BEYİN MUCİZESİ

BEYİN MUCİZESİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Madelyn Burley-Allen beyin için; “kendi başına evren” derken meğer laf olsun diye söylememiş. Çünkü sinir sistemi beyin denilen otomatik kontrol sistemin öncülüğünde çalışan otonom bir sistemdir. Nitekim sindirim, solunum, kalp ritimleri hep bu mükemmel donatılmış otomatik sistemin çarklarının çalışmasıyla işlerlik kazanmaktadır. Dahası otomatik makineler tarihi denilen sibernetik bilimin bugüne kadar elde ettiği birçok kazanımı sinir sisteminin işleyen bu yapısına borçludur. Öyle ki beyinde bazı canlılara mahsus buzdolabı tertibatı bile var. Koşan bir canlı düşünün, ister istemez bu canlı koştukça vücut harareti artacak, derken ısınan kan beyne sıçrayıp canlının ölümüne yol açacağı muhakkak. İşte bu noktada Yunan Fizikçi Herophilus köpek ve koyun gibi bazı memeli hayvanların beyninde Cavernous sinus bilinen boşlukta şah damarlardan ayrılan kan damarların oluşturduğu soğutucu işlem görevi yapan bir yapının varlığını belirlemiştir. Belli ki atalarımız “Ayağını sıcak tut başını serin tut” sözünü boşa sarf etmemişler. Anlaşılan o ki canlı organizmanın işleyişi otomatik olarak çalışan tüm cihazlara rehber olmuş. Bilindiği üzere vücudumuzun en kompleks sistemi diyebileceğimiz sinir sistemi beyin, omirilik ve sinirlerden meydana gelmektedir. İşte bu sistem sayesinde Nöro-sibernetik, Biyo-sibernetik, Psiko-sibernetik, Mediko-sibernetik, Sosyo-sibernetik gibi yan dallar ihtisas konusu olmuştur. Dolayısıyla sinir sistemi merkezi ve periferal diye iki alt ana sistem başlığı altında incelenmektedir. Merkezi sinir sistemi omurilik ve beyinden ibaret olup, Periferal sinir sistemi ise ganglion ve sinirlerden oluşmaktadır. Bu yüzden bu sistemi meydana getiren ve sayıları milyonlarla ifade edilen sinir hücrelerine nöron denmektedir. Nöronlar ise soma (gövde), dendrit (bilgi giriş üniteleri) ve akson (bilgi çıkış üniteleri) olmak üzere üç bölümde kategorize edilirler. Yani hem çekirdek hem de sitoplâzması olan nöronlar, diğer vücut hücrelerinden farklı olarak akson ve dendrit denen uzantılara sahiptirler. Nöronlar arasında ayrıca nöroglia adı verilen ara hücreler var ki, bunların vazifesi genellikle sinir sisteminin beslenmesi, solunumu ve gerektiği zaman da tamiratını yapmaktır. Nöroglia hücreleri aynı zamanda bu vazifelerini yapabilmek için kan damarlarıyla sıkı bir bağ kurmuşlardır. Öyle ki bu ilişki sayesinde kalbimizce kan pompalanması, ihtiyaç halinde kalbe ne kadar kan girip ne kadar kan çıkması noktasında miktar tespiti bizatihi beyin tarafından kontrol edilip, bütün hayati faaliyetler beynin idaresi altında gerçekleşmektedir.
Beynimiz kafamıza yerleştirilebilecek şekilde üç tabaka zarla kuşatılmış yarım küreler halinde yaratılmışlardır. Bu yarımkürelerin her biri kendi arasında loplara ayrılarak yarım kürelerin altında orta beyin, beyincik ve omirilik soğanı diye bölümlere ayrılmışlardır. Dahası yarım küreler boz renkli bir kabukla sarılmış olup bu kabuğun içerisinde ak madde bile vardır. Hatta her iki yarım küre ak maddeden yapılmış iki köprüyle birbirine bağlanmışlardır. Zira 1200–1400 gr ağırlığında olan insan beynine ait hücreler arasında milyarlarca bağlantı kurulmuştur. Böylece beyin faaliyetleri bu bağlantılar sayesinde mümkün olmaktadır.
Beynimiz varsa, o halde düşünüp meseleleri çözmekte var demektir. Gerçektende bu söz teorik olarak kabul görse de bunun pratik anlam kazanması ancak beynin her iki lobununun iyi kullanabilmesine bağlıdır. Bilindiği üzere ruhi faaliyet ve kabiliyetlerimizin maddi cephesini oluşturan çekirdek ve üsleri beynimizde yerleştirilmiştir. Bir başka ifadeyle gerek iradeye bağlı nükseden davranışlar, gerek zekâ ile ilgili fonksiyonlar ve gerekse beş duyunun işlevlerini kapsayacak tüm faaliyetler beyne ait merkezde gerçekleşmektedir. Dahası zekâ, hafıza, öğrenme, yazı yazma, konuşma ve hayal vs. kabiliyetler beyin tarafından idare edildiği gözlemlenmiştir. Özellikle konuşmanın oluşumunda beynin çok yakından ilgisi vardır. Alıcılar vasıtasıyla alınan bir takım hisler beynin Talamus kısmında değerlendirmeye tabii tutulması sonucunda beyin kabuğuna taşınmakta ve böylece kelimelerin üretilmesi ile görevli organlara emirler verilerek konuşma denilen mucize gerçekleşmektedir. Hatta doku ve kasların düzenli çalışması da beyin faaliyetlerine bağlı olarak işlerlik kazanmaktadır. Yapılan deneyler sonucunda anlaşılan o ki beynin sağ yarım küresi vücudun sol yarısını, sol yarımküresi ise sağ yarısını idare ettiği belirlenmiştir.
Genel itibariyle beyin Cerebrum(asıl beyin) ve cerebellum (beyincik) olmak üzere iki ana kısma ayrılmaktadır. İkisi arasında konum itibariyle en belirgin fark cerebrumun kafatasımızın ön ve üst tarafında bulunması, beyinciğin ise kafatasımızın arka bölmesinde yer almasıdır. Hakeza her ikisinin ortak yönleri ise kendi içlerinde sağ ve sol yarımkürelere ayrılmış olmalarıdır.
Beyincik
Beyincik dışta boz, içte ak maddeden meydana gelip vücut dengesinin temininde, hareketlerin düzenli yapılmasında ve kasların gergin durmasında vazife görür. Ayrıca vücut içerisinde cereyan eden mesajlar doğrudan direk beyin kabuğuna çıkmayıp, beyin altı kısımlarda ve beyincikte değerlendirmeye tabii tutulmaktadır. Bu yüzden böyle bir duyu sistemine “bilinçsiz derin duyarlılık” denmektedir. Yani bilinç dışı gelişen otomatik refleksler bu sistemin yansıması sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Omirilik soğanı
Beynin altında omirilik soğanı bulunur. Beyni omiriliğe bağlayan omirilik soğanı ak maddeden yapılmıştır. Vücuttaki hayati faaliyetlerin merkezleri omirilik soğanında bulunmaktadır. Hatta solunum, dolaşım, boşaltım ve vücut metabolizmasıyla ilgili faaliyetler omirilik soğanı tarafından idare edilmektedir. Omirilik soğanın devamı boyunca uzanan omirilik ise merkezi sinir sistemin ikinci organı olup, boyu kuyruk sokumuna kadar 45–50 cm uzayabilmektedir. Peki, 45–50 cm ile ne işe yarar derseniz, cevaben omirilik sinirlerin vücudun her tarafında iletişim hattı oluşturmasına aracılık yapmaktadır deriz. Nitekim omurlar içerisinden çıkan inci gibi güzel beyaz renkte sinirler tıpkı kılcal damarlar gibi dallanıp budaklanıp vücudun her tarafına yayılarak organların hareketini sağlamaktadırlar. Ayrıca sinirler beş duyu organımızdan gelen sinyalleri beyne iletilmesinde aracı vazife gördüklerini de söyleyebiliriz. O halde omiriliğin görevlerini maddeler halinde:
“ —Beyinden vücuda dağılan sinyallere geçitlik yapmak,
—Vücudun iç organları ve salgı bezlerinin faaliyetlerini kontrol ve idare etmek,
—Refleks hareketlerini yaptırmak” diye tasnif edebiliriz.
Omirilik tüm bu faaliyetleri yürütürken tabii ki tek başına yapmamakta, bilakis beyin, beyincik ve omirilik soğanıyla sürekli işbirliği halinde yürütmektedir.
Otonom sinir sistemi ve parasempatik sistemi
Bilindiği üzere beyinden 12, omirilikten 31 çift sinir çıkmaktadır. Bu iki kanaldan dalbudak salan sinirler; duyu sinirleri ve motor sinirleri tarafından iletilen sinyallerce kontrol edilmektedir. Hatta dolaşım, solunum, salgı bezlerin çalışması, kalbin işleyişi, kas hareketleri gibi faaliyetler merkezi sinir sistemini oluşturan beyin ve omiriliğe ait motor sinirler vasıtasıyla yapılmaktadır. Üstelik tüm bu faaliyetler yapılırken bizim irade ve isteğimiz dışında otomatik olarak cerayan etmektedir. Fakat bu arada gerek neşeye ait, gerekse elem verici hüzne dayalı soyut duygu sağınımların beynin hangi merkezlerde cereyan ettiği konusu tam aydınlanabilmiş değildir. Hakeza konuşmak, yazmak gibi faaliyetlerde öyledir.
Aslında iç organlarımızın düzenli çalışmasında etkili olan sinir sistemi; birbirinden ayrı iki yapıda olan otonom sinir sistemi ve parasempatik sistem diye iki ana eksen üzerinde kategorize edilir. Bu iki sistem bir yandan organların çalışmalarını ayarlarken, diğer yandan da birbirlerinin tam zıttı faaliyetler gösterirler. Mesela sempatik sistem kalbin çalışmasını hızlandırırken, parasempatik sistem tam aksine yavaşlatmaya yönelik eylem içerisine girmektedir. Anlaşılan o ki vücudumuzda sadece ve sadece sempatik sinirler olsaydı kalp hacmi büyüyeceğinden dolayı ölüm kaçınılmaz olacaktı. Ya da sadece para sempatik sinirlerden ibaret bir sistem bulunsaydı bu seferde kalp gittikçe yavaşlayan bir mekanizmaya dönüşüp, sonuçta yine ölümle burun buruna gelinecekti. Dolayısıyla her iki sistemin varlığı denge açısından mühim bir hadise teşkil etmektedir. Üstelik sistemi oluşturan unsurlar kendi başına buyruk olmayıp tam aksine kendi aralarında işbirliğine dayalı bir koordinasyon söz konusudur. Bu koordinasyonun idare merkezleri orta beyin, omirilik soğanı ve omirilikte bulunmaktadır. Allah korusun koordinasyon merkezlerinde en ufak arıza, bir anda sistemin çökmesine kadar bir dizi marazlar doğurabilmektedir. Yani meydana gelen aksaklıklara bağlı olarak sinir sisteminin bütününde veya bir bölümünde çeşitli hastalıklara yol açabilmektedir. Mesela felcin sebebi çeşitli beyin ve sinir hastalıklarına bağlı olarak iç duyarlılığın yitirilmesi ve sinir sisteminin işlemez hale gelişinden kaynaklanmaktadır. Hakeza yine akıl ve ruh hastalarının yaşadığı dram beyindeki bazı merkezlerle alakalı arızayla ilgili bir durum olsa gerektir. O yüzden başımızı hem dış hem de iç etkenlerden korumak gerekiyor.
Sinir sistemi
Sinirler nöron hücrelerinin uçuca eklenmesiyle meydana gelmişlerdir. Bu sıralama dendrit, hücre akson, dentrit, hücre akson... şeklinde gerçekleşmektedir. Öyle ki sinir akımı nöron hücrelerinden geçerken pek çok kimyasal ve elektriksel olaylarıda beraberinde taşır. Bilindiği üzere sinir hücreleri arasında en iyi irtibatı sağlayan adına akson ve dentrit denilen uzantı noktalarıdır. Dolayısıyla sinir akımı dendrit bağlantısıyla hücreye iletilir, akson tarafından ise bir sonra ki hücreye doğru uzaklaştırılır. Hatta bu iki nöron hücresinin bitişik olmadığı ve çok küçük bir aralığın varlığı tespit edilmiş olup, bu aralığa snaps denmektedir. Snapslar daha çok gelen mesajların dilini çözme görevi yapıp “evet veya hayır” şeklinde değerlendirmeye tabii tutmaktadırlar. Böylece ‘Evet’ onayını alan unsurlar hücre içerisine geçebilirken “Hayır” alanlar ise hiçbir işlem görmeden reddedilmektedirler. Oldu ya bir şekilde program dışı veya gözden kaçma diyebileceğimiz beklenmedik bir olayla ‘evet’ onayı alıp sızmayı başaranlar, bu seferde akson sinapsi (geri tepme) vasıtasıyla üst karar mercilere bildirilip tıpkı bilgisayar antivirüs programın tarafından bir virüsün karantinaya alınması muamelesine tabii tutulurlar. Anlaşılan o ki sistemin en ufak sızmaya tahammülü yoktur. Hatta akson sinapsi komşu hücreler aracılığı ile beynin ilgili merkezini haberdar ederek, yanlış işlemin düzeltilmesi cihetine gidilir. Böylece durumdan vazife çıkaran beyin gereğini yapıp mesele bir anda çözüme kavuşturulmuş olur.
Son derece modern teknoloji ile donanmış günümüz insanı, ilk insanlara göre beynini daha fazla kısmını kullanıyor, ama hale geriye kullanılmayan önemli açığın hala açıkta kaldığı bir başka gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim bir insan hayatı boyunca beynini ne kadar çalıştırırsa çalıştırsın beyindeki sinir hücrelerinden ancak küçük bir kısmını kullanmış olup, daha geriye kullanılmayan birsürü hücreler kalmaktadır. Böylece halk arasında sıkça söylenilen; “Fazla bilgi öğrenmek insan aklını oynatır” düşüncesi kendiliğinden yıkılmış olmaktadır. Çünkü insan hayatı boyunca beyne ait bütün hücreleri göreve çağıracak kadar çok şey öğrenememektedir. Belki de evrende bilgi aldıkça genişleyen, değim yerindeyse kendini de aşmak isteyen tek nesne beyin olsa gerektir. O halde beynini kapatıp da aklım çalışmıyor diyenlere karşılık, zihin pencerelerinizi kapatmayın demekten başka elimizden ne gelebilir ki. Kaldı ki beyne yeni bilgiler gelmedikçe zamanla eskilerde tarihin sayfalarına gömülüp kaybolmaktalar.
Bizi topraktan yaratan Yüce Allah, halk ettiği Âdemin birzaman sonra ilim ve teknikte kat edeceği mesafeleri ezeli ilmiyle bildiğinden ona önceden bu işlerde lazım olacak tam kapasiteli mükemmel kompütür cihazımız beyinle donatmıştır. O halde insanı yaratan, aynı zamanda onun ihtiyaçlarını bilip, insan ve kâinatla birlikte geçmişe-geleceğe hükmü yüce Mevla’mıza çok şükretmemiz gerekir.
Sinir sisteminin daha gelişmiş şekli omurgalı canlılarda mevcut olup, şüphesiz bu sistemin hiyerarşik tepesinde iki yarım küreli ve oluğu andıran kanallar arasına simetrik şekilde sıralı dizilmiş kıvrımlardan oluşan beyin yerleştirilmiştir. Genel hatlarıyla beynin iki yarım küresi iki ana eksenli bir kanalın yanısıra ön-arka ve şakak (temporal lob) denilen üç ana lobdan oluşmaktadır. Hakeza yukardan aşağıya doğru uzanan merkezi oluk (sulcus centralis) şeklindeki kanalın ön lobu alın kısmını (frontal), arkasında kalan kısım ise yan (paryetal) lob ve arka lobu (oksipital) oluşturmaktadır. Dolayısıyla merkezi kanalın ön bölgesi bir takım hareketlerle ilgili fonksiyonlarda faal olup, arka bölgede daha çok duyumlarla ilgili icraat sergilenmektedir. Böylece beyin sinir sistemin merkezi olması hasebiyle merkezden çevreye doğru iletişim dağılımını omurilik ve periferik (çevre) sinirler vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Sadece bu iş için beyinde ortalama 10 milyar sinir hücresi ve sinir hücrelerini birbirine bağlayan milyarlarca sinir liflerinin olduğunu düşündüğümüzde sistemin ne kadar komplike bir yapı olduğunu farketmiş oluruz. Nasıl ki bir hücrenin yapısını genel hatlarıyla incelediğimizde hücre zarı, sitoplâzma ve çekirdek diye tasniff ediyorsak, bir sinir hücresini de dışta zar, iç kısımda sitoplâzma, çekirdek, bir takım Nissi cisimcikleri ve nörofil liflerden oluşan bir yapı olarak tarif edebiliriz pekâlâ. Dolayısıyla bu yapıyı ağaç veya otsu bitkilerin yaprak gövde ve kök düzenine benzetebiliriz. Ayrıca bu yapı içerisinde sinir hücresinin zarından (mebran) dışarı uzanan saçak şeklindeki dendritler haberleşme sisteminin birinci basamağını oluşturup, gelen mesajları anında akson denen tek uzantılı gövdeye iletmektedirler. Akson ise ikinci bir basamak konumda bir nevi gelen mesajların ne anlama geldiğini çözen editör rolünde veya şifre ayıklayıcı görev yapmaktadır. Hatta bu ikinci istasyonda sadece şifreler çözülmekle kalmayıp kendisine iletilen mesajları bağlı olduğu kas lifine transfer etmektedir. Oldu ya akson kendisine gelen mesajları ayıklarken bir başka sinire iletme kanaatine vardı, bu durumda kendi kendine baloncuk (ganglion-düğüm) oluşturup komşu sinir hücresinin gövdesi veya dendriti ile irtibata geçmesi sonucunda snaps (bağlantı) oluşturacaktır.
Beynimiz içerisinde bir faaliyet oluşturabilmek için illada özel bir gayret gerektirmiyor. En basitinden beş duyumuzla alakalı gönderilen sinyallerin bağlantılı olduğu beyin merkezine ulaşması yetebiliyor. Nitekim beş duyu organımızdan gelen uyarıcı mesajlar, o duyu organına has alıcı (reseptör) hücreler üzerinde elektrik akımı oluşturabilmektedir. Bu arada oluşan elektrik akımı sinir hücresinin yapısını teşkil eden dendrit, gövde (soma) ve akson istasyonlarına aktarılır. Oradan da ara istasyon görevi üslenmiş sinir hücrelerin oluşturduğu düğüm şeklinde ganglionlara elektriksel mesaj halinde iletilir. Derken elektrik akımı şeklinde gelen mesajlar burada bir takım analizleri yapılarak en son kontrol merkezi olan beyne gönderilir. Öyle anlaşılıyor ki irritabilite denilen uyarılabilme ve kondiktivite denilen uyartıyı taşıma işlemi sıradan bir iş değilmiş. Belli ki ikili hesaplama programın gereği iletilen uyarıların (impuls) açığa çıkması sinir hücrelerinin vereceği “Evet” ve “Hayır” cevabına göre tanzim edilip gerçekleşmektedir. Hakeza bir elektrik kontağı da “evet ve hayır” anlamına gelen “kapat (0) ve aç (I) “denen anahtar vasıtasıyla çalışarak, adeta ikili sistem dijital ekranda sayısal rakamlara veya harflere dönüşüp sahne alabilmektedir. Sinir sistemi bundan da öte sisteme giren bazı olumsuz sinyaller karşısında gerektiğinde icraatını durduran (inhibasyon) ve gerektiğinde gelen olumlu mesajlarla faaliyete geçmesini bilen (eksitasyon) mükemmel bir donanım olarak akılları hayrette bırakmaktadır. Mesela ağız kısmı son derece vagus ve fasiyal sinir çiftlerin oluşturduğu sinir ağı bakımdan zengin olup, özellikle üst damağın mukoz zarı, azı dişleri vs. alt çene (mandibula) ve üst çene (maksillar) çiftlerine iletişim bir sinir dalı ile sağlanması sayesinde sindirim işlemleri start alabilmektedir. Hatta dilin ön yüzünün tat alma fonksiyonu yüz sinirinin (Chorda tympani) bir lifi tarafından aktif hale getirilir. Böylece yüz travmalarında sinir lifinin ansızın kesilmesi tatlı, tuzlu ve ekşi algılamaların hissedilmemesine neden olabilmektedir. Yani Yunusun; “Bir ben var birde benden içeru” misali ortada bir uyaran var birde uyarılan var. Ayrıca her ikisi arasında aracılık yapan sinir sistemi ile hormonal sistem söz konusudur. Sinir sistemi elektrik yüklü sinyallerle haberleşmeyi sağlar. İç salgı bezleri ise hormonların bir nevi iletişim dili olup hipofizin ön lobunda hipotalamustan salgılanan kendine özgü maddelerin etkisiyle işlerlik kazanır. Görüldüğü üzere iç salgı bezleri kendi hormonlarını kana taşıyarak organlar üzerinde hem emir hem de düzenleyici görev yapmaktalar. Bundan ötürü iç salgı bezleri bulunduğu organın şekline ve tipine göre hormon adını alırlar. İç salgı bezlerinin organlar üzerinde yeterince gerekli düzenlemeler icra etmesine rağmen, oldu ya bazı hastalıklara bağlı olarak bazı yerlerde arazlar çıktı diyelim, bu durumda ne yapılacak diye hemen telaşa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü bu seferde feed-back (negatif geri tepme) denilen geriye doğru iletişim mekanizmaları devreye girip hormon salgısı ya azaltılarak ya da çoğaltılarak bir şekilde vücudun denge ayarı işlemi gerçekleştirilmeye çalışılır. Mesela kan şekeri yükseldiğinde düşüren, düştüğünde yükselten sistemler her an göreve hazır vaziyette vücudumuzda mevzi almış durumdadırlar. Demek ki başlangıçta hipofiz bezi tarafından iletilen bir cümlelik anlatım, emri altında ki iç salgı bezlerince uygulanıp belirlenen hedefe ulaştıktan sonra, gerektiğinde lüzumu hallerde yine bir cümlelik feed-back bağlantısıyla ‘maksat hâsıl olmuştur’ denilen sabit bir cümle haline dönüşebiliyormuş. Fakat bazı durumlar var ki feed-back bağlantıları hâlihazırda olmakla beraber mesajlarda bazı gecikmeler nüksedebiliyor. Bu durumda da telaşa kapılmaya gerek yoktur diyebiliriz. Zira askerde komutanlar askerlerin iki ellerini uzattırarak parmaklarının titreyip titremediklerini kontrol ederler ya. İşte onlar komutan halleriyle kontrol ederde vücudumuzun sinir sistemine ait karşılıklı birbirini kontrol eden negatif geri tepme bağlantıları kontrol yapmaz mı? Elbette ki kontrol ederler, hem de kontrolün alasını yaparlar, hatta kontrol yapmak fiili yaptıklarının yanında hafif bile kalır. Şöyle ki gerçekten de ellerimizi uzattığımız da çoğu kez inceden inceye titrediğini gözlemleriz. Aslında bu titreme hali maraz bir durum olmayıp, bilakis sinir sistemi üzerinde karşılıklı kontrol mekanizmaların cerayan ettiği negatif geri tepme (feed-back) bağlantıların bir yandan nöronları çekip gevşetirken, diğer yandan da denge ayarlamaları yapmasına paralel nükseden hafif nitelikli diyebileceğimiz normal titreme durumudur. Yani bu hayra alamet bir olaydır. Bir başka ifadeyle ellerim titriyor diye doktor kapısına koşturacak cinsten bir vaka olmayıp gayet tabii olarak vücudun kendi içerisinde gerçekleştirdiği gecikmeli mesaj niteliğinde bir dinamik denge ayar operasyonudur. Hakeza sıtma nöbetine tutulan bir hastanın titremesi de karışı koyulan mikroba karşı verilen bir savaşın gereği vücut hararetinin yükseltilmesine yönelik bir tür feed-back hamlesidir. Zaten bunun aksi bir durum ortaya çıksa aynı yönde tesir etme anlamına gelen pozitif geri tepme vuku bulur ki, bunun anlamı ölüm demektir. Düşünsenize bir sistem sürekli tahrip olduğunda bir noktadan sonra her türlü müdahaleye karşı kayıtsız kalabilmektedir. Dahası çöküş sürecine girmiş bir sistemin tüm denge ayarları maksimum seviyelerde alt üst olacağından artık sıfır noktasına kaçış denilen sistemin durma olayının gerçekleşmesini kaçınılmaz kılacaktır. İster buna alın yazısı, ister pozitif geri tepme denilsin, isterse beyin ölümü denilsin sonuçta her şey fani, fakat baki kalanın ancak ve ancak “Allah” olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Çünkü kontrolden çıkan her sistemin bir gün mevta olmaya mahkûmdur. Feed-back mekanizmasının cenderesinden çıkan bir hasta hangi hastalığa yakalanmışsa o hastalıkla ilgili laboratuar bulguları ya maksimum seviyelere doğru sürekli yükseliş gösteren eğriler şeklinde ya da sürekli minimum seviyelere inmiş eğriler tarzında kendini gösterecektir. Bu sürekli iniş veya çıkış eğriler aslında önüne geçilmez pozitif geri tepme denilen bir tükeniş, bir yok oluş işareti sayılır ki; buna kısaca dinimiz ecel demektedir.
Sakın ola ki beyine et parçası deyip geçmeyeseniz, yoksa onu hafife almakla pişman olabilirsiniz. Bakın insan kafatasına yaklaşık 1,5 kilogram ağırlıkta yerleştirilmiş olan beyin, belki de kainatta yaratılanlar içerisinde en kompleks ve en nizami olanıdır. Öyle ki okyanus ötesini aşacak türden uzakta sandığımız birçok olaylar veya nesneler, beynimizin içerisinde mevcut olması hasebiyle aslında bize çok yakınlar. Hakeza ışık yılı uzaklıkta ilan ettiğimiz yıldızlar beynin görüntü merkezine çoktan yerleşmişler bile. Bundan da öte oturduğumuz herhangi bir mekânın görüntüsünü her daim içerimizde taşırız. Bu noktada ister istemez bizmi bulunduğumuz mekânın içerisinde miyiz yoksa mekanmı bizim içimizde sorusu akla takılacaktır elbet. Doğrusu şimdiye kadar paylaştığımız her mekânın hep içerisinde olduğumuzu sandık. Hâlbuki oturduğumuz mekân bizim içerimizdedir. Bizi yanıltan oda veya salon değil, belki de bizi yanıltan bedenimizin burada bulunmasıdır. Sanki bu olay yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusu gibi bir şey. Yani bir noktada beden de beyinde yer almaktadır. İp üzerinde atlayan bir akrobatın ters takla atlayıp, tekrar ip üzerinde durabilmektedir. Görenler akrabotun hareketlerine hayran kalırlar. Oysa bu yapılan hareketler beynin her iki durumda da denge hesabının bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Hatta akrabot beynin bu denge ayarını yakından görmüş olsaydı işte o zaman şaşkınlıktan akli denge kaybına uğramasıyla birlikte her an tepe taklak seyircilerin üzerine düşmesi mümkün olabilirdi. Bu yüzden beyin iyi bir hayat okuyucu ve beş duyumuzdan gelen uyarıları elektrik sinyaline dönüştürerek yorumlayıp anlamlı hale getiren mükemmel bir hazinedir diyebiliriz. Yukarıda bahsettiğimiz gibi insan beyni 10 milyar adet sinir hücresinden meydana gelip, bir o kadar da karar merkezleri mevcuttur. Gerçekten 10 milyar sinir hücresinin birbirleriyle olan bu kadar sayıda bağlantıları görüpte hala Allah’a iman edilmiyorsa pes doğrusu. Dolayısıyla milyar rakamla ifade edilen beyin sinir sisteminin merkezi konumunda olduğundan onu karizmatik bir lider ilan edebiliriz.
Beyin genelde loplardan oluşup kendine has alt ve üst merkezleri vardır. Bu lopların her biri birbirlerine bağlı kendi çapında elektronik merkezi fonksiyon üstlenirler. Mesela beyin kabuğunun arka lobunda görme fonksiyonu icra eden görme merkezi, şakak kısmında ise işitme ile ilgili merkezler mevcuttur. Çalışma mekanizması ise elektrokimyaya dayanmaktadır. Şöyle ki yukarda bir nebze değindiğimiz üzere duyu organları vasıtasıyla gelen uyartılar çeşitli santrallerde birleştirilip (integrasyon) değerlendirilerek işlenmekte (bilgi işlem-İnformation processing), derken bu bilgiler akabinde “Evet” (and), “Veya” (or) ya da “Değil” (not) şekline dönüşerek üçlü karara bağlanabilmektedir. Yani sinirler tarafından iletilen mesajlar 60–70 mili volt (Mili volt:1/100 volt) seviyelerde seyreden bir elektrik enerjisine dönüşüp beyne ulaşmaktadırlar. Bu enerji hiç kuşkusuz sodyum ve potasyum molekülleri tarafından temin edilmektedir. Böylece gelen sinyaller beynin karanlık hard diski alanında işlenip, ekrana görünüm olarak yansır. Buradaki görünümden maksat bir ses, bir konuşma veya görme şeklinde olabilebileceği gibi hissetmek tarzında da olabilir. Mesela ayağımıza bir diken battığında duyu organları vasıtasıyla sinirler tarafından alınan bilgiler (enformasyon) kimyasal bir terkiple elektrik enerjisine çevrilip beyne bildirilmesi bu kabildendir. Bir başka ifadeyle beyin sadece kendisine gelen sinyallerin gereğini yapıp ayağımızı çekmemiz noktasında refleks tarzı cevaba dönüştürür. Hakeza beyne gelen bir takım ses dalgaların matematik analizi yapılıp sonra değerlendirilmesi de bir bambaşka mucizevî olay gibi gözükmektedir. Çünkü çoğu kez sıradan, basit ve şuursuz sandığımız hava atomlarının titreşimleri geçte olsa bir zaman sonra mana yüklü bir mucize olduğunu fark ederiz. Anlaşılan o ki beyin gelen mesajları sadece yazılıma çevirmekle kalmayıp mesaj nakletme kapasitesinin 210.000.000.000 olarak gerçekleştiği deryayı umman bir âlem olduğu gözükmektedir. Beynin diğer geri kalan kısımları ise elektrokimyadan uzak gibi görünen uyarılmayan sessiz bölgeler olarak tanımlanıp, belli ki buralar daha çok ruhi faaliyetlerle ilgili alanlar olsa gerektir. Her nekadar materyalistler ruh gerçeğinden uzak kalsalar da, ruhun şuur sahibi her insana has bir durum olduğu gerçeğini değiştiremiyeceklerdir. Bu yüzden bir bilge insan şuuru tarif ederken “İlim ilim bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” diye beyan buyurmuş. Yani şuur kendini bilme prensibine dayalı bilinç demektir. Bilme olayının en mütekâmil hali ise bildiğini bilmek olsa gerektir. Belki buna bildiğini yaşamakta denilebilir ki, işte bu noktada ruh devreye girmektedir. Zaten ruh melekesini çözmek insan gücünün üstünde bir şey. Nitekim Rabbül âlemin; “Sana ruhtan soracaklar. De ki, o Allah’ın bir emridir. İnsanlar ondan çok az şey bileceklerdir.” (İsra, 85) diye beyan buyurmakta.
Hafıza(bellek)
Hafıza güçtür. Allah korusun insan hafızasını kaybetse gerçekten güç ifadesinin mana ve ruhunu daha iyi anlayacaktır. Hafıza olmadan hiçbir şey akılda tutulamıyacaktı. Öyle ki beynimiz takriben bir milyar civarında bilgi saklama kapasitesine sahiptir. Bu kadar bilgi kapasitesine sahip insan yukarıda da belirttiğimiz üzere beyninin ancak %10’unu kullanabilmektedir. Düşünebiliyor musunuz %10’luk kullanımla bile insanoğlu kâinata meydan okuyabilmekte. Dahası var; insan eliyle yapılan bilgisayarlar bir koku ya da bir lezzeti belleğinde tutup hatırlayamazken, etten yaratılmış bir beyin tabiatta tüm kokuları algılamanın yanısıra ekşi, tad her ne varsa bir anda hatırlayabilmektedir. Demek ki beynimizde hem hatırlama hem de akılda tutma denilen meleke var. Bu melekeler sayesinde günlük hayatta sıkça kullandığımız şifre veya telefon numaralarını aklımızda tutabilmekteyiz. Tabii ki akılda tuttuklarımızın bir kısmı geçici, bir kısmı da kalıcı olarak yansımaktadır. Herhangi bir travmaya maruz kalmadıysak kalıcı melekelerimiz ömür boyu emrimize amade olarak tüm bilgiler beyin hard diskinde hazır bulundurulabilmektedir. Geçici bilgilerin kayd olduğu hard diskimiz ise ismi üzerinde geçici, yani yeni bilgiler elde ettikçe eskiler unutulabilmektedir. Hele hele yaşlandıkça bilgi kaybına bile uğramamız mümkün olabilmektedir. Çünkü beyin hücreleri zaman aşımına uğrayarak etkisini yitirebiliyor. Zira sinir hücreleri multipotent özellikleri yitirip kendilerini yenileyemezler. Unutmayalım ki insan vücudunda her gün 50 -100 bin arasında sinir hücresi hayata veda etmektedir. Ölen hücreler ile birlikte bilgilerde kaybolabilmekte. Zekâmız zindeliğini yitirdiği gibi bölünmelerin hız kesmesiyle birlikte dönüşü olmayan bir yol ayrımına girerler. Kaldı ki enformasyon kayıpların açtığı gedikler kontrolsüz üremeleri beraberinde getireceğinden dolayı beyin hücreleri ister istemez ur denilen tümörlere maruz kalacaktır. Yine de her şeye rağmen bilgilerin akılda kalması kadar unutmakta büyük nimettir tarzında düşünmekte fayda var. Düşünsene başımıza gelen her türlü elem verici hadiseleri unutmasaydık halimiz nice olurdu. Belli ki yüzümüz hiç gülmeyeceği gibi olan bitene kayıtsız kalıp derbeder olacaktık. Anlaşılan o ki; Yüce Allah hafıza ve unutma melekesini birbirini dengelesin diye yaratmış.

BEYİN DAĞARCIĞIMIZ
SELİM GÜRBÜZER
Madelyn Burley-Allen zihinsel becerilerin geliştirilmesinde en önemli merkez konumunda bulunan beyin için; “Başlı başına kendisi bir evren” derken meğer laf olsun diye bu sözü söylememiş. Belli ki sinir sistemi beynin otomatik kontrol sistemi öncülüğünde çalışan otonom bir sistem olup merkezileşmesini sağlayan sinapslar ve ara nöronlar olarak işlerlik kazanmakta. Böylece sindirim, solunum ve kalbe ait bir takım faaliyetlerin işleyişi beyinle bağlantılı sinir kordonu ve gangliyon gibi bağımsız ağ sistemlerinin koordineli bir şekilde çalışmaları sayesinde otomatik olarak işlerlik kazanmakta. Bu yüzden otomasyon alanında sibernetik bilimin bugüne kadar elde ettiği birçok kazanımlarını sinir sisteminin bu mükemmel işleyiş yapısına borçludur dersek yeridir. Hatta bir takım canlıların beyninde bu günkü buzdolapların keşfine ilham olan soğutucu otomasyon sisteminin varlığı bunun bariz bir göstergesidir zaten. Koşan bir canlı düşünün, ister istemez bu canlı koştukça vücut hararetinin artmasına paralel ısınan kan beyne sıçrayıp canlının ölümüne yol açacağı muhakkak. İşte bu noktada Yunan Fizikçi Herophilos köpek ve koyun gibi bazı memeli hayvanların beyninde kavernöz sinus diye bilinen dural venöz sinüs boşlukta şah damarlardan ayrılan kan damarların oluşturduğu soğutucu işlem görevi yapan bir yapının varlığını keşfetmiştir. İşte bu noktada atalarımızın “Ayağını sıcak tut, başını serin” sözünü boşa sarf etmediği şundan besbelli ki canlı organizmanın işleyişindeki bu soğutucu tertibat günümüz otomatik soğutucu ve ısıtıcı çalışan tüm cihazların keşfini beraberinde getirmiştir.
Bilindiği üzere vücudumuzun en kompleks yapısı diyebileceğimiz sinir sistemimiz merkezi ve periferal (çevresel) sinir sistemleri başlığı altında beyin, omurilik ve sinirlerden oluşmuş bir yapıdır. İşte böylesi mükemmel donatılmış yapı sistemi sayesinde Nöro-sibernetik, Biyo-sibernetik, Psiko-sibernetik, Mediko-sibernetik, Sosyo-sibernetik vs. gibi birçok ihtisaslaşmış yan dallar hayatımızın her alanına girmiş gözüküyor. Sinir sistemi bağlamında merkezi sinir sistemi omurilik ve beyinden oluşan bir yapı olarak konumlanırken periferal sinir sistemi de doğrudan beyin ve omurilikle bağlantılı sinir hücreleri, sinir telleri ve ganglion gibi yapılar olarak konumlanmışlardır. Periferik sinir sistemiyle doğrudan bağlantılı sinir kordonları ise iki grup başlık altında somatik ve otonom sinir sistemi olarak sistem içerisinde yerini almışlardır. Birinci gruptakiler malum iskelet ve kasların kontrolünü sağlarken ikinci gruptakiler de istemsiz çalışan düz ve kalp kasların çalışmasını sağlarlar. Tabii tüm bu faaliyetleri yürütürken de kendi başlarına buyruk değillerdir. Bir kere periferik sisteme doğrudan bağlantılı reseptörlerce algılanan uyarılar öncelikle merkezi sinir sistemince değerlendirilip onaylandıktan sonra periferik sinir sisteme yeniden geri dönüşüm sağlanaraktan effektör (tepki organı; kas ve salgı bezi hücresi gibi) organlara gerekli uyarılar iletilmek suretiyle durum vaziyet bildirilmiş olur. Hem nasıl durum vaziyetin tepki şeklinde bildirilmiş olmasın ki, bu söz konusu yapıyı oluşturan milyonlarca nöron hücreleri devreye girip harıl harıl çalışmaktalar da. Nöronlar malum ganglionlar, beyin ve omurilik gibi sinir merkezlerinin ilk taslağı somatik (gövde), dendrit (bilgi giriş üniteleri) ve akson (bilgi çıkış üniteleri) ünitelerinden oluşan nöronların diğer vücut hücrelerinden en belirgin farkı çekirdeğinin ve sitoplâzmasının akson ya da dendrit yapıda olmasıdır. Ayrıca bu yapı içerisinde nöronlar arasında nöroglia adı verilen ara hücreler vardır ki, bunların sinir sisteminin beslenmesi, solunumu ve gerektiğinde sinirin onarımı gibi görevlerde bulundukları belirlenmiştir. Nöroglia hücreleri aynı zamanda kan damarlarıyla sıkı bir bağ kurabilen yapıda olan ara elemanlardır. Öyle ki bu sıkı bağ ilişkisinin lideri konumunda beyinden gelen sinyallere aracılık rolü üstlenmesi sayesinde kalpte kanın pompalanmasından tutunda daha nice hayati fonksiyonlar icra edilmiş olur.
Beynimiz anatomik ve fonksiyonel açıdan üç tabaka zarla kuşatılmıştır. Ve her biri kendi arasında loplara ayrılmış yarım küreler halde ön, orta ve arka beyin olmak bölümlerinden oluşmuş bir yapıdır. Söz konusu bu yapıyı oluşturan yarım küreler boz renkli bir kabukla kuşatılmış olup bu kabuğun içerisinde beynin bir bölgesinden başka bir bölgesine sinir sinyallerini taşıyan akson demetleri denen ak madde de vardır. Öyle ki beyinin sağlı sollu ana eksenini oluşturan her iki yarım küre ak maddeden oluşmuş iki köprüyle birbirine bağlanmışlardır. Böylece bu sayede 1200 - 1400 gr ağırlığında olan insan beynine ait hücreler arası bağlantı kurulmuş olup bu noktada omurilik soğanı vücuttaki solunum, kalp atışı ve kan basıncı gibi otonomik faaliyetleri kontrol ederken beyincik ise vücudun duruşunu ve iskelet kaslarının kasılmasını koordine eder.
Evet, yaratılış kodlarımızda beyne işlevlik kazandıracak böylesi mükemmel donanım varsa bizde varız demektir, yok eğer böyle bir donanımdan mahrumsak varlığımızın bir anlamı kalmayıp fikren zikren yokuz demektir. Gerçekten de düşünen varlık olarak var oluşumuzu anlamlandırabilmemiz ancak beynin her iki lobunun da iyi yönde işletilmesine bağlıdır. Hele bilhassa ön beyinde (uç ve ara beyin), talamus, hipotalamus, hipofiz ve beyin yarım kürelerinin bulunması hasebiyle tüm duyu faaliyetlerimiz talamus aracığıyla nizama sokularaktan anlamlandırılmış olur. Bir başka ifadeyle gerek kendi isteğimiz doğrultusunda irademize bağlı nükseden davranışlar, gerek ruhi ve zekâyla ilgili fonksiyonlar gerekse beş duyunun işlevlerini kapsayacak tüm faaliyetler belli ki bu söz konusu beyne ait istasyonlarda gerçekleşmektedir. Derken zekâ, hafıza, öğrenme, yazı yazma, konuşma ve hayal vs. gibi oluşumlar ön beynin istasyonlarında sahnelenmiş olur. Hakeza konuşma melekesi de beyinle doğrudan irtibata giren bir takım alıcı sinyaller veya bilişsel hislerin beynin talamus istasyonunda değerlendirmeye tabii tutulmak suretiyle buradan beyin kabuğuna taşınıp böylece kelimeler adeta ete kemiğe bürünerekten dilden dökülmesi vuku bulur. Hatta doku ve kasların düzenli çalışması da hipotalamus istasyonunda sinir ve hormonal sistem arasındaki koordinatörlüğünde beyin faaliyetlerine bağlı olarak işlerlik kazanmakta. Nitekim bu alanda yapılan araştırmalar neticesinde beynin sağ yarım küresi vücudun sol yarısını, sol yarımkürenin ise sağ yarısını idare ettiği belirlenmiştir.
Genel itibariyle beyin serebrum (asıl beyin) ve serebellum (beyincik) olmak üzere iki ana başlık altında incelenmekte olup her ikisi arasında konum itibariyle en belirgin fark serebrumun kafatasımızın ön ve üst tarafında bulunması, beyinciğin ise kafatasımızın arka bölmesinde yer almasıdır. Hakeza her ikisinin ortak yönleri ise kendi içlerinde sağ ve sol yarımkürelere ayrılmış olmalarıdır.
Beyincik
Beyincik dışı boz, içi ak maddeden oluşup vücut dengesinde, hareketlerin düzenli işleyişinde ve kasların kasılıp gevşemesinde vazife görür. Ayrıca istem dışı oluşan refleksler beyin kabuğunda değil beynin altı kısmı beyincikte değerlendirmeye tabii tutulması hasebiyle böylesi bir duyu sistemine “bilinçsiz derin duyarlılık” denmektedir. Kelimenin tam anlamıyla bilinç dışı gelişen otomatik refleksler bu sistemin yansıması sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Omurilik soğanı
Beynin alt kısmında beyinciğin yanı sıra omurilik soğanı bulunup beyni omuriliğe bağlayan ak maddeden teşekkül etmiştir Vücuttaki hayati faaliyetlerin merkezi konumunda bulunan omurilik soğanı aynı zamanda solunum, dolaşım, boşaltım ve vücut metabolizmasıyla ilgili faaliyetleri de yürütmekte. Omurilik soğanın devamı boyunca uzanan omurilik ise malum merkezi sinir sisteminin ikinci kordonu diyebileceğimiz 45–50 cm uzunluğunda kuyruk sokumuna kadar uzanan bir sinirimizdir. Peki, bu uzunlukta ki sinir kordonumuz ne işe yarar derseniz, bu noktada cevaben; omurilik üzerinden iletilen sinyallerin vücudun her tarafına yayılan sinir ağına dağılımını aracılık yapması içindir deriz elbet. Nitekim omurların çeperlerinden etrafa adeta kılcal damarlar gibi salkım saçak salınan beyaz renkli sinir ağları vücut içerisindeki tüm organlar arasında iletişim hattı oluşturmaktadır. Hatta sinir ağlarımız beyinle organlar arasında iletişim hattı oluşturmanın yanı sıra beş duyu organımızdan gelen sinyalleri beyne iletilmesinde aracı vazife de görmektelerdir. Madem aracı rol üstlenmiş durumdalar, o halde omuriliğin üstlendiği görevleri genel hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz:
“ -Beyinden vücuda dağılan sinyallere geçitlik yapmak,
-Vücudun iç organları ve salgı bezlerinin faaliyetlerini kontrol ve idare etmek,
- Kasların kasılıp gevşemesinde refleks aracı olmasıdır.”
İşte sıraladığımız omurilik tüm bu faaliyetleri yürütürken tabii ki tek başına değil, aynı zamanda ki kendisine eşlik eden beyin, beyincik ve omurilik soğanıyla birlikte görevini yürütmektedir.
Otonom ve parasempatik sistem
Bilindiği üzere beyinden 12 sinir kordonu, omuriliktense 31 çift sinir kordonu çıkmaktadır. İşte bu iki kanaldan dal budak salan sinir kordonları; duyu sinirleri ve motor sinirlerince iletilen sinyallerce kontrol edilir de. İyi ki de kontrol edilmekteler bu sayede dolaşım, solunum, salgı bezleri, kalp, kas vs. tüm sistemlerin faaliyetleri bizatihi merkezi sinir sistemini oluşturan beyin ve omurilikle bağlantılı motor sinirler aracılığıyla yürütülmüş olmakta. Üstüne üstük yürütülen tüm bu faaliyetler bizim irade ve isteğimiz dışında otomatik olarak gerçekleşmektedir. Ancak şu da var ki neşe ve elem verici soyut melekelerin beynin hangi merkezlerde işlerlik kazandığı konusu tam netlik kazanmış değildir. Hatta buna konuşmak, yazmak gibi melekelerde dâhildir.
Sinir sistemimiz malumunuz birbirinden ayrı iki yapıda olan otonom sinir sistemi ve parasempatik sistem tarafından organize edilirler. Bu iki sistem bir yandan organların çalışmalarını ayarlarken, diğer yandansa birbirlerinin tam zıddı reaksiyonlar göstererekten sinir sistemlerinin organizasyonlarını belli bir ayarda tutup dengelemiş olurlar. Nasıl mı? Mesela bir bakıyorsun sempatik sistem kalbin çalışmasını hızlandırırken diğer taraftan bir bakıyorsun parasempatik sistem de tam aksine yavaşlatmaya yönelik eylemde bulunarak kalp ritmini dengede tutmakta. Bu demektir ki sinir ağımız sırf sempatik sistemle kontrol edilmiş olsaydı hızla çarpan kalbin hacimce büyümesi nedeniyle kalp krizinin nüksetmesi kaçınılmaz hal alacaktı. Yok, eğer sinir ağımız sırf para sempatik sistem tarafından kontrol edilmiş olsaydı bu kez ağır işleyen kalbin yavaşlaması nedeniyle yine kalp krizinin yaşanması kaçınılmaz hal alacaktı. İlla ki her iki sisteminde tek başlarına değil karşılıklı birbirlerine reaksiyon göstererekten çalışır halde olmaları gerekir ki vücutta işleyen pek çok sistemin denge ayarları sağlanmış olsun. Aksi halde her iki sisteminde bağlı olduğu koordinasyon merkezlerinde en ufak bir arızanın nüksetmesi durumunda sinir sisteminin bütününde veya bir bölümünde felç durumu nüksedeceği gibi hafıza kayıpları ve bir takım ruhsal problemleri de beraberinde getirecektir.
Sinir sistemi
Evet, yukarıda da belirttiğimiz üzere sinir kordonlarımız dendrit ve akson denen nöron hücrelerinden meydana gelmiştir. Öyle ki sinir akımı sinir kordonu boyunca nöron hücrelerince işleme tabii tutulup pek çok kimyasal ve elektriksel olayların cereyanı gerçekleşiverir. Öyle ki sinir kordonu boyunca ilerleyen sinir akımı bir yandan dendrit bağlantısıyla ilgili hücrelere iletilirken diğer yandan da akson tarafından bir sonra ki hücreye doğru aktarılma işlemleri yürütülmüş olur. Hatta bu iki nöron hücresinin birbirine bitişik olmadığı arada çok küçük boşluğun varlığı tespit edilmiş olup, bu aralığa sinaps denmektedir. Sinapslar daha çok gelen mesajların dilini çözme görevi yapıp “evet ya da hayır” şeklinde değerlendirmeye tabii tutmakta. Böylece ‘evet’ onayını alan unsurlar hücre içerisine geçebilirken “hayır” alanlarda hiçbir işleme tabii tutulmazlar. Oldu ya, bir şekilde program dışı beklenmedik arızi bir durumda ‘evet’ onayıyla sızmayı başaranlar, bu kez akson, nöronların sinaps denen özelleşmiş bağlantı noktaları aracılığıyla durum vaziyeti üst karar mercilere bildirilip tıpkı bilgisayar anti virüs programında olduğu gibi karantinaya alınmış olur. Anlaşılan o ki sistemin en ufak sızmaya tahammülü yoktur. Hatta akson, sinaps boşluklarına komşu hücreler aracılığıyla beyinle koordineli çalışan ilgili merkezlere durum vaziyet bildirilip böylece yanlış işlemlerin düzeltilmesi cihetine gidilir.
Son derece modern teknoloji ile donanmış günümüz insanı, ilk insanlara göre beynini daha fazla kısmını kullanıyor kullanmasına ama hale geriye kullanılmayan önemli açığın hala açıkta kaldığı bilinen bir gerçekliktir. Öyle ki insan hayatı boyunca beynini ne kadar çalıştırırsa çalıştırsın beyindeki sinir hücrelerinden ancak küçük bir kısmını kullanıma alabiliyor. Yani daha geride kullanılmayan bir sürü alan bırakmakta. Dolayısıyla halk arasında sıkça; “Fazla bilgi öğrenmek insan aklını oynatır” söylemi kendiliğinden çürütülmüş olur. Belli ki insan hayatı boyunca ne kadar beyin fırtınası yaparsa yapsın beynin tüm kapasitesini tam olarak kullanamayacaktır. Yine de her şeye rağmen kâinatta kendini aşma arzusunda olan tek varlık insandır. Madem kendimizi aşma iştiyakıyla yanıp tutuşuyoruz o halde ne diye aklım çalışmıyor bahanesiyle beyin kapasitemizi sınırlı tutmaya mahkûm edelim ki.
Yüce Allah, topraktan halk eylediği Âdem’e isimlerini de öğretip böylece beyin dağarcığını tam kapasiteyle çalışır bir şekilde donanımlı kılmıştır. O halde insanı en mükemmel bir şekilde donanımlı kılan aynı zamanda onun ihtiyaçlarını ezeli ilmiyle bilip insan ve kâinatla birlikte geçmişe-geleceğe mutlak hâkim Yüce Mevla’mıza ne kadar çok şükretsek azdır.
Sinir sisteminin daha gelişmiş şekli omurgalı canlılarda mevcut olup, bu sistemin hiyerarşik tepesinde oluğu andıran kanallar arasına simetrik şekilde sıralı dizilmiş kıvrımlardan oluşan beyin dağarcığımız yerleştirilmiştir. Beynin iki yarım küresi iki ana eksenli bir kanalın yanı sıra ön, arka ve şakak (temporal lob) olarak üç ana lobdan teşekkül edip bu yapının aşağıya doğru uzanan merkezi oluk (sulcus centralis) kanalının ön lobu alın kısmını (frontal) oluştururken, diğer kısımlarını da yan (paryetal ve arka loblar (oksipital) oluşturur. Böylece merkezi kanalın ön lob bölgesi bir takım akl etme gibi faaliyetlerde bulunurken arka lob bölgeler ise daha çok duyumlarla ilgili faaliyetlerde bulunmakta. Hele bilhassa beyin dağarcığımız sinir sisteminin merkezinde konumlanması hasebiyle ipleri elinde tutup tüm yürüteceği faaliyetleri merkezden çevreye doğru iletişim hattı üzerindeki omurilik ve periferi (çevre) sinir ağı koridoru üzerinden gerçekleştirmiş olur. Belli ki bu koridor üzerinde tüm faaliyetlerin yürütmek adına beyinde ortalama 10 milyar sinir hücresi ve sinir hücreleri birbirine bağlayan milyarlarca sinir lifleri sırf bu iş için görevlendirilmiş durumdalardır. Derken bizler de bu arada gece gündüz demeden harıl harıl işleyen mükemmel donanımlı bu sistemin ne kadar karışık bir yapı olduğu idrak etmiş oluruz. Peki böylesi son derece komplike bir yapıyı daha da anlaşılır kılmak için nasıl tanımlayabiliriz derseniz en basitinden nasıl ki bir hücrenin yapısını genel hatlarıyla incelediğimizde hücre zarı, sitoplâzma ve çekirdek diye tanımlarız ya, aynen öyle de bir sinir hücresini de dışta zar, iç kısmı sitoplâzma, çekirdek ve nissl cisimciklerinden oluşan bir yapı olarak tarif edebiliriz pekâlâ. Hatta bu yapıyı ağaç veya otsu bitkilerin yaprak gövde ve kök düzeninin bir başka versiyonu şeklinde inşa edilmiş bir yapı olarak da tanımlayabiliriz. Ayrıca bu yapı içerisinde sinir hücresinin zarından (mebran) dışarı uzanan saçak şeklindeki dendritler haberleşme sisteminin birinci basamağını oluşturup gelen mesajları anında yanı başında ki akson demetlerine iletmektedir. Akson ise gövde uzantısı ikinci bir basamak konumda bir nevi gelen mesajların ne anlama geldiğini çözen editör rolünde veya şifre ayıklayıcı bir mekanizma olarak görev yapmaktadır. Öyle ki ikinci istasyonda kendisine iletilen şifreleri çözmekle kalmayıp harmanlayıp ileteceği mesajları bağlı olduğu kas liflerine de nakl etmekte. Oldu ya, akson kendisine gelen mesajları ayıklarken bir başka sinire iletme kanaatine vardı, bu durumda kendi kendine baloncuk (ganglion-düğüm) oluşturup komşu sinir hücrelerin gövdesi veya dendriti ile irtibata geçmesi sonucunda snaps (bağlantı) oluşturacaktır.
Şu da var ki, beynin içerisinde herhangi bir aksiyon oluşturmak için illa özel bir gayret gerektirmiyor. En basitinden beş duyumuzla alakalı gönderilen sinyallerin bağlantılı olduğu beyin merkezine ulaşması yetebiliyor. Nitekim beş duyu organımızdan gelen uyarıcı mesajlar, kendine has alıcı (reseptör) hücreler üzerinde elektrik akımı oluşturabilmekte. Öyle ki oluşan elektrik akımı sinir hücresinin yapısını teşkil eden dendrit, gövde (soma) ve akson istasyonlarına aktarılıp bu sayede ara istasyon görevi üslenmiş sinir hücrelerin oluşturduğu düğüm şeklinde gangliyonlara elektriksel mesaj olarak iletilmiş olur. Derken elektrik akımı şeklinde gelen mesajlar burada bir takım analizleri yapılarak en son kontrol merkezi olan beyne gönderilir. Öyle anlaşılıyor ki irritabilite denilen uyarılabilme ve kondiktivite denilen uyartıları taşıma işlemleri sıradan işler değil. Belli ki ikili hesaplama programın gereği iletilen uyarıların (impuls) karşılık bulması sinir hücrelerinin vereceği “Evet” ve “Hayır” cevabına bağlı olarak en iyi şekilde neticelen işlerdir. Tıpkı bu elektrik kontağında “evet ve hayır” anlamına gelen “kapat (0) ve aç (I) “denen açılır kapanır anahtar düğmeyle çalıştığı şekliyle dijital ekranda sayısal rakamların harflere dönüşmesinde olduğu gibi neticelenip sahne almakta. Sinir sistemi bundan da öte sisteme giren bazı olumsuz sinyaller karşısında gerektiğinde icraatını durduran (inhibasyon) ve gerektiğinde gelen olumlu mesajlarla faaliyete geçmesini bilen (eksitasyon) mükemmel bir donanım olarak da dikkat çeken bir yapıdır. Mesela ağız kısmı son derece vagus ve fasiyal sinir çiftlerin oluşturduğu sinir ağı bakımdan zengin olup, özellikle üst damağın mukoz zarı, azı dişleri vs. alt çene (mandibula) ve üst çene (maksillar) çiftlerine iletişim bir sinir uzantısının iletişime geçmesi sayesinde sindirim işlemleri start alabiliyor. Hatta dilin ön yüzünün tat alma fonksiyonu yüz sinirinin (Chorda tympani) bir lifi tarafından aktif hale getirilir. Böylece yüz travmalarında sinir lifinin ansızın kesilmesi tatlı, tuzlu ve ekşi algılamaların hissedilmemesine neden olup Yunus misali “Bir ben vardır benden içeri” dediği ortada bir uyaran var birde uyarılan sistemlerin varlığının yanı sıra her ikisi arasında aracılık yapan sinir sistemi ve hormonal sistemin varlığı da söz konusudur. Sinir sistemi elektrik yüklü sinyallerle haberleşmeyi sağlar. İç salgı bezleri ise hormonların bir nevi iletişim dili olup hipofizin ön lobunda hipotalamustan salgılanan kendine özgü maddelerin etkisiyle işlerlik kazanır. Görüldüğü üzere iç salgı bezleri kendi hormonlarını kana taşıyarak organlar üzerinde hem emir hem de düzenleyici görev yapmaktalar. Bundan ötürü iç salgı bezleri bulunduğu organın şekline ve tipine göre hormon adını alırlar. İç salgı bezlerinin organlar üzerinde yeterince gerekli düzenlemeler icra etmesine rağmen, oldu ya vücut iklimimizde birtakım arızı durumlar nüksetti diyelim, bu durumda ne yapılacak diye hemen de telaşa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü bu kez feedback (negatif geri tepme) denen geriye doğru iletişim mekanizmaları devreye girip hormon salgısı ya azaltılarak ya da çoğaltılarak bir şekilde vücudun denge ayarı sağlanır. Mesela kan şekeri yükseldiğinde düşüren, düştüğünde yükselten sistemler her an göreve hazır vaziyette vücudumuzda mevzi almış durumdalardır. Demek ki başlangıçta hipofiz bezi tarafından iletilen bir cümlelik anlatım, emri altında ki iç salgı bezlerince uygulanıp belirlenen hedefe ulaştıktan sonra, bir bakıyorsun lüzumu hallerde bir cümlelik feedback bağlantısıyla ‘maksat hâsıl olmuştur’ deyip sabit bir cümle haline dönüşebiliyor. Fakat bazı durumlarda var ki feedback bağlantıları hâlihazırda olmakla beraber mesajlarda bazı gecikmeler nüksedebiliyor. Elbette ki böylesi durumlarda da durduk yere hemencecik hiçte telaşa kapılmaya gerek yoktur, hani komutanlar askerlerin iki ellerini uzattırarak parmaklarının titreyip titremediklerini kontrol ederler ya, aynen öylede vücudumuzda da sinir sistemine ait karşılıklı birbirini kontrol eden negatif geri tepme bağlantılarının varlığı söz konusudur. Gerçekten de ellerimizi uzattığımız da çoğu kez inceden inceye titrediğini gözlemleriz. Ve bu titreme hali maraz bir durum olmayıp, aslında sinir sistemi üzerinde karşılıklı kontrol mekanizmaların cerayan ettiği negatif geri tepme (feed-back) bağlantıların bir yandan nöronları çekip gevşetirken, diğer yandan da denge ayarlamaları yapmasına paralel nükseden hafif nitelikli diyebileceğimiz normal titreme durumudur. Bir başka ifadeyle ellerim titriyor diye doktor kapısına koşturacak cinsten bir vaka olmayıp vücudun kendi içerisinde gerçekleştirdiği gecikmeli mesaj niteliğinde bir dinamik denge ayar operasyonudur. Hakeza sıtma nöbetine tutulan bir hastanın titremesi de karışı koyulan mikroba karşı verilen bir savaşın gereği vücut hararetinin yükseltilmesine yönelik bir tür feedback hamlesidir. Zaten bunun aksi bir durum ortaya çıksa aynı yönde tesir etme anlamına gelen pozitif geri tepme vuku bulur ki, bunun anlamı ölüm demektir. Düşünsenize bir sistem sürekli tahrip olduğunda bir noktadan sonra her türlü müdahaleye karşı kayıtsız kalabiliyor. Dahası çöküş sürecine girmiş bir sistemin tüm denge ayarları maksimum seviyelerde alt üst olacağından artık sıfır noktasına kaçış denilen sistemin durma olayının gerçekleşmesi kaçınılmaz hal alacaktır. İster buna alın yazısı, ister pozitif geri tepme denilsin, isterse beyin ölümü denilsin sonuçta her şey fani, fakat baki kalanın ancak ve ancak “Allah” olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Çünkü kontrolden çıkan her sistemin bir gün mevta olmaya mahkûmdur. Feed-back mekanizmasının cenderesinden çıkan bir hasta hangi hastalığa yakalanmışsa o hastalıkla ilgili laboratuar bulguları ya maksimum seviyelere doğru sürekli yükseliş gösteren eğriler şeklinde ya da sürekli minimum seviyelere inmiş eğriler tarzında kendini gösterecektir. Bu sürekli iniş veya çıkış eğriler aslında önüne geçilmez pozitif geri tepme denilen bir tükeniş, bir yok oluş işareti sayılır ki; buna kısaca dinimiz ecel demektedir.
Sakın ola ki beyine et parçası deyip es geçmeyenseniz, zira beyni hafife almakla pişman olabilirsiniz. Bakın insan kafatasına yaklaşık 1,5 kilogram ağırlıkta yerleştirilmiş olan beyin, belki de kainatta yaratılanlar içerisinde en kompleks yapıda donatılmış organımızdır. Öyle ki okyanus ötesini aşacak türden uzakta sandığımız birçok olaylar ve nesneler beynimiz içerisinde yoruma tabii tutulup bir filim şeridi şeklinde izler halde gözümüzde canlanması hasebiyle aslında bize çok yakındırlar. Hakeza ışık yılı uzaklıkta ilan ettiğimiz yıldızlar beynin görüntü merkezine çoktan yerleşmişler bile. Bundan da öte oturduğumuz herhangi bir mekânın görüntüsünü her daim içerimizde taşırız. Bu noktada ister istemez biz mi bulunduğumuz mekânının içerisindeyiz yoksa mekân mı bizim içerimize geçmiş durumda mı sorusu aklımıza takılacaktır. Doğrusu şimdiye kadar paylaştığımız her mekânın hep içerisinde olduğumuzu sandık. Hâlbuki oturduğumuz mekân bizim içerimizdedir. Bizi yanıltan oda veya salon değil, belki de bizi yanıltan bedenimizin fiziki olarak bulunduğumuz mekânda bulunmasıdır. Sanki bu olay yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusu gibi bir şeydir bu. Yani bir anlamda bedenin soyut olarak beyinde yer almasıdır. Düşünsenize ip üzerinde atlayan bir akrobatın ters takla atlayıp, tekrar ip üzerinde durabilmektedir. Görenler akrabotun hareketlerine hayran kalırlar. Oysa bu yapılan hareketler beynin her iki durumda da denge hesabının ortaya koyduğu bir duruştur. Hatta akrabot beynin bu denge ayarını yakından görmüş olsaydı işte o zaman şaşkınlıktan akli denge kaybına uğramasıyla birlikte her an tepe taklak seyircilerin üzerine düşmesi an meselesidir. Bu yüzden beynimiz hakkında iyi bir hayat okuyucu ve beş duyumuzdan gelen uyarıları elektrik sinyaline dönüştürerek yorumlayıp anlamlı hale getiren mükemmel bir hazinedir şeklinde tanımlama yapsak yeğdir. Nitekim yukarıda da bahsettiğimiz gibi insan beyni 10 milyar adet sinir hücresinden meydana gelip, bir o kadar da karar merkezleri mevcuttur. Düşünsenize bir bilim adımı 10 milyar sinir hücresinin birbirleriyle olan bu kadar sayıda bağlantıları görüpte hala Allah’a iman etmiyorsa pes doğrusu. Dolayısıyla milyar rakamla ifade edilen beyin sinir sisteminin merkezi konumunda olduğundan onu karizmatik bir lider ilan edebiliriz.
Beyin genelde loplardan oluşup kendine has alt ve üst merkezleri vardır. Bu lopların her biri birbirlerine bağlı kendi çapında elektronik merkezi fonksiyon üstlenirler. Mesela beyin kabuğunun arka lobunda görme fonksiyonu icra eden görme merkezi, şakak kısmında ise işitme ile ilgili merkezler mevcuttur. Çalışma mekanizması elektrokimyaya dayanmaktadır. Şöyle ki yukarda bir nebze değindiğimiz üzere duyu organları vasıtasıyla gelen uyartılar çeşitli santrallerde birleştirilip (integrasyon) değerlendirilerek işlenmekte (bilgi işlem-İnformation processing), derken bu bilgiler akabinde “Evet” (and), “Veya” (or) ya da “Değil” (not) şekline dönüşerek üçlü karara bağlanabilmektedir. Yani sinirler tarafından iletilen mesajlar 60 ila 70 mili volt (Mili volt:1/100 volt) arası seviyelerde seyreden bir elektrik enerjisine dönüşüp akabinde beyne ulaşmaktadırlar. Bu enerji hiç kuşkusuz sodyum ve potasyum molekülleri tarafından temin edilmektedir. Böylece gelen sinyaller beynin karanlık hard diski alanında işlenip, ekrana görünüm olarak yansır. Buradaki görünümden maksat bir ses, bir konuşma veya görme şeklinde algılanabileceği gibi hissetmek tarzında da algılanabilir. Mesela ayağımıza bir diken battığında duyu organları vasıtasıyla sinirler tarafından algılanan bilgiler (enformasyon) kimyasal bir terkiple elektrik enerjisine çevrilip beyne iletilerekten bildirilmesi bu kabildendir. Bir başka ifadeyle beyin sadece kendisine gelen sinyallerin gereğini yapıp ayağımızı çekmemiz noktasında refleks tarzı cevaba dönüştürür. Hakeza beyne gelen bir takım ses dalgaların matematik analizi yapılıp sonra değerlendirilmesi de bir bambaşka mucizevî olay gibi gözükmektedir. Çünkü çoğu kez sıradan, basit ve şuursuz sandığımız hava atomlarının titreşimleri geçte olsa bir zaman sonra mana yüklü bir mucize olduğunu fark ederiz. Anlaşılan o ki beyin gelen mesajları sadece yazılıma çevirmekle kalmayıp mesaj nakletme kapasitesinin 210.000.000.000 olarak gerçekleştiği deryayı umman bir âlem olduğu gözükmektedir. Beynin diğer geri kalan kısımları ise elektrokimyadan uzak gibi görünen uyarılmayan sessiz bölgeler olarak tanımlanıp, belli ki buralar daha çok ruhi faaliyetlerle ilgili hadiseler cereyan etmekte. Her ne kadar materyalistler ruh gerçeğinden uzak kalsalar da, ruhun şuur sahibi her insana has bir durum olduğu gerçeğini değiştiremiyeceklerdir. Bu yüzden bir bilge insan şuuru tarif ederken “İlim ilim bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” demekten kendini alamamıştır. Kelimenin tam anlamıyla şuur kendini bilme prensibine dayalı bilinç demektir. Bilme olayının en mükemmel hali ise bildiğini bilmek olsa gerektir. Belki buna bildiğini yaşamakta denilebilir ki, işte bu noktada ruh devreye girmektedir. Zaten ruh melekesini çözmek insan gücünün üstünde bir olgudur. Nitekim Rabbül âlemin; “Sana ruhtan soracaklar. De ki, o Allah’ın bir emridir. İnsanlar ondan çok az şey bileceklerdir.” (İsra, 85) diye beyan buyurmakta.
Hafıza (bellek)
Hafıza güçtür. Allah korusun insan hafızasını kaybetse gerçekten güç ifadesinin mana ve ruhunu daha iyi anlayacaktır. Hafıza olmadan hiçbir şey akılda tutulamayacaktı. Öyle ki beynimiz takriben bir milyar civarında bilgi saklama kapasitesine sahiptir. Bu kadar bilgi kapasitesine sahip insan yukarıda da belirttiğimiz üzere beyninin ancak %10’unu kullanabilmektedir. Düşünebiliyor musunuz %10’luk kullanımla bile insanoğlu kâinata meydan okuyabilmekte. Dahası var; bikere her şeyden önce insan eliyle yapılan bilgisayarlar herhangi bir kokuyu ya da bir lezzeti belleğinde tutup yorumlayamazken, etten yaratılmış beyin dağarcığımız bir bakıyorsun hemen hemen tüm kokuların yanı sıra ekşi, tat her ne varsa hemen hepsini yorumlayıp kimini burnumuzda kimini ise dilimizde sahne aldırabiliyor. Demek ki beynimiz hem yorumlama hem de akılda tutma denilen meleke var. Bu melekeler sayesinde günlük hayatta sıkça kullandığımız şifre veya telefon numaralarını aklımızda tutabilmekteyiz. Tabii ki akılda tuttuklarımızın bir kısmı geçici, bir kısmı da kalıcı olarak yansımaktadır. Herhangi bir travmaya maruz kalmadıysak kalıcı melekelerimiz ömür boyu emrimize amade olarak tüm bilgiler beyin hard diskinde hazır bulundurulabilmektedir. Geçici bilgilerin kayd olduğu hard diskimiz ise ismi üzerinde geçici, yani yeni bilgiler devreye girdikçe eskiler kayıttan düşüp unutulabiliyor. Hele hele yaşlandıkça bilgi kaybına büsbütün uğrayabiliyoruz da. Belli ki beyin hücreleri zaman içerisinde etkisini yitirebiliyor. Hele bilhassa bu noktada sinir hücreleri beynin yıpranmasına paralel multipotent özelliğini yitirip kendisini değim yerindeyse elden ayaktan düşercesine yenileyemez hale girebiliyor. Unutmayalım ki insan vücudunda her gün 50 -100 bin arasında sinir hücresi hayata veda etmektedir. Ölen hücreler ile birlikte bilgilerde kaybolabilmekte. Zekâmız zindeliğini yitirdiği gibi bölünmelerin hız kesmesiyle birlikte dönüşü olmayan bir yol ayrımına girmiş olurlar. Kaldı ki enformasyon kayıpların açtığı gedikler kontrolsüz üremeleri beraberinde getireceğinden dolayı beyin hücreleri ister istemez ur denen tümörlere maruz kalacaktır. Yine de her şeye rağmen bilgilerin akılda kalması kadar unutmakta büyük nimettir tarzında düşünmekte fayda var. Düşünsene başımıza gelen her türlü elem verici hadiseleri unutmasaydık halimiz nice olurdu. Belli ki yüzümüz hiç gülmeyeceği gibi olan bitene kayıtsız kalıp derbeder olacaktık. Anlaşılan o ki; Yüce Allah hafıza ve unutma melekesini birbirini dengelesin diye yaratmış.
Beynimizin en kolay yaptığı iş olumsuz olan her ne varsa onu derhal programlayabilmesidir. Madem öyle zihin kodlarımızı hep olumlu pozitif bakış açısıyla beslemekte fayda var. Bunun için evvela kendimizi olumlu düşünmeye veya her şeye güzel bakmaya alıştırmak, dilimizi de olumlu cümleler kurmaya alıştırmak gerekir. Nitekim eline, diline, beline sahip olan icabında kâinata meydan okuyabiliyor da. O halde kul olmanın idrakiyle dua ederken “Allah’ım hayırlı değilse üniversiteyi bana kazandırmayı nasip etme” yerine “Allah’ım bana hayırlı üniversiteler kazanmayı nasip eyle” tarzında hiçbir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın umut dolu bir dil kullanmakla olumlu düşüncelerle zihin kodlarımızı besleyebiliriz. Dolayısıyla siz siz olun kullanacağınız cümlelerinizde asla olumsuz ve karamsar kelimelere yer vermeyin. Hani bir söz vardır ya “Güzel gören güzel düşünür, güzel bakan güzel görür, güzel rüya gören mutlu olur” diye. İşte bu tür akıl dolu sözler hepimizin kulağına küpe olsun ki, atalarımızın öğütledikleri “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır “ sözünden maksat hâsıl olmuş olsun.
Vesselam.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/medineden-buharaya/640880.html&filter_name=selim+gurbuzer