MEKKENİN FETHİ
MEKKENİN FETHİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Beni Bekr Kureyşlilerin, Huzaa ise Müslümanların korumasını kabül etmiş iki kabile. Beni Bekr kabilesinden biri, Rasulüllah(s.a.v)’i alay eden uslupta şiirli sözler söylemesi üzerine Huzaa Kabilesinden biri dayanamayıp bir anda kavga ortamının doğmasına sebep oldu. Derken ileri geri laf eden kişinin başından akan kanlar ile Hudeybiye barışına gölge düştü. Anlaşmaya göre on yıl içerisinde gerek Kureyş, gerekse Müslümanlar kan dökmeyecekti.
Çıkan bu kavga sonucu intikam duyguları gelişmeye başladı, bir gece Beni Bekr kabilesinin adamları Huzaa’lılara ani baskınla uykuda yakaladılar. Uykuda neye uğradıklarını şaşıran Huzaa’lılar can korkusuyla kaçmaya başladılar, yakalananlar öldürülüyor, diğerleri ise kovalamanın ardından kendilerini Mekke sokaklarında izlerini kaybetmeye çalışıyordu. Rasulullah(s.a.v.) himayesi altında bulunan Huzaa’lılara yapılan bu insanlık dışı muameleye çok üzülmüştü. Öyle ki sokaklar insan cesetleri ile dolu idi.
Başlangıçta bir hicivle başlayan kavganın bu noktaya taşınması Kureyş’lileri endişeye itti. Bu endişeler içerisinde Ebu Süfyan derhal Medine yoluna koyuldu. Medine’de kızının evine geldi, Rasulüllah’ın oturduğu minderine oturmak istedi ama kızı sen müşriksin, necissin diyerek minderi çekti altından. Babası şaşırmış olsa da oradan ayrılıp Rasulüllah’ın huzuruna vardı ve geliş amacının Hudeybiye anlaşmasının ihlalini önlemek, anlaşmayı uzatmak dediyse de Rasulüllah belli ki himayesindeki kabileye yapılanlara incinmiş susmayı tercih etti. Ebu Süfyan bu suskunluk karşısında tekrar anlaşmayı uzatmak taraftarı olduğunu tekrarladı ama boşuna.
Rasulüllah (s.a.v)’den yüz bulamayınca araya ricacıları devreye sokarak belki bir ümit ışığı yakalayabilir ümidiyle çabalarını sürdürmeye başladı. Önce Ebubekir’le başladı, ardından sırasıyla Ömer, Osman, Ali, Fatıma derken hepsiyle görüşmeler yapıldı. Bütün bu görüşmelerde her biri; Allah Rasulü’nün onay vermediği bir şeyi kabül edemiyeceklerini beyan ettiler. Öz kızı bile Allah Rasulü’nün oturduğu mindere oturtmayarak gereken dersi vermişti. Yaşadığı kısa anlık da olsa bu olaylar Ebu Süfyan’da moral bozukluğuna yol açtı.
Rasululah(s.a.v)’ın talimatıyla kabileler silahlanarak sefere çıkılacağı duyuruldu. Mekke’ye giriş ve çıkışlar sıkı denetime alındı. Böylece sınır boyları kontrol altında tutulmakla hazırlıkların gizli tutulması sağlanmış oldu. Habib-i Kibriya’nın davetine icabet eden kabileler akın akın Medine’ye gelerek on bini aşkın bulan bir ordu ile Mekke’ye doğru hareket edilmeye başlandı.
Uzun bir yolculuğun ardından yorgunluk alametleri başlamış, dudaklar susuzluktan çatlar hale gelmiş, damaklar yapışmış, diller ise tek kelimede birleşmiş: Allah..
Yüce Mevla uğruna çile ibadet sayılırdı ashab için. Susuzluğun getirmiş olduğu durumu sezen Allah Rasulü bizatihi kendisi su içerek orucu bozmalarını söyledi. Bu arada hiç beklenmedik anda amcası Abbas’l a karşılaştı, böylece O’ da en son muhacir unvanı şerefine nail olmuş oldu.
Kafileler yollar dizilmiş, boyunlar bükülmüş, kalpler tek yürek olmuş halde hedefe doğru ilerliyor ve Merrüz Zehran’a geldiklerinde Habib-i Kibriya ateş yakılmasını emretti. Yanan ateş aşktı, Mekke’den ayrılışın yüreklerde alev alev yanan ateşiydi adeta.. Dile kolay doğup büyüdüğü topraklardan çıkarılmışlardı. Sevenler için yıllardır hasretini çektiği Mekke özleminin içlerinde yaktığı ateşi sardı müminleri.. Müşrikler de ise yanan ateş yüreklerine korku saldı. Gökyüzüne yükselen ateş Mekke’ de yankı buldu. Merak ettiler Ebu Süfyan ve arkadaşları, ateşin bulunduğu yerde neler olduğunu görmek için yürümeye başladılar, gece karanlığında izbe iz ilerlerken Müslümanlar tarafından yakalanıverdiler ve Rasulüllah’ın huzuruna getirildiler. Habib-i Kibriya aralarında Ebu Süfyan’ın da bulunduğu esirleri görünce memnun kaldı. Hz. Ömer derhal atıldı:
— Ya Rasulullah! İzin ver Ebu Süfyan’ın boynunu uçuruyum.
Peygamberimizin amcası müdahale ederek; olmaz böyle şey dedi.
Allah Rasulü ikisine de:
— Sakin olun dedi ve sonra sabah olduğunda onu bana getirin şeklinde emir buyurdu.
Sabah olduğunda Ebu süfyan huzura alındı, Rasulullah O’na bakarak tatlı bir lisanla:
— Hala Müslüman olmayacak mısın, bu nimetten faydalanmayacak mısın, daha ne duruyorsun?
Ebu Süfyan tane tane inci gibi dökülen bu davetten sendeleyerek:
— Tereddütlerim var dedi.
Peygamberimizin amcası bu sefer devreye girerek:
— Yeter gayrı, artık boynun vurulmadan kabül et bu dini, şehadet getirmende fayda var deyince Ebu Süfyan Kelime-i Tevhid-i diliyle ikrar etti.
Ebu Süfyan oradan ayrıldıktan sonra halkına büyük bir ordunun geldiğini haber verdi. Ve sözlerine şöyle devam etti:
— İster evime, ister Mescidi Harama, isterse evlerinize girerseniz canınız emniyette olur sözlerini defalarca tekrarladı ama kimseden tık yok, Kureyş sessizliğe büründü. Bu sessizlik fırtınadan önce sessizliği andırıyordu.. Oysa korkunun ecele faydası yoktu. İlk tılsım Ebu Süfyan’ın karısı Hind’den geldi, Dikkatler Hind’e yöneldi pür dikkat gözler ona çevrildi acaba ne diyecek diye.. Hind kocasına:
— Yazıklar olsun sana, atalarının dinini terk ettin, birde üstelik konuşuyorsun, öldürün şu adamı diyerek ortalığı velveleye verdi.
Ebu Süfyan:
— Bre kadın! şu sakalımı çekmeyi bırak da derhal evine dön, Müslüman olmaya bak, yoksa canından olacaksın..
Ebu Süfyan ısrarla bu işin şaka götürür olmadığını birkez daha halkına yeniledi, fakat kanımız pahasına bu şehri teslim etmeyeceğiz diyenler oldu. İtirazcılar azınlıkta idiler.
Müslümanlar iki koldan özlemini çektikleri Öz vatanlarından parya olarak ayrıldıkları Mekke’ye girmenin heyacanıyla kansız girdiler. Hiç kimse karşı koyma cüreti gösteremediler, Efendimiz komutasında artık bu kutsal topraklara fetihle ayak basılıyordu.
Allah Rasulü de sekizyıl önce kusva adılı devesiyle ayrılmıştı, yine aynı deve ve can yoldaşı Hz. Ebubekirle birlikte Mescid-i Haram’a girdiler. Zalimler bu sefer onları buralardan kovmak için değil merhamet ve eman dilemek için izliyorlardı gelişlerini. Rasul-i Ekrem Mescidi harama girdiğinde önce Hacerül Evsed-i selamladı, ardından mübarek asası ile putları bir bir devirmeye başladı. Putların devrilişi bir dönemin bittiğini Allah’dan başka mabut yoktur ilanının yapıldığı döneme girildiğinin göstergesiydi. Ardından tavaf, zemzemin kana kana içilmesi takip etti ve daha sonra da Merve ile Safa tepeleri arasında say’ a geçildi. Haccın rükunları eda edildikten sonra da Kâbe’nin kapısı açıldı, içeri girildi o meşhur Hübel adlı putları parçalanıp dışarı atıldı. En nihayet Bilal-i Habeşi’nin o eşsiz güzel sesiyle Ezan-ı Muhammed’i Mekke semalarında yankılanarak fethi mübin müjdesi, böylece âlemlere duyuruldu.
Velhasıl Fetih açılma, yaşanan acıların mükafatı..