TARİKAT TARTIŞMALARI VE MEDYA
TARİKAT TARTIŞMALARI VE MEDYA
ALPEREN GÜRBÜZER
Bilindiği üzere 28 Şubat sürecinde Aczimendi furyası üretilip sahne aldıktan sonra Türk basınında ortaya çıkan tarikat tartışmaları bütün hızıyla değişik yorumlara yol açmıştı. Malum çok satan bazı gazetelerin olayı veriş şekli tezat teşkil etmesi bir yana karalamaya yönelik sinsi bir planın sahneye konuluş adımıydı. Öyle ki, Aczimendilik üzerinden aba altından sopa göstererekten ehlisünnet çizgisini takip eden tarikatları mercek altına almak veya onları zan altında bırakma girişimi gözlerden kaçmıyordu. Hatta bazıları işin tadını daha da kaçırarak akademik kariyerinde bir tanecik olsun yayınlanmış eseri olmayan sözde İslamcı yazarların ağzından televizyon ekranlarında cümle tarikatlara hakaretler yağdırılıyordu. Böylece piyonlar üzerinden güya hedeflerine varacaklarını sanıyorlardı. Üstelik sürekli televizyonlara konu manken olan bu sözde aydınların ağzından dökülen sözlerle hadiseler çarpıtılıp, İslam’ın ana caddesinde yürümeyi ilke edinmiş mütedeyyin Müslümanlara gözdağı veriliyordu. Kelimenin tam anlamıyla insanımıza psikolojik korku salmayı ilke edinmişlerdi.
Aylarca gazetelerin manşetini, iç sayfalarını ve köşelerini hayali irtica tehlikesine seferber eden medya ordusu her gün aczimendi veya benzeri gruplar üzerinde malzeme üretmenin sevinciyle, dikkatleri tarikatlar üzerine çevirmişlerdi. Böylece İslam’ın iç terbiyesine yönelik sevgi ocaklarını akıllarınca bombardımana tutacaklarını sanaraktan hem Müslüman kimliğine hakaret, hem de İslam’ın yükseliş trendini durduracak manevralara girişivermişlerdi. Neyse ki 28 Şubat’ın o yıpratıcı tesirini yitirmiş durumda. Fakat yine de 2012 yılına girdiğimiz dönem itibariyle bile hala toplum üzerinde oluşturduğu travma tam manasıyla silinmemiştir.
Hatırlarsınız o yıllarda yazılan, çizilen ve iddia edilen konulara cevap versen bir türlü, vermesen başka türlü, her iki durumda da risk teşkil ediyordu. Çünkü 28 Şubat süreci içerisinde ölçüsüzlüğün her tarafta kol gezdiğini ve yalan yanlış takdim edilen programların gerçekmiş gibi sunulduğunu o dönemi yaşayanlar çok iyi bilir. Bir kere medya dünyasının ekseriyeti 28 Şubata göbekten bağlıydı. Onlar yürürlüğe konulan psikolojik bombardımanın baş aktörleri olup, zaten onlardan başka bir şey beklenemezdi. Bir kere aklıselimliğin gereği evvela bir meseleye açıklık getirilirken şeriat, tarikat ve cemaat gibi kavramların tarifleri yapılmalıydı. Şayet bu kavramların tarifleri yapacak ortam oluşturulabilseydi gündeme oturtulan söz konusu topluluk ya da şahısların ne derece bu tarife uyup uymadığının tespiti çok daha kolay olacaktı. Ne var ki böyle bir sağduyu refleksi devreye girmediğinden anlı şanlı medyamızca tam tersi karalama bir yol benimsendi.
Demek ki önce sahneyi işgal eden aktörlerin izledikleri metodun ilim mi, yoksa bir senaryo mu olduğunu anlamak çokta zor değilmiş. Her şeyden önce bize feraset sağlayan köklü bir ehlisünnet kaynak avantajımız var. Dolayısıyla bu kaynaktan geçebilen her hareket kabulümüz olur. İşte bu kaynak avantajımıza dayanarak İslami görüntü veren söz konusu grupların uygulamaları İslam’a uyup uyumadığını anlayabiliyoruz. Şayet kartel medya da milletimizin derin ferasetine ve sağduyusuna kulak verseydi söz konusu grup veya kişiler hakkında daha bir etik haber veya objektif habercilik yapmış olacaklardı. Mesele bu kadar basitken, bir anda çirkin yollara tevessül etmiş 28 Şubatın figüranlığına soyunmuş bir medyayı karşımızda bulduk. Gerçi bu durum medyanın eskiden beri kurtulamadığı bir hastalıktır. Maalesef sapla saman birbirine karışınca tarikat mensubu olmayanlar tarikatçı, şarlatanlarda şeyh olarak takdim edilebiliyor. Onlar huylarından vazgeçmeye dursun köklü gelenekten mahrum, yani sonradan türemiş grupların gerçek tarikatmış gibi yutturulma girişimlerinin fitneye yelken açtıklarına bizatihi yakın tarihimiz şahit. İster adına 31 Mart vakası denilsin, ister yargısız infaz maksatlı kurulan İstiklal mahkemeleri denilsin, ister Menemen olayları denilsin daha nice provokatif girişimler bunun tipik misalleri zaten. Tüm bu girişimlerin ortak özelliği Asr-ı Saadet hayatını örnek almamış İslam’ın içtimai hayatından bihaber kitleleri kullanıp “İşte Müslümanlık budur” dedirttirmektir. Tabii yürürlüğe konulan bu yöntemler ne derece etik, doğrusu şaşmamak elde değil. Neyse ki onların Müslümanları zan altında bırakma niyetlerinin toplumun derin sinesinde sezilmesi her halükarda perde arkasında birtakım planların yapıldığının ipuçlarını vermeye yetiyordu.
Malum Aczimendilik köklü geleneği olmayan 28 Şubatın ürettiği Ergenekon örgütlenmeye temel destek teşkil edecek bir oluşumdur. İşin gerçeği böyle olduğu halde, bu grubu tasavvuf kategorisine koymak abesle iştigaldir. Hele hele Said Nursi gibi bir zattan ilham alarak hareket ettiklerini söyleyen Aczmendi’lerin Risale-i Nur metoduyla uzaktan yakından hiçbir alakaları olmadıkları halde oynanan bu oyunun ister istemez bir tezgâh olduğu hemen kendini ele veriyordu. Yakın tarihi irdeleyenler çok iyi bilir, hani şu Jandarma Karakoluna karşı önce mekân olarak cami belirlenip sonra mehdilik özentisi olduğu bilinen esrarkeş Mehmed’in başı çektiği bir olay vardı ya. Malum bu iş ona havale edilmenin ardından camii içindeki minberden aldığı yeşil bayrağın altına topladığı kişilere; “Bayrağın altına girmeyen kâfirdir” diye nara attırılmasıyla Menemen hadisesi vuku bulmuştu. İşte buna benzer bir süreci 28 Şubat’ta da yaşadık. Derken aynı senaryolar eşliğinde ‘Şeriat isterik’ deyip meydanlara çıkarak şov manzaralarını andıran sahneleri düzenleyen bu gruplara önce sessiz kalınıp, biraz kıvamına ulaştıktan sonra “İşte Müslümanlık budur” dedirtecek oyunu, bu millet defalarca izlemekten yorulup artık gına gelmişti. Dedik ya bu film yeni değil, tarihin köklerine inildikçe görülecektir ki; İbn-i Sebeler, Hasan Sabbahlar, sahte peygamberler, sahte mehdiler her devirde doludizgin durumda. Allah’tan tüm bu sahte mihrakların hâkimiyetleri hakikat karşısında uzun süre dayanamadıkları görülmüş, eninde sonunda tarihin harabelerine gömülüp siliniverdiklerini ibretle şahit oluyoruz. Bu arada her ne kadar tarih tekerrür eder deseler de sonunda tek kalıcı olanın hakikat olduğunu idrak etmiş oluyoruz. Zaten bu anlamda Mehmet Akif;
“Tarih tekerrür diye tarif ediyorlar
İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” mısralarıyla meramımızı anlatmaya yardımcı oluyor da. Öyle ki, hakikate adamış, ehlisünnet çizgisinden kıl payı taviz vermeyen Tarikatı Aliyeler Hz. Ebubekir ve Hz. Ali’ye dayanan meşayıhı önder bilmişlerdir. Ehl-i sünnet yolunda devam eden bu Tarikat-ı Aliyeler her dönemde fitne hareketlerine aldırış etmeksizin insanları irşat etmişler, hem de Allah Resulünün yaşantısını kıyamete kadar sürdürecek metodu izlemişlerdir. Bu yüzden onlar sonsuzluğa uzanıp kalıcı hakikat ışığı olmuşlardır.
Şurası muhakkak; din gerçeği dünyada yükselişe geçtikçe birtakım mihraklar daha da azgınlaşacaktır. Dahası kapalı kapılar ardında rol alan derin senaristler, kendi teorilerinin iflasını gördükçe, sanal düşmanların gücünden istifade etme senaryolarını yürürlüğe koyacaklardır. Günümüzde her ne kadar sıcak harp için gerekli istihbarat ve askeri güç gerekliliği vurgulansa da, zihinlere pranga vurmak sıcak harpten daha akıllıca bir yol olduğu anlaşılıp sürekli bu metot tercih ediliyor. Vahşi batı dün olduğu gibi bugünde fethedeceği ülkeleri birtakım içi boş kavram ve sloganlarla avlamayı alışkanlık hale getirmekten yüksünmüyor. Baksanıza bu yöntemle yerli kültürleri kurutmanın maliyeti çok daha ucuz da, niye alışkanlık edinmesinler ki. Huylu huyundan vazgeçmez derler ya, aynen batı şu sıralar yine kendisine rakip güç olarak İslam’ı seçmiştir. İslam’ı kitlelerin gözünde soğutabilmek için denemediği yol ve uygulamadığı senaryo kalmadı. Buna rağmen güneş balçıkla sıvanamaz gerçeğinden hareketle gelecek İslam’ın diyoruz.
İslam’ın kendine özgü yapısından mı, ya da sürekli gündemde kalmasından mı bilinmez amma, her iki halde de İslam’ın gücüne güç kattığı muhakkak. Hatta korku salan İslami anlayış imajı medyatik vitrine çıkarılsa da, bir bakıyorsun kamuoyunun tavrı müjdeleyen İslami anlayıştan yana olmaktadır. Tabii bu durum zinde güçler için istenmeyen durum olup kendi sinsi emellerini boşa çıkarmaktadır. Çünkü toplumsal gelişmeler bize kitlelerin insanı kâmillerin etrafında halka oluşturduğunu gösteriyor. Toplum içerisinde çıkan birkaç sahte mürşidin varlığını ganimet bilip ehli tarik erbabının irşat faaliyetine gölge düşüreceğini sanıyorlarsa büyük yanılgı içerisindeler. Bir kere hayatını “İlahi ente maksudu ve rıdaike matlubu” (Allah’ım isteğim sen, maksadım senin rızanı kazanmaktır) düsturuna adamış olan irşat ehlinin faaliyetini hiçbir güç önleyemez. Sebebi gayet açık; niyet hayırsa akıbet hayır olacaktır elbet. Ne zaman ki ihlâs ve samimiyetten sapma olur, işte o zaman düşüşlerin yaşanılması kaçınılmazdır, bunu bizde biliyoruz. Yeter ki sapma olmasın.
Ülkemizde sevgi ocaklarının insanların gönlünü fethetmesine tahammül edemeyen zinde güçler, bazı taşları yerinden oynatmak için Aczimendi ve Ali Kalkancı gibi 28 Şubatın ürettiği sahte tarikat ve sahte şeyh tip modeller kullanılarak Müslümanların geneline yayma hevesi içerisindeler. İslam’ın ana caddesine paralellik arz etmeyen hareketleri kullanıp ve bunlarla şeriat adı altında İslam’a saldırma niyetleri artık sırıtmakta ve bu oyunu birçok defalar seyrettiğimizden dolayı eskisi kadar yutmuyoruz. Nitekim magazin dünyasının ünlü isimlerinden, aynı zamanda JİTEM’in yayın organı strateji dergisinde çalışan Sisi lakaplı Seyhan Soylu bir travestin açıklamalarına baktığımızda;
Ali Kalkancı, Müslim Gündüz, Fadime Şahin gibi tiplemelerin 28 Şubat post modern darbeye zemin hazırlamak adına bizatihi kendisinin de bu işi tezgâhlayanların içerisinde bulunduğundan hareketle her birinin derin devletçe kullanılan aktörler olduğunu görüyoruz. Bu söz konusu itiraf geç kalınmış itiraf olsa da, sonuçta 28 Şubat post modern darbenin millete yönelik bir kışkırtma hareketi olduğunu ispatlamaya yaradı.
Zaten 2012 Meclis 28 Şubat araştırma komisyonunda da masaya yatırıldığında Aczimendi ve Kalkancı hadiseleri birtakım zinde kuvvetlerin ortaya çıkardığı İslam’ı karalama adına çıkan irili ufaklı marjinal gruplar olarak sahneye sürdükleri piyonlar olduğu anlaşılmıştır. Bundan da öte 28 Şubat post modern darbe İslam’ı yurt sathında silme girişimidir. Artık geçte olsa Kalkancı’nın 28 Şubat post modern darbenin ürettiği bir sahte şeyh olduğu anlaşılmıştır. Belki içlerinde samimi inanmış kişiler olabilir, ama ortada bir tezgâhın döndüğü besbelliydi. Bilindiği üzere İslam’a karşı çıkanlar direk olarak çıkmıyorlar. Bilakis indirek yoldan perde arkası planlanmış oyunlarıyla ortaya çıkıyorlar. Yine de biz bütün bu adi ve sinsice yürütülen oyunlara rağmen İslam’ın engin hoşgörüsüne sığınıp onları tövbeye davet ediyoruz. Çünkü Allah en büyük merhamet sahibidir. Zaten âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü de Mekke’nin fethinde Müslümanlara acımasızca zulüm yapmış birkaç kişinin dışında bütün müşrikleri affetmiş ve şöyle seslenmiştir: “Bende Yusuf’un kardeşlerine ‘bugün size kınama yok. Allah sizi affetsin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.’ Dediği gibi derim… Gidin, serbestsiniz”
Fatih Sultan Mehmet’te Peygamber dilinden övülmüş kumandan edasıyla Topkapı surlarından İstanbul’a girerken aynı hoşgörü tavrı gösterip gayri Müslimlere hürriyet bahşetti ve onlara; ‘Latin şapkası görmektense Osmanlı sarığı görmek daha yeğdir’ lafını söylettirebilmiştir. Seyda Hz.leri de kendisini karalamaya yeltenen basına karşı söylediği o müthiş söz aynı pınarlardan beslenmiş bir başka tavrı ortaya koyuyordu:
—Biz bize iftira edenleri bile severiz. Yapımız bu temel üzerinedir.
Bu çarpıcı sözlere bilmem başka ne eklenebilir ki?
Tarikat tartışmalarından çıkaracağımız en büyük ibretlik derslerden biride hiç kuşkusuz yozlaşmanın doruğa ulaştığı bir ortamda bazı insanların psikolojik ihtiyaç gördüğü şova dayalı sahte tarikat ve sahte önderlerden medet ummalarıdır. Oysa tasavvuf psikolojik ihtiyaç olarak görülen ilim olmayıp hal ilmidir. Keramete merak salanlar ehlisünnet çizgisinde yürüyen tasavvuf yolunu tercih etmeleri gerekirken, istidraç kaynaklı gösterişe dayalı sapık yollara sapıyorlar. Ölçüsü Allah ve Resulünün hakikatleri olan insanın tercihi, Risale-i Kuşeyri’de beyan buyrulan ‘istikamet’ olacaktır. Zira istikamet müminin kerametidir.
Velhasıl; Hakiki Arifler hep şöyle demişlerdir:
Kim ki bizde İslam’a ve sünneti seniyye’ye aykırı bizi uyarmazsa ruz-i mahşerde iki elimiz yakasında davacı oluruz…
Vesselam.