SOSYAL TAHRİBATINDA BİR SÜRESİ VAR
SOSYAL TAHRİBATINDA BİR SÜRESİ VAR
ALPEREN GÜRBÜZER
Ortak geçmişimizin adıdır tarih. Bütün klasiklerimizin temeli tarih olduğu gibi, malzemesi de tarihten ibaret. Nasıl ki, Shakespear’i İngiliz tarihinden, Hamlet’i Danimarka tarihinden, J. Sezar’ı Roma tarihinden, Kral Lear ile Macbeth’i İngiliz ve İskoç tarihinden ayrı düşünülemizse, kendi mitolojimizi de Türk tarihinden ayrı değerlendiremeyiz.
Tarihi zenginliğimiz, bütün sanatlara feyiz kaynağı ama bu eşsiz hazinelerimizi harekete geçirecek basiretten yoksunuz. Osmanlı’nın cihanşümul devlet olması, batıda ilgi uyandırmış ve romanlarına, balelerine tiyatrolarına konu olmuş. Güçlü devlet olmanın avantajı herkes üzerinde cezb edici etkiye sahipti üstelik. Bu gün batı medeniyetinin bütün ülkeleri etki altına almasına benzer durum bir zamanlar Osmanlı içinde geçerli idi. Öyle ki, 15. yüzyılda batılılar arasında Osmanlı odalarının varlığı, İtalyan gençlerinin kaftan ve sarığa merak salarak kendilerini resimlemeleri gibi örnekler Türk modasının diğer ülkelere sirayetinin bariz delili. Bundan dolayı Avrupalıların Osmanlıya bakışları hep Turkısh Emperyal adı altında Törki diye zikrediliyordu.
Geçmişimizin ihtişamını tekrar gündeme getirerek nesillerin tarihi pınarlardan alacağı ilhamla geleceğe yönelmesini sağlayabiliriz. Tiyatro ve Roman bizim iklimimizde görülmemesine rağmen, büsbütün terkine de lüzum yok. Tarihi malzemelerimizi tiyatroya ve diğer sanatlara uyarlayabiliriz pekâlâ. Tarihimizi işleyememek içinde bulunduğumuz sancı olsa gerek. Önemli olan tarihi çarpıtmadan modern çağın ortaya koyduğu sanat dallarına uyarlayabilmektir.
Eserler verilirken tarihi ihtişamının çizgilerini objektif ve çekici kılmak gerekiyor. Seyirciyi kimliği ile buluşturacak tarihi oyunlar yeni kuşaklara aşılanmaya çalışılıyor ama sonuç hüsran. Tiyatronun ve balenin vs. konusu halkın kendisi olmayınca çoğu kere boş sandelyelere hitap eden sanat dalları ortalıkta kol gezmeye başladı, hem de devletten teşvik alarak yüz buldu.
Dışa bağımlılık meziyet sandık, göbeğimiz batı ile beraber kesilmiş ikiz kardeş gibiyiz sanki. Oysa ülkeler arası kültür farkları gün gibi aşikâr iken, bu boşuna zahmet niye? Bunca uğraşa rağmen Türk insanını tam monte edemediler batıya. Dekorlar, müzikler, yöneticiler bile ithal ettik batıdan. Sonrada tiyatrocu yetişmiyor bahanesine sığındık. Zorla giydirilmeye çalışılan elbise Türk insanına dar geliyordu oysa. Mesele kimlik bunalımından kaynaklanıyordu, kimsenin umurunda bile değildi. Evrensel kültür adına milletin irfanını görmezlikten geldiler, toprağımız besleyen kültürümüzü akıllarınca unutturacaklarını hesapladılar. Kısmen başarsalar da tarihi diriliş ergeç kendine oluk bulup birşekilde yeniden tezahür edebiliyor da. Kültür alışverişinde korkmamak gerektiğini bizde kabul ediyoruz, fakat endişemiz tarihimize reddi-miras gözüyle bakılması noktasında. Yerine yabancı kaynakları ikame etme sevdasında düğümlü mesele. Öz kimliğimizi zengin kıldıktan sonra dışardan gelecek her olgu zarar yerine fayda getireceğine kanaatimiz tam.
Batı bile dünya çapında bir eser olduğunu kanat getirmedikçe ülkelerinde herhangi bir oyunu sahne aldırmıyorlar. Kapılarımızı sorumsuzca ardına kadar açmışız, koro halinde evrenseliz şarkısını çocuklar gibi tekrarlıyoruz. Yazık oluyor, hemde çok yazık, bu ülke insanımıza. Televizyon kanallarının çokluğu ile övünürüz de proğramların toplum üzerinde yaptığı sosyal tahribatı görmezden geliriz. Tam bir yozlaşma seneryosuyla karşı karşıyayız. Salonlar boş, ruhlarımız esir, televizyon ekranları kapkara. Ne olacak bilemiyoruz, ama elbet bir çıkış yolu çıkar. Çok seslilik adı altında yerli kültümüzün cılız kalması sosyal tahribatı daha da artırıyor. Her şeyin bir süresi var tıpkı ömür gibi. Sosyal tahribatında bir süresi var zevali kaçınılmaz. Suların durulacağı ana kadar hem bekleyeceğiz, hem de boş durmayıp öz kimliğimizle barışık eserler vererek insanlığa katkımızı sunmalı. Çünkü her eser yerli kaynaktan çıkarak evrensellik kazanabiliyor.
Biryerde bir sosyal tahribat olduğunda diğer sosyal alanları da etkiliyor. Bir gelişme, bir kültür, bir maneviyat, bir ulvilik varsa diğer âlemde de hayırhahlık doğacaktır elbet. Sosyal yıkımında bir süresi var, bu süre dolmadan gerçek anlamda entegrasyon gerçekleşemez.