DOSTUNUZUN HOŞUNA GİTMESE DE HEP DOĞRUYU SÖYLEYİN
DOSTUNUZUN HOŞUNA GİTMESE DE HEP DOĞRUYU SÖYLEYİN
ALPEREN GÜRBÜZER
Elini cüzdanına değil kalbe koyarsan iletişim kurmak mümkün. Çünkü kalp gönlün dile geldiği mekândır. Karşımızdaki bizi kırmış olsa da toprak gibi olmalı. Zira toprağın bağrı geniştir, dönüş onadır. Her yer karanlık soğuk olsada yeterki bir adım atılmış olsun, işte o an on adım atmaya sahip yüreğin varlığını ruhunda hissedersin.
İletişim, sözlü iletişim ve sözsüz iletişim olarak kategorize edilir. Sözlü iletişimin vasıtası dildir, sözsüz iletişimin vasıtası ise gönül olup, çoğu zaman beden dili onun aynası olur. İşte gönül böyle bir aynada hissettirir kendini.
Elbette ki sözlü iletişim için mesafede önemli bir husus. Mesela mahrem iletişim mesafesi 0–30 cm ile değerlendirilip asansörde bir arada bulunma alanı bunun tipik misalidir. Karşılıklı kişisel iletişim mesafesi 30–80 cm ile sınırlıdır. Sosyal iletişim mesafesi 80–200 cm arasındadır. Topluma açık iletişim alanı >200 cm üzeri mesafeye tekabül der. Şayet sağlıklı sözlü iletişim kurabilme diye bir derdimiz varsa bu mesafeleri nazarı itibara almakta fayda var. Anlaşılan her türlü iletişimin kendine özgü mesafe alanları söz konusudur.
Sağlıklı bir iletişim kurmada öncelikle karşındakini dinleme esas olmalı. Nitekim dinleme karşındakine değer vermenin bir göstergesi. Konuşmak kadar sükût lehçesi de bir sanattır. Sürekli laf ebeliği yapıp bir başkasına fırsat vermemek eşyanın tabiatına aykırı bir durum.
Kendimizi tanıma adına çevrenin hakkımızda ne düşündüklerini itibara almayı ihmal etmemeli. Genellikle hiç kimse ‘Ayranım kara’ demez tavra sahip. Dolayısıyla hakkımızda eleştirilere açık olmalı ki kendimizi iyi yönde geliştirebilelim. Özellikle kendimize çeki düzen vermek açısından öz eleştiri çok mühim bir yer teşkil eder.
Hangi ortamda olursa olsun kendimizi doğru ifade etmeli. Zaten meramını anlatamayan derman bulamaz. Özellikle kendimizi doğru ifade etmek için hem beden dilini, hem de Türkçemizi iyi kullanmak gerekir. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır sözü bunu doğruluyor da. Dolayısıyla çok kitap okumanın yanı sıra, güzel konuşma kurslarını da almak gerekir. Böylece toplum içerisinde kendimize yer edinmiş oluruz.
Karşılıklı diyalog içerisinde bulunurken görünürde dinliyor izlenimi vermek uzun vadede iletişimi koparmaya neden açmazımızdır. Dolayısıyla iyi bir dinleyici konumda olmalı, tüm hayali düşüncelerden sıyrılıp karşımızdaki insanın sözlerine odaklanmalı. Geçiştirerek dinlemek boşa vakit kaybıdır. İş olsun babında dinleme hem karşı tarafı, hem de dinleyeni yorar. O halde dinleme konsantrasyonumu sekteye uğratacak dâhili ve harici unsurlardan kendimizi arındırmalı. Kendimizi savunmak yerine karşımızdakini anlamaya çalışmak daha makul davranıştır. Madem öyle dinleyici modunda bulunmak usul açısından daha güzel bir yoldur. Unutmayın ki sözü olan her insandan faydalanacağımız birçok konular var. Her insandan öğreneceğimiz bilgiler baş tacımız olmalı. Hepimiz bilge insan olsak bile sonuçta birbirimizin öğrencisiyiz.
İyi bir dinleyici aynı zamanda sabırlı davranan demektir. Sabreden derviş muradına ermiş prensibinden hareketle “Artık yeter, uf sıkıldım” izlenimi vermeden büyük bir sabır örneği sergilemeye özen göstermeye çalışmalı. Zira iletişimde duyguları kontrol etmeye özen göstermek esastır.
Ayrıca tuzak varı dinleme tavrı da son derece tehlikeli. Anlatanın dile getirdiği konulardan işine gelen cümleleri cımbızla çekip başka bir mekânda aleyhine kullanmak üzere dinlememeli. Zaten kullanırsan etik olmaz.
Peki, anlatım nasıl olmalı? İyi bir dinleyici olmanın yanı sıra karşımızdakine iyi bir anlatımda çok mühim bir hadisedir. Şöyle ki;
Etkili bir sunum planı hazırlayıp, bu plan doğrultusunda 15 dakika konuşma yapmak ideal olanıdır. Sunumda açık kalpli davranın, konu hakkında zaman süresini bildirin. Dinleyicilerin saygı gösterdiği kişilerden örnek verin. Söylediklerinizi çürütecek el, kol, yüz hareketlerinden kaçının. Kesinlikle sunum yaparken kibirli davranmayın, karşı tavır almaktan kaçının, arkadaşça davranın, ortak özelliklerinizi vurgulayın. Dinleyici kitlesine konuya uygun espri katarak örnekler verin.
Bilim adamlarını bir takım çalışmalar sonucunda bilgilerin hangi oranlarda akılda kaldığı tespit edilebilmiştir. Bu çalışmalara göz attığımızda akılda kalma yönünden;
—Okuma %10,
—Film izleme %50,
—Galeri takip %50,
—Dinleme %20,
—Resme bakma %30,
—Tartışmaya katılma %70,
—Konuşma yapma %70,
—Gerçek analitik deneyi canlandırma %90,
—Bir projeyi gerçekleştirme %90,
—Dramatik sunum yapama %90,
—İnteraktif multimedya takip %90 etken olmaktadır.
Vücudumuzda öyle mükemmel iletişim ağı kurulmuş ki dakikada 500–600 kelimelik konuşma hızını anlayabilecek bir sinir sistemi donanımıyla yaratılmışız. Ama gel gör ki bu muhteşem iletişim ağı içerisinde normal konuşma hızımız dakikada ancak 100–140 kelime ile ifade edebiliyoruz. Aslında insan az bir gayret gösterse kelime hazinesi zayıf olsa bile az kelimeyle çok güzel ifadeler kullanıp, pekâlâ eser verecek noktaya gelebiliriz.
Demek ki aktif anlatıma sahip biri ve iyi bir dinleyici olmak için öncelikle bulunduğumuz fiziki ortamın hem madden, hem manen güven verecek nitelikte olması gerekir. Şayet fiziki ortam nezih değilse üzerimize kasvet bürüyeceği muhakkak. Bir kere ortamın havasız, loş ışık veya ışıktan yoksun olması iletişimin önünde en büyük engel bir durumdur. Anlaşılan iyi bir mekân karşımızdakine dinleme isteğini artırdığı gibi keyif aldırır da. Düşünsenize böyle bir ortamda karşılıklı jest ve minikler kendiliğinden harekete geçeceğinden hem sunucuyu hem de dinleyiciyi cesaretlendirip keyifli dakikalar yaşatacaktır. İletişimde verilen mesajların sadece çıplak manasına dikkat kesilmemeli, bundan da öte dinlerken zikredilen cümlelerin arkasındaki duyguları fark etmeye çalışmak iyi bir dinleyici olmanın ilk basamağına ulaştıracaktır.
Her yaratılan insan ego sahibidir. Sahip olduğumuz ego penceremiz kimi zaman kendimiz ve başkaları tarafından bilinir, kimi zaman başkaları bilmez kendimiz biliriz, kimi zamanda kendimiz bilmeyiz başkaları bilir şeklinde tecelli eder. Zaten bilinmeyen benlik; kendimiz ve başkaları tarafından bilinmeyen benliktir.
Hazır benlikten söz etmişken ebeveynlere özgü benlik, çocuklarda ki benlik ve yetişkinlere has benlikten söz edebiliriz.
Malum ebeveynlere özgü benlikte ana baba koruyucu benlik durumuna geçer, eleştirici konuma geçer,
Çocuklarda benlik fıtri, yani doğuştandır. Nitekim uslu çocuk veya asi çocuk bir değişik benlik tiplemesidir.
Yetişkinlerde benlik başkalarını incitecek boyutta olursa zarar vericidir. Şahsiyetli tavır kardeşler arasında mütevazı, dışa karşı ise onurlu durmayı gerektirir. Ki; bu bizim geleneksel topluma has benlik tarzıdır.
Şurası muhakkak iletişimin önünde ön kabuller, duyarsızlık, lakap takmak, kararsızlık, alınganlık, benmerkezcilik, savunmacılık, ruhtan yoksun mantık çerçevesinde bakma, tepki oluşturacak davranışlarda bulunma, korkuya kapılma gibi tavırlar ömür boyu iletişim yolunda karşımıza engel olarak çıkar. O halde iletişimi koparan tavırlardan kaçınmak gerekir. Tabii bu demek değildir ki doğru bildiğimiz gerçekler hasıraltı edilsin.
Şayet doğru olduğuna emin olduğumuz bir şeyi masaya yatırırken çekingen bir tavır sergiliyorsak, böyle bir tavır git gide alışkanlık kazanıp hakikat sarayından uzaklaşmamıza neden olacaktır. Madem hakikat her yerde hakikat, o halde dost acıda olsa doğruyu saklamadan söyleyebilendir. Bir dost tarafından dile getirilen öz eleştiriyi baş tacı yapıp suçluluk psikolojisine kapılmadan, anlatılandan ders çıkarmak her daim lehimizedir. Asla dostun çağrısı akıl veriyor babında değerlendirmemeli. Bu nasıl bir dost, yarama dokundu algılamasıyla dostluğu bitirmemeli. Yaşadığımız çevrede dostlar arasındaki bağların kopmasının ardında hep bu hakikatı idrak edememenin yansıması vardır.
Öyle insanlar var ki; dost değildir fitnedir. O fitneler hareket etmeye dursun dostu dosta düşman ettirir. Fitne odaklarının derdi devası dünya menfaatidir. Bu tiplerin hem sessiz olanı var, hem de laf ebeliği yapanı var. Gerek aile ortamında, gerekse okulda, gerekse iş yerinde dostu dosttan koparan tipler vardır. Şayet dostlardan birinin altıncı hissi veya feraseti bağlandıysa bu tiplerin sözlerine bakarak dostuna olan hüsnü bakışın suizan bakışına dönüşebiliyor. Maalesef her geçen gün bu tuzağa düşen dostların sayısı çoğalmaktadır. Belki de bu tipleri fark edip bizatihi yaşamış ve görmüşsünüzdür. Şöyle ki lise ve üniversite yılların bir zaman diliminde beraber bulunduğunuz, ya da bir ağabeyi olarak saygı duyduğunuz dostla kaderin cilvesi aynı iş ortamında biriniz amir, diğeriniz çalışan pozisyonda bulunduğunuz bir iş arkadaşlığınız olmuştur. Hatta beraber çalıştığınız aynı iş yerinde yönetici dostunun zarar görmemesi adına gereksiz yere makam odasını meşgul etmemeye de özen göstermiş olabilirsiniz. İşte tam bu noktada dostunuz adına gösterdiğiniz örnek hassasiyetinize rağmen kendi dışınızda cereyan eden içiniz yanarak seyrettiğiniz;
—Her yönetimde olduğu gibi dostunuzun da etrafında bukalemun tiplerce kuşatılıp çember oluşturulduğuna,
—Dostunuzun makam odası makam olmaktan çok, kulis yapılan dedikodu haneye dönüştüğüne,
—Yönetici dostunuza kimi çalışanlarca rüyalarının anlatıldığı, kimi çalışanlarca diğer çalışma arkadaşların güya hatalı çalıştıkları dile getirilip nemalandıklarına,
—Zaman zaman masasına kuruyemiş, ya da meyve dilimlenip ikram servisi yapıldığına,
—Bir gün o yönetici dostunuzun başka bir kuruma tayini çıkıp, işyerinden ayrılacağı zaman büyük bir itina ile ikram servisi yapan arkadaşın dostunu uğurlamayıp vedalaşmadığına da şahit olmuşsunuzdur.
Niye bu örnekleri veriyorsunuz diyebilirsiniz. Bunları vermekte maksadım dostunuzda olsa çoğu yöneticilerin bu tuzağa düştüğü gerçeğini vurgulamak içindir. Çoğu yöneticilerin dostlarını ihmal edip, kendisine iltifat yapanların kendisi gibi iyi niyetli olduğunu sanıp onları payelendirdikleri dile getirmek içindir elbet. Peki, gözlemlerinizi dosta anlatmalı mı? Şayet dost bildiğin insan akıl veriyor anlamında hissedecekse, kendisinin olayları yerinde görmesi daha iyi olur. Ya göremezse, bu durumda anlattığınızda risk teşkil edebilir. Çünkü sana gücenip dostluğunu bitirebilir. Yok, eğer dost acı söyler bilincinde bir dostsa, kişi ismi vermeden durum tespiti yapıp anlatmakta fayda var. Böylece dostluğunuz; pazara kadar değil mezara kadar devam edecektir.
Demek ki dostunuz çocukluktan beri ailece görüştüğün bir arkadaş bile olsa böyle gerçeklerle karşılaşmak her an mümkün. Dostunuzla uzun yıllar çalışıp makamında dostluğun gereği söylemek zorunda kalabileceğiniz, ya da vicdanınızı sızlatan hususları dile getirmek risk teşkil etse bile vebalde kalmamak adına bir kez olsun söylemeye çalışın. Mesela dostunuz yönetici olma hasebiyle isim vermeden;
—Gördüğüm kadarıyla iş yerinin mutfağında beraber çalıştığımız karınca kararınca en ufak suiistimal yapmaksızın işlerine yapmaya çalışan arkadaşlar olduğunu... Dolayısıyla bir dostunuz olarak sizinle çalışma arkadaşları arasında bir köprü (birim sorumlusu) olsaydım çalışanların hakkında % 99 olumlu şeyler taşırdım hep, belki % 1 işin tabiatı gereği istisna kabilden birtakım aksaklıkları dile getirir olumsuzluk taşırdım tarzında bir üslup kullanılabilir. Fakat baktınız ki bu uslupla farkına vardırmaya çalıştığınız mesele dostunuzun iç dünyasında alınganlığa yol açıyor, hatta ses tonunu yükseltip sana;
—Ne yani ben şunun veya bunun sözüyle mi dolaşıyorum demek istiyorsun diyerek tepkisini ortaya koyuyorsa, bu durumda son kez cevaben;
—Tabi ben şu veya bu diye isim demiyorum, sadece ben olsam oturduğunuz makama olumlu şeyler iletirdim demeyi denemekte fayda var.
Böylece doğru bildiğini dostun da olsa söyleme cesaretini gösterdiğinde vicdanen rahat olacağın muhakkak. Şayet yaşadığınız bu olay ertesi gün amir pozisyonunda bulunan dostun bir sitem olarak gündeme getirmeyip konu etmiyorsa, anlayın ki o suskunluğun ardında sizin getirdiğiniz öz eleştirin haklılık payı olabileceğini düşünmüştür. Fakat ama şu da bir gerçek o gün gösterdiğin öz eleştiri tavrından dolayı sonrası ilişkileriniz samimi olmayacaktır. Hatta her ikinizde sanki aranızda hiçbir yaşanmamış veya o konu hiç konuşulmamış gibi davransanız da dost iletişiminizin varlığını eskisi kadar göremeyebilirsiniz. Yinede siz siz olun dost bildiğin yöneticinin arkadaşı ol, ama asla adamı olma. Kelimenin tam anlamıyla dost olacaksın, kimsenin adamı olmayacaksın. Çünkü “dost” ile “adamı olmak” aynı şeyler değildir. Dost adı üzerinde dost, birisinin adamı olmak kendini kullandırmaya razı olmak gibi anlamlar çağrıştırıyor.
Sizlerin gözlemleriniz olur da bizim olmaz mı, elbet bizimde kendi zaviyemizden üzülerek şahit olduğumuz birçok örnekler var elbet. Şöyle ki;
Muhbirlik yapan tiplerin kimi yöneticiler tarafından baş tacı yapıldıklarını gördüm.
Mehmet Moğultay’ın Adalet Bakanı iken 5000 kişiyi şu partiye mensup adamları alıp yerleştirecek kadar enayi değilim deyip kendi adamlarını yerleştirdiği insanların, bir zaman sonra milletin teveccühü ile gelen iktidarın aleyhinde bulunduklarını ve bu yerleştirilen insanların hükümet tarafından atanan üst seviyede bürokratlarını allayıp pullayıp işlerini yürüttüklerini içim parçalanarak gördüm. İdealist insanların şamar oğlanı muamelesi görüp kenara itildiklerini gördüm. Dahası üç dönemdir milletin seçtiği hükümeti insafsızca eleştirip, iş başına gelen hükümetin milletvekillerinden birine danışman olduğunu gördüm. Keza mevcut hükümetin aleyhinde atıp köşe başlarına yine onların geldiğini gördüm.
Samimi insanların 28 Şubatın o baskıcı ruhundan kurtulup milletimizin büyük bir teveccühü ile iş başına getirdiği kendi iktidarım diyebileceğimiz dönemde yine öz yurdunda parya halet-i ruhiye içerisinde pragmatist idarecilerin arka planına itildiklerini gördüm. Belki de en önemli yapılması gereken icraatlardan biri samimi olanlarla samimi olmayanları ayırt edebilecek bir sistemi kurabilmekten geçecektir.
Çalışanların arasına sonradan dâhil olan arkadaşların daha yeni iş ortamını tanımaya fırsat kalmadan yöneticinin etrafını kuşatan halkada yer alan tiplerin hışmına uğrayıp bir takım ayak oyunlarla dışlandığını gördüm. Hatta daha dün bugün iki diyebileceğimiz yeni işe başlayan insanların gözyaşlarının akıtıldığını gördüm. Oysa iyi bir yönetici ister kuruma önceden gelsin, ister sonrasında gelsin hepsine aynı gözle bakıp kucaklayabilendir.
Tıpkı bende sizler gibi bukalemun tipler tarafından işyeri amirinin gözde elemanı olmayı kimseye kaptırmama adına diğer beraber çalıştıkları arkadaşları fişlediklerini gördüm.
Toplantı öncesi yönetici ile yöneticinin etrafında çember oluşturanların beraberce almış olduğu kararların toplantı kararı diye sunulduklarını gördüm. Hadi ondan vazgeçtik toplantıyı tehdit varı cümlelerle açıp kapatıp adına toplantı yapıyoruz havasıyla dışa karşı görüntü verildiğini gördüm.
Bu tür katılımcı anlayıştan uzak yöntemlerle bir işyeri nereye kadar gidebilir ki. Nitekim gitmediğini görüyoruz da. Gördük ki çalışanlara aynı mesafede davranmamanın getirisi birim yöneticisi ile kurum yöneticisin karşı karşıya getirebiliyormuş. İşte böylesi bir olayla bir anda çalışanlar arasında huzursuzluğa, akabinde yöneticiler arası kapışmaya sıçrayıp kurumsal boyut kazanan bir hal alabiliyor. Derken kurum başkanı ile birim amirlerinin kendi aralarında kıyasıya mücadeleleri çalışanlara arasında gruplaşmalara neden olan bir tablonun ortaya çıktığını gördüm. Tabii bu arada derdi gruplaşmak değil, iş yapmak olan çalışanların moralinin altüst olduğunu gördüm. Öyle ki bu safhadan sonra kurum başkanının yanında iş icabı bulunmak zorunda kalanlar, nezaketen günaydın, merhaba diyenler onun adamı diye kategorize edildiğini, ya da birim amirinin iş icabı yanında olanlar, ona da nezaketen selam verenler onun adamı sayılır hale geldiğini gördüm. Yani ayrılık gayriliklerin had safhaya ulaştığına şahit oldum. Hele bir yerde huzursuzluklar çıkmaya dursun, artık o huzursuzluk dağdaki çobanın bile haberdar olduğu noktaya taşınacağı muhakkak. Nitekim öyle de oldu. İşte bu bitmez tükenmez meseleler kamuoyuna yansıyacak boyuta ulaşınca gerek kurum başkanının gerekse bir amirinin kurumdan ayrılmasını beraberinde getirdiğini gördüm. Hani derler hiç kimse şah değil, padişah değil, kalan sadece kurumdur, kişiler hep geçicidir, bugüne kadar hep bu böyle olmuştur. Netice itibariyle her iki yönetici de başına gelenlerin arka planında etrafında oluşturduğu çemberin etkisiyle birbirleriyle düşman kesildiklerinin farkına varmadan makamlarını bırakmak zorunda kalıp, başka yerlerde değerlendirilmek üzere çekip gittiklerini gördüm. Mevkiler makamlar güzel şey elbet, ama asıl olan mevki makama vefa, dostluk katabilmektir.
Her neyse onlar kavga ede dursunlar iletişimde açık sözlülüğün esas olduğunu, imada bulunmanın iletişimi kopardığını bilmekte fayda var. Anlaşılan bardağı taşıracak ifadelerden kaçınmak iletişim açısından mühim bir yer teşkil eder. Hatta şakayla karışık ifadelere yer vermek, yaraya dokunmakta öyledir.
Velhasıl; her şart ve zeminde iletişimde birbirimize yardımcı olacak anlayışı sergilemek en güzel doğru yol olsa gerektir.
http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799