten sunmuş olduğum eklerdir:
Ek-1 04/02/2017 tarihli CİMER’e 1700170378 no’lu başvuru yazım.
Ek-2 14/03/2017 tarihli CİMER’e 1700381383 no’lu başvuru yazım.
Ek-3 05/09/2017 tarihli CİMER’e 1701282089 no’lu başvuru yazım.
Ek-4 29/01/2019 tarihli CİMER’e 1900269179 no’lu başvuru yazım.
Ek-5 05/03/2019 tarihli CİMER’e 1900597055 no’lu başvuru yazım.

https://www.enpolitik.com/bu-da-adli-tip-savunma-hatiram-makale,5123.html

DOSTUNUZUN HOŞUNA GİTMESE DE HEP DOĞRUYU SÖYLEYİN
SELİM GÜRBÜZER
Dikkat ettiyseniz yukarıda attığım başlık tam da vefatından 20 gün öncesinden yazdığım “Sağlık Eğitim Merkezinden Adli Tıp’a” başlıklı makalede dobra dobralığına adından söz ettiğim Dr. Selçuk Bekâr’ın mizacıyla uyumlu başlık yazımdır bu (Bkz. Ek-1). Madem öyle, şuan yazacağım makalenin başlığıyla özdeş şair, düşünür ve bilge dostumun aziz hatırasına bu makaleyi ithaf etmek düşer bize. Böylece mizacıyla özdeş bu makaleyi ithaf etmekle aziz ruhunu bir şekilde yâd etmiş olurum. Nitekim aziz hatırasına ithaf ederekten yâd edeceğimiz insan, üstelik ailece görüştüğüm aziz dostum da. Kaldı ki kendisi nevi şahsına münhasır bir mizacıyla dost düşman hiç fark etmez, müthiş iletişim kurabilen bir halet-i ruhiye sahip bir can yürektir o. Kendisi Ankara’dan İstanbul’a taşındığında bile birbirimizden gözden uzak kalsak da bir şekilde telefonla ve sosyal medyada iletişimimiz devam ettirttik de. Bir seferinde yine kalp krizi geçirdiğinde telefonla aradığımda, hal hatırını sorduğumda nükteyle karışık “Ölmedim, çok şükür hayattayım” şeklinde karşılık vermesi doğrusu yüreğimize su serpmeye ziyadesiyle yeten bir cevaptı bu. Ancak bu cevabın üzerinden epey bir zaman geçtikten sonra tarihler 01.08.2021 tarihini gösterdiğinde bir şafak vakti sabah saat altı gibi kalp krizi geçirip Hakka yürüdüğünde bu kez bizim yüreğimizi sızlatacak acı haber olacaktır. Olsun, kendisi sonuçta ismiyle müsemma Hakkı Selçuk, Allah’tan geldik şüphesiz dönüş yine Hak Teâlâ’yadır, her ne kadar aramızdan ayrılıp içimiz yansa da tek tesellimiz kendisini unutturmayacak bir şekilde bu dünyadan göç etmiş olmasıdır. Ruhen de olsa bir şekilde iletişimimizin devam edeceğine inancım tamdır zaten.
Hem nasıl aziz hatırası unutulsun ki, şayet elimizi cüzdanımıza değil kalbimize koyabilirsek dostluklar pazara kadar değil mezara kadar devam edip ahirette de “kişi sevdiği ile beraberdir” hadis-i şerifin sırrınca dostluk iletişimi devam eder de. Ki, kalp gönlün dile geldiği mekândır. Bu yüzden şu fani dünyada şayet birileri bilerek veya bilmeyerek bizi kırmış olsa da toprak gibi bağrımıza basmalı. Zira toprağın bağrı geniştir, eninde sonunda dönüş yine toprağadır. Yeter ki toprak karakterde bağrı yanık yürek edinmek için bir adım atılmış olsun, bir bakmışsın içimizdeki kin, haset ve gazab tohumlarının yerini merhamet tohumlarına bırakaraktan filizlendiği bir yüreğe dönüştüğünü görürsün.
Her neyse asıl konumuza döndüğümüzde malum dünyadaki iletişim, sözlü iletişim ve sözsüz iletişim olarak kategorize edilir. Sözlü iletişimin vasıtası dildir, sözsüz iletişimin vasıtası ise gönül olup, çoğu zaman beden dili onun aynası olur da. Derken gönül beden diliyle öz cevherini aynada böyle hissettirir kendini.
Elbette ki sözlü iletişim için mesafede önemli bir husus. Mesela mahrem iletişim mesafesi 0–30 cm ile karşılık bulup asansörde bir arada bulunma alanı bunun tipik misalini teşkil eder. Hakeza karşılıklı kişisel iletişim mesafesi 30–80 cm ile karışlık bulurken sosyal iletişim mesafesi 80–200 cm arasında karşılık bulur. Topluma açık iletişim alanı da malum >200 cm üzeri bir mesafeye tekabül eden bir değer olarak karşılık bulur. Şayet sağlıklı sözlü iletişim kurabilme diye bir derdimiz varsa illa ki sosyal iletişim uzmanlarının tespit ettiği bu söz konusu mesafeleri nazarı itibara almakta fayda var. Uzmanların ortaya koyduğu bu rakamlardan anlaşılan o ki her türlü iletişimin kendine özgü mesafe alanları söz konusudur.
Hiç kuşkusuz sağlıklı bir iletişim kurmada mesafeler önem arz ettiği gibi asıl en önemlisi öncelikle karşındakini dinlemek esas olmalıdır. Nitekim iyi biri dinleyici konumda olmak karşındakine değer vermenin bir göstergesidir. Konuşmak kadar sükût lehçesi de bir sanattır. Sürekli laf ebeliği yapıp bir başkasına fırsat vermemek eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur.
Kendimizi tanıma adına çevrenin hakkımızda ne düşündüklerini itibara almayı ihmal etmemeli. Genellikle hiç kimse ‘Ayranım kara’ demez, dolayısıyla hakkımızda eleştirilere açık olmalı ki kendimizi iyi yönde geliştirebilelim. Özellikle kendimize çeki düzen vermek açısından öz eleştiriye açık olmakta çok önem arz eden bir husustur.
Hangi ortamda olursa olsun kendimizi doğru ifade etmeli. Zaten meramını anlatamayan derman bulamaz. Özellikle kendimizi doğru ifade etmek için hem beden dilini, hem de ana dilimiz Türkçeyi çok iyi kullanmak gerekir. Nitekim atalarımızın “Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” sözü bunu doğruluyor da. Dolayısıyla çok kitap okumanın yanı sıra, güzel konuşma kurslarına katılmakta gerekir. Böylece kendimizi her alanda geliştirmekle toplum içerisinde kendimize yer edinmiş oluruz.
Bu arada unutmayalım ki, insanlarla karşılıklı diyalog içerisinde bulunurken görünürde dinliyor izlenimi vermek uzun vadede iletişimi koparmaya neden olan bir açmazımızdır. Bu açmazımı gidermenin yöntemi iyi bir dinleyici konumda olmaktan geçer. Öyle ki her halükarda tüm hayali düşüncelerden sıyrılıp karşımızdaki insanın sözlerine odaklanmakta fayda vardır. Aksi halde geçiştirerek dinlemek boşa vakit kaybıdır. Kaldı ki iş olsun babında dinleme hem karşı tarafı yorar, hem de dinleyeni. O halde dinleme modunu sekteye uğratacak dâhili ve harici unsurlardan kendimizi arındırmak gerektir. Kendimizi savunmak yerine karşımızdakini anlamaya çalışmak daha makul davranıştır. Dahası dinleyici modunda kalmak karşımızdaki insana adap- usul-erkân açsından saygılı olmayı da gerektirir. Hem kaldı ki sözü olan her insandan faydalanacağımız pek çok hususlar vardır. Bu yüzden her insandan öğreneceğimiz bilgiler başımızın tacı olarak algılamalı. Hepimiz beşeriz, mutlaka birbirimizden öğreneceğimiz yararlı bilgiler vardır, hatta çok okuryazar bilge insan olsak bile sonuçta birbirimizin öğrenci sayılırız.
İyi bir dinleyici aynı zamanda sabırlı davranan insan demektir. Madem öyle, sabreden derviş muradına ermiş atasözünden hareketle karşımızdaki insana “Artık yeter, uf sıkıldım” izlenimi vermek yerine büyük bir sabır ve sükûnet içerisinde dinlemeye gayret etmek faydamızadır. Zira iletişimde duyguları kontrol etmeye özen göstermek esastır.
Ayrıca tuzak varı dinleyici modunda gözükür gibi olmakta son derece yanlış bir tutumdur. Keza anlatanın dile getirdiği konulardan işine gelen cümleleri cımbızla çekip başka bir mekânda aleyhine kullanmak üzere dinlemekte öyle olup bu da çok yanlış bir tutumdur. Ki, böylesi yanlış tutumlar hem insanın kendisine saygısızlık hem de o insana saygısızlıktır. Ve toplum nezdinde etik karşılanmaz da.
Hiç kuşkusuz iyi bir dinleyici olmakta yetmez, mutlaka iyi bir dinleyici olmanın yanı sıra karşımızdakine iyi bir anlatımla meramını aktarmakta çok önem arz eden bir husustur. Hele ki bir topluluk karşısında sunum şeklinde bir anlatım söz konusuysa, hemen işi alelaceleye getirerekten sunum yapmamak gerekir. Öncelikle etkili bir sunum planı hazırlamak gerekir. Derken bu plan doğrultusunda en ideal ve makul olanı 15 dakikalık bir sürede sunumu tamamlıyor olmaktır. Sunumda açık kalpli davranmanın yanı sıra konu hakkında zaman süresini bildirmekte dinleyici açısından rahatlık sağlayacaktır. Sunumda bilhassa dinleyicilerin saygı duyduğu kişiler üzerinden örnekler vererekten sunum yapmak dinleyiciyi daha da bir rahatlatıcı ortam oluşturacaktır. Bu arada dikkat edilmesi gereken sunumumuzda kesinlikle dinleyicini sinir uçlarına dokunacak el, kol, yüz hareketlerinden ve kibir kokan ifadelerden kaçınmak gerekir. Bilakis dinleyicilere arkadaşça davranıp onlarla daha çok ortak olan yönlerimizi ön plana çıkararaktan sunum yapmak gerekir. İcabında dinleyicilere konuşma aralarında konuyla alakalı espriler kataraktan sunum yapmakla sunumu sıkıcı olmaktan çıkarıp sunum yapanla dinleyici arasında güçlü bir iletişim bağı oluşturmasını beraberinde getirecektir.
Bakınız bilim adamlarının yaptıkları bir takım çalışmalarla elde ettikleri bulgulara dayanarak vardıkları bilgilerin hangi oranlarda akılda kaldığı tespitini şöyle yapmışlardır:
-Okuma %10,
-Film izleme %50,
-Galeri takip %50,
-Dinleme %20,
-Resme bakma %30,
-Tartışmaya katılma %70,
-Konuşma yapma %70,
-Gerçek analitik deneyi canlandırma %90,
-Bir projeyi gerçekleştirme %90,
-Dramatik sunum yapama %90,
-İnteraktif multimedya takip %90 etken olmaktadır.
İşte bu sıraladığımız bilimsel gerçeklerden de anlaşılan o ki, vücudumuzda öyle mükemmel bir iletişim ağı kurulmuş ki, baksanıza dakikada 500-600 kelimelik konuşma hızını anlayabilecek bir sinir sistemi donanımıyla yaratıldığımız anlaşılmakta. Ama gel gör ki bu muhteşem iletişim ağı içerisinde normal konuşma hızımız dakikada ancak 100-140 kelime ile ifade edebiliyoruz. Aslında insan az bir gayret gösterse kelime hazinesi zayıf olsa bile az kelimeyle çok güzel ifadeler kullanıp, ortaya eser koyacak noktaya gelebilir de.
Bu demek oluyor ki aktif anlatıma sahip biri ve iyi bir dinleyici olmak için öncelikle bulunduğumuz fiziki ortamın hem madden, hem manen güven verecek nitelikte olması gerekir. Şayet fiziki ortam nezih değilse üzerimize kasvet bürüyeceği muhakkak. Bikere ortamın havasız, loş ışık ya da tamamen ışıktan yoksunluk iletişimin önünde en büyük engel teşkil edecektir. Buna meydan vermemek için son derece nezih mekân oluşturup karşımızdakilerin dinleme isteğini artıracağı gibi bir bakmışsın karşılıklı jest ve minikler kendiliğinden harekete geçirip hem sunucuyu hem de dinleyiciye keyifli dakikalar yaşatacaktır. İletişimde verilen mesajların sadece zahiri çıplak manasına dikkat kesilmemeli, ayrıca anlatanın ağzından çıkan cümlelerin arkasındaki duyguları fark etmeye çalışmak iyi bir dinleyici olmanın ilk basamağını oluşturacaktır.
Malumunuz insan doğuştan ego sahibidir. Öyle ki yaratılış kodlarımızda var olan ego penceremiz kimi zaman hem kendimiz bilir hem başkaları bilir, kimi zaman başkaları bilmez kendimiz bilir, kimi zamanda kendimiz bilmeyiz başkaları bilir şeklinde tecelli eder. Bilinmeyen benlik ise malum hem kendimiz hem de başkaları tarafından bilinmeyen benliktir.
Madem hazır benlikten söz etmişken biraz da ebeveynlere özgü benlik, çocuklarda ki benlik ve yetişkinlere has benlikten de söz edebiliriz pekâlâ.
Bilindiği üzere ebeveynlere özgü benlikte ana baba hem koruyucu benlik durumu modundadır hem de eleştirici konum modundadır.
Çocuklarda benlik fıtri olup, doğuştan gelen melekelerle ilgili bir moddur bu. Nitekim uslu çocuk veya asi çocuk türünden benlik tiplemeler olarak kendini belli eder de. Şayet yetişkin haldeki benlik başkalarını incitecek boyutta olursa etrafa da zarar verici bir durum hal alır. Oysaki şahsiyetli benlik sahibi olmak dostlar arasında arasın da mütevazılıği, dışa karşı ise onurlu durmayı gerektirir. Ki; bu bizim geleneksel topluma has benlik tarzıdır bu.
Şurası muhakkak iletişimin önünde ön kabuller, duyarsızlık, lakap takmak, kararsızlık, alınganlık, benmerkezcilik, savunmacılık, hemen her şeye ruhtan yoksun mantık çerçevesinde bakma, tepki oluşturacak davranışlarda bulunma, korkuya kapılma gibi tavırlar ömür boyu iletişim yolunda karşımıza engel olarak çıkacak telaşalardır. Madem öyle iletişimi koparan bu tip telaşlardan ve tavırlardan kaçınmak gerekir. Tabii bu demek değildir ki doğru bilinen gerçeklerin üstü kapatılıp hasıraltı edilsin.
Şayet doğru olduğuna emin olduğumuz bir şeyi masaya yatırırken çekingen bir tavır sergiliyorsak, böyle bir tavır git gide alışkanlık boyutunda hakikat sarayından uzaklaşmamıza neden olacaktır. Madem hakikat her yerde hakikat, o halde dost odur ki acıda olsa doğruyu söyleyebilendir. Bir dost tarafından dile getirilen öz eleştiriyi baş tacı yapıp suçluluk psikolojisine kapılmadan, anlatılandan ders çıkarmak her daim lehimizedir. Asla dostun çağrısı akıl veriyor babında değerlendirmemeli. Bu nasıl dost ki, yarama dokundu algılamasıyla dostluğu bitirmemeli. Kucağında yaşadığımız toplum içerisinde dostlar arasındaki bağların kopmasının ardında hiç kuşkusuz ki bu gerçeği idrak edememenin yansıması vardır hep.
Öyle insanlar vardır ki; dost değildir fitnedir. Hele o fitne fücur takımı fitne kazanını kaynatmaya bir görsün bir bakmışsın dostu dosta düşman ettirir de. Fitne odaklarının derdi devası dünya menfaatidir. Bu tiplerin hem sessiz olanı var, hem de laf ebeliği yapanı vardır. Gerek aile ortamında, gerekse okulda, gerekse iş yerinde dostu dosttan koparan tipler vardır. Şayet dostlardan birinin basireti veya feraseti bağlandıysa bu tiplerin sözlerine bakarak dostuna olan hüsnü zan bakışı suizan bakışa dönüşebiliyor. Ne var ki, acı ama gerçek bu tuzağa düşen dostların sayısı her geçen gün çoğalmaktadır. Belki de hayatınızın bir bölümünde fitne kazanı kaynatan bu tipleri fark edip görmüşsünüzdür. Mesela lise ve üniversite yıllarından beri arkadaş olduğunuz, ya da bir ağabeyi olarak saygı duyduğunuz bir dostunuzla kaderin cilvesi aynı iş ortamında birinizin amir diğerinizin çalışan pozisyonda bulunduğunuz bir iş ortamında aranızda fitne kazanı kaynatan birileri olduğunu düşünün. Hatta tüm bunların önceden olabileceğini düşünerekten beraber çalıştığınız aynı iş yerinde yönetici dostunun zarar görmemesi adına gereksiz yere makam odasını meşgul etmemeye de özen göstermiş olabilirsiniz. İşte tam bu noktada dostunuz adına gösterdiğiniz bu ince ve narin hassasiyetinize rağmen kendi isteğinizin dışında gelişen her yönetimde olduğu gibi dostunuzun da etrafında bukalemun tiplerce kuşatılıp içinizin yanaraktan çember oluşturulduğunu görmüşlüğünüzde olabilir. İşte bu ve buna benzer muhtemel dâhilinde olabilecek fitne kokan hadiselerin yaşandığı örnekleri vermekte maksadım bakan düzeyinde dostunuzda olsa, parti yöneticisi dostunuzda olsa, herhangi bir kurumda üst düzeyde yönetici dostunuzda olsa hiç fark etmez etrafında oluşturulan çemberin farkına varmaksızın çoğu yöneticilerin bu tuzağa düştüğü gerçeğini vurgulamak içindir. Sonuçta hepimiz beşeriz, beşer şaşar da, bilhassa bu noktada yönetici dostların dostlarını ihmal edip kendisine iltifat yapanların iltifatlarına aldanmaması icap eder, aksi halde gerçek dostunu tabutuna bile omuz vermeyecek şekilde dostluğunu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla dünya menfaati için şirin gözükenleri durup dururken baş tacı etmenin ya da baş tacı konuma getirmenin hiç bir anlamı olmasa gerektir, asıl baş tacı edilmesi gereken dostlar tabutumuzun altına girecek dostlardır.
Peki, dostluk iyi hoşta, beraber bulunduğunuz ortamlarda şahit olduğunuz bir takım fitne kokan hadiseleri dosta anlatmalı mı? Şayet dost bildiğin arkadaşınız bunu akıl veriyor anlamında algılayacaksa kendisinin fitne kokan olayların farkına varmasını beklemek ya da yerinde görmesi daha iyi olur. Ya farkına varıp göremezse, elbette ki bu durumda anlattığınızda risk teşkil edebilir. Çünkü sana gücenip dostluğunu bitirebilir. Yok, eğer arkadaşınız ‘dost acı söyler’ atasözünün bilincine varmış bir dostsa, kişi ismi vermeden durum tespiti yapıp anlatmakta fayda var. Böylece dostluğunuz pazara kadar değil mezara kadar devam edecektir.
Demek ki dostunuz çocukluktan beri görüştüğün bir arkadaş bile olsa böylesi acı tablolarla karşılaşmak her an mümkün. Ancak şu da var ki, dostunuzla dostluğun gereği söylemek zorunda kalabileceğiniz ya da vicdanınızı sızlatan hususları dile getirmek risk teşkil etse bile vebalde kalmamak adına bir kez olsun söylemeye çalışmakta fayda vardır. Usulen baktınız ki farkına vardırmaya çalıştığınız mesele dostunuzun iç dünyasında alınganlığa yol açıyor, hatta tepki veriyorsa bu durumda daha fazla meselenin üzerine gitmeden susmayı yeğlemekte fayda var. Böylece vebalde kalmamak adına daha önce doğru bildiğini dostuna söyleme cesaretini gösterdiğinden dolayı vicdanen rahat olacağın muhakkak. Şayet yaşadığınız bu olay ertesi gün amir pozisyonunda bulunan dostun bir sitem olarak gündeme getirmeyip konu etmiyorsa, anlayın ki o suskunluğun ardında sizin getirdiğiniz öz eleştiri tespitlerinin bir haklılık payı olabileceğini düşünmüştür. Fakat şu da bir gerçek o gün gösterdiğin öz eleştiri babından ortaya koyduğun tespitlerinden dolayı sonrası ilişkileriniz eskisi kadar samimi olmayacaktır. Hatta her ikinizde sanki aranızda hiçbir yaşanmamış veya o konu hiç konuşulmamış gibi davransanız da durum değişmeyecektir. Yine de siz siz olun dost bildiğin yöneticinin arkadaşı olmaya devam edin ama asla adamı olmayın. Nasıl mı? Yani kelimenin tam anlamıyla dost olacaksın, kimsenin adamı olmayacaksın manasına bir dostluktur bu. Çünkü “dost olmak” başka bir şeydir, birilerinin “adamı olmak” başka bir şeydir, yani ikisi aynı şeyler değildir. Dost, bikere adı üzerinde dost, diğeri ise birisinin adamı olmak, yani kula kul olmak anlamlarını çağrıştırabilecek türden kendini kullandırmaya razı olmak demektir. .
Her ne kadar siz siz olun diyerekten şöyle yapın şeklinde haddim olmayarak bir takım tavsiyelerde bulunsam da benimde üzülerek şahit olduğum pek çok dostluklara dil uzatılacak fitne kokan yaşadığım bir takım acı örnekler var elbet. Şöyle ki;
-15 Temmuz Hain darbe girişiminin iki ay öncesinde verdiğim dilekçeye istinaden Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı kütüphanesinde İzmir Grup Başkan vekili muhakkik olarak 08/03/2017 günü tarihinde müşteki olarak ifademe başvurduğumda tüm uzmanların bir arada bulunduğu oda da Sağlık Bakanlığından naklen atanıp aramıza katılan bir meslektaşımızın daha henüz benim nasıl kişilik bir karakterde olduğumu bilmeksizin Atatürk üniversitesinden tanıdığım dostlarımın hakkımda ileri geri konuşmasına karşılık yüzüne karşı ortaya koyduğum tepki bunun en bariz örneğini teşkil eder (Bkz. Ek-2). Bu örneği niye dile getirdim derseniz, bikere meslektaşımızın ikide bir babasının komutan olduğunu hava atar tarzda o dönemde Sağlık Bakanlığında kimi bakan, kimi müsteşar, kimi yönetici olmuş bürokrat dostlarımın hakkında atıp tuttuğunda dostluğun gereği itibarlarına gölge düşürmemek adına gösterdiğim tepkinin önemini vurgulamak içindir elbet. Zira dostluk her şart ve ahvalde gıyabında da olsa dostunun hak hukukunu ve itibarını savunmayı gerektirir. Bundan dolayı da o yıllarda çalışan tüm uzman arkadaşlarımın huzurunda kendisine şöyle dedim: Sözünü ettiğiniz kişiler Atatürk Üniversitesinden mezun olmam hasebiyle Erzurum’dan merhabalaştığım tanıdık bildiğim arkadaşlarımdır. Dolayısıyla arkadaşlarımı tanımasam burada ki uzman arkadaşlara yalan yanlış ifadelerinizle yutturacağınızı sanıyorsunuz, bu nedenle de Erzurum’dan tanıdığım dostlarımın buradaki arkadaşlarımın nezdinde küçük düşürülmesine ve onların kötü tanınmasını istemem diye karşılık verdim. Ancak kaderin cilvesine bak ki tepki koyduğum o komutan kızı arkadaşımız, gel zaman git zaman Fatih Üniversitesinden haftada iki gün gelerekten Biyoloji İhtisas Dairesi Başkanlığını yürüten Doç. Dr. Kadir Demircan’ın boşalttığı makama oturarak başımıza yönetici amir olacaktır. Başına adeta devlet kuşu konup kendisi Daire Başkanı olunca da malum onun Daire başkanlığı döneminde neler çektiğimi bir Allah şahit, bir de vicdan sahibi Biyoloji İhtisas Dairesinde tüm çalışan arkadaşlar şahittir. Yeri gelmişken hani iki de bir asker kızı olduğuyla çok övünüp durur ya kendisi hep, elbette ki babasıdır övünmeye hakkı var, buna sözümüz olamaz elbet. Ki, benimde babam çiftçidir benim daha çok övünmem gerekir. Yani hayatı boyunca tarlada tumpta alın teri dökerekten rızkını kazanmış, aynı zamanda okuma yazma bilmediği halde seçim zamanı geldiğinde hayatı boyunca vesayet odaklarıyla iç içe kol kola olmuş partilere oy vermemiş bir babamdır. Dahası hayatı boyunca sırtını vesayet odaklarına dayamış siyasi partilere değil de bilakis hep sırtını millete dayamış partilere oy vermiş canım babamın bu özelliğini bulunduğum ortamlarda hava atarcasına dile getirmekten imtina ederken o da sanki babası hakkında görsel ve yazılı medyada geçen haberlerde; Manisa Valisi Muzaffer Ecemiş için yapılan uğurlama töreninde ANAP İl Başkanı Ahmet Özövgü’yü fırçalayaraktan itip kalkıp protokol krizi çıkaran Tuğgeneralliğe kadar yükselmiş bir komutanın ta kendisi olduğundan haberimiz yokmuşçasına hava atar edalara girmesi doğrusu anlamış değilim.
-Mehmet Moğultay Adalet Bakanı iken 5000 kişiyi şu partiye mensup adamları alıp yerleştirecek kadar enayi değilim deyip kendi adamlarını yerleştirdiği insanların, bir zaman sonra milletin büyük teveccühüyle iş başına gelen iktidarın aleyhinde bulunduklarını ve bu yerleştirilen insanların yeni iş başına gelen hükümetin atadığı üst seviyede ki bürokratlarını yalakalıklarıyla allayıp pullayıp işlerini yürüttüklerini de içim parçalanarak gördüm. Hiçbir şekilde hükümetin aleyhinde bulunmayıp idealist insanların ise şamar oğlanı muamelesi görüp kenara itildiklerini gördüm. Bundan daha da vahim durum bizatihi kendimin çalıştığım kurum içinde şahit olduğum üç dönemdir milletin seçtiği hükümeti Moğoltay’ın ve Seyfi Oktay’ın yerleştirdikleri adamları sevindirecek şekilde yerden yere vurup insafsızca eleştirip, sonrasında da iş başına gelen hükümetin milletvekillerinden birine danışman olduğunu gördüm. Hakeza yine mevcut hükümetin aleyhinde atıp tutup da bir takım uyanık tiplerin köşe başlarını yine onların tuttuklarını gördüm.
-Samimi insanların 28 Şubatın o baskıcı ruhundan kurtulup milletimizin büyük bir teveccühü ile iş başına getirdiği kendi iktidarımız diyebileceğimiz dönemde yine idealist insanların öz yurdunda parya halet-i ruhiye içerisinde pragmatist idarecilerin gölgesinde eritildiklerini gördüm. Belki de en önemli yapılması gereken icraatlardan biri samimi olanlarla samimi olmayanları ayırt edebilecek bir sistemi kurabilmekten geçecektir.
-Daha dün bugün iki diyebileceğimiz yeni işe başlayan insanların idarecilere yaranmak adına bukalemun tiplerce gözyaşlarının akıtıldığını gördüm. Oysa bir insan kuruma önceden gelsin veya gelmesin hiç fark etmez, yani çalışma ortamına sonradan da dâhil olmuşta olsa tukaka muamelesi görmemeli, idarecinin de bu noktada uyanık bukalemun tiplerin bu tür yaklaşımların bertaraf edip tüm personeline hakkaniyetle eşit bir şekilde idare etmesi gerekir. Maalesef gel gör ki bu noktada da tüm personelin eşit bir şekilde idare edilemediğini de tüm çalışanlar olarak görmüş olduk.
-Hakeza idareci olmayıp da ‘kraldan çok kral kesilen’ öylede özde değil sözde çalışan personel tiplerde vardı ki bir bakıyorsan işyeri amirinin gözde elemanı olmayı kimseye kaptırmama adına diğer beraber çalıştıkları arkadaşları fişlediklerini gördüm.
-Malumunuz ‘Bu da benim Adli Tıp 15 Temmuzum’ adlı makalemde de belirttiğim üzere öyle de Grup Başkan vekili de vardı ki, birim amiriyle birlikte danışıklı dönüşüklü bir şekilde kurgulanmış sarı kart tehdidinde tutunda maaşından para cezasının kesileceğine kadar bir dizi cezai müeyyidelerin uygulanacağına dair söylemlerin havada uçuştuğu açık hava çadır toplantısında, tüm Biyoloji İhtisas Dairesi personeline Keçiören Adli Tıp önünde ki bahçede kurulu çadırda gözdağı verilerekten bunun bir toplantı kararı olarak sunulduğunu gördüm. Hatta toplantıyı tehdit varı cümlelerle açıp yine tehdit varı cümlelerle kapatıp adına da toplantı yaptık havasıyla dışa karşı görüntü verildiğini gördüm.
İşte bu tür katılımcı anlayıştan uzak antidemokratik yöntemlerle idare edilen böylesi el üstünde tutulan güzide bir kurumda canhıraş bir şekilde çalışıp ta nihayetinde çalışma azminden bezdirilmiş hale gelen personelle nereye kadar aranılan huzur ortamı bulunabilirdi ki. Nitekim huzur bulunamadığını birbiri ardına Grup Başkanı ve Daire Başkanı görev değişikliklerinden bunu çok rahatlıkla anlayabiliyoruz. Öyle ki bu değişikliklerle birlikte bir bakıyorsun gelen gideni aratır misali yine bir türlü sular durulmayıp ayrılık ve gayrılıkların had safhaya ulaştığını gördüm. Hele bir yerde huzursuzluklar çıkmaya bir görsün, artık o huzursuzluk dağdaki çobanın bile haberdar olabileceği noktaya taşınacağı muhakkak. Oysaki hiç kimse şah değil, padişah değil, durduk yere bu ayrılık gayrılık niye, eninde sonunda kalıcı olan sadece kurumun tüzel varlığıdır, şahıslarda malum şayet ardından unutulmaz eserler ve hizmetler bırakmamışsa bugün var yarın yok diyebileceğimiz noktada isimleriyle cisimleriyle her an unutulmaya müsait kişilerdir dersek yeridir. Nitekim bugüne kadar da hep böyle olmuştur bu. Hadi bir takım idarecilerin becerisizliklerinden dolayı ardından unutulmaz hizmetler bırakmamış olduklarını görmezden gelelim diyelim, bari hiç olmazsa oturdukları mevki makamlara vefa, dostluk katmayı da beceremezlerdi. Maalesef beceremedikleri gibi sırra kadem basıp her biri tarumar oldular da.
Her neyse ardından eser bırakamayan yöneticiler kendi becerisizliklerini görememelerine inat bizlerde bu geçici dünyada mevki makamla övünmek yerine ardından unutulmaz eserler bırakacak insanların izini iz sürüp unutulmaz şahsiyetlerden olmak için safı gayret içerisine girmeyi yeğlemeli. Madem tercihimiz ardından eser bırakabilen içi bir dışı bir adam gibi adamlardan yana, o halde yazımın girişini can ağabeyim Dr. H. Selçuk Bekâr dostumuzu yâd ederek başlamıştık, yine yazımın sonuç kısmını da kendisinin vefatına yakın bir zamanda aramızdan ayrılacağının hissiyatını gönüllere serpen şiiriyle aziz hatırasını yâd ederekten bağlamış olalım:
Definde bulunur, dinlerler selâ
Yakını öleni teskin ederler
Ben ne ana baba ne de akrabâ
Kendimi kaybettim, bana ne derler? (Bkz. Ek-3)
Vesselam.
Dip Not:
Ek-1 Enpolitik 09.07.2021 tarihli “Sağlık Eğitim Merkezi’nden Adli Tıp’a” başlıklı makale.
Ek-2 Müşteki sıfatıyla 08.03,2017 tarih itibariyle Muhakkik olarak görevlendirilen İzmir Grup Başkan vekiline Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı kütüphanesinde verdiğim ifade tutanağı.
Ek-3 Selçuk Bekâr@Selcukbekar İstanbul, 06/07/2021-18:52 twetter hesabı
https://www.enpolitik.com/dostunuzun-hosuna-gitmese-de-hep-dogruyu-soyleyin-makale,5142.html