GÜNEŞİMİ KAPATMAYIN

GÜNEŞİMİ KAPATMAYIN
ALPEREN GÜRBÜZER

Bundan yaklaşık beş milyar öncesinde Samanyolu’nun dış yüzeyine yakın kısımlarında kozmik toz ve gazlardan oluşan bir bulut kümesi bir şeyi müjdeler gibiydi sanki. Öyle ki zamanı geldiğinde bu yıldız kümenin sıradan bir bulut olmayıp güneş olduğu anlaşıldı. Yani söz konusu bu bulut kümesi bir güneş olmaya adayım dercesine önce sıkışıp büzüşerek toparlanmaya başladı. Sonra toparlanayım derken ansızın hareketi hızlanıverdi. Bu arada hızlandıkça hidrojen atomları birbirleriyle çarpışarak birleşmeye başlayıp aydınlık şekle bürünüverdi. Böylece cehennem alevini andırır güneşin termonükleer yüzü ortaya çıkıverdi. Derken daha nice bilmediğimiz milyonlarca güneş arasında seçilen en elverişlisi olan güneşimize kavuşuverdik. Hatta aydınlık şekle bürünmenin öncesinde güneş nebulasının hızla dönmesiyle birlikte artan merkezkaç kuvveti sayesinde ana kütleden kopan kızgın gaz parçalar soğuyarak gezegenleri meydana getirmiştir. O gün bugündür artık güneş doğuş misyonunu tamamlayıp yeniden bir başka gezegen meydana getirmemektedir. Sadece o, daha çok aydınlık ısı ve enerji kaynağı olarak vazife görmekte. Böylece dünyamız karanlık içerisinde kalmamakta. Ayrıca güneş sayesinde bitkiler hayat bulmasıyla birlikte vücudumuzun sindirim ve solunum sistemi dinamizm kazanmaktadır. Keza en basitinden Fen bilgisi derslerinde öğretilen bir öğreti var ki, o hepimizin bildiği bir cismin ısındığında etrafa ısı yaydığı bilgisidir. Nitekim elektrik fırınının ısındığında akkor hale gelip kızıl ötesi ışık yayması bunun tipik misalidir. İşte bu misalle birlikte her türlü cismin ısındığında ışık olarak yansıyacağını anlamış oluruz. Bu arada bu öğretilen bilgiler ışığında dikkatimizi güneşe doğru yönlendiririz. Dolayısıyla atmosferin üst tabakalarına yerleştirilen suni peykler vasıtasıyla ve bolometrik (elektromagnetik ışını ölçme cihazı) veya spectroskope (ışınların tahlilini yapan cihaz) cihazlar eşliğinde güneş kaynağından gelen ışığın geldiği yollara tutulan 1 cm2’lik bir cismin yüzeyine akseden ışık akkor halde belirlenebilmektedir. Böylece ışığa dik tutulan cismin yüzeyinin bir dakikada aldığı akkorlaşmış ısı miktarı 1,94 cal/dakika hesaplanmış olup, bu değere Güneş Sabite'si denmektedir. Ayrıca Güneş Sabite'si bize güneşin bir saniyelik kısa bir zaman diliminde 1500 cal/sn. cm2’lik ışık enerjisi yaydığının ispatını sunar. Hatta renk indeksi veya spektrum analiz ölçümleri sonucunda; güneş yüzey sıcaklığının 6000 derecelerde seyrettiğini anlaşılmakta. Güneş tıpkı bir ampul içerisindeki rezistansın ( iletken tel) 2000 derecelerde ısınmasıyla ortaya çıkan beyaz-sarı ışık gibi aydınlatmaktadır. Böylece güneşin o müthiş cazibesi karşısında bedenimiz alevlenip akkor kesilmesiyle birlikte Allah'ın bizlere lütfettiği hayranlık duygusuna bürünürüz.
Güneş önceden çok iyi bir şekilde planlanmış aydınlık ve bir ışık kaynağı olmanın yanı sıra 9 tekbir kuşak kuşanmış gezegenle birlikte Samanyolu veya galaksi denen milyarlarca yıldızın bulunduğu oval bir âlemin içerisinde bulunan boşluk bir sistem oluşturur. Yani buna başta dünya dâhil olmak üzere güneşin diğer sekiz gezegeninin bir arada bulunduğu âlem güneş sistemi olarak değerlendirilir. Bu sistem aynı zamanda boşlukta yüzen evrenin bir küçük modeli veya âlemi hükmündedir. Dolayısıyla uzayda bizim gibi yüz milyarlarca galaksiler içerisinde saniyede 320 kilometre hızla dönüp devrini 200 milyon senede tamamlayan Samanyolu denen galaksisini halk eden Allah’a ne kadar hamd etsek o kadar azdır. Hatta bazen Yüce Allah’ın halk ettiği âlemleri anlatmaktan dilimiz tutulmakta. Nasıl tutulmasın ki, baksanıza fezanın derinliklerine inildikçe hayalende olsa yedi kat göklerle tanışırız. Baksanıza kâinat âlemler zinciriyle kuşatılmış olup, hayalimiz bile ona yetişememektedir.
Güneş sisteminin en yakınında başta Merkür olmak üzere yakından uzağa sırasıyla Venüs, dünya, Merih (Mars), Satürn, Jüpiter, Uranüs, Neptün ve Platon oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle güneş sistemi bütünüyle fezada bulunduğu konum itibarı ile 15 milyar kilometre çapında bir sahayı işgal etmektedir. Ayrıca tüm sistemin kütlesinin % 99’u Güneşte toplanmış olup geri kalan %1 ise diğerlerine pay edilmiştir. İşte bu kütle sayesinde etrafında bulunan gezegenler çekim gücünün etkisiyle yörüngelerinden sapmadan seyredebiliyorlar. Bu sistemi her ne kadar 9 rakamı ile sınırlandırsak ta Mars ile Venüs arasında irili ufaklı küçük çapta küçük gezegenlerden başka kozmik ışınlar, yüklü parçacıklar, güne rüzgârları, nötrinolar, kuyruklu yıldızlar ve göktaşlarının (meteor) varlığını da unutmamak gerekir. Zira bu tür atmosferi olmayan küçük ölçekli gezegenlere asteroid denmektedir. Asteroitlerin nasıl meydana geldikleri henüz tam olarak bilinmemekle (daha çok bir gezegen artıkları olarak düşünülüyor) beraber sadece bilgimiz dâhilinde olan büyükten küçüğe şu isimlerle anılırlar:
—Ceres
—Juno
—Pallas,
—Vesta.
Gezegenler gerçekten ismi ile müsemma her biri seyyah döngülerdir. Aynı zamanda her biri hem kendi ekseni etrafında turluyorlar, hem de güneş etrafında turlamakla mahirler. Bu döngü sistemine kuzeyden bakıldığında saatin akrep ve yelkovanın ters istikametinde (siklonik yönde) seyrettikleri gözlemlenmiştir. Peki, bu gezegenlerin hangisi bir turunu kısa zamanda tamamlar derseniz bu sualin cevabı gayet basit. Güneşe en yakın olan elbette ki birinci olarak turunu tamamlayacaktır, uzak olan malum maraton koşusu gereği sonuncu bitirecektir. Yukarda da belirttiğimiz gibi en yakın gezegen Merkür olup bir turunu 88 günde, en uzak olan Pluton olup, o da 248 yıl içerisinde tamamlamaktadır. Dünyamız ise 367 günde bir turunun bitirip bir yılımız gerçekleşmekte. İşte günler aylar ve yıllar hep bu döngü hesapları ile yerini bulmakta. Derken yörüngelerinde seyreden gezegenlerin her birinin güneşe olan uzaklıkları büyük bir titizlikle koruma altına alınıp sabit yörüngede dönmekteler. Nitekim bu sabitlenmiş mesafe sayesinde dünyamızın kendi ekseni etrafındaki 24 saatlik turuyla birlikte bir günümüz belirlenmektedir. Bu yüzden Allah-ü Teala; “Gökleri ve yeri gerçek olarak O yarattı. Geceyi gündüzü üstüne dolar, gündüz de gecenin üstüne dolanır. Her biri belirli bir müddete kadar yörüngelerinde hareket edecek. Güneş ve Ayı buyruk altında tutar. Dikkat et, O güçlüdür, bağışlayandır” (Zümer, 5) diye beyan buyuruyor. Ayette geçen dolama ifadesi dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesiyle gece ve gündüzün meydana geldiğini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda ayette kevvere (dolamak, yuvarlamak) fiiliyle de helezoni tarzda dünyanın güneş etrafında Mevlana’ca pervane olduğuna işaret ediliyor. Görüldüğü üzere sistem tamamıyla seyre dalmış durumda, seyre dalmakta ne söz, hatta uçuyoruz da.
Bilindiği üzere büyük bir cismin çekim gücüyle yerinde bulunan cisme peyk (uydu) denmekte. Nasıl ki ay dünyanın bir peyki ise dünya da güneşin bir peykidir. Dolayısıyla gezegenler tıpkı Mevleviler gibi dönerken kendilerine bağlı olan uydular da büyük bir uyumlulukla bu döngüden nasiplenmekteler. Yine nasıl ki gezegenler güneşin ekvator düzlemi etrafında belli bir yörüngede zikre dalıp huzur bulmuşken, pekâlâ onlara bağlı peyklerde mensup olduğu gezegenin ekvator düzlemi içerisinde zikir senfonisine eşlik etmesi gayet tabiidir. Dahası 9 gezegenin içerisinde Mars ve Venüs hariç diğerlerin hepsinde uydular mevcuttur. Nitekim dünyanın tek uydusu var, o hepimizin bildiği aydan başkası değildir. Hakeza Mars’ın 2, Jüpiter’in 12, Satürn’ün 9, Uranüs’ün 5, Neptün’ün ise 2 uydusu söz konusudur. Tüm bu döngü eylemleri kütle çekim ilişkisine dayalı hareket kanunları çerçevesinde gerçekleşiyor. Yani bunca deveran başıboş sıradan turlar değildir. Bilakis güneşe en yakın olan gezegenin en hızlı, en uzak olanının ise yavaş olarak seyrettiği bir matematiksel düzen içerisinde vuku bulan turlardır. Üstelik yörüngelerinde elips şeklinde dizilerek yol alıyorlar. Hatta içerisinde bulunduğumuz dünya gemimiz ise her saniyede uzay boşluğunda güneş etrafında 30 kilometrelik bir yol kat ederek aslında bizlere bedavadan tatil yaptırmaktalar. Bundan da öte bu hız sayesinde merkezkaç kuvvetle güneş dünya çekim kuvvetinin dengelenmesi sağlanıyor. Bu durum aynı zamanda dünyanın denge kanunuyla güneşe en uygun mesafede seyretmesine neden olmaktadır. Fakat ne yazık ki insanoğlu bu ayarlanmış döngüden biganedir. Es kaza hız biraz hedefinden şaşsa ya güneşe yakın kalarak yanacaktık, ya da tam tersi uzaklaşıp donacaktık. Oysaki ortada dönen bir gerçek var, o da planlanmış bir tasarımla ay dünyanın etrafında, dünya güneşin çevresinde, güneşte Samanyolu merkezinin etrafında seyri âlem eylemesidir. Bu yüzden Allah-ü Teala “Güneşte yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu üstün hüküm ve hikmet sahibi Allah’ın takdiridir” beyan buyurmakta. Zaten bu ayeti bugünkü bilimin ortaya koyduğu; güneşin 20 kilometrelik bir hızla Vega yıldızına doğru bir yörünge boyunca yol kat ettiğinin tespiti doğruluyor da. Hatta güneş öyle seyrediyor ki, şayet güneş semanın ortasına doğru devamlı hareket etseydi yaz mevsiminde kavurucu sıcaklıklardan kurtulamayacaktık. İşte buna meydan vermemek için güneşin ekseni eğik tutulmuş ve böylece dört mevsimin oluşması sağlanmıştır. Derken canlılık bu denge sayesinde muhtaç olduğu yaşama ortamına kavuşmuş oluyor. Tabii sadece hareket eden güneş değil, onunla birlikte bu sisteme dâhil olan ay, dünya, kuyruklu yıldızlar, meteorlar hemen hepsi uçsuz bucaksız bir âlem olan galaksi merkezine doğru turlamaya devam ediyorlar. Üstelik arlarında her hangi bir kaza mahal vermeden kendi yörüngelerinden çıkmadan seyri âlemlerini gerçekleştirmekteler. Zira Rabbül âlemin bu konuda; “ Ne Güneş Aya erişip çatışır, ne de gece gündüzü geçer. Her biri ayrı ayrı yörüngelerde yürürler” (Yasin 40), “ Geceyi gündüzü, Güneş’i ve Ayı yaratan Odur. Her biri kendi yörüngesinde seyreder” (Enbiya, 33) diye beyan buyuruyor.
Sevenler sevgiliye tutulurda güneş tutulmuş çok mu? İnsanlar gökyüzüne meraklı bakışlarla güneşin tutulmasını hayranlıkla izlerler. Dahası tutku gözlerle izlediğimizde bu olayın sıradan bir olay olmayıp tıpkı karanlık bir odada yanan mum alevinin önüne her hangi bir cisim konulduğunda o cismin gölgesinin düştüğünü hatırlamak zorunda kalırız. Böylece ay ve dünyanın da bir cisim gibi güneşin görmeyen bölümünde bir gölge oluşturduğunun farkına varmış oluruz. İşte bu güneş ay ve dünya üçlüsünün aynı hizaya gelip beraberce gerçekleştirdiği bu olayı dünyadan baktığımızda (güneşi göremediğimizden dolayı) güneş tutulması olarak adlandırırız. Yani ay güneşle dünya arasında öyle bir hassas noktaya gelir ki dünya ister istemez ayın gölge konisine düşerek güneş tutulması vuku bulur. Aslında her yüzyılda ortalama 237 güneş tutulması olup bunların sadece ¼ ü tam tutulma olarak değerlendirilir.
Belli ki gezegenlerin etrafında pür dikkat etrafında döndüğü güneş sıradan bir yakıt tankı değil. Fakat bu mükemmel yakıt tankı bir gün gelecek hem saniyede 564 milyon ton hidrojeniyle 560 milyon ton helyuma dönüştürdüğü hammadde, hem de geriye kalan kaybolduğunu sandığımız 4 milyon tonluk gaz maddenin (aslında enerjiye çevrilen madde) miadı dolacaktır elbet, bu kaçınılmaz alın yazısıdır. Saniyede gerçekleşen 4 milyonluk ton madde kaybı bizlere bir arifin dilinden Allah’ın bir kulu dermiş ki; “Ölmek için doğunuz, yıkılmak için ev yapınız” mesajını hatırlatmakta. Gerçektende güneşte sanki batmak için doğuyor, doğmak için batıyor. Böyle devam ettiği müddetçe güneş her doğuşunda ve her batışında bize ölümü hatırlatmaya devam edecektir. Zararı yok, bilakis faydası var. Çünkü bu arada Allah’ı anmış oluruz. Yine de asıl kıyameti hatırlatacak olaylara daha çok uzun bir zaman dilimi gözükse de yarın olacakmış gibi kulluğun gereğini yerine getirmeli. Bilim adamların matematiksel hesaplarla ortaya koyduğu verilere göre; hidrojen tükenmesine paralel olarak güneşin en son ölümünün 5 milyar sonra gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Nasıl ki her canlı son nefesinde birtakım değişikliklere uğruyorsa, güneşte son demlerinde çekirdeğindeki hidrojenin azalarak tükenmesi sonucunda termonükleer reaksiyonlar nüksedip, ruh bedenden çıkar misali dış tabakasında kullanılmayan hidrojeni tüketmek zorunda kalacaktır. Derken güneş daha büyük, daha parlak ve daha geniş hacimli olacak ve ardından en yakınındaki Mars gezegenini alevler saracaktır. Derken bu alevler Venüs’e sıçrayıp her ikisini de eritecektir. Artık bundan böyle her ikisi kırmızı yıldıza dönmüş bir şekilde adeta kan kırmızı şafak kısas da mücrim olacaktır. Bu arada her şafak kan ağlarken dünyamızda bu eylül yapraklarının tel tel dökümü uzantısında nasibini alıp önce okyanuslar buharlaşacak, sonra buzullar eriyerek kaynar kazana dönüşecektir. Böylece en nihayet tüm hidrojeni helyuma dönüşen güneşin bitiş anı yaklaşarak soğuma, akabinde sessizliğe bürünmüş beyaz bir cüce durumuna bürünecektir. Buradan şunu anlıyoruz ki hidrojen hiçbir elementin yapamayacağı özellikte helyuma dönüşerek güneşin ve yıldızların hem enerji kaynağıymış, hem deposuymuş. Hayat bir noktada hidrojenle anlam kazanmış, ama onunda ömrü bir yere kadarmış. Bu yüzden Mevlana ölüme beyaz gelinlik demiş, biz ise güneşin ölümüne beyaz cüceli sönmüş hal diyoruz. Elbette zeval kaçınılmaz, güneşin ölümüyle birlikte 9 şafağında sönüp ışığını karartacağı gün, belki yarın belki de yarından da çok yakın. Acı ama gerçek! Her nefis ölümü tadacaktır emri var çünkü. Artık rüyalarımızı bile süsleyen güneş başta olmak üzere 9 şafak ve 9 gezegenle birlikte ölüm yüreğimizde parça parça. Yemin ettik 9’lara desek te her şey 9 tekbirlik vuslat bayram namazı ile fani olup baki olan tek hakikatin Allah olduğunu başta insan olmak üzere tüm zerre tüm küre artık anlamalı. Zira Allah-ü Teala; “Yemin olsun döndürücü semaya” (Tarık,11) buyurmakta.
Tarihte Güneşin cazibesine kapılan bazı kavimler maalesef ona ulûhiyet isnat ederek tapmışlardır. Gerçi fazla tarihin derinliklerine gitmeye de gerek yok. Baksanıza bu sapkınlık 2. Dünya savaşı sonlarını bulan bir anlayışla Japonların imparatorlarına güneş tanrısının yeryüzündeki temsilcisi gözüyle bakmaya götürecek kadar maksadını aşabilmiştir. Oysa her fani gibi güneşte bundan takriben 15 milyar önce başlayan hayatı içi boş kof bir kabristana dönüşecektir. Rabbül âlemin “Kıyamet gününe ant içerim” (Kıyamet,1) buyurmakta çünkü.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri güneş hakkında ünlü Marifetname kitabında;
“Güneş feleği, Merih feleğinin altında ve Ay feleğine oranla dördüncü felektir. Gecelerle gündüzler, aylarla seneler, hep bunun hareketine göre düzenlenmiştir. Her yıldız nice özellikleriyle varlıklara tesir ederken Cenab-ı Hak, bu büyük ışık kaynağına da kendi kudretiyle, nice vasıflar vermiştir. Bu yüzden, güneşin tesiri uzak cisimlerden ziyade, yakın cisimlere olmaktadır. Güneş diğer gezegenlerin hepsinden büyüktür. Böylece, yükseklerde bütün yıldızları kapatır. Görünmez olurlar. Aya, nur ve ışık veren odur” tarzında meseleyi ortaya koyan bir Türk-İslam mütefekkiri (1703–1780) olarak bilim tarihine not düşmüştür.
Velhasıl; bakın 12 Eylül darbesinin mağduru Muhsin Yazıcıoğlu güneşimi kapatmayın diye seslendiği Yusifiye Medresesinde sonsuzluğu nasıl dile getiriyor:
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim perde perde taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum.

Kitapyurdu.com da : internet üzerinde Selim Gürbüzer ismi yazıp taratırsanız
Bayburt Postası Gazetemiz yazarlarından Selim Gürbüzer'in 'Güneş Doğudan Doğar Orta Asya'dan Nizam-ı Âlem'e' adlı kitabı yayımlandı. 02 Ocak 2023 Pazartesi 10:58

Selim Gürbüzer'in uzun yılların uğraşı sonucu oluşan kitabı 9 ayrı bölümden oluşuyor. Orta Asya, Al-i Selçuklu, Osmanlı'ya Yön Veren Bilge Şahsiyetler ve Manevi Önderler, Osmanlı'nın Nizam-ı Âlem Davası, Kafkasya, Balkanlara Işık Doğdu, Türkiye, Kıbrıs, Dünden Bugüne Işık Veren Gönül Sultanları adlı bölümlerden oluşan kitap 254 sayfa hacimli. Yazar Selim Gürbüzer, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık'ın İnceleme Araştırma dizisinden okuyucuyla buluşan kitabının önsözünde, "Eser incelendiğinde Orta Asya'dan başlayan bu yolun, Balkanlar'a uzandığını, Balkanlar'dan Viyana kapılarına kadar uzandığını görürüz. Orta Asya'dan başlayan bu koşunun hem maddi cephesini, hem de manevi cephesini ilginç geleceğini umduğum bir üslup çerçevesinde dikkatinize sunmaya çalıştığım görülecektir. Tabi ki bu uzun soluklu koşuyu anlatmanın imkansız olduğunun idrakiyle, karınca kararınca ne kadar ortaya koyabilirsek, tarihi süreç içerisinde Hakanları bile aydınlatan gonul sultanlannin manevi tasarruf ve sohbet iklimi altında bu eseri kaleme aldık. Esenin hazırlanmasında yaklaşık 10 yıl süre içerisinde defalarca gözden geçirip olgunlaştığına kanaat verdigim noktada, çevrede nice dostlann hadi tam kitap haline girme zamandır teşvikiyle siz değerli okuyucularımın huzuruna çıkmış durumdayım. Hatalarımız varsa, ya da sürçülisan olduysa affola" düşüncelerine yer veriyor. Kitap tanıtım bülteninde ise şu ifadeler yer alıyor: "Teknolojik gelişmeler eşliğinde dünya adeta küçük bir köye dönüşmüştür. Şüphesiz teknolojinin bu noktaya gelmesinde insanlık büyük bir uğraşı vermiştir. Belli ki insanlık önce kültürle yüzleşiyor, sonra kültürün olgunlaşmasıyla medeniyet oluyor. Unutmayalım ki Osmanlı, Roma ve Bizans'tan sonra İslam'la mecz olmuş üçüncü Roma medeniyetidir. Elbette ki insanlığın iç içe daireler halinde evrilmesi birbirini inkâr veya düşman ilan etmek manasına değil, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanıp medeniyet olmak içindir. Her ne kadar batı ve doğu ayırımı yapsak bile aslında her iki kutup beynin iki yarım küresi gibidirler. Batı'da daha çok mekanizm, Doğu’da ise maneviyat hâkimdir. Bir an bu iki baskın unsurun bir araya getirildiğini düşünün, büyük bir aksiyon doğacağı muhakkak. Ki, bunun insanlığa getirisi büyük olacaktır. Dahası ruh ve bedenin kaynaşması gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Nasıl ki İslamiyet'in bir güneş misali doğmasıyla birlikte çöl insanı hayat bulup bedeviyetten medeniyete geçiş yapmışlarsa, pekâlâ bugün de Batı’nın tekniği Doğu’nun sevgisi bir araya geldiğinde erdemli bir medeniyetin doğması mümkün. Görüyorsunuz maddeci Batı’nın maneviyattan yoksun medeniyet hamlesine girişmesi kan, gözyaşı ve sosyal huzursuzluk doğurmuştur. Şu an dünyanın dörtte üçü uygarlık kılıfı altında kirletilmiştir. İşte bu noktada Doğu’nun sevgi hamuruna ihtiyaç vardır. Tabii Doğu’nun da teknolojik donanıma ihtiyacı var. Her ne kadar müminler “İlim Müslümanın yitik malıdır, onu nerede bulursanız alın” ilahi hükmün bilincinde olsalar da hala teknolojik bir hamle başlatmış değiller. Gerçekten de ilim yitik malımızdır. Bir zaman medeniyet nedir, ilim nedir tüm insanlığa öğretmişiz de, şimdilerde ise o ilimden artık eser yoktur, kayıp durumdayız. Batı bugün teknolojinin keyfini çıkarıyorsa bunu büyük ölçüde İslam medeniyetine borçludur. Yani İslam medeniyetinden aldığı aşılar sayesinde bugünkü konuma gelmişlerdir. Ancak bu demek değildir ki Doğu yeniden medeniyet olamaz. Biz biliyoruz ki Allah nurunu tamamlayacaktır. Buna inancımız tam da. O halde bir büyük medeniyetle buluşmak bugün değilse, peki ya ne zaman? Bakınız zaman bir su misali çok çabuk geçiyor, tez elden haremiler bize ait olan her şeyi çalmadan çabuk davranmakta fayda var. İnsanlığın yeniden bizim nefesimizle soluklanmasına ihtiyacı olduğunu görür gibiyiz. O halde gün yeniden diriliş günü, titreyip kendimize dönme zamanıdır." Selim Gürbüzer'in kitabı www.kitapyurdu.com adresinden temin edilebilir.

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN ►►►https://www.bayburtpostasi.com.tr/e...in-ilk-kitabi-gunes-dogudan-dogar-h22102.html

GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR
Orta Asya’dan Nizam-ı Âlem’e
SELİM GÜRBÜZER
Uzun yıllar uğraşı sonucu oluşan Güneş Doğudan Doğar adlı eserim 2022 yılının son aylarında Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılıktan (KDY) okuyucuyla buluşup, yayımlanan eserim 9 ayrı bölümden oluşmakta. Ve bu eser 454 sayfa hacimlidir.
Kitabın önsözünde şu ifadelere yer verdim:
“Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine sonsuz hamdu senalar, Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’e salat ve selam olsun.
Eser incelendiğinde Orta Asya’dan başlayan bu kutlu yolun Balkanlar’a uzandığını, oradan da Viyana kapılarına kadar uzandığını görürüz. Orta Asya’dan başlayan bu koşunun hem maddi hem de manevi cephesini okuyucuya ilginç geleceğini umduğum bir üslup çerçevesinde dikkatinize sunmaya çalıştığım görülecektir. Tabii ki, bu uzun soluklu koşuyu bir solukta anlatmanın mümkün olmadığının idrakiyle ortaya karınca kararınca ne koyabilirsek buna da şükretmemiz gerekecektir. Hem nasıl şükretmeyelim ki, hele bilhassa tarihi süreç içerisinde Başbuğu Hakanlara ışık saçan Gönül Sultanlarının manevi tasarruf ve sohbet iklimi altında bu eseri kaleme almanın hazzını almak bile başlı başına bizim için büyük bir nimet olsa gerektir.. Bu nedenledir ki eserin hazırlanmasında yaklaşık 10 yıllık bir süre içerisinde büyük bir titizlikle defalarca gözden geçirip olgunlaştığına kanaat getirdiğim noktada 2022 yılın son ayı itibariyle vira bismillah deyip siz değerli okuyucularımın beğenisine sunmuş durumdayım. Oldu ya, şayet anlatılması gereken gözden kaçan hususlara değinmeyip ya da anlatımlarımızda sürçülisan babından hatalarımız olduysa da şimdiden okuyuculardan bizleri mazur görmelerini dilerim.
Her ne kadar Orta Asya’dan Nizam-ı âleme giden yolun tarihi akış çerçevesini tam manasıyla hakkını yerine getiremesem de sonuçta bu kadarını da ortaya koyabilmenin bilincinden hareketle Allah’ın (c.c) lütfu ve hidayeti, Resulullah (s.a.v)’in salat-u selamı tüm kardeşlerimizin üzerine olsun demek düşer bize.”
Kitabın kapak tanıtımı bölümünde ise şu ifadelere yer verdim:
“Teknolojik gelişmeler eşliğinde dünya adeta küçük bir köye dönüşmüştür. Şüphesiz teknolojinin bu noktaya gelmesinde insanlık büyük bir uğraşı vermiştir. Belli ki insanlık önce kültürle yüzleşiyor, sonra kültürün olgunlaşmasıyla medeniyet oluyor.
Unutmayalım ki Osmanlı, Roma ve Bizans'tan sonra İslam’la mecz olmuş son üçüncü Roma medeniyetidir. Hiç kuşkusuz son üçüncü Roma Medeniyetinden kastımız mevcut medeniyetin devamı manasına değil, bilakis tamtamına faydalı olanı alıp yeni bir medeniyet olarak sahne alışımız manasına gelen kasıttır bu. Osmanlı batıya doğru açıldıkça yararlandığı medeniyet değerlerini devamda ettirir. Şu bir gerçek, medeniyetlerin oluşumu sadece bir milletin değerleriyle yükselmiyor, birçok milletin kültür değerlerinin yoğrulmasıyla vücut buluyor. Zaten tek tip medeniyet oluşumu eşyanın tabiatına aykırıdır. Öyle ki insanlığın iç içe daireler halinde evrilmesi birbirini inkâr veya düşman ilan etmek manasına değil, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanmanın getirisinin doğal sonucu oluşan yeni medeniyetin doğuşunda farklılıkları zenginleştirmek manasına bir büyük buluşmadır bu. Bilindiği üzere İstanbul’un fethinin akabinde Başpiskopos hiç tereddüt etmeksizin Fatih Sultan Mehmed’i Roma imparatoru ilan etmekten yüksünmemiştir. Kaldı ki ‘Rum’ ibaresi Arapçada Roma demektir. Bu yüzden o dönemde Kayseri Rum ifadesi dilimizde Roma imparatoru şeklinde tercüme edilip Fatih Sultan Mehmet bu unvanı kullanmanın yansıra diploması alanında da bu unvanla yazışmalarını yapmıştır. Hatta oralara giden elçileri bile Roma imparatoru elçileri sıfatıyla göndermiştir. Hakeza gelen elçileri de Roma imparatoru olarak huzurunda kabul etmiştir. Öyle anlaşılıyor ki biz gittiğimiz yerlerin kültürünü medeniyetini yok etmemişiz, tam aksine kendi potansiyel kültür kaynaklarımızla birlikte zenginleştirmişiz bile. Bakınız Allah Teâlâ’nın Kur’an’da “İnsanların bir erkekle bir dişiden yaratıldığını daha sonra birbirleriyle tanışıp münasebetler kursunlar diye kabilelere (şubelere) ayırdık” diye beyan buyurması kültürler arası tanışıklığının bir anlamda medeniyet hamlesine kapı aralayacağının işaretine teşkil eden bir durumdur.
Her ne kadar batı ve doğu ayırımı yapsak bile aslında her iki kutup beynin iki yarım küresi gibidirler. Batı’da daha çok mekanizm, doğu da ise maneviyat hâkimdir. Bir an bu iki baskın unsurun bir arada uyumlu hale geldiğini düşünün, bir anda büyük bir aksiyon doğacağı muhakkak. Ki, bunun insanlığa getirisi götürüsünden çok büyük çapta olup ruh ve bedenin kaynaşması gibi bir durum zuhur edecektir.
Nasıl ki İslamiyet’in bir güneş misali doğmasıyla birlikte çöl insanı hayat bulup bedeviyetten medeniyete geçiş yapmışlarsa, pekâlâ bugünde batının tekniği doğunun sevgisi bir araya geldiğinde erdemli bir medeniyetin doğması pekâlâ mümkün. Görüyorsunuz maddeci batının maneviyattan yoksun medeniyet hamlesine girişmesi kan, gözyaşı ve sosyal huzursuzluk doğurmuştur. Şu an dünyanın dörtte üçü uygarlık kılıfı altında kirletilmiş durumda. İşte bu noktada doğunun sevgi hamuruna ihtiyaç vardır. Tabii ki doğunun da teknolojik donanıma ihtiyacı vardır. Her ne kadar dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış Müminlerin kahır ekseriyeti “İlim Müslümanın yitik malıdır, onu nerede bulursanız alın” ilahi hükmün bilincinde olsalar da daha henüz teknolojik bir hamle başlatmış değillerdir. Gerçekten de geldiğimiz noktada ilim yitik malımızdır. Bir zamanlar medeniyet nedir, ilim nedir tüm insanlığa öğretmesine öğretmişiz ama gel gör ki şimdilerde o ilimden artık eser yoktur diyebiliriz pekâlâ. Yani, kayıp durumdayız.
Bakınız, Batı gelinen noktada halen bugün olmuş teknolojinin keyfini çıkarıyorsa bunu büyük ölçüde İslam medeniyetine borçludur. Öyle ki İslam medeniyetinden aldığı aşılar sayesinde bugünkü konuma gelmişlerdir. Ancak bu demek değildir ki doğu yeniden dirilişe geçip medeniyet olamayacak. Her şeye nağmen he daim ümit var olmakta fayda vardır. Yeise kapılmak bize asla yaraşmaz. Biz biliyoruz ki Allah nurunu tamamladığında yeniden dirilişe geçeceğimiz muhakkak. Buna inancımız tam da.
Madem öyle, akla ister istemez şu soru akla takılmakta, bu büyük medeniyetle buluşmak bugün değilse, acep ne zaman? En iyisi mi biz bu sorunun cevabına zaman harcamaktansa bugünümüze bakıp tez elden haremiler bize ait olan elde avuçta ne varsa onu çaldırmadan zamanı en iyi şekilde değerlendirip geleceğe yönelik hamle yapmakta fayda var. Zira insanlığın yeniden bizim nefesimizle soluklanmasına ihtiyacını görür gibiyiz. O halde gün yeniden diriliş günü deyip titreyip kendimize dönme zamanıdır.”
İÇİNDEKİLER:
İçindekiler kısmına bakıldığında kitabın içerik olarak kapsamının çok zengin olduğu görülecektir. Şöyle ki;
“ I. BÖLÜM: ORTA ASYA
-Atayurt Orta Asya,
-Orta Asya’nın Işık Kandili Şehirler,
-Ah Buhara Ah Semerkand,
-İki Işık Kandili İmam-ı Rabbânî (k.s) ve Abdülhâlik-ı Gücdüvânî (k.s),
-Dilde, Fikirde İşte Birlik, Dilin önemi,
-Türklerde Nevruz ve Hıdrellez,
-Farabi,
-Biruni,
-İbn-i Sina,
-Kadızade Rumi,
-Bilge insan Uluğ Bey,
-Göklerin Yıldızı Ali Kuşçu,
-Emir Timur,
-Bir Mizah Dehası Nasreddin Hoca,
-Zemahşeri,
-Cebir,
-Piri Türkistan Ahmet Yesevi (k,s),
-Piri Türkistan Ahmet Yesevi (k.s.) ve Alperenleri,
-Hakanların Şereflendirdiği Dünya,
-İlk Müslüman Türk hakanı Satuk Buğra Han,
-Türkler ve İslamiyet,
-Türk-İslam medeniyeti.
II. BÖLÜM: AL-İ SELÇUKLU
-Moğol kasırgası,
-Al-i Selçuk Lideri,
-Arslan Han
-Sultanül Müslim’in Tuğrul Bey,
-Alparslan,
-Melikşah,
-Yunus Emre,
-Mevlana,
-Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli,
-Ahi Evran,
-İmam-ı Gazali,
III. BÖLÜM: OSMANLIYA YÖN VEREN BİLGE ŞAHSİYETLER VE MANEVİ ÖNDERLER
-Piri Reis,
-Hacı Bayram-ı Veli,
-Al-i Semerkandi,
-Akşemseddin ve Fatih,
-Ayasofya,
-Fetih Ruhu ve Nizam-ı Âlem,
-Akşemseddin ve Ali Kuşçu,
-Ulu hakan Abdül hamit Han,
IV. BÖLÜM: OSMANLININ NİZAMI ÂLEM DAVASI
-Kul Devşirme Sistemi,
-Nizam-ı Âlemin Fikri Temelleri,
-Âleme Nizam Vermek,
-Nizam-ı Âlem’e Sosyolojik Bakış,
-Hz. Ali (k.v) ve Nizam-ı Âlem,
-Osmanlı Ülküsü,
-İlay-ı Kelimetullah,
-Bedeviyetten Hadariyete, Hadariyetten Nizam-ı Âleme,
-Anarşizm mi Nizam-ı Âlem mi?
-Üç Tuğlu Hilal,
-Ülkü yolu,
-Ülkü Kervanı,
-Yusuf Yüzlüler,
V. BÖLÜM: KAFKASYA
-Kafkas Kartalı Şeyh Şamil,
-Kafkas Şeb-i Arusu,
VI. BÖLÜM: BALKANLARA IŞIK DOĞDU
-Şavkı Hilal Mostar köprüsü,
-Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç,
VII. BÖLÜM: TÜRKİYE
-Ortadoğu ve Türkiye,
-Petrol İmparatorluğu,
- Ölürüm Türkiye’m,
-Türkiye’de Provokasyon Hareketleri,
-Zaferle Değil Seferle Yükümlüyüz,
-Mehmet Akif Ersoy,
-Türklük Anlayışı Nasıl Olmalı,
-Soysop Faslı mı? Milleti Hâkime mi?
-Viyana’dan dönen Avrupa Birliği Ülküsü,
-Ankara, Ankara Olalı Böyle Baş Olmamıştı,
-İmparatorluktan Küreselleşmeye,
-Yerellikten Evrenselliğe.
VIII. BÖLÜM: KIBRIS
-Tarihi Süreç İçerisinde Kıbrıs
-Resmi Söylem Dışı Kıbrıs Politikası
-Ermeni Meselesi
IX. BÖLÜM: DÜNDEN BUGÜNE IŞIK VEREN GÖNÜL SULTANLARI
-Hakanlara Işık Saçan Başbuğ Veliler” isimli bölümler ve alt başlıklardan oluşmakta.

Bu arada pek çok okur Selim Gürbüzer kimdir diye merak etmekte. Aslında kendimden bahsetmeyi sevmem, yine de okuyucumun merakını gidermek adına kısaca özgeçmişimi şöyle özetleyebilirim:
Özgeçmiş:
Selim Gürbüzer, 1965 yılında Bayburt’ta doğdu, evli ve biri kız, biri erkek 2 çocuk babasıdır. İlköğretimini Bayburt Yüzbaşı Şehit Agâh İlkokulu, Orta öğretimini Bayburt Ortaokulu, Lise öğretimini Bayburt Lisesinde tamamladıktan sonra Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Biyoloji bölümünü bitirdi. Meslek hayatında bir yandan kamuda görev yaparken diğer yandan da büyük bir gayret ve özveri göstererekten Anadolu Üniversitesinin iki yıllık ön lisans fakültelerinden sırasıyla; AÖF Medya İletişim, AÖF Radyo Tv, AÖF İlahiyat, AÖF Veteriner Sağlık ve AÖF Tarım Teknolojilerinden mezun olmayı başarabilmiştir. Bayburt’ta öğrencilik yıllarında Hoca Ali Matbaasında rahmetli Osman okutmuş ve oğullarının yanında Bayburt Postası gazetesinde çalışarak gazetecilik ruhunu kazanmıştır. Üniversite hayatının akabinde sırasıyla İstanbul, Balıkesir ve Ankara’da Milli Eğitim Sağlık Eğitim Merkezlerinde ve Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinde biyolog olarak görev yapmanın yanı sıra Gündüz Gazetesi, Alperen Dergisi, Nizam-ı âlem dergilerinde ve EnPolitik sitesinde araştırma incelemeleri yazıları yayınlanmıştır. Ayrıca 2022 yılı sonuna ramak kala KDY yayınlarından “Güneş Doğudan Doğar” ile 2023 yılı içerisinde ise sırasıyla “Medine’den Buhara’ya”, “Ölürüm Türkiye’m”, “Masonlar Marksistler Kapitalistler ve Biz” adlı yayınlanmış kitaplar ile en son yayınlanan “Hayy’dan Hu’ya Yaratılış Mucizesi” adlı eseri yayınlanmıştır. Şuan genç yaşta çalıştığı Bayburt postası Gazetesinde yeniden yazılarına devam ettiği gibi Türkiye Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumunda da Biyolog olarak görevini yürütmektedir.
Selim Gürbüzer’in Güneş Doğudan Doğar adlı eserine ulaşmak isteyenler aşağıdaki şu linkten temin edebilirler:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gunes-dogudan-dogar/636405.html&filter_name=selim+gurbuzer

Yayın Tarihi:28.12.2022
ISBN:9786254209062
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı:454
Cilt Tipi: Karton kapak
Kâğıt Cinsi: Kitap Kâğıdı
Boyut:15.5 x 23.5 cm
Vesselam.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gunes-dogudan-dogar/636405.html&filter_name=selim+gurbuzer