TEBUK SEFERİ
TEBUK SEFERİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Allah Rasulü Mekke Fethinin ardından Allah adını yüceltmek için hedefi büyütüp, Rum taraflarına yöneldi. Çünkü O sadece Araplara inen bir Peygamber değil tüm insanlığa gönderilen elçiydi. İslamiyet’in muhatabı tüm insanlık olduğundan dolayı Allah Rasulü hedefi büyüterek, yeni hedefin Rumlar olarak belirledi.
Şimdiye kadar yapılan seferlerin en uzunu aynı zamanda münafıkların da vazgeçirmeye çalıştığı bir seferdi.
Hazırlıkları yapılan bu sefere Efendimiz(s.a.v), iştirak etmek isteyip de gidemiyecek olanlar için varlıklı ailelere seslenerek lojistik ve maddi yönden yardımcı olmalarını istedi. Bu istek yerini buldu da.
Bu arada münafıklarda boş durmuyorlardı, etrafta habire; bu sıcaklarda sefere çıkmanın gereksiz olduğunu konuşuyorlardı. Kimileri de; Rum kadınlarına karşı aşırı derece de zaafları olduğunu vurguluyarak seferden sıyrılmak istiyorlardı.
Allahü Teala:
—Onlardan bir kısmı da var ki, bana izin ver ve beni fitneye düşürme diyor, asıl fitneye düşmüş durumdadırlar. Cehennem ise inkârcıları çepeçevre kuşatıcıdır.’’(Tevbe suresi–119)
Her türlü seferden vazgeçirmek için üretilen bahanelere rağmen otuz bin kişilik ordu Seniyyetül Vedai’de toplanarak Efendimiz önderliğinde yürüyüşe geçti. Münafıklar da İbni Selul’un emrindeki birlikle yürüyüş emrinin ardından ters istikamete yönelerek sefere katılmadılar, yine de ordu içinde küçük bir azınlık münafık grubu yürüyüşe katıldı. Devede kulak diyebileceğimiz bu münafık tayfası yol boyunca her türlü kafa karışıklığı yapmaktan geri durmadılar.
Hz. Ali’de Allah’ın Habibi’nin talimatı doğrultusun da Mekke de vekâleten kalması için görevlendirildi. Fitne güruhu yine boş durmayarak; Ali kadınlar gibi evde kalıyor dedikodusunu yaymaya başladılar, dedikodulardan etkilenen Hz. Ali(k.v), derhal yola koyulup orduya yetişti ve durumu Allah Rasulü’ne izah edince, Allah Rasulü;
— Ya Ali! Dön, ehli beytime göz kulak ol, Musa’ya göre Harun ne ise sende bana göre O’sun diyerek dönüşünü sağladı.
Yolculuk devam ediyordu, meşakkatli ve yorucu olan bu yolculukta arkada kalanlar oluyordu ki bunlardan biride Ebu Zer El Gıfari idi, devesi huysuzlaşmıştı, bir türlü yol katedemiyordu, çareyi yürümekte bulmuş, kumlara bata çıka ilerlemeye başladı. Onun bu halini gören Habib- i Kibriya:
— Ebuzer yalnız yaşar, yalnız ölür ve yanlız haşrolunur beyan buyurdu.
Dile kolay Medineden dokuzyüz kilometre tutacak olan bir sefer idi, tüm bunlar İlay’ı Kelimatullah uğruna göze alınan yolculuktu. Susuzluk had safhada idi, münafıklar homurdanmaya başlamışlardı, derhal durumu Ebubekir Allah Rasulüne iletince fitnenin önüne geçti. Çok geçmeden sağanak sağanak yağan yağmurla canlar sulandı, hem madden hem de ruhen..
Mekke’den Kusva ile çıkılmıştı Hicret’e, Medine’den Mekke’nin Fethine O’nunla girilmişti, Tebuk Seferinde de her ne olduysa Efendimizin O meşhur Kusva adlı devesi kayıplara uğradı. Bu kayıptan zihinleri bulandırıbilir miyiz hesabı yapan münafıklar ordu içinde;
— Nasıl olurda bir Peygamberdevesini kaybeder, madem peygamber kaybolan devenin yerini neden bilemez ki? Gibi sözler sarfetmeye başladılar. Allah Rasulü:
— Unutmayın ki bende bir insanım, gaybı Allah bilir, Mevlam bildirirse bilirim, Şu anda Cebrail devenin şu vadide bir ağaca yuları takılmış halde devenin beklediğini haber verdi, gidiniz alınız, der
Gerçektende tarif edilen yerde deve bulununca fitne kazanı sus pus oldu.
Ordu Tebuk’a geldiğinde artık burası son menzil olarak ilan edildi. Orada konaklandı, az sonra da tek başına heybesi sırtında Ebuzer El Gıfari göründü. Allah Rasulü O’nu görünce tebessüm etti.
Tebuk’ta Halid b. Velid’e ilk görev verildi; Dume Reisi Ükeydir bulunup getirilecek, yüklendiği emir gereği Ükeydir yanında birkaç kişiyle baskına uğrayacaktı. Ükeydir Halid b. Velid ve arkadaşlarına karşı koyamacağını anlayınca teslim oldu. Nebiyyi Ekrem’in huzuruna çıktığında Müslüman ol teklifi yapıldı, kabül etmeyince cizye karşılığında hem kendini hemde halkını emniyete aldı. Ardından Tebuk da sırasıyla; Makna, Eyle, Cebra ve Ezru kabileleri ile görüşüldü. Onlarda cizye karşılığında güven içinde yaşayacakları ahidnameye dahil oldular.
Derken Tebuk da konaklayalı aradan yirmi gün geçtiği anlaşıldı. Yirmi gün içerisinde düşman görünmeyince dönüş emri verildi.
Dönüşte de münafıklar her zamanki gibi boş durmadılar, üstelik Allah Rasulüne pusu kurup öldürmeyi göze alacak kadar gözü dönmüş birkaç kişi kendi aralarında sözleşebildiler. Cibril Emin durumu Allah’ın Habibi’ne haber verdi, Efendimiz ordunun vadiye geldiklerinde üst taraftan kendisinin de yanında bulunan Ebu Huzeyfe ile dar geçitten geçeceğini söyledi. Tam bu sırada pusuya yatmış on iki kişi Allah Rasulünü çembere aldılar, Habibullah elindeki asayı Ebu Huzeyfe’ye vererek binek hayvanlarının yüzüne vurmasını söyledi, öylede yaptı ve develer ürkmeye başladı, adamlar paniklediler tabi, derken telaşa kapılıp, oradan sıvışarak ordu içine katıldılar, Münafıklar uzaklaştıktan sonra Habib-i Kibriya Ebu Huzeyfe’ye:
— Onlar kimdi biliyor musun?
Ebu Huzeyfe:
— Hayır, tanıyamadım, Ya Rasulüllah!
Allah Rasulü Ebu Huzeyfe’ye kimseye söylememek şartıyla münafıkların tek tek isimleri bildirildi. Bundan böyle Ebu Huzeyfe münafıklar konusunda kimseye tek bir söz etmeyecek sırdaşlığın gereğini yerine getirerek yaşayacak, ancak Hz. Ömer Huzeyfe’nin bulunduğu cenaze namazları kılacak, Onun çekindiği ve kılmadığı cenaze namazlarına iştirak etmeyerek münafıkların durumuna vakıf olmayı başaracaktır.
Tebuk seferinde Allah katında çok büyük ecir kazandılar, münafıklar ise yorgunluk ve ahirete kalan azabtan başka bir şey ellerine geçmemiştir üstelik savaş olmadığı için ganimetten de yoksun kaldılar.
Uzaktan Medine belirince başta Peygamberimiz ve Müslümanların yüzü aydınlanıverdi, ister istemez Efendimizin gözü Uhud dağına ilişti; şehitler akla geldi, hatıralar tazelendi, Uhud’da Efendimizin şu sözlerinden nasibini aldı:
— Uhud bizi sever bizde Onu...
Medine’de ordu yine hoş geldin sesleriyle bağırlarına basıldı, Efendimiz hane-i saadetine çekildi.
Bir kaç gün sonra Medinede kalmayı tercih eden seksen bin civarında kişinin neden sefere katılmadığı sorgulandı,
Allah Rasulü Ka’ b. Malik’e:
- Ey Ka’b! hani Akabe de söz vermiştin bana yardım edeceğine dair..
Ka’b. b. Malik:
— Haklısın Ya Rüsulüllah! Diyerek yalana başvurmadan, içinden gelen samimi sesle mazaret uydurmadan itiraf etmesi erdemlilik sayıldı ve Habi-i Kibriya efendimiz:
— Şimdilik gidebilirsin, hakkında hüküm geleceğe kadar bekle denildi böylece.
Hila b. Ümeyye, Mürare b. Reb’i’de Ka’b gibi mazaret üretmeyenlerden. Diğerleri mazaret üretmekle bağışlanmayı tercih ettiler.
Ka’b b. Malik isteseydi, şeriat zahire göredir hükmünden dolayı bahane uydurup kurtulabilirdi ama, O ve diğer iki arkadaş yalana tevessül etmedi haklarında gelecek hükme razı olmayı tercih ettiler. Nitekim Allah Rasulü ilk ceza olarak hükmü açıkladı: hiç kimse bu üç kişiyle konuşmayacak, diye.
Günler günleri kovaladı, Ka’b iyiden iyiye yalnızlaşmıştı, ama içi rahattı, dobra dobra gösterdiği tavırla teselli bulmuştu çünkü. Nihayet bir ses:
- Ey Ka’b! müjde, müjde.. bu ses o’nu ayıltmaya yetmişti. Birazdan mescide Efendimizin huzuruna çıktığında yüzüne karşı tane tane ayetler okunur:
-‘’ Yemin olsun ki Allah muharebeden geri kalmak isteyenlere izin verdiğinden dolayı, Peygamberin yaptığı tevbeyi kabül etmiştir. Nitekim bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken sıkıntılı zamanda Peygambere tabi olun. Muhacirin ve Ensarın tevbelerini de kabül etmiştir. Çünkü Allah çok şefkatli çok merhametlidir. Peygamber tarafından cezaları geri bırakılan üç kişinin tevbesini de kabül etmiştir’’(Tevbe suresi 117–119)
Gelen ayetlerle derin bir nefes, gözlerde hoşnutluk ve Ka’b b. Malik:
— Ya Rasulüllah! Rabbim doğru söylediğim için affetti, huzurunda söz veriyorum yaşadığım sürece inşallah asla yalana tenezzül etmeyeceğim.
Diğerleri kılıf uydursa da ahirete hesaba çekildiklerinde mazaret beyan etmenin kurtuluş olmadığını anlayacaklar, ama o zaman iş işten geçmiş olcaktır.