Ehl-i Sünnet İtikâdı
Resûlullah (s.a.v.) a itâat, Allah-ü Teâlâya itâattir...
İmam-ı Rabbanî (k.s.) dan çok güzel tertemiz cevap; 152. Mektup...!!!
Bu fakir bazı bölümlerin üstünde durdu, bu da îzân sahipleri için muhakkak... Allah (c.c.) hidayet nâsip etsin..!!!
Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîde yazılmış olup, Resûlullah (s.a.v.) a itâat, Allahü teâlâya itâat demek olduğu bildirilmekdedir:
Cenâb-ı Hak, Nisâ sûresi, 80.âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâat etmenin kendisine itâat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne (s.a.v) itâat edilmedikçe Ona itâat edilmiş olmaz. Bunun pek katî ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurdu ve bazı doğru düşünemiyenlerin, bu iki itâati birbirinden ayrı görmelerine meydân bırakmadı.
Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, (Kâfirler, Allahü teâlânın emrleri ile Peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, ona hâşâ, Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hâzırladık) meâlindeki yüzkırkdokuzuncu âyetinde, bu iki itâati ayrı görenlerden şikâyet buyurmakdadır.
Meşâyıh-i kirâmdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri zemânda, bu iki itâatin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söylemişlerdir. Birini ötekinden dahâ çok sevdiğini bildirmişlerdir. İşitdiğimize göre, sultân Mahmûd-i Gaznevî, bütün Asyâya hâkim olduğu zemânda, Harkan şehrine yakın gelmişdi. Adamlarından birkaçını, Harkana, Şeyh Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermişdi. Şeyh hazretlerini yanına çağırmışdı. Şeyh hazretleri gelmek istemezse,
(Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne ve siz müslimânlardan olan âmirlere itâat ediniz!)
meâlindeki âyet-i kerîmeyi kendisine okuyunuz, demişdi. Sultânın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu âyet-i kerîmeyi okudular. Şeyh hazretleri buna karşılık,
(Allahü teâlânın itâatine o kadar çok dalmış bulunuyorum ki, Resûle itâat etmekden hayâ ediyorum. Âmire itâate vakt nerede?)
buyurdu. Şeyh hazretlerinin bu sözü, Allahü teâlânın itâatini, Resûlünün itâatinden ayrı bildiğini göstermekdedir. Bu söz, doğru yoldan ayrılmış olmanın alâmetidir. Hâlleri doğru olan büyükler, böyle sözler söylemezler. İslâmiyyetin ve tarîkatin ve hakîkatin bütün basamaklarında, Resûlullaha itâatin, Allahü teâlâya itâat olduğunu bilirler. Resûlullaha itâat ile olmayan Allaha itâatin, dalâlet, sapıklık olduğuna inanırlar. Yine işitiyoruz ki, Mehene şehrinin şeyhi, şeyh Ebû Saîd-i Ebül Hayr ile oturuyordu. Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan Seyyid Ecel de yanlarında idi. Şüûru yerinde olmıyan bir meczûb içeri girdi. Şeyh hazretleri, bu meczûbu, şeyh Ecelin üst yanına oturtdu. Bu hâl, seyyide ağır geldi. Şeyh hazretleri, seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resûlullahı sevdiğimiz içindir. Bu meczûbu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tutuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resûlullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. Allah sevgisinin, Resûlullaha olan sevgiden çok olmasının, tarîkat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler.
Şu kadar var ki, vilâyet derecelerinde yükselmiş olanlarda, Allahü teâlânın sevgisi dahâ çokdur. Peygamberlerin yüksekliğinden birşeyler edinenlerde ise, Resûlullahın sevgisi dahâ çok olmakdadır. Allahü teâlâ, hepimize, Resûlullaha itâat etmek nasîb eylesin! Çünki bu itâat, Allahü teâlâya itâat demekdir.