HAYVANLAR ÂLEMİ-5

HAYVANLAR ÂLEMİ-5
ALPEREN GÜRBÜZER

BALIKLAR
Bizler uykudayken üzerimize su damlasa hemen uyanıveririz. Oysa balıklar öyle değil, yaşadığı ortam su olması dolayısıyla suda rahat rahat uyuyabiliyorlar. Ta ki su türbülansı olduğunda uyanmaktalar.
Malumunuz Afrika’nın kavurucu sıcaklarında sular çekilip yerini kuraklığa bırakmaktadır. Bu durum elbette göz ardı edilemezdi. Bu yüzden burada yaşayan balıklar akciğerli yaratılmışlardır. Öyle ki yazın sular çekilince akciğerli balıklar kendilerini derenin çamuruna gömüp koza şeklinde yuvasında yaşayabiliyorlar. Hatta inşa ettiği yuvanın tepesinden bir havalandırma aspiratörü açarak nefes almaktalar. Bu arada yağmurlu havalarda önceden vücudunda depo ettiği yağlar sayesinde yuvasında birkaç ay canlılığını nötr halde korumasını bilecektir. Ne zamanki yağmurlu mevsimler başlar o zaman tekrar dirilişe geçeceklerdir.
Bazı balıklar var ki ne pulu var, ne çenesi, ne de yüzgeci var. Varsa yoksa sabit bir ağzı mevcut. Bu balık taş-emen balıktan başkası değildir. Tabiî adı taş-emen, ama gerçekte taş filan emdiği yok. Sabit ağzı sürekli açık olduğundan dili üzerindeki bıçak görevi yapan dişleriyle avına tutunup öyle besleniyorlar. Yani bu donanım sayesinde gözüne kestirdiği balık avlanmaktan kurtulamamaktadır. Solunumu ise her zaman ki gibi solungaçlarla olmakta, ama diğer balıklardan farklı olarak solungaçlar ağız kısmında değil vücuduna konumlandırılan keseler içerisindedir. Belki de böyle donanıma sahip olmasaydı kanını emdiği hayvanı bırakmak mecburiyetinde kalacaktı. Bu arada keskin dişleri veya keskin dilinin yanı sıra kendini savunabilmesi içinde vücudu her an yapışkan sıvı halde hazır tutulmaktadır. Demek ki fiziki olarak garip gibi görünse de aslında güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Allah garipleri sever zaten.
Bazı balıklar var ki oltalarıyla avını avlamaktalar. Başında tel tel etten yapılı çıkıntılarının ucunda kancaları vardır. Avını yuvasının önünde pür dikkat bekleyip, tuzağa düşürmenin derdindedir. Nitekim kancaları solucan zanneden küçük balıklar ağızlarına alınca neye uğradıklarını şaşkınlığı içerisinde yutuluverirler. İşte bu sözünü ettiğimiz balıklar bilim dünyasında kurbağa balığı olarak bilinmektedir.
Balıklar yumurtlayarak üredikleri gibi köpek balıkları, balinalar, yunus balıkları ve kıkırdaklı balıklar gibi balıklar da doğurarak üremekteler. Yumurtlayarak üreyen balıkların izdivaçları ise tam bir romantik figürler eşliğinde geçmektedir. Öyle ki su içerisinde erkek ve dişi balıklar yüzgeçleri veya vücudundan saldıkları birtakım sinyallerle birbirlerini cezp etmekteler. Böylece dişi balıklar oldukça romantik olan bir ortam eşliğinde yumurtalarını suya bırakmak zorunda kalırlar. Derken erkek balıklarda spermalarını göndererek döllenme hadisesi burada tamamlanmış olur. Gerçekten tefekkür anlayışı doğrultusunda düşündüğümüzde minicik spermlerin engin denizlerde veya akan sularda yumurtayı bulması olayını başlı başına mucizevî rabbaniye olarak ancak izah edebiliriz. Bazı balıklar ise spermalarını su içerisine bırakmaktan ziyade dişilerin yuvalara yumurtasını bırakmasını sağlayacak yuvalar hazırlamayı tercih ederler. İlginçtir döllenen yumurtalar daha birkaç ayı bulmadan kabuğundan çıkan küçük balıklar hiçbir eğitim almadan derhal yüzmeye başlayıp avlamaya koyulurlar. Belli ki onun eğitimi Yüce Allah tarafından önceden ilham edilmiş olsa gerek ki tereddütsüz kendilerini derin sulara daldırmaktan hiçbir güç engelleyememektedir. Yine kedi balıkları diye bilinen erkek balık türleri var ki yumurtaları ağızlarında taşımaktadırlar. Ta ki yavrular dünyaya teşrif edene kadar bu durum büyük bir titizle devam etmektedir. Bir başka ilginç balık ise oltalı balıktır. Erkek oltalı balık ergin hale geldiğinde vücudunu kendi cinsinden dişi balıkla birleştirip tek bir vücut halde bir arada hayat geçirirler.
Erkek balık doğurur mu sorusu sorulsa verilecek cevap elbette hayır olacaktır. Fakat istisnai bir durumda olsa böyle bir balık var. Şöyle ki dişi balık erkek balığa; “Benim görevim yumurtlayacağım yumurtayı senin üreme kesene bırakmak olup, bundan sonrası sana kalmış” bir imayla 'hadi bana eyvallah' deyip uzaklaşmakta. Neyse ki baba üreme kesesinde bir müddet beklettiği yumurtalarının larvaya dönüşmesiyle birlikte 6–8 hafta sonunda yavrularını dünyaya getirmenin sevincini yaşamaktadır. İşte bu sözünün ettiğimiz denizatından başkası değildir. Demek ki erkeklerde doğurabiliyormuş pekâlâ.
Yıllık bitkiler olduğu gibi yıllık balıklarda vardır. Yani ömürleri bir yıllıktır. Nitekim denizatları ve golyan balıkları kaya, dere ve ırmaklarda mesken tutan yıllık balıklardır. Sular kesilince ister istemez ömürleri de tükenmektedir. Neyse ki yağmurların yağmasıyla birlikte çamur içerisinde saklı tutulan yumurtalardan çıkan yavru balıklar ebeveynlerinin neslini devam ettirmek üzere hayata merhaba demektedirler.
Bazı balıklar var ki denizin 450 metre derinliğinde tenha yerlerde yaşamaktalar. Tenha yerler olması dolayısıyla bedenleri güçsüzdür. Bu yüzden yiyeceklerini ilk fırsatta kaçırmamaları gerekmektedir. Ki; zaten öyle de yaratılmışlardır. Rabbül âlemin sıfır ihtimalde olsa yiyeceğini garantiye alması için ağızlarını vücutlarından büyük yaratmıştır. Hatta denizin derinliklerinde yaşayan bu balıkların vücutlarının her iki yanında ışık saçan uzuvlar yerleştirilmiş ki kendi aralarında tanışıp kaynaşsınlar ve böylece üreyebilsinler diyedir. Bilindiği üzere okyanusun dip kısımları zifiri karanlık içerisindedir, ama bir şekilde aydınlatılması gerekir ki söz konusu balık yol alabilsin. Nitekim Rabbül âlemin bu canlıya foto fosfor denilen aydınlatıcı organ takması sayesinde onu korumaya almıştır. Böylece vücuduna yerleştirilen fener maharetiyle mavi renk ışık yayarak hem kendini korumakta hem de rahatça dolaşabilmektedir. Bizler ilk lambayı bulan Edison’la övüne duralım, meğer bu balık yaratılışından buyana ışık saçıyormuş ta haberimiz yokmuş.
Avustralya’da bir balık var ki suda yüzdüğü gibi su dışında da yürüyebilmektedir. Yani karada solungaçlar adeta ayak görevi yapmaktadır. Hatta bizde çok söylenen bir söz var ya “Hamsi kavağa çıkar mı “diye. Elbette çıkmaz, ama bu söz konusu balık alçak ağaçlara tırmanıp saatlerce konaklayabiliyor.
Köpek balıkları korku filmlere konu olan balıklardır. En tipik özelliği deniz dibine batmaksızın dosdoğru ilerlemeleridir. Nasıl oluyor da batmıyor derseniz vücutlarında bulunan hava kesecekleri sayesindedir. Dolayısıyla sürekli hareket etmek zorundadır. Çünkü hareket ona manevra alanı kazandırıyor. Aksi takdirde denizin dibine çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalıp, böylece solungaçlar arasında hava dolaşımı olmayacağından boğulacaklardı. Fakat bazı köpek balıkları denizin dibine çökseler de etkilenmezler. Hatta kış uykusunu geçirip tekrar baharda uyanıp işbaşı yapanlarda var. Netice itibariyle her iki durumda köpek balıklarının yüzgeç ve kuyruk kısmı su içerisinde türbülans oluşturduğundan diğer küçük balıkların arkası sırası takılmasına vesile olmaktadır. Yani bilmeden de olsa onlara bir noktada su içerisinde rehber oluyorlar. Özellikle remora diye tanımlanan küçük balıklarda köpek balıkların üzerine yapışarak seyahat etmekteler. Aynı zamanda köpek balıkları uzak mesafeyi görebildikleri gibi herhangi bir canlının kokusunu bile çok uzaklardan alabiliyorlar. Böylece milyonlarca deniz altında ölmüş canlılara ait artıklar bu sayede temizlenmiş oluyor.
Balinalar dişli ve normal balina olmak üzere iki kategoride incelenirler. Dişli olanlar dişleri gelişmediği içindir bu ad verilmiştir. Olsun önemi yok dişin vazifesini gören üst çenelerinden sarkan inci diş tabakaları yeterince elek vazifesi gördüğü için diş olsa da olur olmasa da, zaten gerekte yoktur. Çünkü suyu emdiği zaman süzgeçten ancak planktonlar geçebilmekte, diğerleri ise otomatikman tasfiye olmaktadır. Böylece planktonlar balinaya gıda olmaktadır. Sonuçta her iki tür balina da okyanusu beraberce turlamaktar. Yine her iki türün kuyrukları kürek şeklinde olduğundan su içerisinde rahatlıkla yol kat edebiliyorlar. Hatta turladıklarında arkadaşlarından herhangi birinin başına bir şey gelse derhal yardımına koşmayı da ihmal etmezler. Bu arada balinaların her dalışlarında burun deliklerinden içeriye asla su kaçmaz. Çünkü su altındayken baraj kapaklarının kapanmasını andırır açılır kapanır kapakçıklar vardır. Yani su üzerinde açılabilen kapakçık su altında beslenme moduna geçtiğinde ise kapanıp nefes borusuna su geçmemektedir. Balinalar aynı zamanda deryayı umman misali okyanus ötesine kilometrelerce seyahat edebilen mavi derin suların mavimsi dev balıklarıdırlar. Öyle ki pusulasız 8 bin kilometreyi bulan bir seyahat gerçekleştirebiliyorlar. Keza Som balıkları da öyledir. Som balıkları nehirlere yumurtalarını bıraktıktan sonra deniz yoluyla okyanuslara açılmaktan geri durmazlar. Yumurtlama dönemi gelip çattığında ise tekrardan doğdukları nehirlere pusulasız bir şekilde sıla-i rahim yapabiliyorlar. Belli ki onun pusulası Kenan illerinde Yakup (a.s)’ın Yusuf’un kokusunu almasına benzer bir yöntemle gerçekleşmekte. Seyahatleri meşakkatli olsa da yolculuk esnasında hele bir çağlayan görmeye dursunlar hemen 4–5 metreyi bulan bir sıçrayışla kendine ziyafet çekebiliyor.
Okyanusların belki de en hızlı balıkları yelkenli balıklardır. Florada yakınlarında ele geçen bir yelkenli balığın saatte 110 kilometre hızla yüzdüğü tespit edilmiştir. Belli ki ona hız kazandıran güç yüzerken yaklaşık 1 metrelik yelken kanatlarını katlayıp vücuduna yapışık kılmasından dolayıdır. Yani bir yandan yelkenler fora misali maraton hızıyla ilerlerken, diğer yandan durma esnasında yelken yüzgeçler tekrar eski konumuna geçip böylece alabora olmaktan kurtulabiliyorlar.
Bir mürekkep balığı var ki; mürekkepli kalemle yazı yazarken kendini hatırlarız. Oldu ya düşmanı bir ahtapot misali kavramayacak bir boyda ise Allah’tan ümit kesilmez dercesine adına yakışır bir tavırla mürekkep püskürtüp hızla izini kaybettirebiliyor. Hatta öyle cinsleri var ki sudan fırlamasıyla havada uçması bir olmaktadır. Böylece adını en hızlı hareket edebilen hayvanlar arasına yazdırmaktadır.
Bazı balıklar var ki; göğüs yüzgeçleri çok gelişmiş, aynı zamanda iç organlarında büyükçe hava keseleri bile mevcut. Kelimenin tam anlamıyla bu donanıma sahip özellikleri taşıyan balıkları uçan balıklar diye anarız. Andığımız bu uçan balıklar kendilerini savunmasız kaldıkları hissettiklerinde derhal kuyruklarını kuvvetli bir şekilde çırparak sudan fırlayıp yüzgeçleri havada kanat olmakta. Hatta uçuşları 200–300 metreyi bulmaktadır.
Avrupa ve Kuzey Amerika'nın nehir ve derelerinde bulunan yüzlerce türden oluşan balıklar var ki doğup büyüdükleri vatanlarını terki diyar eyleyerek denizlere açılıp, oradan da hedef tayin ettikleri Atlas okyanusunun Sargasso denizine ulaşmaktalar. Sargasso denizinin tipik özelliği bolca yosun kaplı olmasıdır. Özellikle yumurtlamak için burası son menzil olmaktadır. Tabii sadece yumurtlamak değil kendileri içinde son menzildir. Derken görevini en iyi şekilde yapmanın huzuru içerisinde son duraklarında hayata veda ederler. Bu sözünü ettiğimiz nehir yılan balıklarından başkası değildir elbet. Ölümü pahasına gerçekleştirdiği bu seyahat belli ki ona has kılınmış.
Bazı balıklar var ki elektrik üretmektedirler. İnsanoğlu elektriği bulmakla övüne dursun bunu yaratılışın gereği yapan balıklar bu işi çoktan halletmişler bile. Zira yumuşak başının her iki tarafına yerleştirilmiş kastan yapılı aküleriyle elektrik akımı üreten bu balıklar avını derhal şoklayıp öldürebilmekteler. Öyle ki 200–300 voltluk bir akımla düşmanı neye uğradığını farkına varmadan mevta olmaktadır. Mesela 650 voltluk deşarj gücüne sahip yılan balıkları bunun tipik misali sayılırlar. İlginçtir elektrik şoklarından hemcinsleri değil kendi dışındaki avları da ciddi manada zarar görmektedir.
Balığında ayısı olur mu demeyin. Çünkü Antarktika da yaşayan böyle birkaç tür memeli ayı balığı söz konusudur. Bu hayvanın buzla kaplı bölge de başlıca besin kaynağı balık olmasına balıkta, ama nasıl? Şöyle ki buz üzerinde dişleriyle keserek açtığı hava delikleri sayesinde suya dalış yapıp yarım saat boyunca yüzdüğü su içerisinde avladığı avlarla beslenmesini temin etmektedir. İlginçtir bu zaman diliminde tekrar yolunu şaşırmadan açtığı deliklerden dışarı çıkabiliyor da. Bir başka ilginç yanı ise vücutlarında yağ deposu olmadığı halde karlar buzlar ülkesinde üşümeden hayatını devam ettirmesidir. Elbette ki onu Yaratan Allah bilim adamlarının bilmediği bir donanımla onu üşütmeyecektir. Bize sadece hikmetinden sual olunmaz misali amenna saddak demek düşer.
BALİNA
Yeryüzünün en iri memeli hayvanı olan balina, gruplar halinde okyanusun derin soğuk sularında yüzebilen ve takriben 90 türü olan zeki dev bir memeli balıktır. Bizim gibi çok sayıda kılları olmasa da belli ki onu sıcakkanlı tutan üzeri kalın bir yağ tabakasıyla kaplı deriye sahip olmasıdır. İşte 30 metre boy uzunluğuna sahip 200 ton ağırlında ki bu hayvan, üzerini saran kalınca bir libas sayesinde ister soğuk, ister sıcak olsun fark etmez 70–90 yıllık ömrü boyunca ısı sıcaklığı sabit kalacak şekilde yüzebilmekte. Hatta hangi şartlarda olursa olsun okyanusun o derin sularında turlarken bir şekilde yavrularına kendi bünyesinde depoladığı yağ oranı bakımdan zengin sütünü emzirebiliyor. Belli ki Allah tarafından yavru balinanın sütten kesildiğinde derisi kuzey denizlerin soğuğuna karşı tedbirsiz yakalanmasın diye anne sütü yağlı ayarlanmıştır. Balina aynı zamanda yavrularını senede bir defa doğurma özelliği ile de dikkat çeken bir hayvan. Genellikle yavrusunu doğurmak için bulunduğu konumdan uzaklara göç edip sığ suları tercih etmektedir.
Bazı balina türleri var ki dişleri mevcuttur. Dolayısıyla bu türler beslenmek için dişlerini kullanmaktadırlar. Bazı türler var ki dişleri yoktur. Bu tür balinaların tipik özelliği ise ağızlarına aldığı 3 oda dolu suyu damaklarında bulunan üç yüze yakın pullar vasıtasıyla süzüp mikro canlıları (planktonlar) alıkoymalarıdır. Derken çene içine sarkmış uzun ve sert yapılı bir sistem veya incecik pullu yüzgeç donanımı sayesinde planktonlar rahatlıkla sindirilebiliyor. Öyle bir donanım ki balina vücuduna aldığı suları bir yandan çeneleri vasıtasıyla bir anda boşaltırken diğer yandan filtre edilmiş sudan arta kalan milyarlarca planktonu midesine indirebiliyor. Tabii ki sindirilmek üzere alınan sadece küçük mikro canlılar değil, aynı zamanda köpek balıklarını bile güçlü çene yapılarıyla parçalayıp avlayabiliyor da.
Yunus balığı ile balinalar çoğu kez diğer balıklarla karıştırılsa da her iki balıkta kuyruklarının yatay olmasıyla ayırt edilmektedir. Zira yüzdüklerinde tıpkı insan gibi yüzmekteler. Solunumları ise akciğerle olup, su yüzeyine çıktıklarında karbondioksit verip oksijen almaktalar. Hatta su altında uzun süre nefes alamadan kalabiliyorlar. Zaten vücutlarının 200 ton ağırlığında olması enerjisini az tüketmesine neden olmakta ve böylece solumayı geciktirmesine yaramaktadır. Tekrar solunuma ihtiyaç duyduğu zaman başının üst tarafındaki soluk delikleri vasıtasıyla oksijen depo edip besin aramak için yeniden zaman kazanabiliyor. Hatta suya girdiğinde bu delikler otomatikman kapatıldığından boğulma diye bir dertleri olmaksızın derinlerde seyri âlem eylemekteler.
Gözleri o kocaman gövdesine rağmen küçük kalmaktadır. Zaten denizin derinliklerinde görmeye de gerek yoktur. Çünkü derinliklere inildikçe ışıksızlık hâkim olmakta. Dolayısıyla görme eyleminin yerine denizin derinliklerinde ses dalgaları kullanmayı tercih etmekteler. Hele bir nesneye dokunmaya dursunlar, anında nesneden yansıyan titreşimle yön tayin edebiliyorlar. Böylece bu ses dalgaları sayesinde etrafında her ne varsa bu dalgalara çarptıklarında anında haberdar olmaktalar. Fakat görme duyguları çok zayıftır, ama neyse ki işitme melekeleri güçlüdür. Her ne kadar dış kulak vazifesi yapan gözlerin arka kısmında iki delik varsa da asıl duyumu sağlayan iç kulak bölümüdür. Öyle ki kilometrelerce uzaklıkta ses dalgalarını tıpkı yarasalarda olduğu gibi algılayabilecek tarzda donatılmıştır.
YUNUS BALIĞI
İnsanların açık denizlerde büyük bir hayranlıkla seyrettiği zararsız en zeki hayvanlardır. O da tıpkı balına gibi doğurgan bir memeli balıktır. Yavrusunun solunumunu düzenli aralıklarla sürekli su yüzüne çıkararak gerçekleştirir. Hatta emzirme esnasında bile yavrusunun ikide bir hava alması için nefeslendirmeyi de ihmal etmez. Çünkü yunuslar akciğer solunumu yapan hayvanlardır. Her şeye rağmen yine de vücut kaslarında bolca bulunan miyoglobin maddesi sayesinde derin sularda uzun süre nefes almadan yüzebilmekteler. Biz insanlarda bile miyoglobin proteini var, ama sayıca az olması dolayısıyla uzun süre su altında kalamamaktayız.
Yunus balıkları kendi aralarında ki iletişimleri kuş seslerini andırır bir sesle kurmaktalar. Hatta iyi bir eğitimden geçirildiyseler rahatlıkla insanlarla bile diyalog kurabiliyorlar. Yani birkaç kelimede olsa ağzından ses çıkarabiliyorlar. Bu yüzden insanlar onları hep uysal bir hayvan olarak bağrına basmayı bilmiştir. Ömürleri ise 25–35 yıl arasında değişmektedir. Ayrıca burunları uzamış gaga görünümlü, her iki çenesinde çokça dişleri olan ve sırtlarında ise tek yüzgeçleri ile dikkat çekmektedir. Zaten bu özelliklerinden dolayı balıklardan ayrılmaktadır, ama yine de insanlar onu hep balık olarak anacaklardır. Yine en dikkat çeken yönü hiç şüphesiz sıçrama teknikleridir. Beslenmeleri etçil olup favori besin kaynağı daha çok balık veya mürekkep balıkları olmaktadır.
Hazır Yunus balığından söz etmişken Yunus Peygamberimizin kıssasını da bu arada zikredebiliriz pekâlâ. Şöyle ki; Hz. Yunus (a.s)’da İsrail oğulları Peygamberlerindendi. Ninova halkına Allah’ın buyruklarını iletmek için görevlendirildi, ama imana gelmedikleri gibi yine bildik putlara tapmaya devam ettiler. Bu durumda Yunus (a.s); “ Eğer iman etmezseniz Allah 40 güne kadar Ninova Şehrini yerle bir ederek batıracak” diye tehditte bulundu. Ninova halkı hiç aldırış bile etmedi.
Hz. Yunus (a.s) kavmine kırılıp küstü, hatta Allah’tan izin almadan Dicle Nehri kenarına gelerek bir gemiye binerek oradan uzaklaştı. Oysa Allah tarafından müsaade gelmeden kavmini terk etmesi caiz değildi. Derken gemiye bindi, epey yol kat ettikten sonra gemi bir anda duruverdi. Gemi bir türlü hareket edemiyordu, belli bir yere sabit kalmıştı çünkü.
Gemide bir Müneccim: ‘İçimizde bir suçlu var, kura çekelim kime düşerse onu denize atalım.’
Kura çektiler, kurada Yunus’a çıkmıştı.
Hz. Yunus (a.s):
—Evet! Efendisine itaat etmeyen suçlu adam benim.
Bu sözleri sarf eder etmez Yunus (a.s) kendisini suya attı. Kendisini denize atar atmaz bir balık yuttu onu. Yunus (a.s) balığın karnında pişmanlığını belirten; “ Allah’ım sen her şeyden münezzehsin, ben gerçekten zalimlerden oldum! (Lailahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin)” sözlerini sürekli tekrarladı ve bu sözler artık Yunus’un zikri oldu, Allah’ta bu zikrin hatırına tövbesini kabul etti. Balık emri ilahi gereği hemen onu karnından çıkarıp denizin kenarına bırakıverdi.
Hz. Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmaya başladı. Ninova halkı paniklemişti. Şehir zifiri karanlığa bürünmüştü adeta. Hz. Yunus’un haber verdiği musibetin geleceğini anlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Yunus’u aramaya koyuldular fakat bulamamışlardı. Çünkü Yunus (a.s) onları terk etmişti. Ninova halkı çaresiz oracıktan derhal ayrılarak Tövbe tepesi denilen yere çıkıp feryat figan ederek Allah’tan aman dilediler. Allah-ü Teala’da affederek dileklerini kabul etti. Hz. Yunus denizde ki hayat serüvenin dönüşünde kavmini tövbe etmiş bir şekilde bulunca sevindi ve ilahi hükümleri kavmine öğretti. Bir süre azaptan uzak kaldılar. Sonraları ise hem doğu hem de batı da büyük olaylar vuku buldu. Ne mutlu Yunus balığına ki Yunus Peygambere hizmet etmiş.
AHTAPOT
Deniz altında yaşayan canavarımsı bir hayvan. Bakmayın siz onun öyle canavar görünümlü olmasına, çoğu küçük omurgasız hayvanlardır. Üstelik balık gibi yüzememektedir. Hareketini baş kısmına endeksli tentikül adı verilen 8 kol sağlamaktadır. Aslında ona dokunulmadığı müddetçe çekingen, korkak ve bir o kadar da uysal hayvanlardır. Bir dokun bir işit derler ya, aynen onun gibi birisi dokunmaya dursun, bak o zaman kızılca kıyameti. Değim yerindeyse dünyanın kaç köşe bucak olduğunu işte o zaman göstermektedirler. Ki; bu durum karşısında onu rahatsız etmeye kalkışanı dokunaçlarıyla abluka altına alıp deniz içerisinde kendince bedel ödettirebiliyorlar. Yani tentiküller üzerinde bulunan vantuzlar avına hem tutunmaya yaramakta hem de emme görevi yapmaktadır. Hatta vantuzlar sayesinde tutundukları yerde hareket manevrası kazanarak ilerleyebilmektedir.
Ahtapotun asıl savunma silahı hiç kuşkusuz derisinin üzerinde sıralı halde bulunan sarı, kahverengi pigment hücreleridir. Kendisini güvencede hissetmediğini anlayınca ansızın her türden renk değiştirerek etrafının rengine uyum sağlamasıyla birlikte avlanmaktan kurtulabiliyorlar. Kolları kopsa bile kertenkelede olduğu gibi kopan kısmın yerine bir yenisi eklenmektedir.
Yüzmeleri de ilginçtir. Şöyle ki; vücudu üzerinde bulunan salkım saçak kollarıyla değil, arkalarından çıkarttıkları gaz sayesinde bir füze misali hızla ilerleyebilmektedir. Tabiî ki önce deniz suyunu emer ve sonra arkasından çıkarttığı gaz ve etki-tepki sistemine dayalı fizik kanunu ile bu işi başarmakta. Yani içerisine çektiği suyu püskürterek kendisinin ileri doğru itmesini sağlamaktadır. Ayrıca püskürtülen suyla birlikte etraf bir anda alabora olduğundan düşmanının kaçmasına vesile olup bu arada kendisini de gizlemiş olmaktadır.