KEMİK MUCİZESİ
KEMİK MUCİZESİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Kemikler, kemik hücresi ve bu hücrelerin arasını dolduran esas maddeden (ara madde) oluşurlar. Kemik hücreleri ise osteoblast, osteocyte ve osteoclast diye tasnif edilir. Genellikle esas maddeye Substantia ossea fundamentalis denildiği gibi, homojen görünümlü ve inorganik tuzlarla sertleşmiş olduğundan ossea veya osein diye de isimlendirilir. Şurası bir gerçek kemiği oluşturan tüm hücrelerin ömrü 25–30 yıl ile sınırlı olup, vücut sarayında yaşayan tüm hücrelere nazaran en uzun ömür süresi kemik hücrelerine verilmiş gözüküyor.
Anlaşılan histolojik yönden kemik 2 ana esas elemandan meydana gelmiş olup bunlar;
—Kemik hücreleri,
—Esas madde diye kategorize edilir.
Esas madde kendi içerisinde yapı bakımdan kollojen lifler ve interfibriller diye iki kısma ayrılır. Dolayısıyla fibriller yapı gösteren maddelere kollogen lifler, fibrillerin arasını dolduran ara maddelere ise interfibriller madde (ara madde) denmektedir. Ayrıca ara madde protein, mucopolisakkarit kompleksi, lipit, enzim ve glikojen gibi maddelerin oluşturduğu yapı veya bu yapı üzerine oturmuş madeni tuzların meydana getirdiği sert ve dayanıklı maddeden teşekkül etmiştir.
Belli ki Allah-ü Teala kemikleri bir gayeye yönelik değişik boy ve şekillerde yaratmıştır. Dolayısıyla kemikler bulundukları konum itibariyle dairevi, yassı, silindirik (içi boş boru) olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik Allah kemikleri birbirleriyle ilişkilendirmek için mafsallar yaratmıştır. Zira vücudumuz baş, el, kol, ayak ve parmak kemiklerine ait eklemler sayesinde hareket kazanmakta. Mesela bunlar arasında kol ve bacak kemikleri tam hareketli eklemlerle gövdeye bağlı kalarak manevra yapabiliyor. Şöyle ki kol kemiğinin ucu kürek kemiğinin bitiminde bir oyuğa monte edilmek suretiyle hareket kabiliyeti garantiye alınmıştır. Yani iki kemikten birinin girintisi diğerinin çıkıntısına oturması sayesinde kollarımızı istediğimiz tarzda sağa-sola, aşağı -yukarı yönlendirebiliyoruz. Hatta dirsek, bilek ve parmak eklemlerin her biri üzerine düşen görevi yerine getirdiğinde omuz bile oynayabiliyor. Hakeza uyluk kemiğin yuvarlak olan baş kısmı kalça kemiğinin uç bölümüne denk gelen derin bir oyuğun içerisine monte ettirilmesiyle birlikte yürümemiz sağlanmaktadır. Kelimenin tam anlamıyla bir yandan kollarımız kürek kemiğine eklendiği yerden dirsek, bilek ve parmak eklemlerine bağlanırken, diğer yandan ayaklarımız lif yapısında güçlü kirişlerle desteklenip kalça, diz, topuk ve ayak parmaklarımızla birlikte köprü kurmaktadır. Böylece bu köprüler eşliğinde hareket kabiliyeti kazanabiliyoruz. Bu arada eklemlerimizin bakımı da ihmal edilmemiş. Şöyle ki; eklemler son derece planlı bir şekilde sürtünme ve aşınmayı önlemek için çağımızın en gelişmiş makinelerine taş çıkartırcasına otomatik olarak yağlanır da. Böylece eklemlerimizin yağlanma ihtiyacı önceden belirlenip bizim elimizin erişemediği noktalarda kendi kendine otomatik olarak yürütülür. Bu durum aynı zamanda bize bizden daha değer veren bir gücün varlığını hatırlatır. Nitekim eklemlerin her daim özel bir sıvı ile karşılanıp yağlanması bunu teyit ediyor zaten.
Kemik yapısı
Kemikler, canlıya vücut şekli veren sert ve dayanıklı yapı üniteleri olup, aynı zamanda elastiki özelliğe sahiptirler. Ayrıca gelişme, büyüme ve ortama adapte olabilme gibi pek çok hayati fonksiyonları yürütme kabiliyeti gösterirler. Aslında tüm kemiklerin yapı ve gelişme durumları incelendiği zaman rezorbsiyon (yıkım) ve rejenerasyon (yapım) içerisinde oldukları görülür.
Şurası muhakkak bir yandan kemiğin bünyesinde yıpranmış ve fonksiyon yapamaz halde olan dokular osteoclastlar (özel kemik elemanları) tarafından rezorbe (yıkılır) edilirken, diğer yandan osteoblast ve osteocyt gibi yapıcı ünitelerce yıkıntı materyali kullanılmak suretiyle yenileri yapılabiliyor. Derken yapım ve yıkım dengesinin yapım lehine işlemesi kemiğin büyüme, uzama ve yenilenmesi açısından bir avantaj teşkil eder. İşte bu tür fonksiyonlar nedeniyle kemiklere hayati öneme haiz canlı üniteler nazarıyla bakılmaktadır.
Kemikler dışarıdan görüldüğü kadarıyla kompakt bir madde değil, tam aksine içe doğru uzanan kanalcıklar, boşluklar ve sünger gibi gözlerin bulunduğu, hatta madde tasarrufunun en iyi şekilde ayarlanıp kendisinden beklenilenin çok üstünde performansın sergilendiği kompleks bir yapıdır.
Kemiklerin kimyasal bileşimi
Kemikler kimyasal yönden organik ve anorganik madde içerirler. Zaten kemik ağırlığının %30-33’ü organik, % 67-70’i inorganik kısım oluşturur. Dolayısıyla kemiğin sertliğini, üzerine bir yük bindiğinde, binen ağırlığı taşıyabilme gücünü anorganik maddeler tayin etmekte, elastiki oluşunu ise organik maddeler belirlemektedir.
Organik maddelerin esas yapısını protein-mukopolisakkarit kompleksi, lipit, enzim, glycojen gibi bileşiklerden oluşturur. Bu yüzden mucopolisakkaritler kondroitin sülfirik asit bileşimi göstermektedir. Protein ağırlıklı bileşikler ise kollojen ve galatine(jelâtin) dönüşebilecek nitelikte ossein orosomucoid ve osseo albuminoid’den oluşurlar. Eğer herhangi bir kemiği bir asit eriği içerisinde bekletirsek kemikte bulunan organik maddeler eriyerek ayrıştırılmış olur. İşte bu şekilde ayrışma işlemleri sonucunda kemikte bulunan kalsiyum bileşiklerinin giderilmesi olayına decalcification denilmektedir. Nitekim dekalsifiye haline gelmiş bir kemik inorganik maddelerden yoksun halde sertliğini kaybetmiş, bükülebilir ve yumuşak konuma geçmiş bir yapıya bürünür.
Eğer bir kemiği ateşte yakacak olursak bu işlemin sonunda kemik ilk şeklini muhafaza edecektir, ama bu kez elastikiyetini ve dayanıklılığını kaybedip, kolaylıkla kırılabilir veya parçalanabilir hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır. İşte bu yüzden bir kemiği yakmak suretiyle içerisindeki organik maddelerden arındırma işlemi calcination diye tarif edilir. Şayet kemikler uygun ısı ve nem etkisi altında bırakılıp kurutma, ya da kaynatma gibi işlemler sonucunda içerisindeki organik maddeler tahrip edilirse bu olay maceration (maserasyon) adını alır. Mesela toprak altında kalan kemiğin suya maruz kalmasıyla birlikte yumuşama (masere) görülmesi bunun tipik bir misalini teşkil eder.
Anorganik maddeler genellikle kalsiyum tuzlarından oluşurlar. Esasen kemikler organik maddeden yapılmış bir yatak ve kafes içerisinde madeni tuzların oluşturması ile hâsıl olmuş sert yapılardır.
Kemik strüktürü(kemiğin temel yapısı)
İki türlü kemik strüktürü görülür:
—Fibriller kemik,
—Lamelli kemik.
A-Fibriller kemiğe embriyonal hayatta rastlandığı için embriyonal kemik dokusu diye de tanımlanır. Fakat bebek dünyaya geldikten sonra 3–4 yaşına kadar fibrilli kemik dokusu lamelli kemik dokusuna dönüşür. Bazen yetişkin insanların vücudunda fibrilli kemik görülebiliyor. Bu bölgeleri şöyle sıralayabiliriz:
—Kiriş, kas ve kas bağların kemiğe tutunduğu yerler. Örnek: Tuberositas iliaka(tümseksi bir yapı olup kuyruk sokumuna tutunur), Spina iliaka anetrior inferior(ilium kemiğinin alt çıkıntı kısmı ), Spina iliaka anterior superior(ilium kemiğinin üst çıkıntı kısmı), Krista iliaka (ilium kemiğinin üst kenarının ön bölümü) ve Spina iliaka posterior(ilium kemiğinin arka kenarı).
—Sadece kafatasında görülen eklemler(Sutura).
—Dental alveolus duvarları. Zira üst çene kemiğinin alt kısmında bulunan yan yana dizilmiş çukurcuklar olup buralar malum diş köklerinin tutunma yerleridir.
—Dişin sement tabakası (subtantıa ossea ).
B- Kollogen lifler veya demetleri birbirine paralel bir dizilme ve liflerin arasını dolduran yapıştırıcı bir madde ile birlikte 4–10 mikron kalınlığında lameller teşkil ederler. Hakeza lamel içerisinde kollogen lifleri birbirine bağlayan yan liflerde vardır. Özellikle kemiklerin sıkı ve kompakt olduğu yerlerde kalın ve dayanıklı havers sütunlu üniteler oluşup, bu sütunlar 3–10 kadar lamelden meydana gelmektedir. Keza her bir havers sütunu ortasında havers kanalı mevcuttur. Ayrıca haversion sistemin (osteon) yan yana ve üst üste sıralanmasıyla birlikte suretiyle sıkı ve kompakt doku oluşur. Bu arada havers kanallarını enine birleştiren noktada walkman kanalları mevcut olup, bu kanallar havers kanalı ile bağlantı sağlamaktadır. Dahası walkman kanalları bir taraftan havers kanallarına açılıp geçiş sağlarken, diğer taraftan da Cavum medullare (ilik kanalı) ile ilişki kurar. Anlaşılan gerek havers kanalları ve gerekse walkman kanalları, kan damarları ve sinirlerin gelip geçtiği yer olarak görev yapmaktalar.
Lameller ve lamelleri oluşturan kollogen liflerin araları kalsiyum tuzu ve ossein (esas madde) ile çevrilmiştir. Esas madde (substantia ossea) içerisinde ise osteosit(kemik dokuyu oluşturan kemik hücreler)'in bulunduğu lakünler vardır.
Lamellerin birkaç tanesi kemik yüzeyleriyle birleşerek kiriş, mertek ve bölme şeklinde uzantılar meydana getirirler. Osteonlardan başka lamelli bir kemikte mevcut lameller, bulunduğu yer ve konuma göre; dış esaslı lameller (general lameller), iç esaslı lameller(bazik lameller), ara lameller (interstisyel lameller) ve özel lameller(havers lameller) diye isimlendirilir.
Dış lameller
Kemiklerin dış yüzüne paralel konumda olan ve periosteum (kemik zarı)’un altında bulunan lamellerdir. Bunlarla periosteum arasında birbirinden diğerine uzanan Sharpey lifleri vardır.
İç lameller
Kemiklerin içerisinde bulunan ve Cavum medullare (ilik boşluğu) denilen boşluğun duvarlarına paralel konumda olan lamellerdir.
Ara lameller
Havers sütunları arasında kalan üç köşeli boşluklar halinde görülen lamellerdir.
Özel lameller
Bilindiği üzere havers kanalları çevresinde konumlanan lameller; havers lameller veya özel lameller sistemi diye tarif edilir. Dolayısıyla herhangi bir kemikten kesit yapıp incelediğimizde dış yüzeyin daha kompakt sıkı bir yapı gösterdiği, kemiğin iç kısmı ise gözenekli ve boşluklu bir görünümde olduğunu görürüz.
Kemiğin dış yüzeyi kompakt yapmış veya dayanıklı hal almış kısmına Substantia ossea compacta(kompakt kemik) denir. Dahası kompakt kemik lamelli kemik olup havers sütunlarından (osteon) meydana gelmiştir. Ayrıca bir kemik ne kadar kuvvet altında kalıyorsa kompakt doku o nispette kalın ve dayanıklı olur. Şayet kemik iç kısımları gözenekli ve boşluklu olursa bu defa süngerimsi kemikten söz edeceğiz demektir. İşte kemiğin süngerimsi görünümlü bu kısmına Substantia ossea Spongiosa(süngerimsi kemik) ismi denmesi bu yüzdendir. Genellikle gözeneklerin duvarlarını birkaç lamina içeren bölmeler oluşturmaktadır. Hatta bölmeler dal ve kollara ayrılıp buluştukları noktada ağ oluştururlar. Aynı zamanda sünger görünümlü bu gözeneklerin içi kırmızı kemik iliği (Medulla ossium Rubra) ile doldurulmuş olup, nihayetinde kan damarları bu gözeneklere açılmaktadır. Böylece süngerimsi kemik doku; kısa ve kübik kemiklerin iç bölmelerini ve uzun kemiklerin ise uç (epifiz)’larını doldurur. Kemik bölmelerin sayısı, sıklık, yön, kalınlık, üzerine gelen kuvvet veya ağırlığın gidiş yönünü ise trajektör denilen çizgiler belirler. Derken bu çizgiler sayesinde lameller çekme ve itme kuvvetleri yönünden sıralanmış olurlar.
http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall
dedekorkut1
14 Ocak, 2012 - 18:37
Kalıcı bağlantı
KEMİK MUCİZESİ-2
KEMİK MUCİZESİ-2
ALPEREN GÜRBÜZER
Kemiklerin gelişme safhaları
Kemik oluşumu henüz fibrillerin oluşmadığı dönemde önce hyalin kıkırdak doku, sonra mezenkim bağ dokusu ile start alıp, daha sonra bağ doku iç kıkırdak dokusu zemininde kemik matriksi (osteoid doku) üzerine madeni tuzların oturmasıyla birlikte kemikleşme tamamlanmış oluşur. Anlaşılan madeni tuzlar kemik yapısına, şekline ve fonksiyonuna göre Desmal ossification ve Chondral ossification tarzında cereyan etmektedir. Şöyle ki;
Bağ dokusunun arada kıkırdak safhası olmaksızın doğrudan kemiğe dönüşmesi hadisesine Desmal ossifikasyon denmektedir. Kemikleşme safhasında bulunan bağ dokusu hücreleri ister istemez osteoblastlara dönüşerek ilk evvela osteoid maddesi (protein) salgılarlar. İşte salgılanan bu kollogen sıvı maddeden kollogen lifler teşekkül edip, böylece kemiğin matriksi(ara madde) gerçekleşmiş olur. Hatta matriksle beraber nokta şeklinde bir tuz oturması görülüp, bu noktaya kemikleşme noktası (Punctum ossificationis-P.calcificationis) veya kemikleşme merkezi (Centrium ossificationis) denmektedir. Birkaç yerde görülen kemikleşme noktaları gittikçe büyüyüp birleşmek suretiyle bütünce kemik haline dönüşürler. Yani kemikleşme süreci tamamlanınca osteoblastlar osteosit haline dönüş yapmış olur.
Desmal kemikleşme başlangıçta bir ağ tarzında veya kemik materyalinden oluşmuş bir doku görünümdedir. Bu doku daha sonra lamelli kemik strüktürü kazanabiliyor. Dolayısıyla lamellerin oluşturduğu bölmelerin boşluklarına açılan kan damarlarının muhtevası kırmızı kemik iliğine dönüşerek spongioz kemik dokusu meydana gelmiş olur
Desmal kemikleşme (İntramembranöz-Primer ossification) kafatası kemiklerin squama parçalarında, yüz kemikleri ve klacikula’nın bir kısmında görülürler. Dolayısıyla kıkırdak safhasındaki taslağın kemikleşmesine chondral ossification (Chondral kemikleşmesi) denmektedir. Chondral ossification daha çok Perichondrial ossification ve Endochondral ossification diye iki kategoride değerlendirilir. Böylece kıkırdağın üzerini örten ve bağ doku yapısına Perichondral ossification, kıkırdağın içerisinde başlayan kemikleşmiş yapıya da Endochondral ossification diye tanımlanır.
Perikondriumun bağ dokusu hücreleri ise osteoblast haline dönüşürler, derken osteoblastlarda osteoid ve kollogen lifleri hâsıl eder ve bunların üzerine madeni tuzların oturmasıyla da kemik dokusu meydana gelir.
KEMİK HÜCRELERİ
Bilindiği üzere gerek kemik hücreleri, gerekse kıkırdak hücreler iskelet çatısını oluşturan iki ana hücreler olarak dikkat çekerler. Bu arada bağ hücreleri vücutta ne var ne yok her şeyi birbirine ilişkilendirip, kıkırdağın yanı sıra kirişleri de oluştururlar. Hakeza adale hücreleri de eklemlerimizi hareketlendiren lif bağlarını oluşturmakla mahir hücrelerdir.
Osteoblastlar
Kemik yapıcı ana hücreleri demektir (osteon: kemik, blast: yapıcı–meydana getirme). Dahası osteoblastlar kemik ara maddesini bile oluşturan hücreler olup yan yana dizilmiş üniteler olarak sahne alırlar. Hatta osteoblastlar ana maddeyi meydana getirdikten sonra ara madde içerisinde Lacuna ossium denilen boşluklarda kalıp osteosit (kemik dokuyu oluşturan dinlenme hücreleri) haline dönüşürler.
Osteocytler
Yassı hücreler olup ince protoplazmik uzantıları vardır. Protoplazmik uzantılar vasıtasıyla komşu osteosytlerle birleşerek syncytia (dev hücreler) teşkil ederler. Yani osteosytler lakün adı verilen boşluklarda gelişim kaydedebiliyorlar.
Osteoclastlar
Osteoklastlar kemik iliği stromal hücreleri veya mezenkimal kök hücrelerinde gelişen çok büyük hücreler olup, aynı zamanda kemiklerin proliferasyon (çoğalma-yenilenme) sahalarında bol miktarda görülen kenarları girintili çıkıntılı hücrelerdir. Osteoclastlar yıpranmış kemik bölümlerinde çıkardığı enzimlerle o bölgeyi eriterek gitgide büyüyen boşluklar ve kovuk oluştururlar. Sonrasında ise lakünalarda (osteoplast) yeni kemik maddesi ve kemik teşekkülü gerçekleşir. Derken bu arada osteoklastların erittiği kemik bölgeleri osteoblastik aktivite ile yenilenmiş olur.
Demek ki osteoblast, osteoclast ve osteocytlerin her biri kendine özgü kemik hücreler olup gerektiğinde dönüşüm yaşayabiliyorlar.
ESAS MADDE
Kollagen Lifler
Osteoblastların meydana getirdiği bir protein olan kollojenden oluşmuş liflerdir. Kollogen lifler kaynatıldıkları zaman glutin denen kemik tutkalını verirler. Bu arada kollogen liflerin üzerine madeni tuzların oturmasıyla birlikte sertlik kazanırlar. Ayrıca kollogen liflerin yapıca demet teşkil etmesi, sert olması ve uzamak kabiliyetinden yoksun olması gibi özellikler inşaat sektöründe kullanılan demir profilini hatırlatmaktadır.
Substantia ossea, ossein
Kemik dokusunda hücrelerin arasındaki sahaları dolduran ve içerisinde kollogen liflerin ve madeni tuzların bulunduğu bir ortamdır. Substantia ossea(ossein) kimyasal yapısı protein mucopolisakkarit kompleksi ve diğer organik maddelerden oluşmuştur. Substantia ossea yapı ve terkibinde bulunan madeni tuzlar dışında kalan kollojen lifler arasında kemiğin organik maddesine matriks(osteoid) denir. Söz konusu bu kemik yatağı (osteoid) artık madeni tuzların yerleşmesine de uygun bir yer teşkil eder. Derken madeni tuzların yerleşmesi ile birlikte kemik teşekkül eder.
KEMİK METABOLİZMASI
İnsan vücudunda irili ufaklı ortalama 213 adet kemik belirlenmiş olup, bunlar organik ve inorganik maddelerin oluşturduğu bir sistem olarak adından söz ettirirler. Kemikler aynı zamanda vücudun kalsiyum deposudurlar. Dolayısıyla kan ve kemik dokusu arasında devamlı bir madde alışverişi yaşanmaktadır. Mesela kemikler madeni tuzları kandan almaktadırlar. Yani tabiatta buharlaşma sonucu açığa çıkan mineral tuzlar bir şekilde insan bedenine girdikten sonra kana aktarılıp, oradan da kemikler hissesine düşen payı alır. Tabiî ki bu olaylar pek çok faktörlerin etkisi altında olmaktadır. Aşağıda özet olarak sunmaya çalıştığımız bu faktörleri şöyle sıralayabiliriz.
—Kan serumunda %10 miligram kalsiyum, %3,5 miligram fosfor bulunmaktadır. Vücutta Ca ve P madde miktarı sabit olup, bu sabit sayı her ikisinin çarpımından(Ca x P veya 10x3,5=35) elde edilmektedir. Şüphesiz Ca ve P miktarının kanda sabit kalmasını sağlayan paratroid hormonudur. Bu hormon direk fosfor üzerine etki edip fosforun böbrek tubuluslarından kana geri emilmesine engel olarak gerçekleştirir. Dolayısıyla bunun sonucunda kanda fosfor seviyesi düşer, Ca ise kemiklerden kana mobilize olarak geçer. Şayet çeşitli nedenlerle kanda fosfor seviyesi düşerse Ca x P çarpımı sabit olduğundan Ca seviyesi artacak demektir, ya da kanda kalsiyum azalırsa bu sefer tam tersi fosfor çoğalacaktır. Dolayısıyla bu durumda Ca seviyesinin çoğalması için kemikler üzerinden kana kalsiyumun transferi gerekecektir.
— Ca ve fosfor metabolizmasında D12 vitamini etken faktör olup kalsiyumun sindirim kanalından kana karışmasını artırdığı gibi böbrek vasıtasıyla da fosforun dışarı atılma işlemini hızlandırır. Ayrıca kalsiyumun kemik matrikse oturmasını sağlar.
—Genital bez hormonları anabolizan etki gösterip protein yapımını artırdıkları gibi kemik matriksin aktivitesini artırırlar. Derken kemik yapımını süratlendirmiş olurlar.
—Thyreoid bezi bazal metabolizmayı artırarak kemiklerin gelişip büyümelerine yardımcı olur. Fakat tiroid hormonu fazla salgılandığında negatif etki yapar.
—Hipofiz hormonu gelişip büyümeyi sağlar. Dolayısıyla hormon eksikliği endokondral kemikleşmeyi ve epifiz kıkırdağının olgunlaşmasını geciktirir. Hormonun fazlalığı ise kemiklerin fazla uzamasına ve irileşmesine neden olur.
—Pankreas hormonu(insulin) kemiklerin gelişip büyümelerine ve karbonhidratlardan protein yapımına yardımcı olur.
Kemiklerin kalınlaşması perikondriumda (kıkırdak zarı) oluşan yeni kemik tabakalarının üst üste eklenmesi ile olur. Kemik taslağının dış yüzünde kabuklaşma meydana gelir ki buna perichondral kemikleşme denmektedir. Şöyle ki kemiğin gelişmesi ile birlikte perikondrium periosteuma (kemik zarına) dönüşür. Aslında Perikondral doku kemikte ilk zaman spongioz (kemik cipsi)bir manzara gösterir. Derken ileri ki aşamalarda dokunun içerisinde boşluklar, havers ve wolkman kanallar oluştuktan sonra mezenkimal bağ dokusunda havers sütunlarının oluşmasıyla birlikte kompakt kemiği meydana getirir.
Hiyalin en çok görünen kıkırdak tip olup Yunanca cam manasına gelen hyalos’tan türemiş bir sözcüktür. Belli ki ışığı hafif geçirme matrisi özelliğinden bu ismi almıştır. Bu arada hiyalin kıkırdağın farklılaşmasıyla teşekkül eden kemikleşme faaliyeti son bulmaz, bunun sonraki aşaması endokondral kemikleşme (Enchondral ossification) ismini alır. Yani kısa ve kübik kemiklerin iç kısmı veya uzun kemiklerin diafiz ve epifiz (kemikleşme noktaları üzerinde) kısımların kemikleşmesi endochondral ossification ( kıkırdak kemik taslağı) sayesinde mümkün hale gelir. Kelimenin tam anlamıyla hiyalin kıkırdak hücrelerinin çoğalması proliferasyon ismini alıp hipofiz ve genital bezlerin kontrolünde kemiğin uzunlamasına büyümesi gerçekleşmiş olur. Böylece proliferasyonla birlikte kıkırdak vaktinden evvel kemikleşirse boy kısalığı(pluitary dwarfısım-cücelik), geciktiğinde ise aşırı büyümeye (gigantism-dev cüsselilik) neden bir durum ortaya çıkabiliyor.
Chondroclast kıkırdak dokusunu tahrip eden bir hücre olup, kemiğin içerisinde boşluk oluşturur. Derken oluşan boşluk kemik spikülü (Trabekula) ağıyla donatılır.
Hâsıl-ı kelam insan kemiklerinin kemikleşmesi intrauterin hayatta başlar, 24–25 yaşında son bulmaktadır.
KEMİKLERDE ANATOMİK VE FİZYOLOJİK OLAYLAR
Vücudumuz öyle anlaşılıyor ki kemik çatı üzerine inşa edilmiş durumdadır. Bu yüzden bu kemiksi çatıya iskelet denip, iskeletimizi oluşturan kemik üyelerinin her biri vücuda bir bambaşka güzellik katmaktadır. Sadece estetik mi elbette hayır, güzelliklerinin yanı sıra en hassas organlarımızın koruyuculuğunu da üstlenmiş olurlar. Genel itibariyle iskelet sistemimiz baş, gövde, kol ve bacak olmak üzere üç ana eksen üzerine kurulmuştur. Şüphesiz bu iskeletin kolon ve kirişlerini kemikler oluşturup, içi kadar dış kısımda inceleme konusudur. Zira bir yandan osteoblastik aktivite (formasyon) artmasıyla kemik oluşumu gerçekleşirken, öte yandan kemik dokusunun altında bulunan dokular ise iç tarafa doğru itilir. Mesela yenileri yapıldıkça general lameller içe doğru itilerek şekil yönünden interstitiel lameller haline dönüşürler. Derken osteonlarda yıpranmış olanlar eski osteonların yerini alırlar. Bu arada osteoklast hücreler ise yeni kemik dokusu oluştururlar. Özellikle rezorbsiyon (osteoklastik aktivite) olaylarında evvela madeni tuzlar alınıp kana aktarılırken, enkazında ise yine osteoklastik aktivite ile kan veya extracellüler yapımı safhası başlar.
Kemiklerin görev ve fonksiyonları
—Vücudumuzun şeklini ve biçimini tayin ederler.
—Destek dokusu görevi yaparlar.
—Kaldıraç kolu görevi yaparlar.
—Hayati organlarımız için kapalı kutu muhafaza görevi yapar. Mesela göğüs kafesi bunun tipik bir misalidir.
—Alt ve üst ekstremiteler için dayanak sistemleri meydana getirirler. Mesela üst extremiteler için omuz, alt extremiteler içinse pelvis iskeleti bunun tipik misalini teşkil eder.
—Ca ve P mineralleri için depo görevi yaparlar.
—Medulla (kan yapıcı organ) ossium rubra’nın gelişme, barınma ve görev yapmasını sağlar.
Genel itibariyle kemik taslağı bakımdan insanda şu şekilde tasnif edilir:
—Ossa longa(uzun kemikler)
—Ossa Breve(Kısa ve kübik kemik)
—Ossa plana(Yassı kemikler)
—Ossa pneuomatica(Havalı kemikler)
OSSA LONGA(uzun kemikler)
Bunlar ekstremitelerin esasını teşkil eden kemiklerdir. Hatta ekstremitelerin hareket kazanmasında kaldıraç kolu görevi yaparlar.
Uzun kemikler iki uç ve bir gövdeden ibarettir. Bilindiği üzere omurga, göğüs kafesi, kaburga kemiği ve kalça kemikleri gövdeyi oluşturan ekstremitelerdir. Nitekim omurga 33 omur kemiğin ardışık sayıda bir matematiksel plan dâhilinde dizilmesiyle meydana gelmiştir. Hatta bu kemikler kıkırdak disklerle birbirlerinden ayrılmış vaziyette sıralanmışlardır. İşte bu kıkırdak yapılar sayesinde hem omurgamızı hareket ettirebiliyoruz hem de vücudumuzun en hassas organı sayılan omurun her hangi bir travmaya karşı korumaya alındığına şahit olmaktayız. Hakeza omurganın en sonundaki omur kuyruk sokumu kemiği olarak bilinir ki, özellikle oturmamızda en büyük rol oynayan bir vazifesi söz konusudur.
Uzun kemiklerin gövde kısmına diafiz, uç kısımlara epifiz isimleri verilir. Epifiz ile diafiz arasında kalan genişleme gösteren kısmada metafiz denir. Metafiz ile epifiz arasında daha henüz kemikleşmemiş, yani kıkırdaktan ibaret olan çizgiye ise epifiz çizgisi denir. Şayet epifiz çizgisi kemikleşirse kemiklerin boyca büyümeleri sona ermiş olur. Bu arada uzun kemiklerin bir kısmında chondroclastların çalışması ile hâsıl olan boşluğun devamı uzun bir boşluk bulunur. Bu boşluk başlangıçta gayrı muntazam olup daha sonra kanal şeklinde cavum medullare isimli boşluğa dönüşür. Tabii bu boşluk boşuna değildir. Zira cavum medullare, medulla ossium flavanın (kemik iliğinin) geçmesi için ayarlanmıştır.
OSSA BREVE (kısa kemikler)
Kısa kemikler el, ayak bileği bölgelerinde ve columna vertabraliste bulunan kemiklerdir. Zira el ayası parmaklarımızı beş parçaya ayrılırken bu paylaşımda başparmak bir yöne doğru, diğer dört parmakta başka bir yöne doğru en elverişli konumda dizilmişlerdir. Belli ki bu parmakları idare eden amir konumunda başparmak olmaktadır. İşte bu baş (lider) sayesinde kısa kemikler bulundukları konumlarda daha ince ve elastiki bir şekilde hareket edip bir maksada yönelik misyon üstlenirler. Mesela bacak kemikleri ayak parmağı ile ilişkilendirilip yürümeye veya koşmaya yönelik eylem ifa etmesi bu durumu teyit etmektedir.
Kısa kemikler küçük olması veya çok sayıda eklemlerle birleşmişliği onlara elastiki yay, kenar ve kubbe tarzında görünüm kazandırır. İşte bu kubbemsi yapı sayesinde gerektiğinde omurga statik (sükûnet hali) kalmakta, gerektiğinde ise yük taşımada dinamik (hareket hali) hale gelebiliyor.
OSSA PLANA(yassı kemikler)
Yassı kemikler kapalı boşlukların donatılmasına yararlar. Bu yüzden kafatası boşluğunu (cavum cranii) çevreleyen kemiklere squama ismi verilip, Squama occipitalis, squama frantalis bunun tipik misalini teşkil eder.
Yassı kemikler, biri dışta diğeri iç tarafta olmak üzere kompakt yapılı 2 kemik lamina ile bu iki lamina arasında bulunan spongioz kemik dokusundan oluşurlar.
Mesela kafatası kemiğinin Lamina externa ve Lamina interna’nın arasında bulunan spongioz tabakaya diploe denmektedir. Böylece bunların varlığı sayesinde beynin ihtiyacı olan ısı derecesi sağlanmış olur.
OSSA PNEUMOTİCA(havalı kemikler)
Ossa Pnemotica kafatası ve yüz kemiklerde olduğu gibi iç duvarları mukoza ile döşelidir. Dolayısıyla bu sayede geniş veya dar bir kanalla sinus boşluğuna açılan kemiklerin (cavum nasi’ye)daha hafif olması ve konuşma esnasında sesin rezonansı ayarlanmış olur.
Bu arada boyun kemiklerin iç kısmı omurilikle takviye edilip, dairevi girinti ve çıkıntılarıyla dikkat çekmektedir. Öyle ki bu kemikler 7 omurdan meydana gelecek şekilde tanzim edilmiştir. Boynun alt bölümü ise sırt kısmında yer alan 14 omuriliği son omuru ile birleştirilmiştir. Son omur malum olduğu üzere 12 omurdan ibaret olup, kuyruk kemiği ile birleşik hale getirilmiştir. Belli ki söz konusu bu omurlar gerek kaburga, gerek omuz, gerek bacak, gerek sağrı, gerekse uyruk kemiklerini tutmak için inşa edilmiştir.
PERİOSTEUM VE ENDOSTEUM
Periosteum
Kemiklerin üzerini örten bağ dokusu tabakasına periosteum denip,
—Stratum fibrosum
—Kambium tabakası diye iki zar tabakadan oluşmuştur.
Membrana fibrosa(Stratum fibrosum, fibröz tabaka) kollogen lif demetlerinden ve bunları birbirine bağlayan elastik liflerden teşekkül eder. Ayrıca hem damar hem de sinir bakımdan zenginlerdir. Kemik ile periost arasında bulunan liflere ise Sharpey lifleri denmektedir.
Kambium tabakası daha çok içerisine mezenkimal ve endotelyal menşeli hücrelerin bulunduğu bir tabaka olarak dikkat çekmektedir. Hatta bu tabaka içerisine paralel dizilmiş osteoblast denilen hücrelerin yanı sıra kollogen yapılı demetler, elastik fibriller ve damar ağları da göze çarpar. İşte içerisinde osteoblast hücrelerin bulunduğu bu göze çarpan kısım osteogen tabaka olarak isim almaktadır. Şu da bir gerçek gelişmesini tamamlamamış olan kemiklerde osteogen tabaka (kemik yapıcı tabaka) bulunmaz.
Anlaşılan periostem tabakası kemiğin yapım ve yıkım olaylarını, kalınlaşmasını, beslenmesini ve duyu yönünden hassasiyetini sağlamada rol üstlenen çok önemli bir tabakadır.
Endosteum
Endosteum; kemiklerin iç boşluklarını saran ince bağ doku yapılı bir zar olup, aynı zamanda kemik iliğinde mevcut olan fibrillerin boşluk duvarlarına kadar uzanabilen ince bir zar tabakadır. Ayrıca endosteum kemik duvarı cavum medullare ve spongioz duvarına nispeten çok ince bir yapı gösterirler. Keza endosteum’un, tıpkı periosteum (elyaf doku)de olduğu gibi kemik duvarları ile temas eden yüzeylerinde osteoblastlar vardır.
KEMİK İLİĞİ
Moleküler biyolojinin ortaya koyduğu genetik bilgilere baktığımızda genetik şifreleri adeta bilgi cihazı dediğimiz bar koddan geçirerek yazgıya çeviren tek hücrenin kemik iliği hücresi olduğu görülecektir. Nitekim genetik laboratuarlarda kemik iliği hücreleri alınarak başka ortamda tekrardan üretilebiliyor. Hatta asıl şifreler açılabilse belki de bir insan yazgısı kayda geçirilebilir pekâlâ. Nitekim eğe kemiği insan kaburga kemiklerini ihtiva etmektedir. Nasıl ki; karbon ve azot artı (+) değerli iken toprak ölü (cansız) olup, eksi (-)değerdeyken de bir anda toprak canlılık kazanıyorsa, hakeza genetik şifreleri yazgıya geçirebilen kemik hücreleri de ‘ol’ emri olmaksızın cansız halde olup nötrdür. O halde Âdemin kaburga kemiğinden hayat bulan Havva neden yaratılmasın ki. Allah her şeye kadirdir çünkü. Amenna saddak demekten başka çaremiz yok zaten. İşte bu gerçeklerden hareketle yazgı hükmünde kemik iliğimiz kemik iç boşluklarında damar ve sinirlerle donatılmış yumuşak yapıda olup vücudumuzda;
—Medulla ossium flava
—Medulla ossium rubra diye iki türlü yapı göstermektedir.
Medulla ossium flava(sarı kemik iliği)
Medulla ossium uzun kemiklerin içerisinde cavum medullare denilen boşluklara yerleşmiş sarı sıvı renkteki kemik iliği olup, yapı veya terkip bakımdan bağ dokusu iskeletine oturmuş yağ dokusu veya yağ dokusu içerisine gömülmüş damar ve sinirlerden teşekkül eder. Böylece bu konumuyla kemiğin beslenmesine destek olmuş olurlar.
Medulla ossium rubra(kırmızı kemik iliği)
Medulla ossium rubra spongioz yapıda kemiklerin gözlerinde bulunan kırmızı kemik iliğidir. Renginin kırmızı olması kan ve kan yapıcı organlarla yakından alakalı bir durumdur.
Bu arada kapiller damarlar gözeneklere açılır. Gözeneklerin içerisi yüksek bağ dokusu elemanlarıyla donatılıp, ayrıca eritrositleri oluşturacak eritroid seriler veya myelositleri yapacak myeloid elemanlara ait kan hücreleri bulunur.
KAFATASI KEMİKLERİ
Kafa iskeletinin bütünü
Kafa iskeleti Nörocranium(kafatası) ve Splanchnocranium (yüz) kemiklerinin birleşip bir bütün oluşturmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Nörocranium(kafatası) kemikleri birbirine ekli 22 farklı kemik grubundan meydana gelmiş olup, adından cerebellum(beyincik), cerebrum(beyin) ve cavum cranii'yi(kafa boşluğunu) bağrında barındıran kemikler olarak söz ettirir. Düşünebiliyor musunuz beyin, göz, kulak, burun ve ağız gibi çok mühim organları muhafaza etmek kafatası kemiklerinin sorumluluğuna verilmiş. Biz kafatası kemiklerini tek tek anlatmaya kalkışsak bu konuda belki ciltler dolusu esere ihtiyaç olacaktır. Dolayısıyla şimdilik kafatası kemiklerini genel itibariyle iki kısımdan oluştuğunu belirtmekle yetinip kısaca şöyle bahsedebiliriz. Şöyle ki bu kısımlar:
Basis Cranii
Kitle bakımdan daha kalınca olup, bu kısım kafatası kaidesinin (Basic cranii) yapısını oluşturmaktadır. .
Os frontal kemik(alın kemik)
Frontal kemik kafatası boşluğunu sağlı sollu çevreleyen parieatal (yan) ve kauk şeklinde yassılaşmış plakadır. İşte foramen ovalenin arkasındaki bu geniş kavisli plakaya squama occipitalis denmektedir. Yani bir anlamda kafatası boşluğunun ön duvarını yapan ve yüz kemikleri ile yakın ilişkisi olan bir kemiktir. Frontal kemiğin öne bakan dış yüzü hafif konveks, iç yüzü konkav, üst kısmı yukarıya ve arkaya doğru yönelmiş squama frontalis kafatasının yapısına uygun varyasyonlar gösterir. Bazı dazlak insanlarda dış yüzün (Facies externa) orta kısımı, sağlı sollu geniş kabartı gösterir(Tuber frontale). Bu kabartılar alnın en çıkıntılı yerleridir. Squama frontalisin arka tarafı dişli olup burada bulunan parietal kemiklerin ön kenarları ile eklem yaparlar. Bu nedenle eklem yapılan kısma sutura coronalis denmektedir.
Squama frontalisin dış yüzü (facies externa) ise konkav, girintili ve çıkıntılı olup, iç yüzün tam ortasında ise arka kısma doğru (sagittal suturun lambdoid bölgesine yakın) uzanan bir oluk vardır. Hatta oluk öne ve aşağıya doğru kör delik ihtiva eder. İşte söz konusu kör delik ileri yaşlarda beyin sıvısı ile dolar veya dış mekanik etki sonucunda beyin zarının zedelenmesine neden olur.
Os Parietal(çeper kemik)
Parietal kemik, 4 kenarlı, 4 köşeli olup kafatası boşluğunu yanlardan kapatan bir özellik taşır. Parieatal kemik aynı zamanda kafatasının genişliğini tayin eder. Bazı insanlarda bu kemik 4 kenar yerine 3 kenarlı olabiliyor. Parietal kemiğin arkaya doğru uzanan kısmın içerisinde ise beyin sinirlerin geçtiği ışınsal oluklar görülür. Dolayısıyla bu oluklar kazada zedelenirse felç yapabiliyor.
Os occipitale(artkafa kemiği-ense)
Oksipital kemik, kafatası iskeletinin arka ve alt kısmında bulunur. Kafatası oksipital kemik sayesinde omurga üzerine oturur. Oksipital kemik 4 parçadan oluşmuştur. Bu parçaların birleştiği yerde foramen magnum denen boyun deliğinin yanı sıra buraya açılan yutak (farinks) vardır. Farinks omurganın pürtüklü bir doku parçasıdır.
Os Temporale(şakak kemiği)
Kafatası boşluğunu yandan ve alttan kapatan bir kemiktir. Aynı zamanda çift kemikler diye de bilinen temporal kemik yukarıda parietal kemikle(duvar kemiği) birleşir de. Hatta Sphenoid kemikle(temel kemik) komşuluk yaptığı gibi bunun özel bir çıkıntısı sayılan zygomaticum(elmacık) ve temporomandibularis denilen eklemle de komşudur. Bu yüzden Temporal kemik 3 ayrı parçadan oluşup birçok bakımlardan diğer kemiklerden daha komplikedir. Şöyle ki;
—Temporal kemiğin içerisinde işitme ve denge sağlayan organların bulunması,
—Beyni besleyen en mühim arterin bu kemiğin içerisinden geçmesi,
—Çeşitli sinir ganglionlarına zemin teşkil etmesi gibi unsurlar temporal kemiğe komplike özellik katmaktadır.
Os Sphenoidale
Sphenoid kemik basis cranii’in ortasında bulunan tek kemiktir. Zaten etrafındaki kemiklere bir kama gibi sokulmuş olduğundan bu ismi almaktadır. Sphenoid kemik çoğu yüz kemikleri ile birleşip hem eklem yapan hem de bazı çukurların(fossaların) teşkiline neden olan özellik gösterir.
SPLANCHNOCRANİUM(Yüz kemikleri)
Splanchnocranium (yüz kemikleri) solunum ve sindirim sisteminin başlangıcında yer alan organların boşluk kısımlarını çevreleyen, aynı zamanda bazı kanal, çukurluk ve boşlukları oluşturan kemiklerdir. Dolayısıyla yüz iskeleti şekil itibariyle üçgen prizmaya benzeyip, 2 ön-yan ve arka yüzü vardır. Bu yüzden yüz iskeleti bütünü ile neurocranium’un(merkezi sinir sistemin oturduğu kemikler) ön-alt kısmı arasında boşluk ve kanallar meydana getirmiştir. Bugünkü bilgilere göre iskeletimizin en tepe noktası diyebileceğimiz alanı kapsayan kemiklerin 8 tanesi kafa, 12 tanesi yüz, geri kalan 32 tanesi dişte konumlandırılmış olup, söz konusu kemiklerin oluşturdukları bu yapıya yüz iskeleti (splanchnocranium) denmektedir. Bu arada yüz iskeleti tek ve çift olmak üzere 16 kemikten teşekkül etmiştir. Bunlar Os ethmoidale(kalbur kemik), Os maxilla, mandibula, Os palatinum, Os lacrimale, Os nasale, Vomer(sapan kemiği), Concha nasalis inferior, Os zygomaticum, Os hiyoideum diye sıralanırlar. Mesela bu kemiklerden maxilla ve Os ethmoidale, içerisinde boşluk veya odacıkların bulunduğu havalı kemiklerdendir. Diğerlerinin içlerinde ise alveol şeklinde çukurluklar görülür.
Maxilla(üst çene kemiği)
Maxilla yüz iskeletinin orta kısmında bulunur. Burun boşluğu, ağız boşluğu ve ortada iki yatay lamina kemik ile sert bir damağı meydana getirir. Maxilla kemik aşağıya doğru kavisler yapıp, bu kavisin alt kısmında diş köklerinin oturmasına özgü çukurluklar (alveolitis dentalis) vardır.
Mandibula kemik(alt çene)
Tek kemiklerden olup yüz iskeletinin alt yapısını teşkil ederler. Adı üzerinde alt yapı, bu yüzden sağlam temelli, aynı zamanda baş iskeletinin yegâne hareketli kemiğidir. Bunun dışında diğer bütün kafa ve yüz kemikleri sabittir, yani manevra dışıdırlar. Ancak eklemler vasıtasıyla veya splanchnocranium’un (yüz iskeleti) birer üyeleri olarak fonksiyon kazanırlar.
Bu arada Mandibula 2 bölümden(Corpus mandibula ve Famous mandibula) oluşup, bu iki kısım birbirleriyle açı yaparak birleşmişlerdir. Mandibula kemiğin üst kenarlarında diş köklerinin yerleşmesi için çukurluklar görülür.
Os Palatinum (damak kemiği)
Burun boşluğu tabanı ve yan duvarlarının arka kısmını oluşturan os palatin çift kemiklerden olup esas itibariyle 2 lamina’lıdır. Hatta bu laminalar “L” harfi şeklinde birleşmiş durumdadır. Laminanın üst yüzü ise burun boşluğuna bakar. Genellikle L şeklindeki laminanın ön kenarları dişli olup, arka kenarları ise konkav haldedir. Fakat bazı insanlarda kartal burunluluk (L harfi) deforme olmuş olabiliyor.
Os Lacrimale(gözyaşı kemiği)
Lâkrimal kemik küçük ince bir kemiktir. Çift kemiklerden olup iki yüzü ve dörtkenarı vardır. Dış yüzü göz çukuruna (orbita) bakıp bu yüzün ön yarısında bir oluk vardır. Dolayısıyla bu kanal sayesinde gözyaşın fazlası burun boşluğuna akabiliyor.
Os Nasale(Nazal kemik)
Os Nasale yassı ve dörtgenimsi iki küçük burun kemiklerdendir. Kemik şekil bakımdan daha çok trapeze benzer. Üst kenarlar kalın dişli olup, bu dişler alın kemiği ile birleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Alt kenarlar da aynen üst gibi olup, bunlar burun kıkırdakları ile birleşir. Böylece ön yüz kemiğin içerisinden aşağıya doğru veya foramen nasale denilen deliklere açılan bir oluk oluştururlar. Oluğun içerisinde ise sinir vardır.
Vomer Kemik(sapan kemiği)
Yüzün iki tek kemiğinden biri olan Vomer düz, geniş ve dörtgen lam görünümünde bir kemiktir. Yani vomerin ön, alt ve arka olmak üzere dörtkenarı vardır. Dolayısıyla vomer kenar boyunca uzanan bir olukla iki dudağa (Os palatinum kemik-dudak kemik)ayrılmıştır. Bu arada Vomer’in ön kenarı dar olup, bu kısım burun boşluğunun kıkırdak bölmesi ile birleşir. Hatta buralardan sinirler de geçer.
Os Zygomaticum(elmacık kemiği)
Zygomatik kemik yüzde bulunduğu konum itibariyle diğer kemiklerle bağlantı şeklinde yer almıştır. Zygomatik kemik, kemer ve boyunduruk anlamına gelip, yassı yanaklarda çıkıntı yapan bir tali bir özelliği vardır. Aynı zamanda kemiğin 3 çıkıntısı var olup yukarıya doğru uzanan frontalis kemiğinin(alın kemiği) zigomatik çıkıntısıyla birleştiği yerde orbita(göz çukuru) duvarı ön kısmını oluşturur.
Os Hiyoideum(dil kemiği)
Os hiyoideum kemik ağız döşemesinin altında ve larynx’in üst tarafında yer alıp ve burası doğrudan yüz kemikleri ile ilgisi olmasa da ancak köken bakımdan onlarla ilişkili bir kemiktir.
Os hiyoideum alt çene kemiği (Os Mandibula) gibi yutak kavislerin taslak kısımlarından gelişmiş olup, genellikle kemikleşmiş haldedir. Yine de bazen kıkırdak halinde kalabiliyor.
Velhasıl; kemiklerimizi bir damla nutfeden şekillendiren Allah’a Hamdi senalar olsun ki ömür boyu yıkılmadan ayakta kalabilmekteyiz. Bir gün ecel kapımızı çalıp toprağa karışsak bile çürümüş bedenimiz elbet dirilecektir. Çünkü Yüce Allah(c.c); “İnsan zannetmesin ki biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyiz. Doğrusu biz onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye hazırız.. Dönüp dolaşıp varılacak, durulacak yer Rabbinedir… (Kıyame 1–15)” diye beyan buyurmaktadır.
Vesselam.
http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall
dedekorkut1
28 Mart, 2023 - 20:36
Kalıcı bağlantı
KEMİK MUCİZESİ
[b] KEMİK MUCİZESİ[/b]
[b]SELİM GÜRBÜZER[/b]
Bilindiği üzere kemik oluşumu kemik hücresi ve bu hücrelerin arasını dolduran esas maddenin birleşiminden meydana gelmekte. Ancak şu da var ki kemiği oluşturan tüm hücrelerin ömrü 25 ila 30 yıl bir süreyle sınırlıdır. Yine de vücudumuzda var olan hücrelere nispeten en uzun ömürlüsü kemik hücreleridir dersek yeridir.
Malumunuz kemikler histolojik yönden;
-Kemik hücreleri,
-Esas madde (ara madde) olarak kategorize edilirken ayrıca kendi içerisinde osteoblast, osteocyte ve osteoclast olarak da kategorize edilir. Kemiğin ara maddesi olarak bilinen Substantia ossea fundamentals (esas madde) ise ossea veya osein isim olarak karşılık bulup esas madde esasen yapı bakımdan kollajen lifler ve interfibriller olarak kategorize edilir. Bunlardan mesela fibriller yapı gösteren maddeler kollagen lifler olarak addedilirken, fibrillerin arasını dolduran ara maddeler de interfibriller (ara madde) olarak addedilir. Ve bu söz konusu ara maddeler protein, mukopolisakkarit kompleksi, lipit, enzim ve glikojen gibi bileşenlerin oluşturduğu yapı ve tesviye edilmiş bir yapı üzerine oturmuş madeni tuzların meydana getirdiği sert ve dayanıklı maddelerden teşekkül eder.
Besbelli ki kemikler yaratılış gayesine uygun değişik boy ve şekillerde, aynı zamanda her birine etten kas giydirilmiş olarak halk edilmişlerdir. Yani bu demektir ki kemiklerin yapısına baktığımızda üzerleri adeta etten giydirilmiş elbise olmanın ötesinde yine her birinin birbirinden ayrı ayrı değişik şekillerde dairevi, yassı, silindirik (içi boş boru) olarak donatıldıklarını görürüz. Baksanıza Yüce Allah (c.c) kemikleri birbirleriyle ilişkilendirmek içinde mafsallarla donatıp böylece bu sayede vücudumuzdaki baş, el, kol, ayak ve parmak kemiklerine ait eklemlerimiz bir anda hareket manevrası kazanabiliyor. Hele bilhassa bunlar arasında kol ve bacak kemiklerinin gövdeye bağlı kalaraktan tam hareketli eklemlerle birlikte manevrası kazanması bunu teyit eden bir durumdur. Şöyle ki; kol kemiğinin ucu kürek kemiğinin bitiminde bir oyuğa eklemlendiğinden dolayıdır iki kemikten birinin girintisi diğerinin çıkıntısına eklemlenip böylece eklemlenmiş monteli bu yapı sayesinde kollarımızı kendi isteğimiz doğrultusunda rahatlıkla sağa-sola, aşağı-yukarı hareket ettirebiliyoruz. Hele bilhassa dirsek, bilek ve parmak eklemlerin her biri üzerine düşen görevi yerine getirdiğinde omuzumuzu bile yerinden oynatabiliyoruz. Hakeza uyluk kemiğin yuvarlak olan baş kısmı kalça kemiğinin uç bölümüne denk gelen derin bir oyuğun içerisine eklemlenmesiyle birlikte yürümemiz sağlanmaktadır. Kelimenin tam anlamıyla bir yandan kollarımız kürek kemiğine kaynaklandığı yerden dirsek, bilek ve parmak eklemlerine bağlanırken, diğer yandansa ayaklarımız lif yapısında güçlü kirişlerle desteklenip kalça, diz, topuk ve ayak parmaklarımızla birlikte bağlantı köprü oluşturulmakta. Böylece bu köprü bağlantılar eşliğinde hareket kabiliyeti kazanırız. Bu arada eklemlerimizin bakımı da ihmal edilmemiş olduğu şundan besbelli ki; eklemler son derece planlı bir şekilde sürtünme ve aşınmayı önlemek için çağımızın en gelişmiş yağ makinelerine taş çıkartırcasına otomatik olarak yağlanmış donanımdadır. Öyle ki eklemlerimizin yağlanma ihtiyacı önceden belirlenmiş olup bizim elimizin erişemediği noktalarda kendi kendine otomatik olarak yürütülmekte. Aynı zamanda bu durum bize şah damarımızdan daha yakın olan ilahi gücün varlığını hatırlatır. Nitekim Yüce Allah (c.c) yaratılışımızdaki kemik mucizesini “Alaka’yı da “mudğa” yaptık ve bu “mudğa”yı, üzerini et ile kaplayacağımız kemiklere dönüştürdük. Nihayet onu, başka bir yaratıp inşa ettik. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir! (değil mi)” diye beyan buyurmak suretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Zira insan nüvesinin oluşumuna yönelik başlangıçta atılan suyun çıkış noktası da kemikler oluşturup bu durum Kur’an’da “İnsan, fışkıran bir sıvıdan yaratılmıştır/ kadın erkek çiftinin bel nahiyesinden” (Tarık suresi, 6) diye beyan buyrulan ayette geçen fışkıran veya atılan suyun sulb ve teraibden çıktığı kelamıyla ifade edilir. Ve bir kısım ilim ehli zat bu ifadeden maksadın bel kemiği ve göğüs kafesi kemiği arasından çıktığı manasında, yani o çıkan suyun erkeğin belinden, kadının leğen kemiğinden çıkmakta olduğu manasında tefsir etmişlerdir. Hakeza eklemlerimizin her daim özel bir sıvı ile karşılanıp yağlanması da bir bambaşka mucizevi hadisenin varlığını ortaya koyan bir durumdur bu.
KEMİK YAPISI
Kemikler, canlıya vücut şekli veren sert ve dayanıklı yapıda üniteler olup, aynı zamanda elastiki özelliğe sahiptirler. Ayrıca gelişme, büyüme ve ortama adapte olabilme gibi pek çok hayati fonksiyonları yürütme kabiliyeti gösterirler. Aslında tüm kemiklerin yapı ve gelişme durumları incelendiği zaman rezorbsiyon (yıkım) ve rejenerasyon (yapım) içerisinde oldukları görülür.
Şurası muhakkak bir yandan kemiğin bünyesinde yıpranmış ve fonksiyon yapamaz halde olan dokular osteoclastlar (özel kemik elemanları) tarafından rezorbe (yıkılır) edilirken, diğer yandan da osteoblast ve osteocyt gibi yapıcı ünitelerce yıkıntı materyali kullanılmak suretiyle yenileri yapılır. Derken yapım ve yıkım dengesinin yapım lehine işlemesi kemiğin büyüme, uzama ve yenilenmesi açısından bir avantaj teşkil eder. İşte bu tür fonksiyonlar nedeniyle kemiklere hayati öneme haiz canlı üniteler nazarıyla bakılmaktadır.
Kemikler dışarıdan görüldüğü kadarıyla kompakt bir madde değil, tam aksine içe doğru uzanan kanalcıklar, boşluklar ve sünger gibi gözlerin bulunduğu, hatta madde tasarrufunun en iyi şekilde ayarlanıp kendisinden beklenilenin çok üstünde performansın sergilendiği kompleks bir yapıdır.
KEMİKLERİN KİMYASAL BİLEŞİMLERİ
Kemikler kimyasal yönden organik ve anorganik madde içerirler. Zaten kemik ağırlığının %30-33’ü organik, % 67-70’i inorganiktir. Dolayısıyla kemiğin sertliğini, üzerine bir yük bindiğinde, binen ağırlığı taşıyabilme gücünü anorganik maddeler tayin etmekte, elastiki oluşunu ise organik maddeler belirlemektedir.
Organik maddelerin esas yapısını protein-mukopolisakkarit kompleksi, lipit, enzim, glycojen gibi bileşikler oluşturur. Bu yüzden mucopolisakkaritler kondroitin sülfirik asit bileşimi göstermektedir. Protein ağırlıklı bileşikler ise kollajen ve galatine (jelâtin) dönüşebilecek nitelikte ossein orosomucoid ve osseo albuminoid’den oluşurlar. Şayet herhangi bir kemiği bir asit eriği içerisinde bekletirsek kemikte bulunan organik maddeler eriyerek ayrıştırılmış olur. İşte bu şekilde ayrışma işlemleri sonucu kemikte bulunan kalsiyum bileşiklerinin arındırılması veya giderilmesi işlemi (kalsuyumsazlıştırma) dekalsifikasyon olarak karşılık bulur. Nitekim dekalsifikasyona uğramış uş bir kemik inorganik maddelerden yoksun halde sertliğini kaybetmiş, bükülebilir ve yumuşak konuma geçmiş bir yapıya dönüşür.
Eğer bir kemiği ateşte yakacak olursak bu işlemin sonunda kemik ilk şeklini muhafaza edecektir, ama bu kez elastikiyetini ve dayanıklılığını kaybedip, kolaylıkla kırılabilir veya parçalanabilir hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır. İşte bu yüzden bir kemiği yakmak suretiyle içerisindeki organik maddelerden arındırma işlemi kalsinasyon diye tarif edilir. Keza bir başka uygulamayla kemikler uygun ısı ve nem etkisi altında bırakılıp kurutma ya da kaynatma gibi işlemler sonucu içerisindeki organik maddeler ayrıştırılırsa bu işlem maserasyon adını alır. Mesela toprak altında kalan kemiğin suya maruz kalmasıyla birlikte yumuşama (masere) görülmesi bunun tipik bir örneğini teşkil eder.
Anorganik maddeler genellikle kalsiyum tuzlarından oluşurlar. Esasen kemikler organik maddeden yapılmış bir yatak ve kafes içerisinde madeni tuzların oluşturması ile hâsıl olmuş sert yapılardır.
Bilindiği üzere kemik yapımız fibriller kemik ve lamelli kemik şeklinde iki temel yapı üzerine iskeletimiz bina edilmiştir. Ve bu iki temel yapıyı A ve B şıkkı olarak ele aldığımızda:
A-Fibriller kemiğe embriyonal hayatta da rastlandığı için embriyonal kemik dokusu diye de tanımlandığını görürüz. Ancak böyle tanımlansa da bebek dünyaya geldikten sonra durum vaziyet değişip 3-4 yaşına geldiğinde fibril kemik dokusunun lamelli kemik dokusuna dönüştüğü görülür. Ama yine de bir kısım yetişkin insanların vücudunda istisnai kabilden de olsa fibril kemik yapısı görülüp konumlandığı bölgeleri şöyle sıralayabiliriz de:
-Kiriş, kas ve kas bağların kemiğe tutunduğu yerler. Örnek: Tuberositas iliaka (tümseksi bir yapı olup kuyruk sokumuna tutunur), Spina iliaca anterior inferior (ilium kemiğinin alt çıkıntı kısmı ), Spina iliaca anterior superior (ilium kemiğinin üst çıkıntı kısmı), Krista iliaka (ilium kemiğinin üst kenarının ön bölümü) ve Spina iliaca posterior(ilium kemiğinin arka kenarı).
- Sadece kafatasında görülen dikişimsi eklemler (Sutura).
-Dental alveolus duvarları. Zira üst çene kemiğinin alt kısmında bulunan yan yana dizilmiş çukurcuklar olup, malum buralar diş köklerinin tutunma yerleridir.
-Dişin sement tabakası (subtantia ossea).
B-Kollagen lifler ise malum birbirine paralel bir dizilme ve liflerin arasını dolduran yapıştırıcı bir maddeyle birlikte 4-10 mikron kalınlığında lameller olarak tanımlanır. Adından da anlaşıldığı üzere lamel içerisinde kollagen lifleri birbirine bağlayan yan liflerin demet varı varlığı söz konusudur. Hele bilhassa kemiklerin sıkı ve kompakt olduğu yerlerde kalın ve dayanıklı havers sütunlu ünitelerin varlığı da söz konusu olup, bu söz konusu sütunların 3-10 kadar lamelden teşekkül ettiği belirlenmiştir. Ve her bir havers sütunu ortasında ise havers kanalı mevcuttur. Ayrıca haversian kanal sisteminin yan yana ve üst üste sıralanması suretiyle sıkı kompakt doku oluşur. Bu arada havers kanallarını enine birleştiren noktada walkman kanalları mevcut olup, bu kanallar havers kanalıyla bağlantı kurabiliyor. Dahası walkman kanalları bir taraftan havers kanallarına açılıp geçiş sağlarken, diğer taraftan Cavum medullare denen ilik kanayla da bağlantı kurmayı ihmal etmez. olur. Anlaşılan o ki; gerek havers kanalları ve gerekse walkman kanalları, kan damarları ve sinirlerin gelip geçtiği yer olarak görev yapmaktalar.
Lameller ve lamelleri oluşturan kollagen liflerin araları kalsiyum tuzu ve ossein (esas madde) ile donatılmıştır. Esas madde (substantia ossea) içerisinde ise osteosit'in (kemik dokuyu oluşturan kemik hücreler) bulunduğu lakünler vardır.
Lamellerin birkaç tanesi kemik yüzeyleriyle birleşerek kiriş, mertek ve bölme şeklinde uzantılar meydana getirirler. Osteonlardan başka lamel içeren kemikler bulunduğu yer veya konuma göre; dış esaslı lameller (general lameller), iç esaslı lameller (bazik lameller), ara lameller (interstisyel lameller) ve özel lameller (havers lameller) olarak diye isimlendirilirler.
Dış lameller
Kemiklerin dış yüzüne paralel konumda olan ve periosteum'un (kemik zarın) altında bulunan lamellerdir. Bunlarla periosteum arasında birbirinden diğerine uzanan Sharpey lifleri vardır.
İç lameller
Kemiklerin içerisinde bulunup, Cavum medullare (ilik boşluğu) denilen boşluğun duvarlarına paralel konumda olan lamellerdir.
Ara lameller
Havers kanalları arasında kalan üç köşeli boşluklar halinde görülen lamellerdir.
Özel lameller
Bilindiği üzere havers kanallarında konumlanan lameller; havers veya özel lameller sistemi olarak ifade edilir. Dolayısıyla herhangi bir kemikten kesit yapıp incelediğimizde dış yüzeyin daha kompakt sıkı bir yapı gösterdiği, kemiğin iç kısmı ise gözenekli ve boşluklu bir görünümde olduğunu görürüz.
Kemiğin dış yüzeyi kompakt yapmış ya da dayanıklı hal almış kısım ise Substantia ossea compacta (kompakt kemik) olarak ifade edilir. Dahası kompakt kemik lamelli kemik olup havers sütunlarından (osteon) meydana gelmiştir. Ayrıca bir kemik ne kadar kuvvet altında kalıyorsa kompakt doku o nisbette kalın ve dayanıklılık kazanır. Şayet kemik iç kısımları gözenekli ve boşluklu olursa bu kemik yapısı süngerimsi demektir. İşte kemiğin süngerimsi görünümlü bu kısmına Substantia ossea Spongiosa (süngerimsi kemik) ismi denmesi bu yüzdendir. Genellikle gözenekleri birbirinden ayıran duvarları birkaç lamina içeren bölmeler oluşturmaktadır. Hatta bölmeler dal ve kollara ayrılıp buluştukları noktada ağ oluştururlar. Aynı zamanda sünger görünümlü bu gözeneklerin içi kırmızı kemik iliği (Medulla ossium Rubra) ile doldurulmuş olup, nihayetinde kan damarları bu gözeneklere açılmaktadır. Böylece süngerimsi kemik doku kısa kübik kemiklerin iç bölmelerini oluştururken uzun kemiklerin uçlarını da (epifizlerini) doldurur. Kemik bölmelerin sayısı, sıklık, yön, kalınlık, üzerine gelen kuvvet veya ağırlığın gidiş yönünü ise trajektör denen çizgiler belirler. Derken bu çizgiler sayesinde lameller çekme ve itme kuvvetleri yönünden sıralanmış olurlar.
Kemik gelişim safhaları
Kemik oluşumu henüz fibrillerin oluşmadığı dönem içerisinde önce hiyalin kıkırdak dokuyla start alır, sonra da mezenşim bağ dokusuyla yol alır. Derken bağ doku olgunlaşma öncesi iç kıkırdak dokusu, yani matriks (osteoid doku) yapı üzerine madeni tuzların sirayet etmesiyle birlikte Desmal ossification ve Endochondral ossification dönüşümler şeklinde kemikleşme süreci kendini gösterir. Böylece arada kıkırdak safhası olmaksızın bağ dokunun böylesi kemiğe dönüşecek olan süreç ‘Desmal ossifikasyon’ denen kemikleşme süreci olarak anlam kazanmış olur. Malum bağ dokusunun kemikleşme sürecinin akabinde osteoblast safhasına geçiş yapılıp bu safhada ilk evvela proteinlerden meydana gelen organik kollagen içerikli osteoid sıvı madde salgılanıp söz konusu bu kollagen sıvı maddeden kollagen lifler teşekkül eder. Ardından kemiğin ara madde olarak oluşan matriksle birlikte kemikleşme noktası (Punctum ossification-P.calcification) veya kemikleşme merkezi (Centrium ossificationis) denen nokta şeklinde tuzlanmış bir yapı ortaya çıkar. Derken nokta şeklinde belirginleşen bu yapı git gide dalga dalga merkezden çevreye genişleyerekten osteoblast denen genç kemik hücrelerinin olgunlaşmasıyla birlikte osteosit yapıda kemikleşme süreci tamamlanmış olur.
Öyle anlaşılıyor ki; söz konusu sürecin başlangıcında desmal kemikleşme bir ağ biçiminde veya kemik materyalinden oluşmuş bir doku görünümünde olup zaman içerisinde bu doku yapısı lamelli kemik yapısına geçiş yapar. Buradan da lamellerin oluşturduğu bölmelerin boşluklarına açılan kan damarlarından beslenen kırmızı kemik iliği denen bir muhtevayla süngerimsi spongioz kemik dokusu oluşumu gerçekleşir.
Bilindiği üzere desmal kemikleşme (İntramembranöz kemikleşme-Primer ossification) denen safha daha çok kafatası kemiklerin squama parçalarında, yüz kemikleri ve klavicikula köprücük kemiklerin oluşumunda görülen bir safhadır. Dolayısıyla kıkırdağımsı diyebileceğimiz sürecinin bu ilk safhasındaki taslağın kemikleşme hadisesi endochondral ossification (endokondral kemikleşmei) olarak adından söz ettirip bu süreç perichondrial ossification ve endochondral ossification şeklinde iki kategoride kendinin gösterir. Böylece bu süreç içerisinde kıkırdağın üzerini örten bağ doku yapı perikonral kemikleşme olarak anlam kazanırken kıkırdağın içerisinde başlayan kemikleşmiş yapı ise endokondral kemikleşme olarak anlam kazanır. Kelimenin tam anlamıyla bu süreçte perikondriumun bağ dokusu hücreleri gelişimini osteoblast haline dönüşerek tamamlarken bu süreçte osteoblast kemik hücreleri de osteoid ve kollagen lifleri üretip, üretilen yapıların üzerine madeni tuzların sirayet etmesiyle de kemik dokusu meydana gelir.
KEMİK HÜCRELERİ
Evet, öyle anlaşılıyor ki gerek kemik hücreleri, gerekse kıkırdağımsı kemik hücreler insan vücudunun iskelet çatısını oluşturan iki ana hücreler olarak dikkat çekmekteler. Öyle ki bağ doku hücreleri bu noktada vücutta ki tüm kemik yapıların bağlantısını sağlayan kolon ya da kiriş görevi ifa ederken adale hücreleri de eklemlerimizi hareketlendiren lif bağlarını oluşturmakla görev ifa eden hücreler olarak karşımıza çıkmakta. Madem öyle karşımıza çıkan bu hücrelerin bir kısmının fonksiyonları neymiş bir görelim:
Osteoblastlar
Osteoblast; primer kemik dokusunu meydana getiren, yani kemik yapıcı ana hücre demektir (osteon: kemik, blast: yapıcı–meydana getirme). Dahası osteoblastlar bununla da yetinmez, kemik matriksinin organik maddesini sentezlediği gibi gerektiğinde kemik ara maddesini oluşturan yan yana dizilmiş üniteler olarak da işlev görür. Hatta osteoblastlar ana maddeyi meydana getirdikten sonra ara madde içerisinde Lacuna ossium denilen boşluklarda konumplanıp osteosit (kemik dokuyu oluşturan dinlenme hücreleri) dönüşüm kabiliyeti sergilerler.
Osteositler
Osteoblast denilen genç kemik hücrelerinin olgunlaşmasıyla oluşan yassı hücreler olup ince protoplazmik uzantılarıyla dikkat çeker. Böylece protoplazmik uzantılar vasıtasıyla komşu osteositlerle birleşip aralarındaki hücre zarı kaybolacak derecede tek hücre haline gelen çok çekirdekli kütlesi denen ısyncytia yapı oluştururlar. Derken osteosiler bu yapısal dönüşüm sayesinde lakün adı verilen boşluklarda gelişim kaydederler.
Osteoklastslar
Kemik matriksini yok edecek derecede kemik dokusunu ortadan kaldırma özelliği ile bir çeşit kemik hücresi olarak dikkat çeker. Osteoklastlar aynı zamanda kemik hücreleri kemik iliği stromal hücreleri veya mezenkimal kök hücrelerinde gelişen yapıdadırlar Aynı zamanda kemiklerin proliferasyon (çoğalma-yenilenme) sahalarında bol miktarda görülen, kenarları girinti çıkıntılı yapıda hücrelerdir. Osteokastslar yıpranmış kemik bölümlerinde çıkardığı enzimlerle o bölgeyi eriterek gitgide büyüyen boşluklara dönüşüp kovuk oluştururlar da. Sonrasında ise kemik gözeleri taşıyan osteoplast lakünalarında yeni kemik maddesi teşekkülü gerçekleşir. Derken bu arada osteoklastların erittiği kemik bölgeleri osteoblastik aktivite ile yenilenmiş olur.
Kollajen Lifler
Osteoblastların meydana getirdiği bir protein olan kollajenden oluşmuş liflerdir. Kollajen lifler kaynatıldıkları zaman glutin denen kaynaştırıcı kemik tutkalı elde edilebiliyor. Bu arada üzerine madeni tuzların ilavesiyle birlikte kollajen lifler sertlik kazanmış olur. Nitekim kollagen liflerin kendi doğal mecrasında yapıca demet teşkil etmesi, sert olması gibi özelliklerini göz önünde bulundurduğumuzda inşaat sektöründe demir bağlantılarının nasıl yapılacağını gösteren bir yapı modeline örnek bile teşkil edebiliyor.
Substantia ossea, ossein
Kemik dokusunda hücrelerin arasındaki sahaları dolduran ve içerisinde kollajen liflerin ve madeni tuzların bulunduğu bir ortamdır. Substantia ossea (ossein) kimyasal yapısı protein mukopolisakkarit kompleksi ve diğer organik maddelerden oluşmuştur. Substantia ossea yapı ve terkibinde bulunan madeni tuzlar dışında kollaojen lifler arasında kemiğin organik maddesine matriks (osteoid) denir. Söz konusu bu kemik yatağı (osteoid) artık madeni tuzların yerleşmesine de uygun bir yer teşkil eder. Derken madeni tuzların varlığıyla birlikte kemik teşekkül eder.
KEMİK METABOLİZMASI
İnsan vücudunda irili ufaklı ortalama 213 adet kemik belirlenmiş olup, bunlar organik ve inorganik maddelerin oluşturduğu bir sistem olarak adından söz ettirirler. Kemikler aynı zamanda vücudun kalsiyum deposudurlar. Dolayısıyla kan ve kemik dokusu arasında devamlı bir madde alışverişi yaşanmaktadır. Nitekim bu noktada kemiklerin dayanıklılık kazanmasına yönelik madeni tuzları kandan alıp beslenmesi bunun en bariz örneğini teşkil eder. Yani bu demektir ki tabiatta buharlaşma sonucu açığa çıkan mineral tuzlar bir şekilde insan bedenine girdikten sonra kana aktarılıp, böylece kemik metabolizmamız bu arada hissesine düşen payı da almış olur. Tabiî ki bu olaylar pek çok faktörlerin etkisi altında olmaktadır. Aşağıda özet olarak sunmaya çalıştığımız bu faktörleri şöyle sıralayabiliriz:
-Kan serumunda %10 miligram kalsiyum, %3,5 miligram fosfor bulunmaktadır. Vücutta Ca ve P madde miktarı sabit olup, bu sabit sayı her ikisinin çarpımından (Ca x P veya 10x3,5=35) elde edilmektedir. Şüphesiz kalsiyum ve fosfor miktarının kanda sabit kalmasını sağlayan paratiroid hormonudur. Bu hormon direk fosfor üzerine etki edip fosforun böbrek tubuluslarından (borucuklarından) kana geri emilmesine engel olarak gerçekleştirir. Dolayısıyla bunun sonucunda kanda fosfor seviyesi düşer, Kalsiyum ise kemiklerden kana mobilize olarak geçer. Şayet çeşitli nedenlerle kanda fosfor miktarı düşerse Ca x P çarpımı sabit olduğundan kalsiyum miktarı artacak demektir, ya da kanda kalsiyum azalırsa bu sefer tam aksine fosfor çoğalacaktır. Dolayısıyla bu durumda kalsiyum miktarının çoğalması için kemikler üzerinden kana kalsiyumun transferi gerekecektir.
- Kalsiyum ve fosfor metabolizmasında D12 vitamini etken faktör olup kalsiyumun sindirim kanalından kana karışmasını artırdığı gibi böbrek vasıtasıyla da fosforun dışarı atılma işlemini hızlandırır. Ayrıca kalsiyumun kemik matriksine oturmasını sağlar.
- Genital bez hormonları anabolizan etki gösterip protein yapımını artırdıkları gibi kemik matriksin aktivitesini artırırlar. Derken kemik yapımının oluşumunu hızlandırmış olurlar.
- Tiroid bezi bazal metabolizmayı artırarak kemiklerin gelişip büyümelerine yardımcı olur. Fakat tiroit hormonu fazla salgılandığında negatif etki yapar.
-Hipofiz hormonu gelişip büyümeyi sağlar. Dolayısıyla hormon eksikliği endokondral kemikleşmeyi ve epifiz kıkırdağının olgunlaşmasını geciktirir. Hormonun fazlalığı ise kemiklerin fazla uzamasına ve irileşmesine neden olur.
-Pankreas hormonu (insülin) kemiklerin gelişip büyümelerine ve karbonhidratlardan protein yapımına yardımcı olur.
Kemiklerin kalınlaşması perikondriumda (kıkırdak zarı) oluşan yeni kemik tabakalarının üst üste eklenmesi ile olur. Kemik taslağının dış yüzünde kabuklaşma meydana gelir ki buna perikondral kemikleşme denmektedir. Şöyle ki; kemiğin gelişmesi ile birlikte perikondrium periosteuma (kemik zarına) dönüşür. Aslında perikondral doku kemikte ilk zaman spongioz (kemik cipsi) bir manzara gösterir. Derken ileri ki aşamalarda dokunun içerisinde boşluklar, havers ve wolkman kanallar oluştuktan sonra mezenkimal bağ dokusunda havers sütunlarının oluşmasıyla birlikte kompakt kemiği oluşturur.
Hiyalin en çok görünen kıkırdak tip olup Yunanca cam manasına gelen hyalos’tan türemiş bir sözcüktür. Belli ki ışığı hafif geçirme matrisi özelliğinden bu ismi almıştır. Bu arada hiyalin kıkırdağın farklılaşmasıyla teşekkül eden kemikleşme faaliyeti son bulmaz, bundan sonraki aşamada adından endokondral kemikleşme (Enchondral ossification) olarak söz ettirir. Yani kısa ve kübik kemiklerin iç kısmı veya uzun kemiklerin diafiz ve epifiz (kemikleşme noktaları üzerinde) kısımların kemikleşmesi endochondral ossification (kıkırdak kemik taslağı) hadisenin gerçeklemesiyle mümkün hale gelir. Kelimenin tam anlamıyla hiyalin kıkırdak hücrelerinin çoğalması proliferasyon ismini alıp hipofiz ve genital bezlerin kontrolünde kemiğin uzunlamasına büyümesi gerçekleşmiş olur. Böylece proliferasyonla birlikte kıkırdak vaktinden evvel kemikleşirse boy kısalığı (pluitary dwarfısım-cücelik) nükseder, geciktiğinde ise aşırı büyümeye (gigantism-dev cüsselilik) neden bir durum nükseder.
Chondroclast kıkırdak dokusunu tahrip eden bir hücre olup, kemiğin içerisinde boşluk oluşturur. Derken oluşan boşluk kemik spikülü (Trabekula) ağıyla donatılır.
Hâsıl-ı kelam insan kemiklerinin kemikleşmesi intrauterin hayatta başlar, 24-25 yaşında son bulmaktadır.
KEMİKLERDE ANATOMİK VE FİZYOLOJİK OLAYLAR
Vücudumuz öyle anlaşılıyor ki; kemikler üzerine inşa edilmiş durumdadır. Bu yüzden kemiksi yapıya iskelet denip, kemik üyelerinin her biri vücuda bir bambaşka güzellik kattığı gibi organlarımızın koruyuculuğunu da üstlenmiş olurlar. Genel itibariyle iskelet sistemimiz baş, gövde, kol ve bacak olmak üzere üç ana eksen üzerine kurulmuştur. Şüphesiz bu iskeletin kolon ve kirişlerini kemikler oluşturup, içi kadar dış kısımda inceleme konusudur. Zira bir yandan osteoblastik aktiviteyle kemik oluşumu gerçekleşirken, öte yandan şekil yönünden de interstisyel lameller haline dönüşürler. Derken osteonlarda yıpranmış olanlar eski osteonların yerini alırlar. Bu arada osteoklast hücreler ise yeni kemik dokusu oluştururlar.
Kemiklerin görev ve fonksiyonları:
-Vücudumuzun şeklini ve biçimini tayin ederler.
-Destek dokusu görevi yaparlar.
-Kaldıraç kolu görevi yaparlar.
-Hayati organlarımız için kapalı kutu muhafaza görevi yapar. Örnek olarak göğüs kafesi bunun tipik bir örneğini teşkil eder.
-Alt ve üst ekstremiteler için dayanak sistemleri meydana getirirler. Örnek olarak üst extremiteler için omuz, alt extremiteler içinse pelvis iskeleti bunun tipik örneğini teşkil eder.
-Kalsiyum ve fosfor mineralleri için depo görevi yaparlar.
-Adına kırmızı kemik iliği denen Medulla ossium rubra’nın gelişme, barınma ve görev yapmasını sağlar.
Vücudumuzun iskeletini oluşturan kemikler genel itibariyle şu 4 başlıkta tasnif edilir:
-Ossa longa (uzun kemikler)
-Ossa breve (Kısa ve kübik kemik)
-Ossa plana (Yassı kemikler)
-Ossa pneumatica (Havalı kemikler)
1-Ossa Longa (uzun kemikler)
Bunlar ekstremitelerin esasını teşkil eden kemiklerdir. Hatta ekstremitelerin hareket kazanmasında kaldıraç kolu görevi yaparlar. Ayrıca uzun kemikler iki uç ve bir gövdeden ibarettir. Bilindiği üzere omurga, göğüs kafesi, kaburga kemiği ve kalça kemikleri gövdeyi oluşturan ekstremitelerdir. Nitekim omurga 33 omur kemiğin ardışık sayıda bir matematiksel plan dâhilinde dizilmesiyle oluşan yapıdır bu. Hatta bu kemikler kıkırdak disklerle birbirlerinden ayrılmış vaziyette sıralanmışlardır. İşte bu kıkırdak yapılar sayesinde hem omurgamızı hareket ettirebiliyoruz hem de vücudumuzun en hassas organı sayılan omurun her hangi bir travmaya karşı korumaya alındığına şahit olmaktayız. Hakeza omurganın en sonundaki omur kuyruk sokumu kemiği olarak bilinir ki, özellikle oturmamızda en büyük rol oynayan bir vazifesi söz konusudur.
Uzun kemiklerin gövde kısma diafiz, uç kısmına epifiz denmekte. Epifiz ve diafiz arasında kalan genişleme gösteren kısma da metafiz denir. Metafiz ile epifiz arasında daha henüz kemikleşmemiş, yani kıkırdaktan ibaret olan çizgiye ise epifiz çizgisi denir. Şayet epifiz çizgisi kemikleşirse kemiklerin boyca büyümeleri sona ermiş olur. Bu arada uzun kemiklerin bir kısmında kondrositlerin aktivitesi ile hâsıl olan boşluğun devamı uzun bir boşluk bulunur. Bu boşluk başlangıçta gayrı muntazam olup daha sonra kanal şeklinde kavum medullare isimli boşluğa dönüşür. Tabii bu boşluk boşuna değildir. Zira cavum medullare, medulla ossium flavanın (sarı kemik iliğinin) geçmesi için ayarlanmıştır.
2-Ossa Breve (kısa kemikler)
Kısa kemikler el, ayak bileği bölgelerinde ve columna vertabralis (omurga) kısımlarında bulunan kemiklerdir. Zira el ayası parmaklarımızı beş parçaya ayrılırken bu paylaşımda başparmak bir yöne doğru, diğer dört parmakta başka bir yöne doğru en elverişli konumda dizilmişlerdir. Belli ki bu parmakları amir konumunda başparmak idare etmektedir. İşte bu baş parmak (lider) sayesinde kısa kemikler bulundukları konumlarda daha ince ve elastiki bir şekilde hareket edip bir maksada yönelik misyon üstlenmiş olurlar. Örnek mi? Mesela bacak kemikleri bu noktada ayak parmağı ile ilişkilendirilip yürümeye veya koşmaya yönelik bir eylem ifa etmesi bu durumun tipik bir örneğini teşkil eder.
Kısa kemikler küçük olması veya çok sayıda eklemlerle birleşmişliği onlara elastiki yay, kenar ve kubbe tarzında görünüm kazandırır. İşte bu kubbemsi yapı sayesinde gerektiğinde omurga eksenimiz statik halde kalmakta, gerektiğinde ise yük taşımada dinamik (hareket hali) hale gelebiliyor.
3-Ossa Plana (yassı kemikler)
Yassı kemikler kapalı boşlukların donatılmasına yararlar. Bu yüzden kafatası boşluğunu (cavum cranii) çevreleyen kemikler squama olarak ifade edilip, bunlar içerisinde squama occipitalis ve squama frontalis tipik örneklerini teşkil eder.
Yassı kemikler, biri dışta diğeri iç tarafta olmak üzere kompakt yapılı iki kemik lamina ila bu iki lamina arasında bulunan spongioz kemik tabakalarından oluşurlar.
Mesela kafatası kemiğinin Lamina externa ve Lamina interna’nın arasında bulunan süngerimsi spongioz tabakaya diploe denmektedir. Böylece bunların varlığı sayesinde beynin ihtiyacı olan ısı derecesi sağlanmış olur.
4-Ossa Pneumatica (havalı kemikler)
Ossa pneumaticum denen havalı gözeleri olan kemik kafatası ve yüz kemiklerde olduğu gibi iç duvarları mukoza dokusuyla döşelidir. Dolayısıyla bu sümüksü doku sayesinde geniş veya dar bir kanalla sinus boşluğuna açılan kemiklerin (cavum nasi’ye) daha hafif olması ve konuşma esnasında sesin rezonansı (tınlaşım) ayarlanmış olur. Bu arada boyun kemiklerin iç kısmı da omurilikle takviye edilip, dairevi girinti ve çıkıntılarıyla dikkat çekmektedir. Öyle ki bu kemikler 7 omurdan meydana gelecek şekilde tanzim edilmiştir. Boynun alt bölümü ise sırt kısmında yer alan 14 omurilik son omur ile birleştirilmiştir. Son omur malum olduğu üzere 12 omurdan ibaret olup, kuyruk kemiği ile birleşik hale getirilmiştir. Belli ki söz konusu bu omurlar gerek kaburga, gerek omuz, gerek bacak, gerek sağrı, gerekse uyruk kemiklerini tutmak için inşa edilmiştir.
KEMİKLERİ SARIP SARMALAYAN BAĞ DOKU YAPILAR
Periosteum
Kemiklerin üzerini dıştan sarıp sarmalayan bağ dokusu tabakasına periosteum denip stratum fibrosum ve kambiyum denen iki zar tabakadan oluşmuştur.
Genellikle eklem kapsülü olarak bilinen membrana fibrosa kollogen lif demetlerinden ve bunları birbirine bağlayan elastik liflerden teşekkül eden bir tabaka olmanın yanı sıra ayrıca hem damar, hem de sinir bakımdan zenginlerdir. Kemik ve periost arasında bulunan lifler ise Sharpey lifleri olarak bilinir.
Kambiyum tabakası daha çok mezenkimal kök ve endotelyal kök hücrelerin bulunduğu bir tabaka olarak dikkat çekmektedir. Hatta bu tabaka içerisine paralel dizilmiş osteoblast denilen hücrelerin yanı sıra kollogen yapılı demetler, elastik fibriller ve damar ağlarıyla da göze çarpmaktadır. İşte içerisinde osteoblast hücrelerin bulunduğu bu göze çarpan kısım osteogen tabaka diye isim almakla birlikte, ama şu bir gerçek gelişmesini tamamlamamış olan kemikler de osteogen tabaka (kemik yapıcı tabaka) bulunmaz.
Hâsılı; periostem tabakası kemiğin yapım ve yıkımında, kalınlaşmasında, beslenmesinde ve duyu yönünden hassasiyetini sağlamada rol üstlenen çok önemli bir tabaka olarak dikkat çeken bir yapıdır.
Endosteum
Kemiklerin iç boşluklarını saran ince bağ doku yapılı bir zar olup, aynı zamanda kemik iliğinde mevcut olan fibrillerin boşluk duvarlarına kadar uzanabilen ince bir zar tabakadır. Ayrıca endosteum kemik duvarı cavum medullare ve spongioz duvarına nispeten çok ince bir yapı gösterirler. Keza endosteum’un, tıpkı periosteum’de (elyaf doku) olduğu gibi kemik duvarlarıyla temas eden yüzeylerinde osteoblastlar da vardır.
KEMİK İLİĞİ
Moleküler biyolojinin ortaya koyduğu genetik bilgilere baktığımızda genetik şifreleri adeta bilgi cihazı dediğimiz bar koddan geçirerek yazgıya çeviren tek hücrenin kemik iliği hücresi olduğu görülecektir. Nitekim genetik laboratuarlarda kemik iliği hücreleri alınarak başka ortamda tekrardan üretilebiliyor. Hatta asıl şifreler açılabilse, belki de bir insan yazgısı kayda geçirilebilir pekâlâ. Nitekim eğe kemiği kaburga kemiklerini oluşturan uzun kemikler olarak bilinir. r. Nasıl ki; karbon ve azot artı (+) değerli iken toprak ölü (cansız) olup, eksi (-)değerdeyken de bir anda toprak canlılık kazanıyorsa, hakeza genetik şifreleri yazgıya geçirebilen kemik hücreleri de ‘ol’ emri olmaksızın cansız halde pasif konumdadır. O halde Âdemin kaburga kemiğinden hayat bulan Havva neden yaratılmasın ki. Allah her şeye kadirdir çünkü. Amenna ve saddakna demekten başka çaremiz yok zaten. İşte bu gerçeklerden hareketle yazgı hükmünde kemik iliğimiz kemik iç boşluklarında damar ve sinirlerle donatılmış yumuşak yapıda olup vücudumuzda medulla ossium flava ve medulla ossium rubra diye iki türlü yapı göstermektedir.
Medulla ossium flava (sarı kemik iliği)
Medulla ossium uzun kemiklerin içerisinde cavum medullare denilen boşluklara yerleşmiş sarı sıvı renkteki kemik iliği olup, yapı veya terkip bakımdan bağ dokusu iskeletine oturmuş yağ dokusu veya yağ dokusu içerisine gömülmüş damar ve sinirlerden teşekkül eder. Böylece bu konumuyla kemiğin beslenmesine destek olmuş olurlar.
Medulla ossium rubra (kırmızı kemik iliği)
Medulla ossium rubra spongioz yapıda kemiklerin gözlerinde bulunan kırmızı kemik iliğidir. Renginin kırmızı olması kan ve kan yapıcı organlarla yakından alakalı bir durumdur.
Bu arada kapiller damarlar gözeneklere açılır. Gözeneklerin içerisi yüksek bağ dokusu elemanlarıyla donatılıp, ayrıca eritrositleri oluşturacak eritrosit seriler veya miyelositer seriler oluşturacak miyeloid elemanlara ait kan hücreleri bulunur.
KAFATASI KEMİKLERİ
Kafa iskeletinin bütünü
Kafa iskeleti neurocranium (kafatası) ve Splanchnocranium (yüz) kemiklerinin birleşip bir bütün oluşturmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Neurocranium kemikleri birbirine ekli 22 farklı kemik grubundan meydana gelmiş olup, adından bağrında cerebellum(beyincik), cerebrum(beyin) ve cavum cranii'yi (kafa boşluğunu) barındıran kemikler olarak söz ettirir. Düşünebiliyor musunuz beyin, göz, kulak, burun ve ağız gibi çok mühim organları muhafaza etmek kafatası kemiklerinin sorumluluğuna verilmiş. Biz kafatası kemiklerini tek tek anlatmaya kalkışsak belki de bu konu çok su götürüp ciltler dolusu esere ihtiyaç olacaktır. Dolayısıyla şimdilik kafatası kemiklerini genel itibariyle iki kısımdan oluştuğunu belirtmekle yetinip kısaca şöyle bahsedebiliriz. Şöyle ki bu kısımlar:
Basis Cranii
Kitle bakımdan daha kalınca olup, bu kısım kafatası kaidesinin (Basic cranii) yapısını oluşturmaktadır. .
Os frontal kemik (alın kemik)
Frontal kemik; kafatası boşluğunu sağlı sollu çevreleyen parieatal (yan) ve kauk şeklinde yassılaşmış plakanın adıdır. Bu yüzden foramen ovalenin arkasındaki bu geniş kavisli plakaya squama occipitalis denmektedir. Yani bir anlamda kafatası boşluğunun ön duvarını yapan ve yüz kemikleri ile yakın ilişkisi olan bir kemiktir. Frontal kemiğin öne bakan dış yüzü hafif konveks, iç yüzü konkav, üst kısmı yukarıya ve arkaya doğru yönelmiş squama frontalis kafatasının yapısına uygun varyasyonlar gösterir. Bazı dazlak insanlarda dış yüzün (Facies externa) orta kısmı, sağlı sollu geniş kabartı gösterir(Tuber frontale). Aslında bu kabartılar alnın en çıkıntılı yerleridir. Squama frontalisin arka tarafı ise dişli olup burada bulunan parietal kemiklerin ön kenarları ile eklem yaparlar. Bu nedenle eklem yapılan kısma sutura coronalis denmektedir.
Squama frontalisin dış yüzü (facies externa) ise konkav, girintili ve çıkıntılı olup, iç yüzün tam ortasında ise arka kısma doğru (sagittal suturun lambdoid bölgesine yakın) uzanan bir oluk vardır. Hatta oluk öne ve aşağıya doğru kör delik ihtiva eder. İşte söz konusu kör delik ileri yaşlarda beyin sıvısı ile dolar veya dış mekanik etki sonucunda beyin zarının zedelenmesine neden olur.
Os Parietal (çeper kemik)
Parietal kemik, 4 kenarlı, 4 köşeli olup kafatası boşluğunu yanlardan kapatan bir özellik taşıyıp, aynı zamanda kafatasının genişliğini tayin eder. Bazı insanlarda bu kemik 4 kenar yerine 3 kenarlı olabiliyor. Parietal kemiğin arkaya doğru uzanan kısmın içerisinde ise beyin sinirlerin geçtiği ışınsal oluklar görülür. Dolayısıyla bu oluklar kazada zedelenirse felç yapabiliyor.
Os occipitale (artkafa kemiği-ense)
Oksipital kemik, kafatası iskeletinin arka ve alt kısmında bulunur. Kafatası oksipital kemik sayesinde omurga üzerine oturur. Oksipital kemik 4 parçadan oluşmuştur. Bu parçaların birleştiği yerde foramen magnum denen boyun deliğinin yanı sıra buraya açılan yutak (farinks) vardır. Farinks omurganın pürtüklü bir doku parçasıdır.
Os Temporale (şakak kemiği)
Kafatası boşluğunu yandan ve alttan kapatan bir kemiktir. Aynı zamanda çift kemikler diye de bilinen temporal kemik yukarıda parietal kemikle(duvar kemiği) birleşir de. Hatta Sphenoid kemikle(temel kemik) komşuluk yaptığı gibi bunun özel bir çıkıntısı sayılan zygomaticum(elmacık) ve temporomandibularis denilen eklemle de komşudur. Bu yüzden Temporal kemik 3 ayrı parçadan oluşup birçok bakımlardan diğer kemiklerden daha komplikedir. Şöyle ki;
-Temporal kemiğin içerisinde işitme ve denge sağlayan organların bulunması,
-Beyni besleyen en mühim arterin bu kemiğin içerisinden geçmesi,
-Çeşitli sinir ganglionlarına zemin teşkil etmesi gibi unsurlar temporal kemiğe komplike özellik katmaktadır.
Os Sphenoidale (kelebek kemik)
Sphenoid kemik basis cranii’in ortasında bulunan en karizmatik kemiklerdin biridir. Zaten karizmatik oluşu şundan besbellidir ki etrafındaki kemiklere bir kama gibi sokulmuş kelebek bir yapıdadır. Aynı zamanda çoğu yüz kemikleri ile birleşip hem eklem yapan, hem de ön çukurların (fossaların) oluşumuna katkı veren özellikte bir yapıdır.
YÜZ KEMİKLERİ (Splanchnocranium)
Splanchnocranium solunum ve sindirim sisteminin başlangıcında yer alan organların boşluk kısımlarını çevreleyen, aynı zamanda bazı kanal, çukurluk ve boşlukları oluşturan kemiklerdir. Dolayısıyla yüz iskeleti şekil itibariyle üçgen prizmaya benzeyip, ön, yan ve arka yüzü vardır. Bu yüzden yüz iskeleti bütünü ile neurocranium’un (merkezi sinir sistemin oturduğu kemikler) ön-alt kısmın arasında boşluk ve kanallar meydana getirmiştir. Bugünkü bilgilere göre iskeletimizin en tepe noktası diyebileceğimiz alanı kapsayan kemiklerin 8 tanesi kafa, 12 tanesi yüz, geri kalan 32 tanesi diş tarzında konumlandırılmış olup, söz konusu kemiklerin oluşturdukları bu yapıya yüz iskeleti (splanchnocranium) denmektedir. Bu arada yüz iskeleti tek ve çift olmak üzere 16 kemikten teşekkül etmiştir. Bunlar Os ethmoidale (kalbur kemik), Os maxilla, mandibula, Os palatinum, Os lacrimale, Os nasale, Vomer (sapan kemiği), Concha nasalis inferior (alt nazal konka), Os zygomaticum, Os hiyoideum diye sıralanırlar. Mesela bu kemiklerden maxilla ve Os ethmoidale (kalbursu kemik), içerisinde boşluk veya odacıkların bulunduğu havalı kemiklerdendir. Diğerlerinin içlerinde ise alveolit şeklinde çukurluklar görülür.
Maxilla (üst çene kemiği)
Mandibuladan sonra en büyük kemik olup yüz iskeletinin orta kısmında bulunur. Burun boşluğu, ağız boşluğu ve ortada iki yatay lamina kemik ile birlikte sert bir damak meydana getirir. Maxilla kemik aynı zamanda aşağıya doğru kavisler yapıp, bu kavisin alt kısmında diş köklerinin oturmasına özgü çukurluklar (alveolit dentalis) vardır.
Mandibula kemik (alt çene kemiği)
Tek kemiklerden olup yüz iskeletinin alt yapısını teşkil ederler. Adı üzerinde alt çene yapıda bir kemik, bu yüzden sağlam temelli, aynı zamanda baş iskeletinin yegâne tek hareketli kemiğidir dersek de yeridir. Malum diğer bütün kafa ve yüz kemikleri sabittir, yani manevra dışıdırlar. Ancak yine de eklemler vasıtasıyla veya splanchnocranium’un (yüz iskeletinin) birer üyeleri olarak işlevlik gösterebiliyorlar.
Bu arada Mandibula iki bölümden (Corpus mandibula ve Famous mandibula) oluşup, bu iki kısım birbirleriyle açı yaparak birleşmişlerdir. Mandibula kemiğin üst kenarlarında diş köklerinin yerleşmesi için çukurluklar görülür.
Os palatinum (damak kemiği)
Burun boşluğu tabanı ve yan duvarlarının arka kısmını oluşturan os palatinnum çift kemiklerden olmanın yanı sıra esas itibariyle 2 lamina’lıdır. Hatta bu laminalar “L” harfi şeklinde birleşmiş durumdadır. Laminanın üst yüzü ise burun boşluğuna bakar. Genellikle L şeklindeki laminanın ön kenarları dişli olup, arka kenarları ise konkav haldedir. Fakat bazı insanlarda kartal burunluluk (L harfi) deforme olmuş olabiliyor.
Os lacrimale (gözyaşı kemiği)
Lâkrimal kemik küçük ince çift kemiklerden olup iki yüzü ve dörtkenarı vardır. Dış yüzün göz çukuruna (orbita) bakan tarafın ön yarısında bir oluk vardır. Dolayısıyla bu kanal sayesinde gözyaşın fazlası burun boşluğuna akabiliyor.
Os nasale (Nazal kemik)
Os nasale yassı ve dörtgenimsi iki küçük burun kemiklerdendir. Kemik şekil bakımdan daha çok trapeze benzer. Üst kenarlar kalın dişli olup, bu dişler alın kemiği ile birleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Alt kenarlar ise aynen üst gibi olup, bunlar burun kıkırdakları ile birleşir. Böylece ön yüz kemiğin içerisinden aşağıya doğru veya foramen nasale denilen deliklere açılan bir oluk oluştururlar. Oluğun içerisinde ise sinir uzantısı vardır.
Vomer Kemik (sapan kemiği)
Yüzün iki tek kemiğinden biri olan vomer; düz, geniş ve dörtgen lam görünümünde bir kemiktir. Yani vomerin ön, alt ve arka olmak üzere dörtkenarı vardır. Dolayısıyla vomer kenar boyunca uzanan bir olukla iki dudağa (Os palatinum kemik-dudak kemik) ayrılmıştır. Bu arada vomer’in ön kenarı dar olup, bu kısım burun boşluğunun kıkırdak bölmesi ile birleşir. Hatta buralardan sinirler de geçer.
Os zigomatikum (elmacık kemiği)
Zygomatik kemik yüzde bulunduğu konum itibariyle diğer kemiklerle bağlantı şeklinde yer almıştır. Zygomatik kemik, kemer ve boyunduruk anlamına gelip, yassı yanaklarda çıkıntı yapan bir tali bir özelliği vardır. Aynı zamanda kemiğin 3 çıkıntısı var olup yukarıya doğru uzanan frontalis kemiğinin (alın kemiği) zigomatik çıkıntısıyla birleştiği yerde orbita (göz çukuru) duvarın ön kısmını oluşturur.
Os hiyoideum (dil kemiği)
Os hiyoideum kemik ağız döşemesinin altında ve gırtlak denen larynx’in üst tarafında yer alıp ve burası doğrudan yüz kemikleri ile ilgisi olmasa da ancak köken bakımdan onlarla ilişkili bir kemiktir. Bir başka ifadeyle alt çenenin alt kısmında bulunan küçük bir kemik olup yutak kavislerin taslak kısımlarından ve kafatasında oynar ekleme sahip iki kemik haldedir.
Velhasıl-ı kelam; kemiklerimizi bir damla nutfeden şekillendiren Allah’a sonsuz Hamd senalar olsun ki ömür boyu yıkılmadan ayakta kalabilmekteyiz. Bir gün ecel kapımızı çalıp toprağa karışsak bile çürümüş bedenimiz elbet dirilecektir. Çünkü Yüce Allah (c.c); “İnsan zannetmesin ki biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyiz. Doğrusu biz onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye hazırız.. Dönüp dolaşıp varılacak, durulacak yer Rabbinedir… (Kıyame 1-15)” diye beyan buyurmaktadır.
Vesselam.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gunes-dogudan-dogar/636405.html&filter_name=selim+gurbuzer