OKLAHOMA BOMBASI VE İSLÂM
OKLAHOMA BOMBASI VE İSLÂM
ALPEREN GÜRBÜZER
Gün olmuyor ki dünya yeni olaylara gebe kalmasın. Karşımızda dışarıdan kaynaklanan bitip tükenmeyen İngiliz- Amerikan entrikaları, komşumuz Yunanistan’ın ara sırada olsa sergilediği oyunlar, dahası Acem hilebazlığı ve CIA düzenbazlığı ile vurulmaya çalışılan bir İslâm âlemi söz konusu. Bir mahşerin arifesindeyiz sanki. Her gün bir senaryo ile karşı karşıyayız. Nedir bu senaryoların arkasındaki niyet? Bilcümle şer kuvvetlerin İslâm dünyası üzerindeki planlarının gerçek anlamı nedir? Bu ve buna benzer sorular bugün sağduyulu insanların içini için için kemirmektedir hala.
Wichita Eyalet Üniversitesi’nde siyaset bölümü profesörü James Mc Kenney; “Bombalama hadisesini sabah duyduğumda odamda genç bir Filistinli öğrenci bulunmaktaydı. Şöyle içimden geçirdim: “Burada bu olayla hiç bir şekilde ilgisi olmayan birisi oturuyor, ama onun hayatı büyük ihtimalle bundan sonra değişecektir” diyor. James Mc Kenney aynı zamanda terörizm konusunda uzman bir bilim adamıdır, ifadelerinde de görüldüğü gibi, terör ve bombalama hadiselerinin dini temele dayandırılarak ön yargılara kurban edilmesinden endişe duyuyor, aynı zamanda odasındaki Filistinlinin ruh dünyasını anlamaya çalışıyor. Oklahoma City’deki bomba hadisesinin Filistinli gencin ruh ikliminde ne gibi değişiklikler meydana getirebileceğini önceden sezebiliyor. Aslında İslâm âlemindeki her Müslüman Mc Kenney’in odasında şahit olduğu Filistinli öğrencinin haleti ruhiyesini yaşıyor. Üstelik dünyada yaşanan bütün olayların faturası Müslümanlara biçiliyor habire.
Bütün bu provakatif olaylara karşı kanını, canını veren ülkü mazlumları her devirde iftiralara maruz kalıyorlar, kalacaklarda. Mazlumlar zalim, zalimler mazlum addediliyor her zaman. Bediüzzaman Said-i Nursi; “Zalimler için yaşasın cehennem” derken bir Müslüman’ın içinde yaşadığı tufanı dile getiriyor aslında. Evet! Zalimlerin ilk hedefi Müslümanlardır. İstedikleri tek şey İslâmsız bir dünya kurmaktır.
19 Nisan 1995 Oklahoma City’deki patlama ABD’nin 1920 yılından bu yana karşılaştığı en kanlı saldırı olarak nitelendirildi. Altı yüz kilo kadar olduğu tespit edilen bomba, Oklahoma hükümet binasını hedef almıştı, hatta 3–4 yaşlarındaki çocukların da bulunduğu binada akan kanların sorumluluğunu alelacele Müslümanlara yıkmaları, 1993’te meydana gelen Dünya Ticaret Merkezi olayını hatırlattı bizlere. Hatırlarsınız O olayın ardından derhal Müslüman avına başlanmıştı. Oklahoma’da nükseden bu hadiseyi iç ve dış basın kendi aralarında anlaşmışçasına, hep birlikte İslâmi Fundamentalizm kavramını büyük puntolarla baş sayfalarına taşıdılar. Maksatları dünyada komünizmin çökmesinin ardından bu seferde yeryüzünde İslâm’ı da silmekti, ama bilmiyorlar ki bu dini Allah bahşetti ve O’nu koruyacak olan da yine O’dur. Dış mihraklar istese de istemese de Rabbül Âlemin Nur’unu tamamlayacaktır, bu böyle biline.
Gerçekten de Oklahoma City’deki yaşanan o acı olay İslâm’ı dünyadan silme provası idi. Tarih bu tür provoke örnekleriyle dolu çünkü. Oysa vuku bulan bu kanlı olayın ne olduğunu, niçin olduğunu objektif olarak değerlendirecek yerde vurun kahpeye misali toplumun bir kesimi zan altına bırakılması tercih edilmiştir. Filistin halkı liderlerinden Said Ebu Musameh; “Biz, İslâmi hareket olarak bu tür eylemleri asla kabul etmiyoruz. İslâmi hareketin sınırları ancak Filistin içinde İsrail işgal güçlerine karşıdır” beyanıyla kesin hükmünü net bir şekilde ortaya koymuştu. Gazze’de yaptığı açıklamasına ilave olarak Ebu Musameh şöyle der: “Ne Amerikan halkıyla, ne de dünyadaki diğer insanlarla bizim aramızda düşmanlık yoktur.”
Bu ifadelerden anlaşılan odur ki Hamas ve İslâmi Cihad, bombalama hadisesine kesinlikle karşı olduklarını beyan etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen Amerikan medyasında Müslümanlar “Fundamentalist İslâmi terörcüler” olarak nitelendiriliyor. Bu arada Amerika’da yaşayan Müslümanlar bu tür değerlendirmeler karşısında üzülüyor ve olayın bu şekilde yansıtılışına içten içe tepki gösteriyorlardı. Hatta Amerikalı gazeteci Suzanne Stelly; “Olay, Chikago merkezli Amerikan grup ‘Nation Of İslâm’ tarafından, ya da İran tarafından gerçekleştirildi” şeklinde ifade ederek pişmiş aşa su dökmekten geri kalmıyordu. Suzanne Stelly’in belirttiği “Nation Of İslâm”, aslında zenci Müslüman hareketidir. Bu hareketi ilkin Elijah Muhammed kurup, müteakiben Malcolm X tarafından yönlendirilen bir hareket olmuştur. Malcolm X, kelimenin tam anlamıyla ömrü boyunca hakikate susamış, sürekli mücadele içinde bulunmuş ve dünya kamuoyuna mal olmuş büyük bir lider. İslâm için çalışmak isteyenlerin O’ndan çok öğrenecekleri dersler olsa gerektir. Hâsılı; Nation Of İslâmi hareketi, hapishanelerde bulunan zencileri Müslümanlığa kazandırmaları ile başlayan bir aksiyon olarak bugünlere iki ayrı bir akım şeklinde karşımızdadır. İki ayrı bir hareket olmasına rağmen her iki akım da şuana kadar hiçbir terörist olaya katılmamışlardır. Bakın bir konferansta Warith Dean Muhammed: “Kesinlikle terörist hiç bir faaliyete katılmayacağız, biz ehlisünnetiz. Günümüzde asıl meselenin insanların imanının kurtulmasına vesile olmaktır. Önemli olan, gençlerin ve çocukların iyi bir dini eğitime ve modern ilme sahip olmalarıdır” diyor. Onun ifadeleri gayet açık ve net; Müslümanların geleceğinin radikalizmde olmadığını, ilim ve tefekkürde olduğunu belirtmiştir. Şiddete başvurmadan, bir takım sosyal, siyasi ve ekonomik yapıda değişiklikler meydana getirmek mümkün. Adaletin kitlelere paylaşımı “öç”le “öfke”yle ve “kin”le sağlanamaz. Özlenen adalet “aşk”la, “sevgiyle” gerçekleşebilir ancak.
Dış basın bu olaya oldukça geniş yer vermiş, ama Oklahoma’nın kritiği yapılırken çoğu önyargılı, ard niyetli davranmışlardır. Aralarında sağduyulu değerlendirmeler yapanlar da var tabi. Mesela içlerinde James Mc Kenney ve Dennis Kubbey gibi akıl sahipleri de var. New Yorklu avukat olan Dennis Kubbey; “Ortadoğu terörist örgütleri spekülasyonunu duyduğumda şaşırmadım. Benim de siyah saçım ve sakalım var. Ancak ben bir Yahudi’yim” diyor. Kubbey, olaylarda “siyah saç”, “sakal” yaftalamalarının ardındaki niyetleri seziyor, olayın Müslümanlara yamama aceleciliğinin varlığına dikkat çekiyor.
Türkiye de ise Uğur Mumcu olayı vuku bulur bulmaz, basında İslâmi terör olarak nitelenmesi hep o alıştığımız ön yargılı zihniyeti hatırlatıyor bize. Ayrıca inanan insanlar üzerinde psikolojik baskının sürdürülmesi sadece dünyada değil, Türkiye’de de nerdeyse her gün yaşanılan bir rutin işimiz sanki. Uğur Mumcu’nun akan kanından istifade edip tirajını geçici de olsa yükselten gazeteler, her nedense sütunlarında o sıralarda kardeşi Ceyhan Mumcu’nun ve eşi Güldal Mumcu’nun halka verdikleri mesajları(olayın arkasında derin güçlerin olduğu) umdukları ve bekledikleri türden sözler olmadığı için sütunlarında o ifadeler yer almamıştır. Her ikisinin de bu sözleri ülke durulduktan iki yıl sonra ancak gazete manşetlerine taşınabilmiştir. Yani köprünün altından çok sular aktıktan sonra objektif olunabiliyormuş meğer. Önemli olan, olayların hem başlangıcında hem de sonucunda gerçekçi olabilmektir. Bugünün dünyasında artık önyargılı davranma şiddete çözüm getirmiyor. Terör ve şiddetle mücadele edebilmek için uyguladıkları metotları, uluslar arası güç bağlantılarını, bilhassa yalan ve istismara dayanan özelliklerini bilmekte gerekmektedir.
Şiddetin ağına düşmüş olan milletlerin hazin hali bize gösteriyor ki, şiddetin bugünkü aradığı ortam, kargaşalıktan ziyade “gaflet”tir. Çünkü gafil insanı avlamak çok daha kolaydır. Bombalar patlıyor, çoluk çocuk demeden insanlar kıyılıyor, kanlar akıyor ve olanlar oluyor. Yine gaflet devam ediyor. Olayların ardındaki gerçeği farklı mecralara saptırmak en büyük “gaf”tır oysa. Şiddeti planlayanların da istedikleri tek şey sürekli “gaflet”in devam etmesidir. Gaflet devam ettiği sürece kim bilir nice canlar kıyılacak, nice ocaklar sönecek, kitlesel eylemler had safhaya ulaşacak ve daha nice yerler bombalanacaktır. Gafletten kurtulmanın yegâne yolu ise, bilmek ve öğrenmektir. O halde bir insan Oklahoma City’deki bomba olayını değerlendirirken ne olduğunu, nasıl başlayıp nasıl bittiğine iyi bakmalıdır. Bakın, uzman diye basında takdim edilen İslâm düşmanı Hazhir Teim Ourian diyor ki; “Oklahoma’da meydana gelen hadisenin tamamen İslâmi fundamentalistler” tarafından gerçekleştirdiğine inanıyorum. Yalnız Amerikanın değil, Batı Avrupa devletlerinin de bu ve benzeri İslâmi terörist faaliyetlere karşı önlem almamız gerekiyor” şeklinde görüş beyan eder. Hazhir Teim Ourian ve Suzanne Steely gibileri batının ön yargılı, kinlerini ve öfkelerini hakikatmiş gibi zanneden kalemlerden sadece iki tipik örneği. Bu tip kalemşorlar olayların arkasında sebep-netice ilişkilerine bakmadan karalama yöntemine başvuruyorlar, oysa bu kolay bir kalemşorluktur. Onlar Texas’da ki kovboyculuğu senaryolarına uyarlıyorlar. Aslında her bir senaryo, kovboy makalesi veya teksas-tommiks kitabı her Müslüman’ın kalbine inen demir yumruk gibidir. İslâm dünyası bu tür karalamalarla esir edilmek istenmektedir. Bu ve buna benzer kovboyculuk oyunlarını Türkiye’mizde oynamak isteyen yerli yarı aydınlarımız her geçen gün artmaya devam ediyor. Masa başı ve düzmece haberlerle Müslümanlarım zan altında esir etmek isteyen “kalemşor”lar dış güçlerin oyuncağı olduğunun farkında bile değiller. Ara sıra dillendirdikleri “Yapsa yapsa bu olayı Müslümanlar yapmışlardır” mantığı ucuz ve kolay bir yaklaşımdır. Kaldı ki bombalama hadisesini bir Müslüman yapsa da İslâm tasvip etmez. Dinimiz; ‘fitnenin (anarşinin) katilden beter’ olduğunu ilan ediyor zaten. Türkiye’de Uğur Mumcu bombalama hadisesinin yaraları iyileşmeden hemen ardından meydana gelen Jack Kamhi olayının akabinde üzerine Arap harfleri yazılı lav silahlarının ortaya çıkması, aynı zamanda bu role uygun sakallı bir kaç kişinin gündeme gelmesi akıllara ister istemez kuşku bırakıyor. Demek ki; bu durumlarda soğukkanlılığı elden bırakmadan, olayları aydınlatmak adına gerek iç ve gerekse dış dinamikleri hesaba katmak zorundayız.
OKLAHOMA BOMBASI ve GERÇEKLER
Oklahoma City, dört yüz bin nüfuslu yoğunlukta bir yerleşim merkezi, Amerikan tarihinde görülmemiş bir şekilde birden bire ansızın şiddetli patlamaya maruz kalıyor bu şehir. Üstelik zenci ve diğer ırkların az olduğu, umumiyetle anarşinin olmadığı bir yer. Etkin ayrılıkların bile az olduğu bu şehirde 600 kiloluk bombanın patlaması nedendir? Bu olayda kabak niçin Müslümanların başına patladı? İngiliz paralarıyla beslenen birtakım kalemşorlar: “Şüpheliler artık Ortadoğu kökenli siyah saçlı ve sakallı idi” manşetlerini sütunlarına taşıyarak neyin hesabını yapıyorlardı acaba? Bütün bu benzeri birçok soruları çoğaltabiliriz.
Bu tür saldırıları İslâm ile irtibatlandırmak milyonlarca Amerikalı Müslümanları risk altına soktuğu gibi, bütün dünyadaki Müslümanları da töhmet altına sokmaktadır. Maho El-Genaldi, San Fransisco İslâmlık Network Grubu koordinatörüdür. Maho El-Genaldi: “Basın, kendilerinin Müslüman olduğunu iddia eden terörist ve aşırı gruplara hemencecik İslâm sıfatı ekliyorlar. Bizim dinimiz masum insanların öldürülmesinin karşısındadır. Aynı basın geçen yıl 29 Filistinliyi camide öldüren Baruch Goldstein adlı Yahudi’yi “Yahudi terörist” veya David Koresh’i “Hıristiyan Radikal” olarak anmak istemiyor..” diyor.
Virginia Üniversitesi din profesörü Abdülaziz Sachedina: “Pek çok masum insan, asla düşünmedikleri bir şey için suçlanacak, Kuzey Amerika’daki genel eğilim, tanıma zahmetine katlanmadığımız Müslümanların Amerikan toplumuyla bağdaşma yollarını bulacağına inanıyorum. Müslümanlar Amerika’yı kendi evleri gibi görüyor. Diğerleri gibi Müslümanlar da Oklahoma benzeri hadiseleri duyduğunda şok oluyorlar. Ne olursa olsun, burası bizim evimiz. Biz de diğerleri gibi üzüntü içerisindeyiz” ifadelerini kullanıyor. Bu güzel sözleri tahlil ederken Bediüzzaman Said-i Nursi’nin: “Avrupa Osmanlı’ya gebe, Osmanlı Avrupa’ya gebe” ifadeleri ister istemez zihnimizde yankı buluyor. Oklahoma’da patlayan bomba demokrasinin vatanı olarak nitelenen Amerika’ya gölge düşürmüştür. Dünya zaten tam mükemmel bir demokrasiye hiç bir zaman kavuşamadı. Amerika gibi en demokrat olduğunu söyleyen ülkeler bile, bu konuda demokrasi sınavında sınıfta kalmışlardır. Neyse ki Kapitalizm de can çekişiyor. Komünizmin çöktüğü gibi çöküş kapitalizm için de söz konusu galiba. İbn-i Haldun’un çok yıllar öncesinde; “Ehramın tepesine gelmiş olan medeniyetler çöküşlerinin de başında” diyerek çöküşün kaçınılmaz olduğunu ilan ediyor. İbn-i Haldun’un bu sosyolojik tespiti aynı zamanda bütün medeniyetlerin başına gelebilecek alın yazısıdır. Bilindiği gibi Osmanlı, Roma imparatorluğundan sonra dünyanın en uzun imparatorluğudur. Ama yıkılış onun için de geçerli olmuştur. Şimdi aynı kaderi vahşi kapitalizm de yaşayacak, zaten bu canavar da son dönemlerini yaşıyor diyebiliriz. Çünkü en yüksek nokta aynı zamanda inişin de başlangıcıdır. O halde insanlığın ruhuna yeniden merhamet iklimi emdirecek bir medeniyete ihtiyaç var. Aslında Bosna’da akan kanlar, Çeçenistan’da yaşanan dram, Filistin’de ki acı trajedi ve daha nice yerlerde bitmeyen vahşet manzaraları vahşi kapitalizmin sonu geldiğinin sinyalleridir. Alexi Tocqueville; “Rejimler güçlü oldukları zaman değil, kendisini zayıf hissettikleri zaman daha çok baskı yaparlar” diyor. Evet, vahşi kapitalizm iflas ettiğinin farkına varınca bütün dünyada kitlesel eylemlerini ve baskıların artırmaya devam edeceklerdir, bu konuda en ufak şüphemiz yoktur. Bu durum tabiî ki onların güçlü olduklarını göstermez, bilakis zayıflıklarına delalettir. Dedik ya, Kapitalizm de bir yerde çöküşün başlangıcında, son kozlarını oynuyor.
Demokrasi ile kapitalizmi özdeş bulmamalı. Demokrasi kapitalist ülkelerde filizlenip gelişmesine rağmen vahşi kapitalizmin tekelinde olan bir sistem değil. Asıl demokratik zihniyet bizim iklimimizde mevcut, yani UNESCO’nun “çok sesli tek bir dünya” ilkesini asırlar öncesinde gerçekleştiren medeniyetimiz var çünkü.
Vahşi kapitalizm, dünyada her şeyi allak-bullak etmiştir. Oysa biz şefkat ve merhamet timsaliydik bir zamanlar.
Velhasıl; Kurtuluş vahşette değil, Nizam-ı Âlem Ülküsü’ndedir.