MELİKŞAH-BERKYARUK-MUHAMMED TAPAR- SULTAN SENCER VE SELÇUKLU’NUN YIKILIŞI
MELİKŞAH-BERKYARUK-MUHAMMED TAPAR- SULTAN SENCER VE SELÇUKLU’NUN YIKILIŞI
ALPEREN GÜRBÜZER
Alparslan’dan sonra Selçuklu’nun başına Melikşah geçer. Melikşah tıpkı babası Alparslan gibi başarılı seferlerle göz doldururda. Öyle ki; Gazneli Hükümdarı Melikşah’a bağlılığını ifade ederek itaat etmek mecburiyetinde kalır.
Melikşah içte Doğu hudutlarını emniyete aldıktan sonra fütuhatını sürdürmeye devam eder. Aynı zamanda Artuk Bey’i Bizans’ın o meşhur ‘Ölmezler Askeri Birlikleri’ne karşı harekete geçmesini, Süleyman Şah’ı İznik taraflarına gitmesini, Aksungur’u ise Musul’a doğru sefer düzenlemesini emreder. Tabiî ki emir gereği Artuk Bey Doğu seferinde başarılı olmakla, Süleyman Şah da İznik’e yerleşerek Türkiye Selçuklularının başşehri yapmakla, Aksungur da Musul’u kan dökmeden şehre harpsiz girmeyi başarmakla yüzümüzü sevince boğarlar.
Melikşah bu moralle Antakya’dan Akdeniz sahiline vardığında (1086) atını denize doğru sürerek babasının ruhaniyetine karşı:
—Ey babam! Sana müjdeler olsun ki küçük yaşta bıraktığın oğlun, ülkesini karaların sonuna kadar genişletti diye seslenir. Böylece denizden bir avuç kumu elleriyle avuçladıktan sonra Alparslan’ın mezarına getirip toprağının üzerine serper de.
Melikşah 1090 yılında Bağdat’a yol alırken de dünyayı fethetmek düşüncesini taşıyordu zaten. Öyle ki, Veziri Nizamü’l Mülk Melikşah’a; “Şayet şu andaki 400.000 kişilik ordunun 700.000’e çıkarılması durumunda Hindistan, Habeşistan, Berber ve Rum illerinide kapsayacak hâkimiyetin sözkonusu olabileceğini” beyan ettiler.
Rivayete göre Melikşah hilalin görünmesi üzerine derhal bayram ilan eder, ama Cüveyni buna itiraz ederek bayramın ertesi gün olduğuna dair fetva irad eder. Tabii Melikşah son derece mütevazı bir vaziyette bozulmadan nazikâne bir şekilde saraya davet ederek durumun açıklığa kavuşmasını arzu eder.
Büyük âlim Cüveyni:
—Sultana (devlete) ait işlerde fermana itaat bizim vazifemizdir. Fakat fetvaya (dine taalluk eden konular) ait meselelerde Sultanın bize sorması lazımdır demesi üzerine, o yüce Hakan verilen fetvaya boyun eğmek zorunda kalır.
Dahası Melikşah bir Cuma namazında Ali bin Hasan el-Sandaliyi gördüğünde derki:
—Efendim neden ziyarete gelmiyorsun bizi diye sitemde bulunur.
Ali bin Hasan el-Sandaliyi cevaben derki:
—Sizin padişahların en iyisi olmanız ve benimde âlimlerin en kötüsü olmamaklığım içindir der ve ilaveten:
—Zira hükümdarların en iyisi âlimleri ziyaret eden ve âlimlerin en kötüsü de onların ziyaretlerine düşkün olandır hadisi şerifi ile ince bir mesaj verir. Aslında bu tür mesajlar ileride göreve gelecek olan Hakanlar içinde ışık kaynağı olur.
Melikşah Döneminde Vezirlik makamında bugün dahi adından çok söz ettiren Nizam’ül Mülk vardır. Nitekim Selçuklu kısa zamanda gerek Melikşah’ın ve gerekse veziri azamın izlediği başarılı siyasetleri sayesinde ilim, kültür, ziraat, sanayi ve ticaret hayatı çok ileri noktalara taşınırda. Öyle ki bu dönemde şehirlerde hatırı sayılır sermaye sınıfı doğduğu gibi şehirlerarasında kolayca sermaye transferini sağlayacak havale ve çek usulü tatbikatlarına da şahit oluyoruz. Hatta bugünkü modern bankacılığın temellerini bu uygulamalarda aramalı dersek yanılmayız. İşte Nizam’ül Mülk’ün bu performansı Selçukluyu zirveye taşıdı diyebiliriz. Nizamü’l Mülk Melikşah’ın Vezir-i Azamı olmanın ötesinde can dostu, aynı zamanda ışık kaynağı. Dolayısıyla bir gün Sultan Melikşah’a:
—İsmaililerin amacı İslamiyeti ve devletimizi yıkmak olup tarihi süreç içerisinde bunlar kadar sahtekâr ve tehlikeli bir zümre mevcut değildir. Onlar birgün davul sesleri ile şehirleri işgal ettikleri ve mümtaz insanları kuyulara attıkları zaman benim sözlerimin ne anlama geldiği anlaşılacaktır diyerek önceden gerekli uyarısını yapmışta. Gerçektende Melikşahın ölümünü müteakip dıştan Haçlıların ve içtede batinilerin çıkardığı cinayetler ve kargaşalıklar İslam dünyasını dehşete düşürdüğü gibi uzun süre Selçuklu’ya baş yoldurtacak kadar uğraştırmışta. Bu yüzden Melikşah’ın başarılarına tahammül edemeyenler sinsice Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesine yerleştirmiş olduğu fedaileri tarafından katledilir. Yani Bağdat’ta zehirlenerek şehit edilir.
Sultan Berkyaruk
Melikşah’ın ölümü ile birlikte başlayan saltanat kavgaları sonucunda; Sultan Berkyaruk zamanında Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Türkmen Beylikleri ve Atabegliler’in ortaya çıktığına şahit oluyoruz. Zira Al-i Selçuklu iki devlete ayrılmak suretiyle Selçuklu Türkiyesi ile birlikte üç kişi daha Selçuklu Sultanı sahneye çıkmış oldu. Ancak bu durum çok uzun sürmedi. Nitekim saltanat çekişmeleri sonucunda yarış Tutuş ile Berkyaruk arasında kalır, derken birçok emir Berkyaruk tarafına geçiş yapar. Hatta Tutuş’un ölümü ile birlikte Berkyaruk’un adına Bağdatta hutbe irad edilirde.
Berkyaruk’un ölümünün ardından ise oğlu Melikşah ve Muhammed Tapar aralarında kıyasıya saltanat mücadelesine girdiler. Bu iç çekişmede Muhammed Tapar mücadeleyi kazanarak idari mekanizmanın Sultanı olur. Bu arada karışıklılardan istifade eden küffar, Birinci Haçlı seferi sayesinde Suriye’de Haçlı Devletini kurmayı başaracaklardır. Sultan Muhammed Tapar aynı zamanda Batinilerle de çok mücadele etti, bununla da kalmayıp birçok militanlarını öldürmeyi başardı da. Fakat ne yazık ki bu fitne odağını kaldırmaya ömrü yetmeyecektir. Vefatının ardından Devletin ileri gelen adamları küçük oğlu Mahmud’u tahta geçirmek isteselerde Melikşah’ın oğlu Sencer buna itiraz edip taleplerini geri çevirmeyi bilecektir.
Sultan Sencer
Sultan Sencer idareyi eline alır almaz Gaznelilerle savaşır ve ardından Karahanlıları kendisine bağlar. Fakat bu arada yaklaşan iki büyük Haçlı-Moğol kasırgası Sultan Senceri derinden derine düşündürüyordu. Hakeza yaklaşan tehlikeye karşı önlem alma fırsatı bile bulmadan içte nükseden yerleşik Türkmen ve Yörük çekişmesi birtakım sancılar doğurması canını sıkıyordu. Neyse ki Karahitaylarla yapılan savaşta yenilip morali bozulmasına rağmen 1152 tarihinde Gur ordusunu mağlup ederek kaybettiği itibarını geri almayı kazanabildi nihayet. Fakat bu sevinci uzun sürmedi. Çünkü kendi soyundan olan Oğuzlar ile bazı emirler arasındaki iç çekişmeler gittikçe doruk noktaya ulaşması sonucunda Selçuklu Oğuzlarla yapılan mücadelesini kaybetti ve üstelik Sultan Sencer esir düşer de.
1156’da bir yolunu bulup esaretten kaçmayı başaran Sultan Sencer serbes kaldıktan sonra mağlup ve mahzun olarak Merv’e sığınmak zorunda kalır. Merv’de hüsran içinde 73 yaşında hayata veda etti. Maalesef ağır Oğuz darbesi ve içteki kaynayan kazanı durdurmaya muvaffak olamadı. Birbaşka ifade ile Sultan Sencer’in bir iç savaş sonucu mağlup olması, hatta esir alınması Batı Türklüğü’nün (Yerleşik Türkmenler) hızlı bir şekilde çöküşünü hazırladı. Kelimenin tam anlamıyla Türklerin her zamanki gibi bizi dışarıda yenemeyenlerin içte kaynatılan kazanla yıkılmasını Selçuklu’da da bariz birşekilde görebiliyoruz.
Kılıçarslan ve Selçuklunun yıkılışı
Selçuklular gün geçtikçe kan kaybediyordu. Biryandan da Hıristiyan Avrupa’nın bitmek tükenmek bilmeyen Haçlı seferleri karşısında ani şaşkınlığın yol açtığı moral bozukluğu sarmıştı üzerlerini. Öyle ki Kılıçarslan Eskişehir mağlubiyeti dönüşü yardıma gelen yüz bin kişilik Türk askeri ile göz göze geldiklerinde dediler ki:
—Senin baban (Süleyman Şah) hiçbir zaman kaçmamıştı cesur olun...
Kılıçarslan:
—Sayısız müthiş silahlara sahip, zırhları içinde oklarımız tesir etmeksizin saflarımıza kadar sokulan Franklara karşı daha ne yapabilirdim ki diye cevap vererek aslında Selçuklunun içine düştüğü hazin durumu özetliyordu. Yinede bu mağlubiyete rağmen Birinci Haçlı ordusunun üçte ikisi ölmüş ve kısa sürede Selçuklular derlenip toparlanma sürecine girmeyi başaracaktır.
Kılıçaslan daha sonra amcazadelerinin hâkimiyeti altında bulunan alanlara yöneldi ve iki hanedanın kıyasıya mücadelesinde 1107’de şehit oldu.
Kılıçaslan’ın yerine oğlu Mesud geçti. Mesud ve torunu II. Kılıçarslan döneminde hem Bizanslılar hem de II. Haçlı ordusu bertaraf edilmiştir. Böylece Bizanslıların Türkler üzerine savaş açma cesaretleri siliniverdi. II. Kılıçarslan döneminde bir olumsuzluk aranacaksa, o da hayatta iken eski Türk geleneklerinin etkisinden olsa gerek ülkesini on bir evladı arasında paylaştırmasında aranmalıdır. Birliği sağlamak zordur, ama yıkmak kolaydır. Nitekim oğullarından Melikşah’ın kendisini tahttan alaşağı girişimine maruz kalacaktır. Hatta fetret ruhunun yansımaları gereği tehlike hali diyebileceğimiz ve kapımıza dayanan III. Haçlı seferi barış teklifine karşılık kıl payı atlatılarak yüreklere su serpilse de kuşkular giderilememişti. Bu şartlar içerisinde kardeşi Melikşah’ı etkisiz hale getiren Gıyaseddin Keyhüsrev altı yıl süren tahtın başına geçer. Daha sonra kardeşi II. Rükneddin Süleymanşah’la olan mücadelesinde pes edip tahtından çekilir de. Süleymanşah döneminin en müspet icraatı ülkenin şehzadeler arasındaki paylaşım geleneğine son vermesidir. Kendisinden sonra tahta III. Kılıçarslan geçmişse de dokuz yıldır birtakım nedenlerden dolayı gurbette yaşayan Sultan Keyhüsrev devlet elitlerinin daveti üzerine Konya’ya gelip çocuk yaştaki yeğenin tahttan indirerek ikinci defa devletin başına geçmiştir. İlk iş olarak önce Karadeniz sonra Akdenizi emniyete alacak seferler düzenlemek oldu ve başardı da. Fakat talihsiz ölümüyle birlikte yerine I. Keykuvas geçer. Bir başka ifadeyle II. Kılıçaslan’ın oğlu II. Süleyman şah’ın kardeşi I. Keyhüsrev ve yeğeni Keykavus da hem siyasi hem de askeri zaferleriyle Selçuklu Türkiye’sinin yüzünü güldürmüşlerdir. I.İzzeddin Keykavus hızlıca harekete geçip önce Sinop’u, sonra Antalya’yı kendi tabii sınırlarımıza katıp devletimize hem kuzeyde hem de güneyde yeni ufuklar açtıktan sonra ayrıca Kıbrıs krallığı ile yapılan anlaşmalarla da uluslar arası ticarette etkin hale getirmeyi başaracaktır. Bu arada 1220’de vefatının ardından onuncu hükümdar olarak Alâeddin Keykubat tahta geçer. Anadolu Selçuklularına aydınlık günler yaşatacak olan Alâeddin Keykubad’da tıpkı diğer Türk Sultanları gibi evliyalar içten bağlı bir hakandı. O da Gönül dostların türbelerine gidip sıkça duada bulunup himmet istiyordu.
Türkiye Selçuklularından Alâeddin Keykubad için Şahabeddin Suhreverdi Necmeddin Raziye:
—Ey Genç dindar, ilim ve tasavvufa bağlı ve erbabınnı koruyan Alâeddin Keykubad’ın himayesine gir onu ve halkı faydalandır tavsiyesinde bulunarak çorbada bizimde tuzumuz olsun babında katkıda bulunmak istiyordu. Dolayısıyla Alâeddin Keykubat Sultanü’l Müslimin ünvanına layık görüldü.
Alâeddin Keykubad, Harizm Padişahı Celaleddin’e:
—Aynı cihad yolundayız. Şarkta İslam hudutlarını koruyan siz, garpte kâfirlerin kökünü kazıyan biziz diyerek Moğollarla mutlaka ve mutlaka barış yapılması gerektiğini vurgulamış, ama Celaleddin yaklaşan Moğol kasırgasının vehametini kavrayamadığı gibi üstelik Selçukluya karşı da diş gösteriyordu. Nitekim Yassı Çimende (1230) Alâeddin Keykubad’a mağlup olduktan sonra Ahlâtlı denen kişinin intikamı ile öldürülüyor da. Selçuklunun Harzemşah Devletine son vermesiyle birlikte Erzurum’da ilhak edilmiş oldu, ama görünürde zafer gibi görülse de aslında kayıptı. Çünkü tampon görevi yapan Harzemşah Devletinin ortadan kalkması bizi dönemin yağmacı Moğollarla burun buruna getirmiştir. Bu ilerisi için bir felaket sayılırdı. Nitekim Alaaddin Keykubad Sivas yakınlarına kadar gelen Moğol Hakanına uzlaşmaya yönelik hediyeler vererek kısa vadeliğine de olsa bu tehlikeyi bertaraf etmeyi bilecektir. Fakat bu Moğol sancısı kendisinden sonra gelen oğlu II. Gıyaseddin Keyhusrev’e bela olacaktır.
Anlaşılan Türkiye Selçukluları Büyük Selçuklulardan bir asır daha fazla tarih sahnesinde yerini almayı bilmiştir. Alâeddin Keykubad’ın vefatının ardından maalesef başa geçenler işin ehli olmayıp, beceriksiz hatta oyuncak durumda idiler. Babası gibi muktedir olamayan genç Sultanın gerek devlet işlerindeki yanlış tutumu gerek devletin asli unsur dediğimiz Türkmenlerle iyi geçinememesi gerekse Babailerin isyanı otorite zaaflığına yol açtı. Tabiî ki bunun doğal sonucu olarak II. Gıyaseddin Keyhusrev’in Kösedağda (1243) yenilip Moğollara teslimi ile birlikte Selçuklu ömrünü tamamlıyordu artık. Hâsılı Selçuklunun bu yıkılış süreci (1308) son Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un ölümüyle tamamlanmıştır. Neyse ki; Horasan Erenlerinin aşıladığı gaza ruhu ile Anadolu sınır uçlarına yerleşen Türkmen bey ve boylarının Ertuğrul Gazinin açtığı sancağın altında toplanarak tarih sahnesinde Osmanlının doğuşuna neden olacak oluşuma kaynaklık edip Moğol yaralarını sarmaya yetecektir.
Artık tarih sahnesinde bu sefer Osmanlı var, hem de altı asrı kapsayacak ve bugünde gönüllerde yaşayan bir cihan şümul medeniyetin öncüsü devlet-i aliyye söz konusudur.