HALLÜSİNOJENLER

HALLÜSİNOJENLER
ALPEREN GÜRBÜZER

Hallüsinojenik maddeler herhangi bir tavsiye ve kontrol altında kullanılmadıklarında insanda geçici bilinç kaybı ve zihni bozukluk meydana getiren ilaçlardır. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak, en göze çarpan isimler şunlar olmaktadır:
LSD (Liserjik asitdietilamin)
LSD; uyku ilaçları kategorisine giren bir üründür. Hatta LSD gerek kromozom, gerek beyin fonksiyonu, gerek sinir sistemi, gerekse doku üzerinde fizyolojik ve psikolojik tesir bırakan bir maddedir. Özellikle 7 günlük gebe bir fareye % 5 (0,05)-1,0 mg dozda LSD verildiğinde bir takım embriyo bozuklukları görülmüştür. Nitekim embriyonun kuyruk ucunda göz teşekkülü, ön ayağı ucunda ise ağız vs. meydana gelmesi bunun tipik bir misalidir. Fakat bu arada 1,5–300 mg dozunda verilen LSD’nin 14–15 günlük gebe fareler üzerinde zararlı etkisi görülmemiştir. Yine de her şeye rağmen LSD'nin beyin fonksiyonlarını ve duyu merkezlerini olumsuz yönde etkilediği muhakkak.
Seratonin ve Nöro epinefrin (adrenal) asetil koline benzer görev yaparken, LSD daha çok orta beyin ve beyin kökündeki duyuları heyecana çevirmekte etkendir. Hatta insanı tahrik eden bir madde salgılayıp ceratonin ve nöro epinefrin snapsı karıştırması sonucunda bloke edilerek impuls alınmasını önler.
Meskalin-
Güney ve orta Amerika kaktüslerinden elde edilen hallüsinojenik bir alkoloiddir.
Marijuana (Esrar)-
Lophophora williamsi bitkisinden Canabis sativa/Canabis indica türlerin yaprak ve çiçeklerinden elde edilip, narkotik ve kuvvetli kokulu sarhoş verici bir madde özelliği taşımaktadır.
Amphetamin-
Meskalinden 18 defa daha aktif trimethoxy aminden elde edilir. Bu tür maddelerin tipik özelliği zihni allak bullak etmesidir. Aynı zamanda insanı renkli hayal alemlere daldırıp ütopik bir duruma (hayale) sebep olmasıdır. Öyle ki; 1896 yılında G. Amerika’da meskalinden bir nesle dağıtılmış, derken o söz konusu nesil tozpembe hayaller uğruna her biri avare avare dolanıp bir taraflara gitmişler. Zira bu ilacı kullananlarda aptallık, aksırma, hantallık ve yüz çehrelerinde birtakım değişmelerin meydana geldiği gözlemlenmiştir.
Alkol-
Metil Alkol
Metil alkol; alkoller arasında en ileri derecede zehirli olanıdır. Öyle ki insana büyük dozlar halinde verildiğinde optik sinirler üzerinde kalıcı körlükler yapmaktadır. Vücuda alındığında öncelikle metil alkol formaldehide çevrilir. Sonra formaldehit formik asite dönüşür ve en nihayet formik asitte üre tarafından absorbe edilir. Şurası muhakkak formik asit formaldehit kadar zehirli değildir. Üstelik üre tarafından elimine edilebiliyor da.
Kısaca etken seyrine göre bu durumu metil alkol → formaldehit→ formik asit→ üre şeklinde formüle edebiliriz.
Etil alkol
Sindirim yoluyla alındığında toksik tesiri diğer alkoller gibi olup, fakat barsak tarafından kolayca emile edilen bir alkol türüdür. Ancak ilk dakikada emilimin % 58 kadarı kana geçtiği için kan susuzluğu, ya da eritrositlerin yapışması veya koagülasyonu gibi geçici birtakım zararlı etkiler bırakmaktadır. Hatta bu arada beyine kan ulaşması yavaşlayacağından otonom sinir sisteminin ters çalışmasına neden olacaktır. Zira alkolün ilk birinci saatte % 88’i, ikinci saatte ise % 99'u kadarı kana geçmektedir. Etil alkol özellikle karaciğer üzerinde olağan üstü bir faaliyete girip sırasıyla Asetik asit + CO2 + H2O’ya okside olmaktadır. Şurası muhakkak alkol alan insanlarda asetaldohit mevcudiyetinden dolayı kusma, görme bulanıklığı, yalpalama vs. görülmektedir. Bununla beraber alkolün vücut metabolizması üzerinde oluşturduğu birtakım kimyasal reaksiyonların nasıl olduğu hususu hala tam manasıyla aydınlatılamamıştır. Özellikle araştırıcılar kronik alkolikleri tedavi etmek için hastalara verilen anthabus ilacın asetaldehitten sonraki basamakları nasıl bloke ettiği konusunda bayağı kafa yormaktadırlar. Yani anthabusun alkolün etkisini nasıl inhibe ettiğini incelemektedirler. Bu incelemeler sonucunda karaciğer içerisinde yer alan toksik maddelerin başta alkol olmak üzere birçok sıvıları detoksifiye (toksik madde giderici) ettiği belirlenmiştir. Bu yüzden çok az bir eliminasyon şeklinde diğer kimyasal maddelere çevrilmesi olayına detoksifikasyon denilmektedir. Neyse ki bir noktada vücut metabolizması da boş durmayıp bu arada çok düşük dozlarda alınan toksik maddeleri etkisiz hale getirerek en basit yoldan dışarı atabiliyor. Fakat sık sık alkol alındığı zaman alkolün geçtiği kanallarda bir takım hasarlar görülmesiyle birlikte tedavi edilmesi zor durumlar yaşanabilmektedir.
Demek ki; birçok usullerle çeşitli toksik maddeler (içki vs.) küçük dozlar halinde vücutta detoksifiye edilebilmektedir. Fakat vücut toksik maddeleri doğrudan dışarı atmayı (exprasyon) çok az tercih etmektedir. Daha çok vücudun ürettiği bir takım özel enzimlerle toksik maddeleri etkileyip, böylece alınan kimyasal maddeler üzerinde değişiklik yaparak depolamayı yeğlerler. Mesela fenol, sonradan boşaltılmak üzere fenol sülfata çevrilip dışarı atılır. Yani fenol sülfat, fenol glukuronik asite çevrilmekle fenol bertaraf edilmiş olur.
Anlaşılan o ki; Peygamberimiz (s.a.v)’inde buyurduğu gibi alkol bütün kötülüklerin anasıdır. Onun yolunda giden gönül sultanları da alkol bataklığında yüzen insanları topluma kazandırmak için tüm gayretlerini esirgememektedirler. Nitekim Bu konuda Namık Kemal Zeybek Adıyaman Kâhta İlçesinde kaymakamlık yaparken gördüğü bir hatırayı şöyle anlatıyor:
“Bendeniz 1974 yılında Seyda Hz.lerinin oturduğu Menzil Köyü’nün bağlı olduğu Kâhta’da kaymakamlık yaptım.
Babamdan ve babamın kütüphanesinden aldığım bilgi birikimi ile tasavvuf hakkında biraz bilgim vardı. Hz. Mevlana’nın kitaplarını, Muhyiddin Arabî’nin kitaplarını ve bulduğum diğer kitapları elimden geldiği kadar okumaya çalışıyordum. Ama şöyle düşünüyordum:
“Bu büyüklerimiz tasavvuf tarihi içerisinde görev yapmıştır ama, bu asırda yoktur onlar gibi... Yani bu yüzyılda bir Mevlana, bir Yunus Emre, bir İmam-ı Rabban-i, bir Şah-ı Nakşibend-i, bir Abdülkadir Geylani gibi tasavvufi anlamda bir mürşid artık mümkün değildir” diye. Ne zamana kadar? Kâhta’da Seyda Hz.lerini tanıyıncaya kadar, bu kanaatim devam etti. Kâhta’ya kaymakam olarak geldikten sonra tabii olarak Menzil köyünde oturan Seyda Hz.lerini çokça duyar oldum. Aleyhinde konuşanlar oluyordu, lehinde konuşanlar oluyordu. Kendisine bağlı insanlar yanıma geliyordu. Kendisine şiddetle karşı olanlar da yanıma gelip anlatıyorlardı. Tabii bir nokta vardı, kendisine bağlı olan insanlar Seyda’ya bağlı olan insanlar ve aynı zamanda vatana millete, vatanın birlik ve bütünlüğüne, ahlaki değerlere bağlı insanlardı. Buna mukabil vatanın birliğine, milli ve manevi değerlere husumet içinde olan insanlar da onun aleyhinde konuşuyorlardı. Bu benim için bir ölçü oldu. Fakat hepte o yılların biriktirdiği artık bu asırda böyle şeyler yoktur düşüncesinden doğrusu kendisiyle tanışmak istemiyordum. Köye bir kaymakam olarak gittiğim zaman okula gidiyordum. Hemen okula yakın bir evi vardı. Takriben bir ay sonra benim zihnimde bir mesele anlatıldı. Mesela, şu yakın vilayetlerden bir şeyh demiş ki (Gavs Hz.lerine demiş.):
“Gelsin ateş üzerinde duralım bakalım, kim daha çok durabilecek.”
Bunun üzerine Gavs Hz.leri de demiş ki:
“Ben ateşten korkuyorum, ateşten korkmasam zaten bu işlerle uğraşmam.”
Bu söz bana çok latif geldi ve bir tanışmak istedim. Gittim, gidiş o gidiş... Yani kendisini tanıdıktan sonra (Seyda Hz.lerini tanıdıktan sonra) kafamda birçok sırlar çözüldü. Tabii birçok sırlarda oluştu, sonra o sırlar çözüldü.
İşin ilginç yanı Seyda Hz.lerinin etrafında yüzlerce, binlerce belki de milyonları aşan insan var ama, kendisi çok fazla konuşmuyor, insanlara hitab ederek kazanmak diye bir şey yoktur. Sohbetleri vardı. Benim hayatımda bir olayla kıyasladım bu hali. Kaymakam olduğum yıllarda, her bulunduğum yerde, elimden geldiğince içkiyle, kumarla ve topluma zararlı olan kötü alışkanlıklarla mücadele ediyordum. Hatta bu yüzden Dünya Yeşilaycılardan bir madalya aldım Türkiye’de... Gün içinde içki çok fazla tüketiliyor ve halkı muzdarip ediyordu. Doktoru, müftüyü ve diğer halka hitap edebilecek kişileri topladım. Ben konuşuyordum ve içkinin zararlarını anlatıyordum, doktor, avukat anlatıyor her yönden içkinin insanlara ne kadar zararlı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Böyle bir toplantı yaptım. Toplantı bittikten sonra, lokantaya misafirlerim vardı yemeğe gittim, baktım en önde oturan ve ben ne dersem başını doğru doğru diye sallayan bir muhtar rakı içiyor. Şimdi bu bir unutmadığım olay. Çok uzun uzun saatlerce anlattım: İçki zararlı, sağlığına zarar verir, ailene, kesene ve topluma zarar verir falan... Güzelde nutuklar söylüyorduk, tasdik ediliyordu, başlar da sallanıyordu ama, sonunda o muhtarı içki içerken gördük, rakıyı koymuş içiyordu.
Bir başka olay daha gördüm Menzil’de. Seyda Hz.lerinin yanına gelen birçok alkolik, içki içen demiyorum alkolik... Yani alkol hastalığına yakalanmış da bundan kurtulamayan insan onun çok küçük bir telkiniyle “bir tövbe” bir de “içme senden Allah razı olsun” sözüyle birdenbire içkiden kurtuluyor, hali değişiyor ve yüzü değişiyor. Yani bir insanda iki tane rengin olduğunu ben gördüm. Dün gelmiş yüzü simsiyah, bugün tövbesini almış ertesi gün, güzelleşmeye başlamış ve bir müddet sonra bakıyorum bu insan bambaşka bir insan olmuş. Seyda Hz.lerinin yanında çok söz söylemeye yahut onun söz söylemesine gerek kalmıyordu. Sadece onun yanında oturmak insana öyle huzur veriyordu ki, o anda sanki çok uzun vaizler dinlemiş, çok kitaplar okumuşçasına insanın içinin yumuşadığını, içinin insanlara sevgiyle dolduğunu, insan içinin hoşgörüyle dolduğunu ve insanın İslâm’a doğru yöneldiğini hissediyordu.
Bir defa tanımıyanların peşin hükümleri var. Türkiye’de tasavvuf nedir? Mutasavvıflar kimlerdir? Tarihte ne yapmışlardır? Bugün ne yapmaktadırlar? Bunlar yeteri kadar bilinmediği için, bir kara propagandanın tesiriyle ne yazık ki peşin hükümle iyi bakılmıyor. Ama ben şunu gördüm; Kâhta’ya gittiğim zaman benim de görevim bulunduğum yerdeki insanlarla ilgili rapor yazmaktır. Eski raporlara baktım, yani benden önceki kaymakamların tamamı Seyda Hz.leri ve Menzille ilgili müspet rapor yazmıştır. Burası ve buradaki insanlar siyasetle uğraşmazlar, devletin ve milletin birliğine bağlıdırlar. Şunu da ilave etmeliyim ki:
Gavs Hz.lerinin o köye yerleşmesi, Seyda Hz.lerinin o köyde bulunması ve sonra dergahın orda da devam etmesi, anlayanlar için devletimiz ve milletimiz bakımından büyük bir nimettir . Seyda Hz.lerinin bağlıları ve öğrencileri arasında hem doğudan, hem kuzeyden , hem batıdan ve Türkiye’nin her yerinden gelen insanlar var. Orda ideal kardeşlik bilinci ve kardeşlik hali gerçekleşir. Menzil’de devlete ve millete sadık , işini iyi yapan insanlar ortaya çıkar. Doktorsa daha başarılı , daha diyergam, daha başkalarını düşünen , daha iyi bakan doktor haline gelir. Tasavvufun maksadı da zaten budur. Bütün insanlara , herkese hoşlukla bakmaktır. Fakat ne yazık ki zaman zaman anlamaz insanlarda o bölgede görev yaptılar ve bir dönem hem de Seyda Hz.lerinin orada bulunmasının gerekli olduğu dönemde bir takım anlamaz, bilmez sığ görüşlü insanlar, onun bulunduğu yerden koparılmasına ve Çanakkale’de oturmasına sebep oldular. O bir tarihi yanlıştı, sonra o yanlış anlaşıldı ve kaldırıldı.”
Evet, içki kullanmak yanlış, içkiyi terkettirmeye vesile olan gönül dostlarını incitmekte bir bambaşka yanlış uygulama olsa gerektir.
Sigara ve Sağlık
Tütün tüm dünyada 16. yüzyıldan buyana kullanıla gelmiş bir maddedir. Avrupa'ya tütünün girişi I. Dünya harbinde, Türkiye’ye ise savaş sonunda girmiştir. Nitekim 1945’te yaşlı kesim Türkiye’de gelecek kuşağa çok kötü örnek olmuştur. Ki; akciğer kanseri, müzminleşmiş solunum yolu hastalıkları, metabolizma bozuklukları ve tedavi edici ilaçların vücutta etkisini gösterememesi gibi farmakolojik noksanlıklar daha çok sigara kaynaklı kötü sonuçlardır. Maalesef tüm dünya bunca uğraşa rağmen sigara içmenin önüne geçmeyi başaramamıştır. Dolayısıyla bugün gelinen noktada sigara içmeme yerine sigara içme usulünü değiştirmek veya tedrici bırakma seansları uygulamak daha akıllıca bir yol veya kurtarıcı alternatif olarak kabul edilmektedir.
İstatistik verilere göre sigara tüketimi arttıkça akciğer kanseri artmaktadır. Zira 1976 yılında Amerika’da yapılan bir çalışmayla hastane kayıtları incelendiğinde akciğer kanserinden ameliyat olanların neredeyse tamamı sigara içenlerin olduğu tespit edilmiştir. Sigara dumanı kalıntı halinde burun boşluğunda, gırtlakta, soluk borusunda kanserlere sebep olmuştur. Sigaranın sebep olduğu yaygın hastalıklar özellikle akciğer, ağız ve yutak, gırtlak ve pankreas gibi organlarda kanser biçiminde sahne almaktadır. Yine sigara içenlerde kalp ve dolaşım hastalıkları, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon ve birtakım şoklar daha fazladır. Keza akciğerde emphysema(Anfizem) olarak tanınan solunum yetersizliği sigara içenlerde bir hayli çoktur. Hatta gastrit ülseri, duodenum ülseri, karaciğer sirozu da buna dâhildir. Bu arada sigara içmenin zararı kadınlardan çok erkekler üzerinde daha etkili olduğu varsayılmakla birlikte, mesela erkeklerde Emphysema ve karaciğer sirozu ve akciğer solunum yetersizliği kadınlara göre çok daha azdır. Anlaşılan ister erkek olsun ister kadın fark etmez, sonuçta sigara kullanmak her halükarda risk teşkil etmektedir. O halde sigara illetini içmemek en doğru akıllıca yol olsa gerektir. Hatta sigara içilen ortamlardan bile uzak kalmalı. Zira sigara dumanı sigara içenler üzerinde yaptığı etki kadar sigara içmeyenler üzerinde de aynı etkiye sahiptir.
Sigarayı bırakan insanlar da şu durumlar göze çarpar;
—Yediği gıdanın gerçek tadını fark etmesi.
—Koku duyusu gelişir.
—Sindirim kabiliyeti artar.
—Kilo alır.
Sigarayı bırakmanın sevinci bir bambaşka duygudur. Şimdilik sadece sigarayı bırakmakla kilo alınması şikâyet söz konusudur. Olsun tek dert kilo almaksa çaresi var elbet. Şöyle ki; sigaranın verdiği zararı aerobik uygulamalarla telafi etmekle mümkün değilken, kilo almayı birtakım idmanlarla bertaraf edilebilmektedir.
Mental Bozukluklar
Çeşitli mental hastalıkları sinir sisteminin bozuk olmasından kaynaklanmaktadır. Mesela diabet gibi metabolik hastalıklar sinir sistemi ile yakından ilgilidir. Doktorlar bu tip hastaları sükûnete davet edip uzun süre dinlenmelerini tavsiye ederler. Ayrıca sinir sistemini teskin edici ve çevre ile ilgisini çok alt düzeye indirici ilaçlar verilir. Bunlardan belki de en mühim olanı mental bozuklukların insan davranışı üzerinde yaptığı dengesizlik, düzensiz görünüm ve birtakım arızı kusurlar, içerisinde yaşadığı cemiyetin hoşgörüsü ile birlikte bertaraf edilebilir olmasıdır. Yeter ki toplum hoşgörü seviyesini erişmiş olsun, bak o zaman ortada ruhsal problem kalır mı? Nitekim hoşgörüyle birçok kötü huyların tedavi edilebildiği örnekler vardır. Şöyle ki; yardım duygusu, hastayla dost ve arkadaş olma, hastaya beşer şaşar düşüncesine dayalı yaklaşım tarzı sergilemek gibi tavırlar birçok anormal diyebileceğimiz psikopat insanı iyileştirdiği artık bir sır değil. Bu yüzden ileri memleketlerde 300 mevcutlu iş yerinden okuldan vb. kuruluşlarda bir psikoterapisin (psikologun) görevlendirilmesi istenir. Tüm bu önlemler alınmadığı takdirde gençlik çağında verilen aşırı sorumluluklar ruhi bunalım veya mental bozukluklara yol açmaktadır. Hatta bu tür gençlerle ilgilenilmediğinde kendilerini cemiyet dışı kabul edip, bunun akabinde hem mental bozukluklara yakalanıyorlar hem de birtakım fiziki hastalığın pençesine düşebiliyorlar.
Mental bozuklukların diğer sebeplerinden biri de çevre güzelliğinin ve tabiat bozukluklarının insan doğasıyla (seciyesi) uyum sağlamamasıdır. Bu gerçeklerden hareketle koruyucu sağlık hizmetleri ve çevre korunmasına yönelik düzenleme yapan kuruluşlarda mental bozukluğu olan birçok insanın işçi olarak çalıştırılmış (görevlendirilmiş) ve bunun sonucunda hastaların tabiatta uzun süre baş başa meşgul edilmelerinden olsa gerek 210 kişiden sadece 8 kişi hariç diğerleri sağlıklı veya dengeli bir duruma kavuştuğu gözlemlenmiştir. Mesela İsviçre ve İngiltere’de mental bozuklukları olanların iş gücünden faydalanmak, insanlara muhtaç durumdan kurtarma, sosyal ve ekonomik durumlarını düzeltmeye yönelik kanunlar yer alıp uygulanır da. Elbette ki kanunların gayesi insan mutlu çevreyi insanın yaşaması için en uygun bir şekilde muhafaza ve geliştirmek olmalıdır. Bunun için ileri memleketlerde bu işler için dernek ve cemiyetler bile kurulmuştur.
1-Neurosis
Neurosis mental bozuklukların en yaygınıdır. Bu hastalığın en karakteristik özelliği konuşma bozukluğunun yanı sıra (ataxia) hastanın ne söylediğini bilemiyor olmasıdır. Bazı hastalarda ise her türlü nevrotik bozukluğun mevcut olabileceği belirlenmiştir. Amerikalılar bu tip hastalara kompartman bilinç derler. Bu tip bilinç hastayı son derece duyarlı yapar. Bir şeye dokunduktan sonra hemen elleri yıkama hastalığı baş göstermektedir ki bu durum insanı zamanla şizofrenliğe kadar sürükleyebiliyor.
Neurosis mental bozuklukların çeşitli tipleri vardır:
Obsesyonlar
Şaşkın bir insanın (kompartman-şaşkın) davranışlarına benzer tavır sergilerler. Hatta birçok şeyi abartarak başkasına takdim ederler. Ayrıca bunlar tipik koleksiyon meraklılarıdır.
Fobikler
Bunlar akut ataxia hastalarıdır. Mesela günlük hayatta sık sık karşılaşabileceği insan ilişkilerine karşı sosyal fobiktirler. Mesela buna selam vermeme gibi durumlar tipik misal gösterilebilir. Bunlar daha çok özel ilgi bekleyen tip özelliği sergilerler. Hatta özel besin isterler, özel yer isterler. Ayrıca yapmak zorunda olduğu işler karşısında hemen paniğe kapılırlar. Yani hayvanlara karşı fobik olan bir kişinin sinek karşısında yılan görmüşçesine ürkmesi gibi bir tavır takınırlar.
Hipokondriyaklar
Bunlar bir olay karşısında aşırı derecede etkilenmeleri sonucunda kendini olayın içinde bulan tiplerdir. Mesela Hipokondriyaklar sıtmaya yakalanan bir kişiyi gördüğünde sanki kendisi sıtmaya yakalanmış gibi bir hale girmektedir. Kelimenin tam anlamıyla bunlar hastalık hastası tiplerdir.
Nörasteni
Hipokondriakın bir çeşididir. Bunlar için hastalığın adını duymak bile yetiyor. Tıpkı sıtmada olduğu gibi tavır içerisine bürünür. Gerek hipokondriyak tip, gerekse nörasteni tipler yalnızlıktan, reddedilmişlikten ve yetersiz oluşlarından şikâyetçidirler. Nörastemi aynı zamanda nevrozun bir başka psikosomatik düzensizlik durumudur. Dolayısıyla bu tip insanlar ülsere karşı yakalanma riski taşırlar hep. Nörastenin bir diğer çeşidi ise çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalıp bihaber olmalarıdır. Nitekim kendini bekleyen tehlikelere karşı duyarsız olmaları ya da çok aç olduğu durumlarda kendisine uzatılan besini vermekten sevinç duyan insanların hislerine alakasız olmaları bunun en tipik misalidir.
2-Psikozlar
Bunları neurosislerden ayırt etmek güçtür. Psikozlar genellikle başkalarını kendinde büyüterek örnek aldığı kişinin hal ve hareketlerini kendinde tatbik etmeye çalışır. Yaptığından emin olmayan devamlı hazır bekleyen karaktere sahiptirler. Bu tip hastalarda şizofreni (gerçeklere kayıtsızlık, içe kapanma, zihin bölünmesi), paranoid (başkalarına karşı güven duymamaları, aşırı kuşkuculuk), ruhi depresyon ve bir takım patolojik arızalar gibi çeşitleri vardır.
Şizofreni-
Mental hastalıkların en yaygın olanıdır. Şizofren hastalar çok heyecanlı olup hemen tahrik edilebilir tiplerdir. Öyle ki; kimi kendisinden alay edilmesinden hoşlanır. Kimi başkaları kendisiyle eğlenip gülerken kendisinin eğlendiğini zanneder. Kimi gezip tozduğu yerlerde gündüzün rüya görüyormuş gibi hisse kapılır. Kimileri ise özlediğini elde edemeyince dolaşmayı sever. Mesela kendisi ticaretçi ise tüccarın yanında dolaşmayı yeğler.
Ruhi depresyonlar-
Bunlar hafta içerisinde kendileri için belirledikleri bir günü ya uğurlu ya da uğursuz sayan tiplerdir. Bazıları ayın belli bir gününde et yemezler. Bazıları kendinden çok küçük yaştakilerle veya çocuklarla arkadaşlık eder. Bazıları çok övünmeyi sever. Bazıları ise kendi yaptığını başkası yapmış gibi zanneder.
Diğer şahsı bozukluklar (patolojik bozukluklar)-
Eksojenik depresyonlar aniden gelip, kaybolan ruhi düzensizliklerdir. Mesela sara nöbeti bunun tipik misalidir. Diğer patolojik bozuklukların bir kısmı ise kalıtsal olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mental Bozuklukların Tedavisi
Mental bozuklukların tipine ve derecesine bağlı olarak Tıbbi tedavi usulleri değişkenlik göstermektedir. Çoğunlukla tedaviden önce psiko-analiz yapmak gerekir. Bu tip hastaları gruplayıp kendileri ile baş başa bırakmak (deli deli bir araya gelmesi gibi) en doğru yöntem olsa gerektir. Bu uygulama aynı zamanda halk dilinde “Deli deliyi görünce sazını saklarmış” sözünün teyididir. Hatta bu yöntem uygulandığında ikili arkadaş grupları oluşturularak grubun başına içlerinden en akıllısı seçilir. Gerekirse gruplar birbirinden ayrılmasın diye bağlanıp aralarında sıcak sempati geliştirilebilmektedir. Böylece bu tipler yalnızlık hissinden kurtarılmış olurlar. Şayet böyle yapılmazsa psikoz kişi tedavi etmeye gelen doktoru bizatihi kendisi tedavi etmeye kalkışmaktadır.
a-)Şok Tedavisi
Elektrikle uyarılma tedavisi olup, mental bozukluğun seviyesine uygun düşecek doz uygulanır. Şayet yanlış uygulanabilecek bir şok tedavi uygulamaya kalkışılırsa mental bozuklukları gideriyim derken bir takım vahim sonuçlara neden olunabilir. Dolayısıyla şok tedavisi ehli olanlar tarafından uygulanmalı. Zaten uzmanınca uygulandığında en dikkate değer tedavi elbette şok yöntemi olacaktır.
b-)Kemoterapik Tedavi (ilaç tedavisi)
Yaygınlaşan tedavi usulü olup ancak ilaçların yan tesirleri artmaktadır. Onun için ilaç kullanmaya meyilli hastaları kemoterapiye almalıdır. Fakat mental bozukluklarda ilaç hastayı tahrik edebiliyor.
c-)Test uygulamaları
Kemoterapinin bir çeşit şekli olup beyin bozukluklarını daha açık ortaya çıkaran bir tür uygulamalardır. Fakat bunlar mental bozukluk dışındaki hastalıklara uygulamamak gerekir, yani sadece mental bozukluğu olan hastalara uygulamak lazımdır.
d-)Grup tedavisi-
İnsan gücüne dayalı bir tedavidir. Burada çeşitli gruplar, duygu, deneme grupları, konuşma grupları, iş grupları ve uyku grupları vs. oluşturulur. Böylece oluşturulan gruplar sayesinde özel bozukluklar bile bu yolla giderilebiliyor. Böylece hastanın ruh dünyası üzerinde olumlu yönde etki yapmaktadır. Özellikle bu yöntemin ana ekseni doktorlar olup bu gruplara katılmakla adeta hepimiz insanız mesajı verilmekte. Bunun sonucu olarak ta hastalar ana şefkatine benzer sıcaklığı ruh dünyasında hissetmiş olurlar.
e-) Çapraz etki analizi (Cross-impact analysis)
Çapraz etki analiz daha ziyade ağır hüküm giymiş mahkûmlar arasında görülen hafıza kayıplarının giderilmesinde kullanıldığı gibi kişilerin hangi meslek gruplarına karşı kabiliyetli olduğunu ortaya çıkarmak veya okuma yazma bilmeyenlerin hangi kur kademelerinde öğrenebileceklerini belirlemek için de kullanılan bir metottur. Keza toplu yeme esnasında herkes hünerini toplulukta göstermesi de bir tür çapraz analiz yöntemi sayılmaktadır.
Çapraz etki analiz sayesinde; zekâ gerililiğinden tutunda konuşma kaybına uğramış birçok hastanın kendi soyundan olmayan hastalarla bir araya getirilerek kısa zamanda tedavi edildiği gözlenmiştir. Mesela 8 adet bu tip Amerikan hastası dörtlü gruplara ayrılarak grubun birisi Amerika'da, diğeri İran hastanesinde tedavi edilmeye gönderilmiş. Gerçekten de ikinci grup 2 sene içerisinde, Amerika'da kalan grup ise ancak 6 senede tedavi edilebilmiştir.
Çapraz etki analizin diğer bir şekli ise tıpkı evlat edinen ailelerde ki gibi hastayı kendi evi dışında başkalarının evinde değişik insanlarla uzun süre bir arada tutmaya yönelik bir uygulamadır.

HALLÜSİNOJENLER
SELİM GÜRBÜZER
Hallüsinojen bizatihi obje olarak var olmayan ancak kişi tarafından algılandığı düşünülen objelerin, örneğin bastonu yılan gibi görmek gibi bir durumun ortaya çıkmasını sağlayan nesne demektir. Malum halüsinasyon görenlere yönelik tedavi maksatlı hallüsinojen etken maddeler herhangi bir tavsiye ve kontrol dışı kullanıldıklarında kişide geçici bilinç kaybı ve zihni bozukluk oluşturabiliyor. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak, en göze çarpan hülüsinojen maddeler şunlardır:
LSD (Liserjik asit dietilamid)
LSD; uyuşturucu ve uyku ilaçları kategorisine giren bir üründür. Hatta LSD gerek kromozom, gerek beyin fonksiyonu, gerek sinir sistemi, gerekse doku üzerinde uyuşturucu fizyolojik ve psikolojik tesir bırakan bir maddedir. Özellikle 7 günlük gebe bir fareye % 5 (0,05) ila 1,0 mg arası bir dozda LSD verildiğinde bir takım embriyo bozuklukları görülebiliyor. Nitekim embriyonun kuyruk ucunda göz teşekkülü, ön ayağı ucunda ise ağız gibi oluşumların nüksetmesi bunun tipik bir örneğini teşkil eder. Ancak 300 mg civarı bir dozda verilen LSD’nin 14 - 15 günlük gebe fareler üzerinde zararlı etkisi görülmemiştir. Her şeye rağmen yine de LSD'nin beyin fonksiyonlarını ve duyu merkezlerini olumsuz yönde etkilediği bilinen bir gerçekliktir.
Bu arada serotonin ve noroepinefrin (adrenal) asetilkoline benzer görev yaparken, LSD daha çok orta beyin ve beyin kökündeki duyuları heyecana çevirmekte etken maddelerdir. Hatta insanı tahrik eden bir madde salgılayıp serotonin ve noroepinefrin gibi sinir uçlarının bağlantı noktalarında gelen mesajların alınmasını bloke eder.
Meskalin
Güney ve orta Amerika kaktüslerinden elde edilen hallüsinojenik bir alkoloid bir maddedir.
Marijuana (Esrar)
Lophophora williamsi (peyote) bitkisinden Cannabis sativa (Hint keneviri)/Cannabis indica türlerin yaprak ve çiçeklerinden elde edilip, narkotik ve kuvvetli kokulu sarhoş edici özellik içeren bir maddedir. Aslında şu da bir gerçek yerde biten bir bitki hem şifa kaynağı hem de zehir içerebiliyor. Dolayısıyla zehir olandan değil şifa olandan nimetlenmek gerekir. Nitekim kuru üzümden her gün 20 adet yediğimizde yorgunluğumuzun giderilmesinden tutunda sinirlerin kuvvetlenmesine ve öfkemizin dindirilmesine kadar vücudumuzda pek çok birikmiş negatif enerjimizden eser kalmayacaktır.
Amfetamin
Meskalinden 18 defa daha aktif trimetilamin bileşiğinden elde edilir. Bu tür maddelerin tipik özelliği zihni allak bullak etmesidir. Aynı zamanda insanı renkli hayal alemlere daldırıp ütopik bir duruma (hayale) sebep olmasıdır. Öyle ki; 1896 yılında Güney Amerika’da meskalinden bir grup insana uygulanmış, derken o söz konusu bir grup insan tozpembe hayaller uğruna her biri bir taraflara kendilerini atmışlardır. Peki, o insanları uçsuz bucaksız hayallere sürüklediler de ne oldu en nihayetinde bu ilacı kullananlarda aptallık, aksırma, hantallık ve yüz çehrelerinde aguduk buguduk birtakım değişmelerin nüksettiği gözlemlenmiştir.
Alkol
Aslında alkolün kaynağı da bitkidir. Öyle ki bu kaynaktan pek çok alkol çeşidi üretilebiliyor. Madem öyle bunlardan bir kaçına kısaca değinebiliriz:
Metil Alkol
Metil alkol; alkoller arasında en ileri derecede zehirli olanıdır. Öyle ki insana büyük dozlar halinde verildiğinde optik sinirler üzerinde kalıcı körlükler bırakabiliyor. Vücuda sirayet ettiğinde öncelikle metil alkol formaldehide çevrilir. Sonra formaldehit formik aside dönüşür ve en nihayetinde formik asit ise üre tarafından absorbe edilir. Ancak şu da var ki formik asit formaldehit kadar toksik değildir. Üstelik üre tarafından elimine edilebiliyor da. Hatta etken seyrine göre bu durum metil alkol → formaldehit→ formik asit→ üre şeklinde formüle edilir de.
Etil alkol
Sindirim yoluyla alındığında toksik etkisi diğer alkoller kadar olup, fakat bağırsak tarafından kolayca emile edilebilen bir alkol türüdür. Ancak ilk dakikada emilimin %58 kadarı kana geçtiği için kan susuzluğu, eritrositlerin yapışması veya koagülasyonu gibi geçici birtakım zararlı etkiler bırakabiliyor. Hatta bu arada beyine kan ulaşması yavaşlayacağından değim yerindeyse otonom sinir sisteminin tersyüz çalışmasına neden olacaktır. Zira alkolün ilk birinci saatte %88’i, ikinci saatte ise %99'u kadarı kana geçmektedir. Etil alkol özellikle karaciğer üzerinde olağan üstü bir faaliyete girip sırasıyla Asetik asit + CO2 + H2O’ya okside olmaktadır. Şurası muhakkak alkol alan insanlarda asetaldehit mevcudiyetinden dolayı kusma, görme bulanıklığı, yalpalama gibi arazlar görülebilmekte. Bununla beraber alkolün vücut metabolizması üzerinde oluşturduğu birtakım kimyasal reaksiyonların ne şekilde cereyan ettiği hususu hala tam manasıyla aydınlatılmış değildir. Özellikle bu hususta çalışan araştırmacılar kronik alkolikleri tedavi etmek için hastalara verilen antabus ilacın asetaldehitten sonraki basamakları nasıl bloke ettiği konusunda bayağı kafa yormaktadırlar. Yani antabusun alkolün etkisini nasıl inhibe ettiğini incelemektedirler. Bu incelemeler sonucunda karaciğer içerisinde yer alan toksik maddelerin başta alkol olmak üzere birçok sıvıları detoks edici (toksik madde giderici) özelliğe haiz etken unsurlar olduğu belirlenmiştir. Bu yüzden elimine şeklinde vuku bulan bu tür kimyasal reaksiyonlu dönüşümlere detoksifikasyon denilmektedir. Neyse ki bir noktada vücut metabolizması da boş durmayıp bu arada çok düşük dozlarda alınan toksik maddeleri etkisiz hale getirerek en basit yoldan dışarı atabiliyor. Fakat sık sık alkol alındığı zaman alkolün geçtiği kanallarda bir takım kalıcı hasarlar bırakmasıyla birlikte tedavisi zor duruma yol açabiliyor.
Ezcümle anlaşılan o ki; birçok usullerle çeşitli toksik maddeler (içki vs.) küçük dozlar halinde vücutta detoksifiye edilebiliyor. Fakat vücut toksik maddeleri doğrudan dışarı atmayı (eksprasyon) çok az tercih etmektedir. Daha çok vücudun ürettiği bir takım özel enzimlerle toksik maddeleri etkileyip, böylece alınan kimyasal maddeler üzerinde değişiklik yaparak depolamayı yeğlerler. Mesela fenol, tahliye edilmek suretiyle fenol sülfata çevrilip sonrasında dışarı atılır. Böylece fenol sülfat, fenol glukuronik asite çevrilmekle fenol bertaraf edilmiş olur.
Meseleye birde dini yönden baktığımızda Peygamberimiz (s.a.v)’inde beyan buyurduğu veçhiyle alkol bütün kötülüklerin anasıdır. Hakeza Allah dostu Gönül Sultanları da alkol bataklığında yüzen insanları topluma kazandırmak için tüm gayretlerini esirgememektedirler. Nitekim bu konuda Namık Kemal Zeybek Adıyaman Kâhta İlçesinde kaymakamlık yaparken gördüğü bir hatırayı şöyle anlatır:
“Bendeniz 1974 yılında Seyda Hz.lerinin oturduğu Menzil Köyü’nün bağlı olduğu Kâhta’da kaymakamlık yaptım.
Babamdan ve babamın kütüphanesinden aldığım bilgi birikimi ile tasavvuf hakkında biraz bilgim vardı. Hz. Mevlana’nın kitaplarını, Muhyiddin Arabî’nin kitaplarını ve bulduğum diğer kitapları elimden geldiği kadar okumaya çalışıyordum. Ama şöyle düşünüyordum:
“Bu büyüklerimiz tasavvuf tarihi içerisinde görev yapmıştır ama, bu asırda yoktur onlar gibi... Yani bu yüzyılda bir Mevlana, bir Yunus Emre, bir İmam-ı Rabban-i, bir Şah-ı Nakşibend-i, bir Abdülkadir Geylani gibi tasavvufi anlamda bir mürşid artık mümkün değildir” diye. Ne zamana kadar? Kâhta’da Seyda Hz.lerini tanıyıncaya kadar, bu kanaatim devam etti. Kâhta’ya kaymakam olarak geldikten sonra tabii olarak Menzil köyünde oturan Seyda Hz.lerini çokça duyar oldum. Aleyhinde konuşanlar oluyordu, lehinde konuşanlar oluyordu. Kendisine bağlı insanlar yanıma geliyordu. Kendisine şiddetle karşı olanlar da yanıma gelip anlatıyorlardı. Tabii bir nokta vardı, kendisine bağlı olan insanlar Seyda’ya bağlı olan insanlar ve aynı zamanda vatana millete, vatanın birlik ve bütünlüğüne, ahlaki değerlere bağlı insanlardı. Buna mukabil vatanın birliğine, milli ve manevi değerlere husumet içinde olan insanlar da onun aleyhinde konuşuyorlardı. Bu benim için bir ölçü oldu. Fakat hepte o yılların biriktirdiği artık bu asırda böyle şeyler yoktur düşüncesinden doğrusu kendisiyle tanışmak istemiyordum. Köye bir kaymakam olarak gittiğim zaman okula gidiyordum. Hemen okula yakın bir evi vardı. Takriben bir ay sonra benim zihnimde bir mesele anlatıldı. Mesela, şu yakın vilayetlerden bir şeyh demiş ki (Gavs Hz.lerine demiş.):
“Gelsin ateş üzerinde duralım bakalım, kim daha çok durabilecek.”
Bunun üzerine Gavs Hz.leri de demiş ki:
“Ben ateşten korkuyorum, ateşten korkmasam zaten bu işlerle uğraşmam.”
Bu söz bana çok latif geldi ve bir tanışmak istedim. Gittim, gidiş o gidiş... Yani kendisini tanıdıktan sonra (Seyda Hz.lerini tanıdıktan sonra) kafamda birçok sırlar çözüldü. Tabii birçok sırlarda oluştu, sonra o sırlar çözüldü.
İşin ilginç yanı Seyda Hz.lerinin etrafında yüzlerce, binlerce belki de milyonları aşan insan var ama, kendisi çok fazla konuşmuyor, insanlara hitab ederek kazanmak diye bir şey yoktur. Sohbetleri vardı. Benim hayatımda bir olayla kıyasladım bu hali. Kaymakam olduğum yıllarda, her bulunduğum yerde, elimden geldiğince içkiyle, kumarla ve topluma zararlı olan kötü alışkanlıklarla mücadele ediyordum. Hatta bu yüzden Dünya Yeşilaycılardan bir madalya aldım Türkiye’de... Gün içinde içki çok fazla tüketiliyor ve halkı muzdarip ediyordu. Doktoru, müftüyü ve diğer halka hitap edebilecek kişileri topladım. Ben konuşuyordum ve içkinin zararlarını anlatıyordum, doktor, avukat anlatıyor her yönden içkinin insanlara ne kadar zararlı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Böyle bir toplantı yaptım. Toplantı bittikten sonra, lokantaya misafirlerim vardı yemeğe gittim, baktım en önde oturan ve ben ne dersem başını doğru doğru diye sallayan bir muhtar rakı içiyor. Şimdi bu bir unutmadığım olay. Çok uzun uzun saatlerce anlattım: İçki zararlı, sağlığına zarar verir, ailene, kesene ve topluma zarar verir falan... Güzelde nutuklar söylüyorduk, tasdik ediliyordu, başlar da sallanıyordu ama, sonunda o muhtarı içki içerken gördük, rakıyı koymuş içiyordu.
Bir başka olay daha gördüm Menzil’de. Seyda Hz.lerinin yanına gelen birçok alkolik, içki içen demiyorum alkolik... Yani alkol hastalığına yakalanmış da bundan kurtulamayan insan onun çok küçük bir telkiniyle “bir tövbe” bir de “içme senden Allah razı olsun” sözüyle birdenbire içkiden kurtuluyor, hali değişiyor ve yüzü değişiyor. Yani bir insanda iki tane rengin olduğunu ben gördüm. Dün gelmiş yüzü simsiyah, bugün tövbesini almış ertesi gün, güzelleşmeye başlamış ve bir müddet sonra bakıyorum bu insan bambaşka bir insan olmuş. Seyda Hz.lerinin yanında çok söz söylemeye yahut onun söz söylemesine gerek kalmıyordu. Sadece onun yanında oturmak insana öyle huzur veriyordu ki, o anda sanki çok uzun vaizler dinlemiş, çok kitaplar okumuşçasına insanın içinin yumuşadığını, içinin insanlara sevgiyle dolduğunu, insan içinin hoşgörüyle dolduğunu ve insanın İslâm’a doğru yöneldiğini hissediyordu.
Bir defa tanımayanların peşin hükümleri var. Türkiye’de tasavvuf nedir? Mutasavvıflar kimlerdir? Tarihte ne yapmışlardır? Bugün ne yapmaktadırlar? Bunlar yeteri kadar bilinmediği için, bir kara propagandanın tesiriyle ne yazık ki peşin hükümle iyi bakılmıyor. Ama ben şunu gördüm; Kâhta’ya gittiğim zaman benim de görevim bulunduğum yerdeki insanlarla ilgili rapor yazmaktır. Eski raporlara baktım, yani benden önceki kaymakamların tamamı Seyda Hz.leri ve Menzille ilgili müspet rapor yazmıştır. Burası ve buradaki insanlar siyasetle uğraşmazlar, devletin ve milletin birliğine bağlıdırlar. Şunu da ilave etmeliyim ki:
Gavs Hz.lerinin o köye yerleşmesi, Seyda Hz.lerinin o köyde bulunması ve sonra dergahın orda da devam etmesi, anlayanlar için devletimiz ve milletimiz bakımından büyük bir nimettir . Seyda Hz.lerinin bağlıları ve öğrencileri arasında hem doğudan, hem kuzeyden , hem batıdan ve Türkiye’nin her yerinden gelen insanlar var. Orda ideal kardeşlik bilinci ve kardeşlik hali gerçekleşir. Menzil’de devlete ve millete sadık , işini iyi yapan insanlar ortaya çıkar. Doktorsa daha başarılı , daha diyergam, daha başkalarını düşünen , daha iyi bakan doktor haline gelir. Tasavvufun maksadı da zaten budur. Bütün insanlara , herkese hoşlukla bakmaktır. Fakat ne yazık ki zaman zaman anlamaz insanlarda o bölgede görev yaptılar ve bir dönem hem de Seyda Hz.lerinin orada bulunmasının gerekli olduğu dönemde bir takım anlamaz, bilmez sığ görüşlü insanlar, onun bulunduğu yerden koparılmasına ve Çanakkale’de oturmasına sebep oldular. O bir tarihi yanlıştı, sonra o yanlış anlaşıldı ve kaldırıldı.”
Evet, içki kullanmak yanlış, içkiyi terkettirmeye vesile olan Gönül Sultanlarını incitmekte bir bambaşka yanlış uygulama olsa gerektir.
Sigara ve Sağlık
Tütün tüm dünyada 16. yüzyıldan buyana kullanıla gelmiş bir maddedir. Avrupa'ya tütünün girişi I. Dünya Harbinde, Türkiye’ye ise savaş sonunda girmiştir. Nitekim 1945’te yaşlı kesim Türkiye’de gelecek kuşağa çok kötü örnek olmuştur. Ki; akciğer kanseri, müzminleşmiş solunum yolu hastalıkları, metabolizma bozuklukları ve tedavi edici ilaçların vücutta etkisini gösterememesi gibi farmakolojik noksanlıklar daha çok sigara kaynaklı kötü sonuçlardır. Maalesef tüm dünya bunca uğraşa rağmen sigara içmenin önüne geçmeyi başaramamıştır. Dolayısıyla bugün gelinen noktada radikal ve keskin bir şekilde sigara karşıtlığı üzerine kurulu metotlar uygulamalar ortaya koymak yerine sigara içme usulünü değiştirmek veya tedrici bırakma seansları uygulama metotlarını ortaya koymak daha akıllıca bir yöntem ve yol izlemek olsa gerektir.
İstatistik verilere göre sigara tüketimi arttıkça akciğer kanseri artmaktadır. Zira 1976 yılında Amerika’da yapılan bir çalışmayla hastane kayıtları incelendiğinde akciğer kanserinden ameliyat olanların neredeyse tamamı sigara içenlerin olduğu tespit edilmiştir. Sigara dumanı kalıntı halinde burun boşluğunda, gırtlakta, soluk borusunda kanserlere sebep olmuştur. Sigaranın sebep olduğu yaygın hastalıklar özellikle akciğer, ağız ve yutak, gırtlak ve pankreas gibi organlarda kanseri tetikleyen bir illet olarak sahne almaktadır. Yine sigara içenlerde kalp ve dolaşım hastalıkları, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon ve birtakım şoklar daha fazladır. Keza akciğerde anfizem olarak tanınan solunum yetersizliği sigara içenlerde bir hayli çoktur. Hatta gastrit ülseri, duodenum ülseri, karaciğer sirozu da buna dâhildir. Bu arada sigara içmenin zararı kadınlardan çok erkekler üzerinde daha etkili olduğu varsayılmakla birlikte, mesela erkeklerde amfizem ve karaciğer sirozu ve akciğer solunum yetersizliği kadınlara göre çok daha azdır. Anlaşılan ister erkek olsun ister kadın fark etmez, sonuçta sigara kullanmak her halükarda risk teşkil etmektedir. O halde sigara illetini içmemek en doğru akıllıca yol olsa gerektir. Yetmedi sigara içilen ortamlardan bile uzak kalmakta fayda vardır. Zira sigara dumanı sigara içenler üzerinde yaptığı etki kadar sigara içmeyenler üzerinde de aynı etkiye sahiptir.
Sigarayı bırakan insanlar da şu durumlar göze çarpar;
-Yediği gıdanın gerçek tadını fark etmesi.
-Koku duyusu gelişir.
-Sindirim kabiliyeti artar.
-Kilo alır.
Sigarayı bırakmanın sevinci bir bambaşka duygudur. Şimdilik sadece sigarayı bırakmakla kilo alınması şikâyet söz konusudur. Olsun tek dert kilo almaksa çaresi var elbet. Şöyle ki; sigaranın verdiği zararı aerobik uygulamalarla telafi etmekle mümkün değilken, kilo almayı birtakım idmanlarla bertaraf edilebilmektedir.
Mental Bozukluklar
Çeşitli mental hastalıkları sinir sisteminin bozuk olmasından kaynaklanmaktadır. Mesela diyabet gibi metabolik hastalıklar sinir sistemi ile yakından ilgilidir. Doktorlar bu tip hastaları sükûnete davet edip uzun süre dinlenmelerini tavsiye ederler. Ayrıca sinir sistemini teskin edici ve çevre ile ilgisini çok alt düzeye indirici ilaçlar verilir. Bunlardan belki de en mühim olanı mental bozuklukların insan davranışı üzerinde yaptığı dengesizlik, düzensiz görünüm ve birtakım arızı hasarlar içerisinde yaşadığı cemiyetin toplumdan dışlamaksızın ikna edici hoşgörü anlayışıyla bir anda bertaraf edilebilir olmasıdır. Yeter ki toplum insancıl merhamet kolların açıversin bak o zaman ortada ruhsal problem kalır mı? Nitekim kucaklayıcı sevgi ve merhametle kötü huyların tedavi edilebildiği örnekler vardır. Şöyle ki; yardım duygusu, hastayla dost ve arkadaş olma, hastaya beşer şaşar düşüncesine dayalı yaklaşım tarzı sergilemek gibi tavırlar birçok anormal diyebileceğimiz psikopat insanı iyileştirdiği artık bir sır değil. Bu yüzden gelişmişlik düzeyi ileri memleketlerde 300 mevcutlu iş yerinden okuldan vb. kuruluşlarda bir psikoterapisin (psikologun) görevlendirilmesi istenir. Tüm bu önlemler alınmadığı takdirde gençlik çağında verilen aşırı sorumluluklar ruhi bunalım veya mental bozukluklara yol açmaktadır. Hatta bu tür gençlerle ilgilenilmediğinde kendilerini toplumdan soyutlayıp akabinde hem mental bozukluklara yakalanıyorlar hem de birtakım fiziki hastalığın pençesine düşebiliyorlar.
Mental bozuklukların diğer sebeplerinden biri de çevre güzelliğinin ve tabiat bozukluklarının insan doğasıyla (seciyesi) uyum sağlamamasıdır. Bu gerçeklerden hareketle koruyucu sağlık hizmetleri ve çevre korunmasına yönelik düzenleme yapan kuruluşlarda mental bozukluğu olan birçok insanın işçi olarak çalıştırılmış (görevlendirilmiş) ve bunun sonucunda hastaların tabiatta uzun süre baş başa meşgul edilmelerinden olsa gerek 210 kişiden sadece 8 kişi hariç diğerleri sağlıklı veya dengeli bir duruma kavuştuğu gözlemlenmiştir. Mesela İsviçre ve İngiltere’de mental bozuklukları olanların iş gücünden faydalanmak, insanlara muhtaç durumdan kurtarma, sosyal ve ekonomik durumlarını düzeltmeye yönelik kanunlar yer alıp uygulanır da. Elbette ki kanunların gayesi insan mutlu çevreyi insanın yaşaması için en uygun bir şekilde muhafaza ve geliştirmek olmalıdır. Bunun için ileri memleketlerde bu işler için sivil toplum dernekler hızla yaygınlaşmıştır diyebiliriz. Hatta son zamanlarda bizim ülkemizde de bu yönde ciddi adımlar atıldığı da bir gerçeklik durumdur.
1-Neurosis (Nevroz) Bozukluklar
Neurosis mental bozuklukların en yaygınıdır. Bu hastalığın en karakteristik özelliği konuşma bozukluğunun yanı sıra (ataksi) hastanın ne söylediğini bilemiyor olmasıdır. Bazı hastalarda ise her türlü nevrotik bozukluğun mevcut olabileceği belirlenmiştir. Amerikalılar bu tip hastaları akut kompartman sendromu olarak tanımlarlar. İşte bu tip sendrom hastayı son derece duyarlı yapar. Bir şeye dokunduktan sonra hemen elleri yıkama hastalığı baş göstermektedir ki bu durum insanı zamanla şizofrenliğe kadar sürükleyebiliyor.
Nevroz bozuklukların da kendi içinde çeşitli tipleri vardır:
Obsesyonlar
Şaşkın bir insanın (kompartman-şaşkın) davranışlarına benzer tavır sergilerler. Hatta birçok şeyi abartarak başkasına takdim ederler. Ayrıca bunlar tipik koleksiyon meraklılarıdır.
Fobik bozukluk
Bunlar akut ataksa hastalarıdır. Mesela günlük hayatta sık sık karşılaşabileceği insan ilişkilerine karşı sosyal fobiktirler. Mesela buna selam vermeme gibi durumlar tipik misal gösterilebilir. Bunlar daha çok özel ilgi bekleyen tip özelliği sergilerler. Hatta özel besin isterler, özel yer isterler. Ayrıca yapmak zorunda olduğu işler karşısında hemen paniğe kapılırlar. Yani hayvanlara karşı fobik olan bir kişinin sinek karşısında yılan görmüşçesine ürkmesi gibi bir tavır takınırlar.
Hipokondriyak hastalık
Bunlar bir olay karşısında aşırı derecede etkilenmeleri sonucunda kendini olayın içinde bulan tiplerdir. Mesela hipokondriyak bir hasta sıtmaya yakalanan bir kişiyi gördüğünde sanki kendisi sıtmaya yakalanmış gibi bir hale girmektedir. Kelimenin tam anlamıyla bunlar hastalık hastası tiplerdir.
Nörasteni
Hipokondryiakın bir çeşidi sinirsel yorgunluktur. Bunlar için hastalığın adını duymak bile yetiyor. Tıpkı sıtmada olduğu gibi tavır içerisine bürünür. Gerek hipokondriyak tip, gerekse nörasteni tipler yalnızlıktan, reddedilmişlikten ve yetersiz oluşlarından şikâyetçidirler. Nörastemi aynı zamanda nevrozun bir başka psikosomatik düzensizlik durumudur. Dolayısıyla bu tip insanlar ülsere karşı yakalanma riski taşırlar hep. Nörastenin bir diğer çeşidi ise çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalıp bihaber olmalarıdır. Nitekim kendini bekleyen tehlikelere karşı duyarsız olmaları ya da çok aç olduğu durumlarda kendisine uzatılan besini vermekten sevinç duyan insanların hislerine alakasız olmaları bunun en tipik misalidir.
2-Psikoz Bozukluklar
Bunları neurosislerden ayırt etmek güçtür. Psikozlar genellikle başkalarını kendinde büyüterek örnek aldığı kişinin hal ve hareketlerini kendinde tatbik etmeye çalışır. Yaptığından emin olmayan devamlı hazır bekleyen karaktere sahiptirler. Bu tip hastalarda şizofreni (gerçeklere kayıtsızlık, içe kapanma, zihin bölünmesi), paranoid kişilik bozukluğu (başkalarına karşı güven duymamaları, aşırı kuşkuculuk), ruhi depresyon ve bir takım patolojik arızalar gibi çeşitleri vardır.
Şizofreni hastalık
Mental hastalıkların en yaygın olanıdır. Şizofren hastalar çok heyecanlı olup hemen tahrik edilebilir tiplerdir. Öyle ki; kimi kendisinden alay edilmesinden hoşlanır. Kimi başkaları kendisiyle eğlenip gülerken kendisinin eğlendiğini zanneder. Kimi gezip tozduğu yerlerde gündüzün rüya görüyormuş gibi hisse kapılır. Kimileri ise özlediğini elde edemeyince dolaşmayı sever. Mesela kendisi ticaretçi ise tüccarın yanında dolaşmayı yeğler.
Depresyon
Bunlar hafta içerisinde kendileri için belirledikleri bir günü ya uğurlu ya da uğursuz sayan tiplerdir. Bazıları ayın belli bir gününde etyemezler. Bazıları kendinden çok küçük yaştakilerle veya çocuklarla arkadaşlık eder. Bazıları çok övünmeyi sever. Bazıları ise kendi yaptığını başkası yapmış gibi zanneder.
Diğer kişisel patolojik bozukluklar
Eksojenik tip depresyonlar aniden gelip, kaybolan ruhi düzensizliklerdir. Mesela sara nöbeti bunun tipik misalidir. Diğer patolojik bozuklukların bir kısmı ise kalıtsal olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mental Bozuklukların Tedavisi
Mental bozuklukların tipine ve derecesine bağlı olarak Tıbbi tedavi usulleri değişkenlik göstermektedir. Çoğunlukla tedaviden önce psiko analiz yapmak gerekir. Bu tip hastaları gruplayıp kendileri ile baş başa bırakmak (deli deli bir araya gelmesi gibi) en doğru yöntem olsa gerektir. Bu uygulama aynı zamanda halk dilinde “Deli deliyi görünce sazını saklarmış” sözünün teyididir. Hatta bu yöntem uygulandığında ikili arkadaş grupları oluşturularak grubun başına içlerinden en akıllısı seçilir. Gerekirse gruplar birbirinden ayrılmasın diye bağlanıp aralarında sıcak sempati geliştirilebilmektedir. Böylece bu tipler yalnızlık hissinden kurtarılmış olurlar. Şayet böyle yapılmazsa psikoz bir kişi, kendisini tedavi etmeye gelen doktoru bu kez kendisi tedavi etmeye kalkışmakta.
a-Şok Tedavisi
Elektrikle uyarılma tedavisi olup, mental bozukluğun seviyesine uygun düşecek doz uygulanır. Şayet yanlış uygulanabilecek bir şok tedavi uygulamaya kalkışılırsa mental bozuklukları gideriyim derken bir takım vahim sonuçlara neden olunabilir. Dolayısıyla şok tedavisi işin uzmanları tarafından uygulanmalı. Zaten uzmanınca uygulandığında en dikkate değer tedavi elbette şok yöntemi olacaktır.
b-Kemoterapik Tedavi (ilaç tedavisi)
Yaygınlaşan tedavi usulü olup ancak ilaçların yan tesirleri artmaktadır. Onun için ilaç kullanmaya meyilli hastaları kemoterapiye almalıdır. Fakat mental bozukluklarda ilaç hastayı tahrik edebiliyor.
c-Test uygulamaları
Kemoterapinin bir çeşit şekli olup beyin bozukluklarını daha açık ortaya çıkaran bir tür uygulamalardır. Fakat bunlar mental bozukluk dışındaki hastalıklara uygulamamak gerekir.
d-Grup tedavisi
İnsan gücüne dayalı bir tedavidir. Burada çeşitli gruplar, duygu, deneme grupları, konuşma grupları, iş grupları ve uyku grupları vs. oluşturulur. Böylece oluşturulan gruplar sayesinde kişiye has bozukluklar bu yolla giderilebiliyor. Böylece hastanın ruh dünyası üzerinde olumlu yönde etki yapmaktadır. Özellikle bu yöntemin ana ekseni doktorlar olup bu gruplara katılmakla adeta hepimiz insanız mesajı verilmiş olunur. Bunun sonucu olarak hastalar ana şefkatine benzer bir sıcaklığı ruh dünyasında hissetmiş olurlar.
e-Çapraz etki analizi (Cross impact analysis)
Çapraz etki analiz daha ziyade ağır hüküm giymiş mahkûmlar arasında görülen hafıza kayıplarının giderilmesinde kullanıldığı gibi kişilerin hangi meslek gruplarına karşı kabiliyetli olduğunu ortaya çıkarmak ya da okuma yazma bilmeyenlerin hangi kur kademelerinde öğrenebileceklerini belirlemek için kullanılan bir metottur. Keza toplu yeme esnasında herkes hünerini toplulukta göstermesi de bir tür çapraz analiz yöntemi sayılmaktadır.
Çapraz etki analiz sayesinde zekâ gerililiğinden tutunda konuşma kaybına uğramış birçok hastanın kendi soyundan olmayan hastalarla bir araya getirilerek kısa zamanda tedavi edildiği gözlenmiştir. Nitekim bu yönde 8 Amerikan hastası dörtlü gruplara ayrılarak grubun birisi Amerika'da, diğeri İran hastanesinde tedavi edilmeye gönderilmiş. Gerçekten de ikinci grup 2 sene içerisinde, Amerika'da kalan grup ise ancak 6 senede tedavi edilebilmiştir.
Çapraz etki analizin diğer bir şekli ise tıpkı evlat edinen ailelerde ki gibi hastayı kendi evi dışında başkalarının evinde değişik insanlarla uzun süre bir arada tutmaya yönelik bir uygulamadır.
Ayrıca yukarıda tedavi metotların dışında manevi moral motivasyonu güçlendirecek ilahi müzik ve bir takım manevi tedavi yöntemleri de vardır. Her ne kadar insanın ruh dünyasına önem vermeyen Allah’ı inkâr edenler manevi yönden tedavi edici metotlara da inkâr gözüyle baksalar da bikere insanın yaratılışında ruh üflenme gerçeği vardır. Zira bu ruh üflenmesi sayesinde akıl ve şuur melekesi kazanılmıştır. O halde Kur’an’ın mana ve ruhunu yabana atmamak gerekir. Kur’an hem ışık kaynağımız, hem de tilavetiyle ruhumuzu terennüm eden rehber kutsal kitabımızdır.
Vesselam.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/medineden-buharaya/640880.html&filter_name=selim+gurbuzer