ALEVİLİK-2 (cemel-sıffın savaşları)
ALEVİLİK-2
ALPEREN GÜRBÜZER
Cemel Vakası
Hz. Ali(k.v) halifeliğe seçildi seçilmesine, ama önünde uzun bir mücadele dönemi bekliyordu onu. Daha işe başlar başlamaz içlerinde Talha ve Zübeyir’in de bulunduğu bir heyet Hz. Ali’ye Yüce Allahın ahkâmını tatbik için beyat ettiklerini hatırlatılarak, Hz. Osman’ın kanını döküp helal sayanların cezalarının verilmesini talep ettiler. Aynı düşünceleri şiddetle Şam’da ki Muaviye de savunuyordu. Hz. Ali (k.v), daha yeni işe koyulduğu curcunalı bir havada hemen ceza yoluna gitmenin doğru olmadığını, suların durulmasını beklemekte fayda olduğunu, devlet işlerini rayına oturduktan sonra hep birlikte halledilmesinin kanaatini taşıyordu. İşte Hz. Ali fitne içindeki bir coğrafyada Emir’ül Müminin olarak göreve bu tür taleplere muhatap kalarak başladı. Çünkü Hz. Ayşe, Hz. Zübeyir ve Hz. Talha fitne eylemlerine katıarkadas tüm isyancıların öldürülmesi fikrinde idiler. Fakat Hz. Ali bu fikirde değildi. İlmin kapısı olan Hz. Ali bu konuda deha çapındaki fikrini şöyle ortaya koyar:
‘’-.. Bir kişinin hatasıyla grubun bütününün sorumlu kılınamayacağını’’ dile getirerek suçların şahsiliği prensibini hatırlatmıştır.
Hz. Zübeyir ve Hz. Talha bu sözler karşısında sanki ikna olurcasına dediler ki:
‘’-Eğer Ali birlik ve beraberlikten yana ise o zaman aramızda mesele yok demektir’’ deyip huzurdan ayrılmışlardı.
Hz. Ali(k.v) biryandan da birlik ve dirlik adına Şam ve Kufe şehirlerine de kendisinin Rasulüllah’ın halifesi olarak kabul etmelerini bildiren mektuplar gönderdi. Ne yazık ki elçiler vasıtasıyla gönderilen mektuplar karşılık bulamıyordu. Her defasında eli boş dönen elçiler, bu sefer Muaviye’den bir mektup almayı başarabilmişlerdir, ama gelen bu mektupta sadece; ‘Muaviye b. Ebu Süfyan’dan Ali b. Ebi Talib’ ibareli bir satırlık gelen umursamaz cevap vardı ki, o ibare Hz.Ali’nin moralini bozmaya yetmişti bile.
Bu moral bozukluğu içerisinde geçirdiği halifeliğin başlangıcında ne oluyorsa yıllardır aynı emeller uğruna beraberce İslam adına mücadele ettiği iki dava arkadaşları çıka gelip umre için izin istediler, Hz. Ali(k.v), Talha ve Zübeyir’i arkalarından uğurlarken, bir daha Medine’ye hiç dönmeyeceklerini bilmeyerekten onlarla vedalaştı ve yola koyup uğurlayıverdi. Arkadaşları Mekke’ye varıp umrelerini yaptıktan sonra Hz. Ayşe ile buluştuklarında Hz. Ali’ye isteksiz olarak beyat sözü verdikleri bildirdiler, aslında bu sözlerle beyattan vazgeçtiklerini itiraf etmiş oluyorlardı.
Her geçen gün Hz. Ayşe etrafında kümelenme gitgide artıyordu, derken karar verildi; Her kim Osman’ın katillerinden intikamını almak istiyorsa Basra’ya doğru sefere gelsin çağrısı yapıldı.
Bu çağrı üzerine Hz. Ayşe ve ordusu Hayber yakınlarında Evtas denilen yerde konakladıklarında Said b. As;
— Ey Müminlerin annesi nereye?
Hz. Ayşe:
— Osman’ı şehit edenleri cezalandırmak için Basra’ya gidiyorum deyince,
Said b. As:
— Osman’ın katillerini uzaklarda aramana gerek yok, yanı başındakilere bakman kâfi, dedi.
Said bu sözlerle Zübeyr ve Talha’yı kastedip, onların hilafeti Hz. Ali’ye kaptırmaları ile Osman’ın derdine düştükleri rolüne büründüklerini ima ediyordu, ama Hz. Ayşe güttüğü davada hala kararlıydı. Ayşe annemiz Have’b denilen yere geldiğinde köpek ulumalarını işitince biranda hayaline Efendimiz(s.a.v)’in bir zaman hanımlarına söylediği; ‘’Bana öyle geliyor ki sizden birine Have’b köpekleri uluyacak’’ Sözleri aklına düştü.
Hz. Ayşe bu sözleri hatırlar hatırlamaz birden irkiliverdi, geri dön duygusu ağır basmasına bastı ama, Abdullah b. Zübeyr’in imdat çığlığı, yani ; ‘Ali b. Ebi Talib geldi, Basra’ya yetişin, kendinizi kurtarmaya bakın’ avaz avaz çağrıları bu duyguları bertaraf etmeye yetti, nitekim o tarafa doğru hareket edildi, Basra’ya yakın Hufeyr denilen yere varıldı.. Hz. Ali son kez barış umuduyla Ka’ka b. Amr’ı muharebe başlamadan görevlendirerek yaptığı bir dizi müzakerelerle barışın kapısını aralamayı başarmıştır. Fakat fitne yine boş durmadı, yine İbn-i Sebe şeytanca planla her iki tarafın çadırlarına yerleştirdiği adamlarla baskınlar düzenler, uykularından ayıkanlar gördüğü manzara karşısında karşı tarafın hışmına uğradık düşüncesiyle kılıçlarını kınından çıkarıp biranda iş savaşa dönüşmüş, derken Cemel vakası gerçekleşiverir. İşte tarihlerin Cemel vakası dediği ve on bin insanın ölümüne bir o kadar da yaralanmasına sebep olan savaş budur. Hz. Ali zaferle çıkmıştı bu savaştan, ama sıra ganimetlere gelmişti ki Hz. Ali(k.v) derhal müdahale ederek:
— ‘Müminlerin annesi Ayşe ganimetlerden kime isabet edecek’ sorusunu yöneltince ganimet isteklerinden vazgeçmek zorunda kaldılar, zaten kazananda Müslüman kaybeden de. Emirül Müminin bu soruyla ganimet sadece gayrimüslimlerden alınır mesajını vermişti.
Cemel vakası, galibinin de mağlubunun da pişman olduğu bir savaştı. Çünkü Hz. Osman döneminde isyan boyutunda kalan mücadelenin Hz. Ali dönemiyle iç savaşa dönüşmesi yürekleri yaktı hep. Bu savaşta Hz. Zübeyir ve Hz. Talha şehit düşmüşlerdir.
Cemel Vakasını Bediüzzaman Said-i Nursi Hz.leri: “Cemel Vakası denilen Hz. Ali ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyir ve Hz. Aişe-i Sıddıka arasında olan muharebe; adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir...” (Mektubat, 15. Mektup sh.53 1986 İst.) sözleriyle Cemel Vakası’nın gerçek ruhunu ortaya koyar. Hatta satır aralarında İslâm ulemasının şu sözlerine de yer vererek: “Sahabelerin muharebesinde kıyl-û kâl etme. Çünkü hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i cennettirler.” (a.g.e. sh.53) yorumunu yapar. Zaten hiç bir Ehl-i Sünnet erbabı da Hz. Ali (k.v.) hata yapmıştır dememiştir, diyemez de. Çünkü ölçü var ortada, Resulullah (s.a.v): “Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz.” diye beyan buyurmakta.
Sıffın Savaşı
Hz. Ali(k.v), Cemel hadisesinden sonra birliği ve dirliği kurmak adına Suriye’ye yönelir. Yani Hz. Ali Basra’da işleri hal yoluna koyduktan sonra Kufe’ye döndü yüzünü, böylece burada Şam’a yakın konaklayarak Muaviye’ye sıra sana geldi mesajı verilecekti.
Ne yazık ki Hz. Muaviye Hz. Ali’ye biat etmedi, hatta kendisine sunulan barış yollarını da tıkayınca ister istemez Emeviliğin Haşimiliğe tepkisi olarak her iki ordu Cemel vakasından bir sene sonra Sıffın’de karşı karşıya geldiler. Böylece Sıffın’da boğaz boğaz boğaza gelen yiğitler bir bir toprağa düştüler. Her iki tarafta büyük kayıplar verdiler. Öyle ki; Resulüllah’ın yıllar öncesinde söylediği; Ya Ali ben Kur’an’ın tenzili üzerine sen ise tevili üzerine çarpışacaksın buyurduğu mucizevî hadisi şerifi gerçekleşecektir... Bu yüzden İslam âlimleri Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin arasındaki mücadelenin içtihada dayalı savaş olduğunu belirtirler. Yani tenzil ve tevil üzerine göze alınan mücadele diye tarif ediyorlar ulemamız.
Sıffın savaşı, büyük kayıpların yanı sıra Haricilerin Hz. Ali den kopmasına de vesile olur. O güne kadar sadakatle bağlı olan Hariciler hakemlik meselesi ile ihtilafa düşüp, Hz. Ali(k.v) ile yollarını ayırırlar. Sadece yollarını ayırmazlar cephe de alırlar. Onlar Kuranda ki; ‘Hüküm Allah’ındır’ ayetini Hz. Aliye karşı kalkan olarak kullanmaktan bile çekinmeyeceklerdir. Hz. Ali (k.v) bu suçlamalar karşısında:
‘’Bu sözlerle emirlik Allah’ındır demek istiyorsunuz. Oysa emirlik gerekir ki onun vasıtasıyla bütün işler görülebilsin..’’ diyerek ayetin hakiki manasını ortaya koyuyordu. Hariciler aynı zamanda iyi bir Kurra’ydı (iyi Kur’an okuyan). Fakat Kur’anın mana ve ruhundan uzak okuyucular olmaları dolayısıyla onları her önüne geleni kâfir ilan etme yoluna itmiştir. Haricilere Hz. Ali’den niye ayrıldıklarını sorduklarında verdikleri cevap; Sıffın’da hakeme başvurmasını öne sürerler. Oysa Hz. Ali başlangıçta Kur’an sahifelerinin mızraklara takılmasının bir hile ve tuzak olduğunu defalarca telkin ettiği halde, ısrarlarından vazgeçememişlerdi, üstelik Hz Ali’yi hakem tayinini kabul etmeye de mecbur bıraktılar. Derken tarihi fırsatı kaçırmaya neden olmuşlardır. Zira bilgisizlik ve cehalet uzun yıllar kanlı yılların yaşanmasını sağlayacaktır. Yani Hz. Ali hilafet içtihadıyla, Hz. Muaviye de saltanat içtihadıyla bedevi (Harici) kılıçlarına maruz kalacaklardır. Hariciler, kuşkusuz İslamiyet’e derinden bağlıydılar, nevarki derinden bağlılık tek başına yetmiyor, bu yolda bilgide gerekiyordu. Demek ki samimiyet tek başına kurtarıcı amil olamıyor. Bugünde yaşadığımız kanlı kavgaların ardında hep ilimsizlik yatmaktadır maalesef.
Anlaşıarkadas, Sıffın Vakası Hz. Ali (k.v.)’in hilafet içtihadıyla, Hz. Muaviye’nin de saltanat içtihadıyla karşı karşıya geldiği bir savaştır. İkisi de gerek hilafet adına, gerekse saltanat adına İslâmiyet’e hizmet etmek istemişlerdir, iddia edildiği gibi imamlığı elde etmek için değil. Hz. Ali (k.v.)’in Hz. Osman (r.a.) katillerinin hemen tesliminin yanlış olacağı içtihadı, Hz. Muaviye’nin de bir an evvel katillerin cezasının icra edilmesi içtihadı aralarında birtakım olayların vukuu bulmasına sebep olmuştur.
(devam edecek)