SOL’UN SERÜVENİ

SOL’UN SERÜVENİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Gerçek anlamda Marksizm, Türkiye’de damgasını 1960-70’lerde vurmuştur. Birçok fikri akımlarda olduğu gibi, ülkemize sonraları ithal edilen Marksizm’de aydınımızın gözünde bir zamanlar tek kurtuluş sihirli değnekti. Hatta aydın olmanın biricik şartının Marksizm’den geçtiğine inanıldı hep. Belirleyici vasıf Marksist olmaktı. Bütün bu önyargıları Türkiye yaşadı ve hala da yaşıyor. Oysaki Türkiye’de Marksizm’in kabulü, sloganik olmaktan öteye geçemedi. Sloganlar birçok insanların zihnini esir aldı, nice körpe dimağlar içi boş kuru kavramlar uğruna maceraya sürüklendi, nice canlar bu uğurda feda oldu canı pahasına. Eline tutuşturulan ve kurtuluş diye sunulan reçetenin yaşadığı izdırabın dinmesine deva olacağına inandırıldılar. Bakın Cemil Meriç ne güzel tanımlıyor bu tabloyu: ‘İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir’ diye.
Kendilerini entelektüel sanan birçok yarı aydın, bu deli gömleği giymişti maalesef. Aslında Marks’ı bile tam anlamış değillerdi. Oyuncağa ihtiyaçları vardı. Bu yüzden Marksizm gönüllerindeki manevi boşluğu doldurmak için bir meşguliyetti sadece.
Sübjektif dünyadan bihaber olan entelektüellerin alınyazısıdır; oyalanmak. Hareket noktaları madde olan insanların elinden başka bir şey gelmez ki zaten. Değerler, ahlak kaideleri, din bir hiçtir onların gözünde. Din ile pozitivizmi birbirine rakip göstermek maharetleridir. Bu hem sosyolojik olarak hem de felsefi olarak böyledir. Oysa akl-ı selimin gereği; hem maddi hem de manevi olarak her ikisinin de kabulüdür.
Marksizm, XIX. asrın buhranlı döneminde doğdu. Onun için Marksizm’e bunalımın çocuğu diyenlerde var. Gerçi XIX. yüzyıl öncesi Marksizm’i çağrıştıran sosyalizm fikirleri mevcuttu. Bu fikirler mülkiyetten yana, ya da karşı olan tavırlar tarzında özetlenebilir. Marksizm bir ideoloji, bir sistem olarak ayak basmıştır dünyaya. Bugün Marksizm’in tüm versiyonlarının ortak paydası, ekonomik eşitlik ve siyasi özgürlükten dem vurmalarıdır.
Bütün sosyalist akımlara damgasını vuran Marksizm, bu akımları kendi kalıbına sokuyordu. Hatta bu durum ikinci enternasyonalden sonra Marksizm’in daha da hâkim olmasını sağlıyordu. Üçüncü enternasyonalde ise ihtilal karşıtı olanlar diye ayrışıyorlardı. Buna rağmen Marksist renge bürünmüş sosyalizmin ortak noktası kamu mülkiyeti ile plan ekonomisinin benimsenmesidir.
Üretim araçları üzerinde kamu mülkiyeti ile piyasa ekonomisinin yerine plan ekonomisinin geçirilmesi tarzındaki temel anlayış, 1930dan sonraları sorgulanmaya başladı. Özellikle Alman ve İskandinav partilerinde bu fikirlerden feragat edildiği gözlenmiş, derken zaman içinde vazgeçilmiştir.
II. Dünya savaşından sonra piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet fikri vazgeçilmez unsurlar olarak dünyada yerini aldı. Dolayısıyla sosyalizmi reçetesi kitlelerle cazip gelmiyordu artık. Böyle olunca, batıda sol, plan ekonomisi yerine ‘Refah devleti’nden söz etmeye başladı. Yükselen bu yeni misyon, 1970’lerde doyma noktasına ulaşınca refah devleti fikrinin daha ‘rasyonel’ olması gerektiğinden bahsedilir oldu. Batıda solun geçirdiği serüvenin son noktası, topluma sosyal adalet götürmek için ‘Rasyonel refah devleti’ kurulması yönündedir.
Bir başka dönüşümde, başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Avrupa da komünizmin çökmesi olayıdır. Böylece üçüncü enternasyonalin açtığı devrimci ve diktatoryal Marksizm’in bütün dünyanın gözü önünde yıkılışına şahit olduk. Gerçi Batı solu veya sosyal demokrasisi her zaman komünizme iyi gözle bakmamış ve sosyalizmin gayelerine ters bir rejim olarak nitelemişlerdir, ama yinede bütün bu toz duman içinde arta kalan soldan günümüze, ‘ekonomik eşitlik ve siyasi özgürlük’ şeklinde iki ana fikir miras kalmıştır diyebiliriz.
Batı’daki yeni sol diye takdim edilen reçete üzerinde ciddi eleştiriler söz konusu. Özellikle İngiltere de Tony Blair liderliğinde yeni sol dünyada yankı buldu ve bu yeni sol’un; ‘liberal konseptli, sosyal demokrasi’ makyajla piyasaya sürüldüğü de bir başka gerçek.
İngiltere’de başlayan bu hareketi siyasal liberalizmle demokratik sosyalizmin bir sentezi olarak niteleyenler de var. İngiltere de esen bu rüzgâra, gerçek sosyal demokrasi budur diye erken hevese kapılanlarda oldu.
Yeniden solun tanımlanması ve değişim geçirmesinden bahsedenler hızla çoğalmakta. Nitekim Rusya, Bulgaristan ve Doğu Bloğu ülkelerinin sosyalizme göz kırpmaları, İngiltere’deki yeni sol hareketinin esmesi Türkiye’de sol açısından ümit kapısı olmaya başlamıştır. Dünyada dönüşen solun, ülkemize yansıması; ‘ulusal sol ve evrensel sol’ ikilemi tarzında tezahür etmiştir.
Ulusal sol ile evrensel sol’un ayrıştığı noktalar, birinin dünyayla bütünleşmeyi esas alması, diğerinin ise milliyetçiliği (ulusalcılığı) ilke edinerek Türkiye sınırları içerisinde kendine özgü bir sol söyleme sahip olmasıdır. Daha uzun bir süre, ulusal sol ve evrensel sol tartışılacağa benzemektedir. Belki bu iki ayrışmayı sentezleyecek birileri de çıkabilir. Yani, kendi gerçeklerini inkâr etmeden dünya ile bütünleşmiş sol akım da doğabilir, kim bilir.
Türkiye’de solun dünyadaki diğer örneklerinden ayrıştığı birçok yönler var. Dünyada sol merkeze karşı bir konumda gelişirken, Türkiye’de sol bizatihi merkezden üretilen bir kavram ve formül olarak karşımızda duruyor hep. Bizde daima tepeden inmeci bir yöntemle halka benimsetilmeye çalışılan bir sol anlayış söz konusu. Hala Batılı anlamda geniş hürriyetlerle donatılmış siyasi özgürlüğe inanan bir sol hareketin olmaması ciddi bir boşluk doğuruyor. Türkiye de klasik bir sol geleneğin siyasi özgürlüğün teminatı olarak ortaya çıkmaması ve hala bir sosyal adalet programının olmaması düşündürücüdür.
Türkiye’deki sol anlayışla, batıdaki sol anlayış arasında ciddi uçurumlar var. Bizdeki sol, kaynağını batıdan almakla birlikte merkezi bir role girmekten ibarettir. Yerli solcularımız, batıdaki efendilerinden gerektiğinden daha keskin sosyal demokrat kesilmekle birlikte bütün gayretlerin sloganik bir gösteriden öte anlam taşımadığı anlaşılmaktadır. Özde bir şey yok, ama sözde her şey var gözüküyor. Siyasi özgürlükten ve sosyal adaletten ne anladıklarını bilmem anlatmamıza gerek var mı? Uygulamaları ve icraatları ortada... Halktan kopuk yaşayan sözde sol akım, bugüne kadar eleştiriden başka ne iş yaptılar ki? Bütün faaliyetleri eleştiri, eleştiri, eleştiri..
Sol dünde kimlik arayışında boğuldu, bugünde. Yarınları ise siz tahmin edin.