HAYVANLAR ÂLEMİ-6
HAYVANLAR ÂLEMİ-6
ALPEREN GÜRBÜZER
SÜNGERLER
Süngerler deniz diplerine yapışık kalan nazlı gelin türünden hayvanlardır. Her ne kadar ilk başta hayvan mı yoksa bitki mi diye üzerinde tartışılsa da 1825 yılında yapılan çalışmalar sonucunda vücutlarına alınan suların değişikliğe uğrayıp dışarı çıkması onun bir hayvan olduğu anlaşılmıştır. Öyle ki dışarı çıkan suyun kokusuna yanaşamayan birçok deniz hayvanı yanına sokulamamaktadır. Bilhassa balıklar bu kokudan çok rahatsız olmaktadırlar. Belki de böyle olmasaydı savunmasız kalan bu hayvanın nesli kesilmiş olacaktı. Sonuçta bu hayvanın ne ağzı var ne de dili. Hakeza iç organı da yoktur. Demek ki uzuvsuz hayvanda olabiliyormuş. Madem öyle nasıl geçiniyor sorusu ister istemez aklımızı kurcalayacaktır. Onu yaratan bu özelliklerine uygun olarak hem bakterileri hem de deniz altında canlıların vücutlarından dökülen artıklar veya dışkıları rızık olarak tayin etmiş. Anlaşılan deniz suyu su olarak kalmamakta besin deposu olarak ta süngerlerin ihtiyacını karşılamaktadır.
Bunların üremeleri de ilginçtir. Eşeysiz üremekteler. Yani dişi yumurtalar ve erkek sperm hücreleri tek bir süngerden çıkmakta, fakat farklı zamanlarda sahne almaktadır. Spermalar çıktığında su akıntıları eşliğinde bir başka süngerin bağrına transfer edilir. Belli ki Yüce Yaratıcı sperma hücrelerinin rotasını şaşırmamak için onu taşıyacak hücreleri de beraberinde yaratmış. Böylece taşındığı yerde yumurtalar arasında vuslat gerçekleşerek yeni bir süngerin doğması gerçekleşmektedir.
Vücutları silisyum ve kalsiyum karbonat bileşimleriyle desteklenmiş kalın kalkerli veya kireçli tabakayla donatılmıştır. İşte bu tabaka sayesinde kışın ayazından kendilerini korumaktalar, baharın gelişiyle birlikte hücreler yeniden canlılık kazanarak süngere dönüşürler. İşte denizleri temizleyen aynı zamanda mutfağımıza da konuk olup kap kaçağımızı temizleyen süngere ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum.
DENİZ ANALARI
Deniz anaları şeffaf kubbemsi deniz suyu hayvanlardır. Hatta bazıları ışın bile saçabiliyor. Kubbemsi şemsiyelerinin dokungaçları bile var. Nitekim bu dokunaçların olması ona büyük bir avantaj sağlayıp, böylece düşmanlarından kendini kurtarabiliyor. Çünkü onun öyle şeffaf görünümüne ve ansızın uzaklaşamayacaklarına bakanlar zarar vereceğini akıllarının ucundan bile geçirememektedir. Yanlış hesap Bağdat’tan döner misali bir dokunmaya dursunlar bir anda dokunaçlarında ki zehirli sıvı avcının hevesini kursağında bırakıp felce uğratmaktadır. Zehiri olmayan türleri ise ışın saçarak kendini korumaya almaktadır. Bizim deniz kıyılarımızda var olan denizanaları her ne kadar büyük çapta tehlike teşkil etmese de yine de onların bulunduğu ortamlardan uzaklaşmakta fayda var. Hiçbir şeyler yapmasalar bile en azından vücutta yakınma ve kaşıntıya neden olmaktadır. Hatta dünya üzerinde öyle yerler var ki buralarda yaklaşık 10 metre ebadında ki denizanaları insana dokunmasıyla birlikte ölümüne yol açabiliyor. Bu yüzden onlar hem tehlikeli, hem de bir o kadar güzel görünümlü türleri olan canlılardır.
DENİZ POLİPLERİ
Belgesel izlemişseniz eğer deniz altında birbirinden harika ağaç ve çiçek modelleri dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Bu modellerin arka planında rol oynayan asıl mimar dünyanın en basit yapılı hayvan diyeceğimiz poliplerdir elbet. Denizanaları gibi şeffaf görünümlü hayvanlar bu eserleri meydana getirirken kullandığı malzeme deniz yosunlarından elde ettikleri oksijen ve deniz suyu içerisinden temin ettikleri kalsiyumdan başkası değildir. Tabii bunları alırken polipin zaman içerisinde etrafı adeta kalkerleşerek kabuk halini almaktadır. İşte çevresini tabaka tabaka saran bu kabuk arasında sadece dışarıya sarkabilen dokunaçlar kalmaktadır. İşte bu dokunaçlar sayesinde deniz içerisindeki küçük organizmaları kendi bünyesi içerisine alarak beslenmesini temin eder. Polipler genelde bir arada koloni halinde yaşamakta olup öldüklerinde ardından miras olarak sert kabuklarından inşa edilmiş insanı cezbeden ağaç ve çiçek görünümlü birbirinden güzel eserler kalmaktadır. Bu arada yaşayan polipler ölenlerin inşa ettikleri kireçleşmiş eserler üzerinde barınarak kendilerinin kattıkları ürünlerle birlikte katbe kat kendi çapında gökdelen tarzında eserlere dönüştürürler. Madem hücrelerin bölünmesiyle dokular çoğalır, dokulardan organlar, organlardan bir canlı oluşuyor ölenin ardından emaneti devr alan her bir polip değim yerindeyse yaptıkları eserleri saraya çevirmekteler. Derken deniz dibinde devasa büyüklükte ağaç yapılı görünümleriyle seyri âlem eyleriz. Mercan adaları der dururuz ama bu söz konusu adalar belli ki bir çırpıda oluşmamış. Yılların birikimi diyebileceğimiz poliplerin bir emeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki yıllara meydan okumanın neticesinde mercanların büyümesiyle birlikte kıyılarda kayalıklar bile oluşabilmiştir.
SU AYGIRI
Su aygırı ismiyle müsemma, yani Afrika’nın büyük göllerinde ve nehirlerinde yaşayan kısa bacaklı, toparlak vücutlu kocaman kafalı, kalın boyunlu, burun delikleri önde ve burnu tepesinde olan iri bir hayvandır. Devasa dudakları ot ve yaprakları ağzına atmak için vazife görmektedir. Ayakları kısa olması dolayısıyla karnı yere değecek izlenimi verip 4 ton ağırlığındadır. Ayaklarında ise dört parmak vardır. Bu görünümüyle su kıyısında hantal yürümesine rağmen su içerisinde tam bir atletik yüzücü olduğunu ispatlamaktadır. Hatta suya her dalışlarında kafasını su yüzeyine çıkarttıklarında şarıl şarıl su sesleri eşliğinde etrafa su püskürtmektedir. Bu arada baş tepesinde ki gözlerinin fırlak olması etrafı kolaçan etmesini kolaylaştırmak içindir. Timsaha nazaran su aygırı daha güçlüdür. Bu yüzden beraberce bulundukları göllerde timsahlar su aygırı karşısında burada kral sensin dercesine son derece tazim içerisinde yüzmektedir. Çünkü su aygırının 60 santimetre boyunda köpek dişleri olup bir timsahı delip deşik edecek yapıdadır. İşte bu dişler sayesinde su altındaki bitkileri kökleriyle birlikte koparıp beslenebiliyorlar. Böylece nehir ve göller su aygırlarınca hem temizlenmekte hem de su yataklarının tıkanmasının önüne geçilmektedir. Dolayısıyla onlara iyi bir çevreci hayvan gözüyle bakabiliriz. Ağız yapısı derseniz dillere destan. Zira kara hayvanları içerisinde ağız büyüklüğü bakımdan onun rekorunu kıran hayvan şimdiye kadar pek rastlanılmamıştır. Fakat suda yaşayan memeli hayvanlardan balinadan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Hele bir su içerisinde yüzüşleri var ki usul usul ve aheste aheste ilerlemeleriyle dikkat çekmekteler. Karada ise bir insan kadar hızlanmaktalar. Yine de onlar zorunlu kalmadıkça sudan dışarıya çıkmayı pek sevmezler. Daha çok geceleyin düz çimenlerde otlamak için ve doğum zamanı karaya çıkmaktalar. Hatta seyahat etmekten de haz etmezler, genelde bulunduğu yerde kalmayı yeğlerler. Hele bir esnemesi var ki, gören uykusuz sanır, oysa dişlerini diğer su aygırlarına göstererek kavgaya hazır olduğu mesajını vermektedir. Döllenmesi ise su içerisinde gerçekleşip, hamilelik süresi tıpkı insanda olduğu gibi dokuz aydır. İlginçtir yavrusunu karada kamış yatağının içerisinde doğurmaktadır. Derken yavru su aygırı hiçbir eğitim almadığı halde sanki daha önce öğrenmiş iyi bir yüzücü gibi annesiyle birlikte su altına dalabilmektedir.
TİMSAHLAR
Timsah gerek su üzerinde gerekse karada hızla hareket edebilen Afrika nehirlerinin bir diğer pullu sürüngen dev hayvanı olup, aynı zamanda su aygırların da düşmanıdırlar. Gerçi bu hayvanlar büyük olanlarına dokunmaktan çekinirler, ama yavru olanları afiyetle yemekten de geri durmazlar. Hele ceylan ve benzeri kara hayvanlar su içmek için gelmeye dursun, bir anda timsahın kuyruk darbesine maruz kalıp kendini hem suda bulmakta hem de avlanıp gıda olmaktadır. Böylece timsah avını avlayıp beslenmenin ardından güneş altında uzanarak güneşlenmeyi de ihmal etmemektedir. Yani ehli keyf hayvanlardır.
Ayrıca timsahlar ekinlere zarar vermekle dikkat çekmektedir. Dolayısıyla çiftçiler timsahları ekinlerden arındırsalar bile bu sefer de su aygırların çoğaldığı gözlemlenmiştir. Demek ki ekolojik dengeyle pek oynanmaya gelinmiyor.
Bu arada timsahların en çok muzdarip olduğu şey diş etleri arasına dolanan sülüklerdir. Neyse ki Gergedan ve manda olayında olduğu gibi bu seferde onların imdadına yağmur kuşları koşmaktadır. Zira timsahların ağzını gören korkuya kapılmasına rağmen bu kuşlar hiçbir endişeye kapılmaksızın içerisine girip timsahın muzdarip olduğu sülükleri hem temizlemekte hem de kendisine ziyafet çekmektedir. Karşılıklı bu jestten her iki hayvanda memnun bir şekilde hoşça vedalaşırlar. İşte hayvanlar arasında karşılıklı iş bölümünün tipik misali bu olay olsa gerektir. Keza bu iş bölümü bazı balıkların üzerinde parazit yaşayan canlıları temizleyen küçük balıklar içinde geçerli bir kuraldır. Bu arada timsahların üremesi yumurta yoluyla olduğunu da unutmamak gerekir.
Bakmayın siz timsahın canavar görünümlü olmasına. Gerektiğinde onlar şike varı da olsa gözyaşı dökebilmektedir. Belli ki halk arasında “Timsah gözyaşları dökmeyin” sözü boşuna söylenilmemiş.
RAKUN
Rakun için suyolları, göller ve batak çevresi gibi yerler vatan sayılmakta olup, aynı zamanda Amerika’da yaşayan iyi bir yüzücü hayvan olarak bilinmektedir. Tabiî onun iyi bir yüzücü olması deniz hayvanı olduğu anlamına gelmez. Bilakis o ya bir ağaç kovuğu, ya da mağarada hayatını yaşamakta olup genellikle kendisi küçük ayıgil olarak bilinir. Bu arada suya dalmışken iyi bir yüzücü olmanın gereğinin yapıp balık, tatlı su kerevidesi, kurbağa, semender ve midye türü canlıları avlamayı da ihmal etmez. Hakeza karada yumurta, kuş, böcek, fare ve yerde sürünen her ne tür canlı varsa kemali afiyetle yemekten de geri durmaz. Onun ayrıca etabor özelliğinin yanı sıra ceviz, çilek, böğürtlen ve başka çeşit meyvelere düşkünlüğü izleyenlerin gözünden kaçmaz. Hatta mısırlar olgunlaştığı zaman, mısır tarlaları da bu kemali ziyafetten nasibini almaktadır. İlginçtir Rakun yiyeceği eti yemeden önce mutlaka suya batırıp yıkadıktan sonra yemektedir. İşte bu özelliğine binaen kendisine yıkayıcı anlamına gelen lotor denilmiştir. O halde temizlik hususunda Rakun’dan alacağımız nice dersler olsa gerektir.
Rakun geceleri yiyecek aramakla gündüzleri ise dinlenmekle geçirdiği yaz mevsiminin ardından ta ki ilkbaharda uyanmak üzere kış uykusuna yatar. Fakat ara sırada olsa çiftleşmek veya karnını doyurmak için uyandığı da bir vaka. Erkek rakun kış ortasında çiftleştikten sonra izdivacına son verir. Belli ki o da tıpkı ayı gibi aile sorumluluğundan uzak bir hayat tarzı tercih etmektedir.