FOSİLLER VE EVRİM MASALLARI

FOSİLLER VE EVRİM MASALLARI

ALPEREN GÜRBÜZER

Fosiller ekseriyetle sedimant denilen çökelmiş tortullar içerisinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla gerek deniz canlılarına ait, gerek tatlı su formlarına ait, gerekse karada yaşayan canlılara ait formların çökelmiş bulundukları tortular içerisine gömülüp sertleştikten sonra kaya parçası halinde fosilleşebiliyorlar. Bu yüzden sertleşen kalıntılara fosil denmektedir. Bilindiği üzere Darwin teorisini güçlendireceği düşüncesiyle fosillere çok ümit bağlamıştı. Öyle ki kendisi hayatı boyunca teorisine dayanak kılacak milyonlarca ara-geçiş formlarının fosil kalıntılarının içerisinde olabileceği hayaliyle hep yaşadı. Şayet bir gün bu hayal gerçekleşmezse insanların ileri sürdüğü teorisine inanmayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden evrimciler kendilerine devr edilen mirasın yüzüstü bırakılmaması veya Darwin’in bu hayalini gerçekleştirmek adına büyük bir gayretle kolları sıvayıp hummalı bir şekilde karış karış fosil aramaya koyuldular. Derken gelinen nokta itibariyle Darwin’in kehaneti bizatihi kendi müritleri tarafından yarı balık-yarı sürüngen benzeri hiçbir ara formun izine bile rastlanılmamasıyla birlikte kendiliğinden çöküvermiştir.
Bilindiği üzere fosil yaş tayininde birtakım metotlar kullanılmaktadır. Aslına bakarsak bir kayanın yaşını kesin kes ortaya koyan tam manasıyla güvenilir bir metot yoktur. Buna rağmen bugün en iyi yaş tayini metodu olarak görülen radyometrik metot revaçta gibi. Bu metodun ölçü alınmasının nedeni mineral içeren kayaların bünyesinde yer alan uranyum, kurşun, thorium-kurşun, potasyum-argon vs. gibi maddelerin izotop oranlarını esas alan bir metot olmasından dolayıdır. Fakat söz konusu izotop oranları kayaların meydana gelişinden önceki zamanı ortaya koymaktan aciz durumdadır. Yine de her şeye rağmen radiometrik yaş tayini metodunun verilerini kıstas alındığında yeryüzünün yaşı 4,5 milyar olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yeryüzünde yaşayan canlıların bir zaman diliminde fosilleştiğinden hareketle ortaya çıkan fosillere indeks fosiller denmiştir. Keza tahmin edilen zaman içerisinde fosillerin dizilişini gösteren indekse ise jeolojik sütun denmektedir. İşte evrimciler bu indeks içerisinde yer alan fosil sıralamanın gereği kendilerine göre bir hayali sütunlar inşa ederek, yeryüzünde önce omurgasızlar sahne almış, sonra bunları takiben sırasıyla balıklar, kurbağalar, sürüngenler ve daha sonra da güya memeliler görünmeye başlamışlar tarzında iddialar ortaya atmışlardır. Doğrudur veya yanlış, ama ortada bir gerçek var; tüm canlıların belirli bir tertip üzere yaratılmış olduğudur. Yani evrimleşmenin olmadığı bir yaratılış sıralaması söz konusudur. Kaldı ki ortaya çıkan fosil kayıtlarından öyle anlaşılıyor ki yaratılış sıralaması önce denizlerden başlamış, akabinde kara sahası canlılarla donatılmış ve en nihayet insan ortaya çıkmıştır. Ancak bu sıralamadan sakın ola ki yaratılış zinciri halkasında yer alan tüm bitki, hayvan ve insanlık âleminin ortak bir gen havuzundan meydana geldiği anlamı çıkarılmaya kalkışılmasın. Zira her tip kendi gen havuzunda dallanıp budaklanıp çeşitli türlere ayrılmışlardır. Hiçbir zaman çeşitlilik bir başka canlıya dönüşümü sağlamamıştır. Yani her türün zenginliği kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Buna rağmen günümüzde evrim masalları gırla gidiyor. İsterseniz biraz masal dünyasında dolaşalım bakalım neler varmış diye bir göz atalım.
I.Masal (Protozoa-metazoa)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya çok hücrelilere (metezoalar) ait organizmalar, en az yarım milyarlık bir zaman periyodu içerisinde protozoalardan (bir hücreli canlılar- basit organizmalar) evrimleşmişlerdir. İşte bu ilginç masalı anlatırken ister istemez aklıma bir şey takıldı. Şu meşhur harikulade petekli göz yapısına sahip Trilobitler var ya, işte ondan söz ediyorum. Malumunuz bu canlı son derece mükemmel bir matematiksel programla dizayn edilmiş göz yapısıyla dikkat çekmektedir. Üstelik bu canlının kambriyen devrinden günümüze kadar zerre miskal değişikliğe uğramadan aynı orijinal tasarımını muhafaza ederek hayata merhaba demesi evrimcilerin; “Canlıların ilkel yapıdan karmaşığa doğru evrimleştiği” hipotezini tek başına çürütmeye yeter artar bile. Biz biliyoruz ki metezoa’ya ait fosiller gayet kompleks bir şekilde kambriyen kayaları arasında yer almaktadır. Yani, kambriyen kayalıkları kompleks omurgasız türlerine ait türlerin bolca bulunduğu form zenginliğine sahiptir. Madem öyle kambriyenden önceki prekambriyen kayalarında neden fosil bulunmamakta, doğrusu bu masalı dinlerken şaşmamak elde değil. Dolayısıyla kambriyen faunasının evrim geçirmediğini duvara anlatmak masal kahramanlarına anlatmaktan daha kolay olsa gerektir. Onlar umursamasalar da kambriyen katmanlarında çok sayıda birbirinden farklı türlerin her hangi bir atadan gelmeksizin ansızın yeryüzünde göründüklerini gösteren fosiller önümüzde durmaktadır. Hatta sağduyulu bilim adamlarının adına “Kambriyen patlaması” dedikleri bu büyük deliller jeolojik kayıtlarına çoktan geçti bile. Bundan da öte maalesef protozoalarla kambriyendeki metazoalar arasında 1–2 milyar yıllık büyük bir zaman boşluğu olmasına rağmen bu masal bildiğini okumaya devam etmektedir. En iyisi mi biz yeni kuşaklara masal yerine gerçekleri söylemeye çalışalım. Ey gençler! Şunu iyi bilin ki; yeryüzünde biyolojik nizam ansızın ortaya çıkan karmaşık yapıdaki canlılarla neşvünema bulmuştur. Kesinlikle bir canlıdan diğer canlıya dönüşüm söz konusu olmadığı gibi böyle bir ara form da yoktur. Böyle bir ara formu bulana şimdiden ödüllendireceğimizi söyleyebiliriz. Sakın ola ki sonra biz böyle bir şey duymadık demeyin, çünkü işin ucunda büyük bir ikramiye var. Nereden çıktı bu ikramiye derseniz, baksanıza birileri 150 yılı aşkındır harıl harıl çalışıyorlar, fakat hala iddialarını destekleyecek bir tek delil bile bulamadılar, olur ya yeni kuşak gençler olarak bu büyük ikramiye belki sizlere kısmet olur. Bakın, bir zamanlar Simpson kim bilir prekambriyen dönemine ait fosilleri bulmak için ne hayaller kurmuştu. Ne yazık ki beklediği ve hayallerini süsleyecek buluşlar netice vermedi. Böylece tüm uğraşıları fiyaskoyla sonuçlanıverdi. Fakat siz siz olun Simpson hayal kırıklığına uğradı diye sakın mücadele azminizden yılmayınız.
II. Masal (omurgasızlar-omurgalılar)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya omurgasızlardan omurgalılara geçişin kordatlar (Chordata=Sırt ipliler) vasıtasıyla gerçekleştiği söylenmiştir. Tüm bunlar söylenmesine söylenir de durum vaziyete bakıldığında ortada milyonlarca omurgasız ve balık fosili var, ama içlerinde ne bir fosilleşmiş bir delil, ne de yarı balık- yarı amfibiyen geçiş formu söz konusudur. Hatta mevcut fosillere bakıldığında ilk omurgalıların Agnatha (çenesizler) sınıfından olduğu gözükmektedir. Mesela bu sınıfın ilk üyelerinden Ostracoderm (pullu derililer) ve diğer üyelerin atalarına ait herhangi bir delil niteliğinde fosil ortaya konulamamıştır. Keza yüksek kemikli balık grupları ve köpek balıklarına ait tiplerin ataları olduğu iddia edilen formların da herhangi bir izine rastlanılmamıştır. Bu arada bazı aklıevveller hızını alamayıp galiba kemiği olmamasına nispetle kıkırdaklı balıkların(Chondrichtyes veya Cartilaginous) evrimleşerek kemikli balıkları (Osteichtyes) meydana getirdiğinden dem vurmaktadırlar. Oysa fosil kayıtları köpek balıklarıyla ilgili iskelet özelliklerinin ilkel forum ilan ettikleri kıkırdaklı balıklardan çok daha ilkel ve bozulmuş durumda olduğunu göstermektedir. Şurası bir gerçek kemiklilerin yeryüzüne bir anda çıkıvermişlerdir. Keza akciğerli balıklarda öyledir. Kaldı ki evrimciler kıkırdaklı balıkların atası olduğunu iddia ettikleri Placodermlerin varlığı bile ortada yokken, maalesef ısrarla atası olmayan varlığı bir başkasına ata yapmaya çalışıyorlar. Yine bir başka ara form olduğunu iddia ettikleri tür ise Coelacanth fosilidir. Oysa ilerleyen zaman dilimlerinde dünyanın başka yerlerinde 200’ü aşkın Coelacanth’ın ele geçmesiyle birlikte evrimcilerin iddia ettiklerinin aksine adından söz edilen fosilin ne ilkel bir akciğere sahip yaratık, ne de büyük bir beyine sahip bir yaratık olmadığı fark edilmiştir. Yani her ikisi de değildir. Meğer akciğer sandıkları balığın vücudundan çıkan bir takım çıkıntılar yağ kesecikleriymiş. Derken bu varlığın masal kahramanları şaşırtırcasına okyanusun derinliklerinde yaşayan tipik bir dip balığı olduğu anlaşılınca bu masal da burada son bulmuş oldu. Kelimenin tam anlamıyla zincirlemesine hayali imkânsız ata serileriyle oyalanmak anlaşılması zor bir hezeyan olsa gerektir.
III. Masal (Balık-kurbağa)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya balıktan kurbağa meydana gelmiş. Tabii kurbağa atası olduğu iddia edilen balığın huzuruna çıkıp bu durumu merak etmiş sormuş;
—Yani siz şimdi demek istiyorsunuz ki senden (balıktan) bana (kurbağaya) kademeli geçişi gösteren ara fosil Rhipidistian crossopterygian (yassı yüzgeçli balık) ile Ichthyostega (kuyruklu su kurbağası) cinsidir. Madem öyle nasıl oluyor da bu iki cins arasında ciddi manada büyük farklılıklar var. Kaldı ki su hayatından kara hayatına geçiş için yassı yüzgeçli balıkta var olan göğüs ve kalça (pelvic) kaslarının kaybolmasıyla birlikte buna paralel kurbağa ayak ve bacaklarının kademeli bir şekilde ortaya çıkışını gösterecek bir formun olması gerekmez mi?
Bu akıl dolusu soru karşısında balığın alnında boncuk boncuk terler akmaya başlamış;
—Aman evladım sen daha çok küçüksün, böyle sorularla boyundan büyük işlere karışıyorsun demiş, ama evlat kurbağa hiç tınmadan bu sefer de:
— Öyle diyorsun ama, bak mevcut tüm fosiller ve şuanda yaşayan tüm balıkların leğen kemikleri hem küçük hem de gevşek bir şekilde adale içerisine gömülü oldukları gözlemlenmiştir. Üstelik söz konusu kemiklerin omurga sütunlarıyla da doğrudan bir bağlantının olmadığı belirlenmiştir. Dolayısıyla bu durumda leğen kemiklerinin vücut ağırlığını desteklemesi imkânsız kılmaktadır. Kaldı ki balık cephesinde durum bu iken kurbağa cenahında yaşayan dört ayaklı kurbağalar veya fosil kayıtlarında geçen kurbağaların ise leğen kemikleri hem çok büyük hem de sıkı bir halde omurgaya tutturulmuş olup yürümeyi sağlayacak bir yapıdadır. Üstelik yürümeye yönelik bu özelikler bugün itibariyle ne yaşayan balıklarda mevcut ne balık formların da mevcut. Maalesef böyle beni temsil edecek bir tane geçiş formu piyasada görünmüyor.
Balık bu akıl dolu sözler karşısında yine köşeye sıkışmanın telaşıyla;
—Bak oğlum bu iş akşamdan sabaha, ya da sabahtan akşama ansızın vuku bulan bir olay değil, zira balıklardan kurbağaların meydana gelişi 70 milyon yıl içerisinde gerçekleşen bir olaydır bu.
Kurbağa:
— Madem 70 milyonluk bir zaman diliminde gerçekleşmiş diyorsun, o zaman bana 70 milyon veya daha erken bir zaman dilimine ait kayalar içerisinde buna dair bir tane balık fosili göster desem, belli ki gösteremeyeceksin. Üstelik hoşuna gitmese de geçen ajanslara düşen bir haber de; 1939 yılında Afrika kıyısında kurbağaları meydana getirdiği sanılan Latimeria cins bir Crossopterygian balığın halen balık olarak yaşadığı ortaya çıkmıştır. Görüyorsun bu olay tek başına balık ve kurbağa arasında ara formun olmadığını tek başına ortaya koymaya yetiyor, artıyor da.
Balık, kurbağanın önüne koyduğu delillerden balık ve kurbağa arasında geçişleri gösteren ara formun olmadığını anlayınca bu sefer başka bir iddiayı gündeme getirir, der ki:
— Bak oğul! Madem beni dışlıyorsun, bak geçenlerde arkadaşlarım birçok balık gruplarını incelemeleri sonucunda; yassı yüzgeçli balıkların, kurbağaların ve sizin gerçek atanız olabileceği kanaatine vardılar. İsterseniz sizde bir inceleyin görün, bak o zaman kuyruklu su kurbağaya (Ichthyostega) ait iskeletin kısmi olarak kurbağaya benzediğini, hatta karmaşık bir baş tipli omurga ve iç kulak girintilerine sahip olduğunu, yüzgeçlerde ise kemik kalıntılarının olduğunu göreceksin. Sanırım bu olay Devonian devrinin sonlarında gerçekleşti diyebilirim.
Kurbağa:
— Yani diyorsun ki kurbağalar Devonian sonunda piyasaya çıktı. Hadi öyle olduğunu kabul etsek bile bunların atası olduğunu söylediğiniz Crossopterygian’ların (yassı yüzgeçli balık) Devonian devrinin başında veya ortasında evrimleşmiş olması gerekmez mi? Hadi diyelim ki bundan da vazgeçtim. Peki, Devonian devrinde yaşadığı söylenilen hem yassı yüzgeçli balıkların hem de tatlı su formların gruplar halinde ortadan kalkması icap etmez mi? Üstelik Missipian periyodunun başında üç kurbağa takımı daha bulunmuştur. Dolayısıyla sizin iddianız gereği bu üçlünün Crossopterygian (yassı yüzgeçli balık) su kurbağasından (Ichthyostega) evrimleşmesi gerekmez miydi? Tam aksine bu üçlü grubun hiçbir ferdinde yassı yüzgeçli balık ve kuyruklu su kurbağası gibi baş tipli bir omurga yoktur. Bilakis bu grubun tüm üyeleri son derece ilkel zarf türünden (lepospondylous) diyebileceğimiz bir omurgaya sahipler. Ayrıca bu üçlü takımın bir ferdi olan Aistopoda’nın 200 adet omurga ve uzun vücutlu olmasıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Aynı zamanda bu takımın üyelerinin ekseriyetle ne ayakları mevcut ne de göğüs veya leğen kemiklerinin izi mevcut. Hakeza Nectridea takımının bazı elemanları da öyledir. Anlaşılan o ki baş tipli omurga, yassı yüzgeçli balıklarla kurbağa arasında doğrudan ilişki kurulmaya çalışılması son derece vahim bir durum olsa gerektir.
Şimdi madem Aistopoda ve Nectridea; hem Crossopterygian (yassı yüzgeçli balık), hem de su kurbağalarıyla (Ichthyostega) uzaktan yakından hiçbir benzerliği yok, o halde bu durumda hala yassı yüzgeçli balık ve su kurbağaların tüm balıkların atasıdır diyebilir misiniz? Üstelik ben sana yaşayan üç kurbağa takımından söz ettim, hatta bunlara Semenderler (keler), Newtseler (keler), ayaksızlar (Coacilia), ayaksız solucanlar ve kurbağaları da (Anura veya Sallentia) ilave edebiliriz. Sözünü ettiğim bu canlılar uzun arka ayaklara, zarf tipi bir omurgaya sahip olmakla birlikte, bunlar aynı zamanda kuyruksuz olup kara omurgalıların en modern, belki de en gelişmiş üyeleridirler. Tüm bu bilgiler ışığında; baş tipli omurganın kurbağa ile ataları kuyruklu su kurbağalar arasında geçit köprüsü oluşturmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani Paleozoik’te ortaya çıkarılan kurbağaların hiçbirisinin bu modern üçlü takımı çağrıştıran hiçbir geçiş formuna rastlanılmadığı gibi arada telafi edilemeyecek derecede büyük bir boşluğun bulunması apayrı bir vaka olarak önümüzde durmaktadır. O halde sizden özellikle rica ediyorum, lütfen kendini bana ata ilan etme. Çünkü tüm bu formların kesinlikle evrim geçirmediği gayet açık bir şekilde ortada dururken kendimle alay edilmesine asla müsaade edemem.
IV. Masal (Kurbağa-Sürüngen)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya kurbağadan sürüngen meydana gelmiş. Tabii bunu duyan sürüngen atası iddia olunan kurbağaya meramını şöyle dile getirmiş;
—Böyle diyorsun ama, şöyle bir geçmişe baktığımda buna benzer iddiaları omurgasızların omurgalıya, bir balığın dört ayaklı (tetrapoda)’ya veya uçmayan bir hayvanın uçan bir hayvana dönüştüğü şeklinde uydurulmuş hikayeleri pekala görmek mümkün. Netice itibariyle görüldü ki bu dönüşümleri gösteren hiçbir ara form bulunamamıştır. Kaldı ki yaşayan kurbağalarla sürüngenlerin iskeletleri arasında hem bariz bir şekilde farklılıklar var, hem de kurbağaların aksine sürüngenlerin yumurtaları rahimde yer almaktadır. Bu durumda kalkmış sıkılmadan bana atalık taslıyorsun, olacak şey değil. Bunun üzerine kurbağa dayanamamış şöyle cevap vermiş;
— Bak evladım! Seymouria ve Didactes senle benim aramda geçişi sağlayan Permian devri formudurlar, isterseniz bir inceleyin, senin atan mı, atan değil mi bak o zaman anlayacaksın.
Sürüngen;
— Bir kere adını zikrettiğin formlar Cotylosauria takımından ayaksız sürüngenler olup senin dediğin gibi Permian döneminde değil bir önceki Pensilvanian devrinde bulunmuşlardır. Hakeza memelileri meydana getirdiği iddia edilen Synapsida alt takımının memeli benzeri üyelerde bu devirde görülmüşlerdir. Şimdi soruyorum nasıl oluyor da Seymouria ve Didactes’ler hem benim hem de o devirde yaşamış memelilerin atası olabiliyor. Galiba bir taşta iki kuş vurmak kurnazlığı bu olay olsa gerektir.
V. Masal (Sürüngen-Memeli)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya memeliler sürüngenlerden meydana gelmiş. Tabii Memeliler dayanamamış atası olduğunu iddia eden Sürüngene meramını şöyle dile getirmiş;
—Bak bir zamanlar sizler (sürüngen) için de birileri atanızın kurbağa olduğunu iddia edip kendilerince gülüp eğleniyorlardı. Şimdi aynı oyun biz memeliler içinde sahnelenmek istenmekte. Üstüne üstelik benim atam olduğunu iddia ettiğin yetmemiş gibi hızını alamayıp kuşların da atası olduğunu söylüyorsun. Oysa bir koltuğa iki karpuz sığmaz, doğrusu bu tür mesnetsiz düşüncelerinizi anlamış değilim. Bir kere memeliler olarak sen dâhil diğer tüm canlılardan anatomik yönden ciddi manada farklılıklarımız söz konusudur. Mesela üreme tarzımızdan tutunda gerek sıcakkanlılığımız, gerek diyafram aygıtımızdan kaynaklanan değişik solunum modellerine sahip olmamız, gerek tüylerimizin varlığı ve gerekse yavrularımızı emzirme biçimimize kadar bir dizi hayati faaliyetlerimiz sizlerden çok farklıdır. Kaldı ki kendi grubumuzdan ayı, balina, fare veya yarasa gibi memeli türleri arasında bile ciddi manada farklılıklarımız söz konusu, ama sonuçta aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmışız. Dahası bugüne kadar ortaya çıkarılan fosil memeliler ve günümüzde yaşayan memelilerin birbirlerine gayet uyumlu halde tek alt çene kemiğine sahip oldukları gibi orta kulakta yer alan çekiç, örs ve üzengi denilen işitme kemiklerine de sahiptirler. Tüm bu gerçeklere rağmen şimdi bir sürüngen olarak karşıma geçmiş ben senin atanım diye ahkâm kesiyorsun, olacak şey mi? Oysaki sizlerin alt çenenizde en az dört kemik ve işitme cihazınızda ise sadece üzengi denilen küçük bir işitme kemiğiniz mevcut. Hadi bundan vazgeçtim şimdiye kadar iki veya üç çene kemiği veya iki kulak kemiğine sahip geçiş formlarını bana ispatla seni kendime hemen atam olarak kabul etmeye razıyım. Maalesef sendeki alt çenenin her iki yanındaki üçer tane küçük kemiklerin biz memelilerin kulağına sıçrayarak işitme kemiklerine dönüştüğünü iddia edecek kadar meseleyi daha da komik hale getirmiş durumdasınız.
Bunun üzerine Sürüngen dayanamamış şöyle cevap vermiş;
— Bak evladım! Synapsida senle benim aramda geçişi sağlayan form olabilir, isterseniz bir inceleyin belki fikrin değişebilir.
Memeli cevap vermiş;
—Şayet ben Synapsida’dan meydana gelmişsem, bir kere bu söz konusu alt sınıf varlıklar sürüngen gruplarından çok önceden yeryüzünde görünmüşler. O halde bu durumda ben senden önce dünyaya gelmiş oluyorum. Ne zamandan beri oğullar baba, babalar oğul olmuş ta biz duymamışız. Dolayısıyla bana atalık taslamana sanırım gerek kalmadı. Halep oradaysa, işte arşın burada.
VI. Masal (Sürüngen-Kuş)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya kuşlar sürüngenlerden meydana gelmiş. Tabii kuşlar atası olduğunu iddia eden Sürüngene meramını şöyle dile getirmiş;
—Olacak gibi değil, Hiçbir şekilde uçmayan bir hayvandan uçan bir hayvan meydana geldi diyorsanız bunu asla kabul etmem mümkün değil. Bari hiç olmazsa uçmayan bir canlının uçmaya yönelik değişiklikleri gösteren bir ara form göstersen de ikna olsam.
Sürüngen bu durumda şöyle cevap vermiş;
—Bak evladım bu hususta sana atası dinazor olan yeni uçmaya başlayan Arkeopteriks’i senin atan olarak örnek gösterebilirim. Nitekim Arkeopteriks tıpkı sürüngenlerde olduğu gibi kanatlarının kenarında pençe şeklinde yapılar olup fakat göğüs kemiği olmayan, ağzında dişleri ve kuyruğunda omurgası var olan bir canlıdır. Sanırım bu anlattığım özellikler ikna olmana yeterlidir diye düşünüyorum.
Kuş cevaben;
— Ortada yine ikna edilecek bir durum göremiyorum. Şayet kendini bana karşı ata ilan etmek istiyorsan Arkeopteriks yerine Güney Amerika’da yaşayan hoatzin kuşu (Opisthocomus hoatzin)’nu pekâlâ örnek gösterebilirdin. Çünkü bu hayvan gençlik döneminde kanatlarında iki pençesi ve küçük bir omurga ile uçuş yapmaktadır. Dahası bu sözünü ettiğim canlı görüyorsun bir ara form değil senin saydığın özelliklere sahip yüzde yüz bir kuştur. Hatta bu tür örnekleri çoğaltabiliriz de. Mesela Afrika’da yaşayan touraco kuşunun (Musophogidae familyasından Touraco coryhaix) genç üyelerinin kanatlarında pençeler mevcut. Hakeza yine Afrika’da yaşayan deve kuşu (Ostrich) kanatları üç pençe içeren meşhur bir kuştur. Dolayısıyla kendi hayallerini gerçekleşmiş gibi göstermek istiyorsun ama pençeler ve omurgalar asla ölçü değildirler. Ben inanıyorum ki bu verdiğim örnekler jeolojik devirlerin uygun zaman dilimlerinin fosil kayıtlarında bulunsa idi bana ara form olarak ilan ettiğin Arkeopteriks yerine belki de benim bahsettiğim bu canlıları ara form olarak sunacaktın.
Sürüngen bu durum karşısında şöyle cevap verir;
— Peki, peki anladık, çokbilmiş gibi konuşuyorsun, ama bu arada göğüs kemiği ve dişten bahsetmediniz, doğrusu merak ettim nedendir?
Kuş bu kez şöyle dedi;
— Ne yani göğüs kemiğinin (sternum) Arkeopteriks’te olmaması evrim için avantaj kabul ediyorsan pes doğrusu. Üstelik söz konusu kemikten uçabilen memeli yarasalarda bile mevcut. Kaldı ki seni şok edecek bir haberim var. Hatta bu haberle birlikte kemikten söz ettiğine bin pişman olacaksın. Şöyle ki 1992 yılında bulunan yedinci Arkeopteriks fosilinde sternum’un varlığı gözler önüne sergilenmişti. Şimdi soruyorum; hani Arkeopteriks yarı-kuştu? İşte sizin sternum’u olmadığını ileri sürdüğünüz ara form dediğiniz türde meğer göğüs kemiği varmış. Böylece en temel iddianız olan tam uçamayan ara geçit kuş formu diye yutturmaya çalıştığınız fikriniz çürümüş olmaktadır.
Gelelim diş meselesine. Günümüz kuşlarında dişin olmaması geçmişte yaşayan kuşlar da olmayacak anlamına gelmez. Nitekim sizin üyelerinizin bir kısmı dişe sahip bir kısmı sahip değillerdir. Hem sen bu konuyu gündeme getirmekle bu arada benim zihnimi de açmış oluyorsun. Baksana dişe sahip olan kuşların dişi bulunmayanlara göre ilkel ilan etmiş olduğunu anında pratik zekâmla fark ettim bile. Hem madem öyle Monotremata (Platypus=Avustralya’ya özgü kendisi kunduza, gagası ördeğe benzer küçük memeli bir hayvan) ve hiçbir şekilde dişe sahip olmadıkları içindir ki bir kısım memeliler insandan daha gelişmiş sayılması gerekecektir. İşte bu durum da sizler sil baştan; ‘Memeliler insandan türemiştir’ şeklinde yeniden evrim tarihi yazmak zorunda kalacaksınız demektir. Hakeza evrim tarihinize bir göz gezdirdim yumurtlayan veya gagalı olan memelilerin Pleistosen dönemine kadar hiç piyasada yoklar. Belli ki bu büyük boşluk doğuran memelinin görünmesinden 150 milyon sonrasına tekabül etmektedir ki doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum. En iyisi mi arkadaşlarınızla birlikte yeniden bir evrim tarihi yazıp bir an evvel çelişkilerden kurtulsanız da bizde bu arada işimize baksak fenamı olur.
Şimdi sıkı dur, asıl sana bomba bir haberim olacak. Yani Arkeopteriks'i bana ara form olarak takdim ettiğine çok pişman olacağın bir haber.
Sürüngen;
— Neymiş o bomba haberin, doğrusu merak ettim.
Kuş;
—1977 yılında Yale üniversitesi Profesörlerinden john Ostrom bir makale yayınladı. Nitekim bu makalesiyle Arkeopteriks’in bulunduğu jeolojik sütundan (Jura) daha eski katmanlar arasında gerçek anlamda kuş fosili bulunduğunu cümle âleme bildirmiş oluyordu. İşte delilse buna derler, dikkat et ara form değil gerçek bir kuş fosilinin bulunduğundan söz ediyoruz. Dolayısıyla Arkeopteriks artık bu noktadan sonra ara form olarak sunmanız hükümsüzdür. Çünkü delil olarak sunduğun o hayvan aslında tüylerinin ve kanatlarının olması hasebiyle ara bir kuş değil tam dört dörtlük diyebileceğimiz gerçek anlamda benim gibi bir kuştur. Dahası söz konusu bu kuş sürüngenler ve dinozorlar gibi soğukkanlı olmayıp, bilakis benim gibi sıcakkanlı tüylü kardeşimdir. Bu yüzden kardeşimi ara form olarak ilan etmek hem bana hem de ona hakarettir. Şayet amacın kardeşimin uçan sürüngenler (petrosaur’lar) veya karada yaşayan diğer sürüngenlerden evrimleştiğini söylemekse pes doğrusu. Kaldı ki siz de mevcut bulunan dört parmaktan dördüncüsünün çok uzun olmasına paralel kanat zarını desteklediğini gösterecek ne bir işaret, ne de dördüncü parmağın kademeli bir şekilde uzadığını ortaya koyacak bir ara form vardır. Böyle bir ara forma rastlanılmaması bütün iddialarınızı çürütmeye yeter artar bile.
Bitmedi, işte sana bir başka delil daha. Şöyle ki; 1996 yılında Çin’de bulunan 130 milyon yaşında ki Liaoningornis kuş fosili ile Archaepteryx’ten 30 milyon yıl daha genç Eoalulavis kuş fosil kardeşimi örnek verebilirim. Her ikisi de günümüzde yaşayan kuşlardan farkı olmayan dostlarımdır. Dolayısıyla verdiğim tüm bu örneklerden sonra artık gönül rahatlığıyla; Archaepteryx (Arkeopteriks)’in bir ara form olmayıp nesli tükenmiş bir kuş kardeşim olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
Bir başka gülünç masal ise kuşlar ve dinozor kafa yapıları arasında zerre miskal benzerlik olmadığı halde güya kuşların dinozorlardan meydana geldiği iddiasıdır. Oysaki sözü edilen tüylü dinozor fosilinin (Çin’de bulunduğu iddia edilen Sinosauropteryx fosili) gerçek anlamda kuşların aerodinamik işlevine sahip özelliklerini taşımadığı, hatta kuşlarda ki gibi kanat tüylerinin gerektiğinde eski şeklini alabilen, gerektiğinde hafifçe kaldırma kuvveti yapan özelliklerinin hiçbirini içermediği ortaya çıkmıştır. Hakeza diş özellikleri de öyledir. Zira dişli kuşların üst dişleri düz ve geniş köklü olmasına rağmen dinozorların diş yapıları tam tersi marangoz testeresi gibi girintili çıkıntılı olup, kök yapısı ise dardır. Hatta bilek kemikleri arasında bile bariz bir şekilde uyuşmazlık söz konusudur.
VII. Masal (Böcek yiyen ve uçmayan memeli-Yarasa)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya Yarasanın köstebek, kır faresi ve kirpi gibi böcek yiyen hayvanlardan ve aynı zamanda uçmayan bir memeliden türediği söylene durmuştur hep. Tabii Yarasanın söylenenlere itirazı şu şekilde olmuş. Demiş ki;
—Olacak gibi değil, Yukarıda sıraladığınız varlıklarla beni kıyasladığınızda bir kere benim beş parmaktan dördünün, normal el ve kanat zarını destekleyenlere göre çok daha uzun olduğu görülecektir. Kaldı ki benim böcek yiyen ve uçmayan bir memeli atasına ihtiyacım yoktur. Fosil kayıtlarını incelerseniz benim atam, takriben 50 milyon yaşında olduğu tahmin edilen kayalar arasında bulunduğu bildirilen dünyanın en eski fosil yarası diyebileceğimiz Palaeochtropteryx olduğunu görürsünüz. İyi ki de bulmuşlar. Çünkü bulunan bu yarasa fosili benim soyumdan olan, aynı zamanda yüzde yüz benim gibi yarasadan başkası değildir. Kaldı ki bana ata sunduğunuz varlıklara ait bizim uzuvlarımızı oluşturacak hiçbir ara form fosil kayıtlarında gözükmemektedir. Keza bu durum sadece benim için söz konusu değil kemiriciler ve fareler içinde geçerlidir. Hatta bunların da atalarının orijini hep karanlıkta kalmaya mahkûmdur. Üstelik hiç sıkılmadan, utanmadan, Allah tarafından tüm yaratılanlar arasında eşrefi mahlûkat ilan edilen insanı bile primatlar (maymunlar) takımı içerisine yerleştirilmekten geri durmamışsınız. Aşağıdaki tabloya baktığımızda Prosimianlar (ilkel maymunlar), primatların ataları addedilmektedir. Hatta primatların insektivör (böcek yiyenler) soyundan geldiği de iddia edilmektedir. Görüyorsunuz hadi diyelim ben yarasayım, ya Allah tarafından eşrefi mahlûkat ilan edilen insana atfen atası farz edilen primatları böcek yiyenlerle ilişkilendirilmek istenmesine ne dersiniz, doğrusu şaşmamak elde değil. Üstelik ortada böcek yiyenlerden primatlara geçişi gösteren böyle form olmadığı halde bu iddialar piyasada yer edinebilmektedir. Keza ilkel maymunların Güney Amerika maymunları ve eski dünya maymunları (Catarrhina) arasında da böyle bir geçiş formu yoktur. Belli ki bu sınıflandırmadan esas amaç eşrefi mahlûkat (yaratılmışların en üstü) ilan edilen insanı hayvanlaştırmak olsa gerektir.

Takım Primatlar (maymunlar)
Alt takım I 1-Prosimian (ilkel maymunlar)
2-Lemur (uzun kollular)
3-Loris ((Toparlak vücutlular)
4-Tersier (uzun kollu ve uzun bacaklılar)
Alt Takım II Anthropoidea (Dik yürüyen maymunlar)
1-Platyrrhina-Yassı kemikliler(Yenidünya veya Güney Amerika maymunlar)
2- Catarrhina-Yuvarlak, uzun kemikliler (Eski dünya maymunları)
a-Apes (İleri yapılı maymunlar: Gibbon, orangutan, şempanze, goril, babon)
b-İnsan
Tablo-Primat sınıfının sınıflandırılması.

Ben bir yarasa olarak tabloya baktığımda Lemurların nasıl ortaya çıktığını Paleontolojistler bile açıklayamadıklarına göre, bu noktadan sonra benim fikir beyan etmem haddi aşmak olacaktır. Güney Amerika Maymunları deseniz evlere şenlik, bunlar yeryüzünde ilk göründükleri haliyle günümüzdeki maymunların tıpkı aynısı gibi zaten. Bu arada eski dünya maymunları için bir şey demeye gerek yoktur sanırım. Çünkü bunların atalarını şimdiye kadar bulan bir babayiğit olmadığı gibi eski dünya maymunlar için ara form kabul edilecek türden Eosen zaman dilimine ait doğru dürüst elle tutulur bir tane fosil bile bulunamamıştır. Hakeza dik yürüyen maymunların en gelişmişi sayılan şempanze, orangutan ve goril gibi üyelerin ataları; Afrika, Avrupa ve Asya’da bulunan fosil Dryopithecus (ileri yapılı fosil maymun) olduğu farz edilmektedir. Görüyorsunuz bilim adamı farz etmek ifadesi kullanmaktadır, yani kesin olmayan, ihtimali diyorlar. Şu bir gerçek görünen köy kılavuz istemez. Dolayısıyla bilimde bu tip tabirlere yer verilmediğinden tahmini yorumlarla zaman harcamak boşa kürek sallamak olacaktır.

FOSİLLER VE EVRİM MASALLARI-2

ALPEREN GÜRBÜZER

VIII. Masal (İlk hominid Ramapıthecus-İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken güya ben ilk insansı yarı maymun (hominid) olan Ramapıthecus’tan (uzun kollu maymun) meydana gelmişim. Tabii eşref-i mahlûkat olan insan bu masalı dinler dinlemez şöyle tepki vermiş;
—Olacak gibi değil, valla bu anlatılan masallarla anne karnında dokuz ay yolculuğun ardından dünyaya geldiğime bin pişman ediyorsunuz. Madem öyle ileri yapılı maymunlardan (ape) insana geçit teşkil ettiğini iddia ettiğiniz Ramapıthecus’la benim aramda yüzde yüze yakın ortak yönlerimizin olması gerekmez mi? Şayet bu hayvanın ön (kanina) dişi ve kesici dişleri, benim diğer yan dişlerle uyumlu olmasından hareketle onun soyundan geldiğimi söylemek istiyorsanız bu bir iftiradan öteye gidemez. Şimdi kalkmış benimle onun arasında sadece birkaç diş ve iki parçadan oluşmuş eksik bir çene kemiği (mandibula) üzerine balıklamasına dalıp, birde bunların üstüne üstük hayali çizimler yaparak işte ilk hominid (insan) Ramapithecus budur diyorsanız yazıklar olsun. Kaldı ki ne ilk homonoid (insan) fosillerden, ne de ileri yapılı maymun(ape) fosilleri veya yarı maymun fosiller arasından tereyağından kıl çeker misali şöyle işe yarar nitelikte insan atası bir ara form gösteremezsiniz. Zaten böyle bir kayıtta yoktur. Zira Eckhardt isimde bir bilim adamı Dryopithecus (fosil apes)’a ait iki tür ile hominid diye kabul edilen uzun kollu maymun türünün fosil dişleri üzerinde yaptığı birtakım analiz çalışmaları neticesinde 24 farklı ölçüm verileri elde etmiştir. Anlaşılan o ki elde edilen farklı ölçümler bile Ramapıthecus’un bir hominid olmadığını tek başına çürütmeye yetiyor, artıyor da. Meğer diş ve çene karakterleri aynı tür içerisinde bile değişiklik gösterebiliyormuş. Belli ki bunları bilmesek, bizlere içi boş masalları gerçekmiş gibi yutturacakmışlar.
Onlar kendilerini akıllı, bizleri enayi yerine koya dursunlar alın size bir bomba haber daha. Haber bültenini sunan spiker; “Yakın bir zamanda Habeşistan’da yüksek yerlerde yaşamakta olan bir babon türü maymun ortaya çıkarılmıştır…” diye haberi duyurduğunda doğrusu heyecanlanmadım desem yalan söylemiş olurum. Çünkü bulunan bu hayvan Theropithecus galada olup ağız kısmında ki ön kesici dişler Afrika maymununkinden çok daha küçük ve farklı yapıda, yan dişler deseniz çok sıkı bir halde, çiğneme kasları ise kuvvetli ve aynı zamanda az derinlikte bir siması olan bir Babon'dan başkası değildir. Ayrıca bu yaratığın insana benzeyen diğer özellikleri tıpkı Ramapithecus ve Australopithecus’la tıpa tıp aynısı gibi. Şimdi adama sormazlar mı, madem bu hayvan günümüzde yaşamakta olan bir babon, hem madem genetik yönden insanla taban tabana zıt durumda, o halde bu durumda bir takım diş ve çene özelliklerine bakaraktan hala Ramapithecus’un bir hominid olduğunu söyleyebilir misiniz? İnadınız devam edecekse pes doğrusu.
Netice itibariyle gelinen noktada eldeki veriler Eckhardt’i haklı çıkarmaktadır. Zira Eckhardt kesin bir dille uzun kollu maymunun hominid olmadığını yalanlamakta kalmayıp, bunun olsa olsa galada babonlarına benzeyen ya bir maymun, ya da ileri yapılı maymun (ape) diye kategorize edilebilir demektedir. Nitekim Australopithecus, insan ve maymun üçlüsü arasında ciddi manada kapatılmayacak büyük bir boşluğun olduğunu düşündüğümüzde ilk hominid diye ilan edilen söz konusu varlıkların insan olmadığı gün gibi aşikâr.
IX. Masal (Australopithecus -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken dik yürüyen veya iki ayaklı Güneyli maymun denilen Australopithecus güya benim atammış. Olacak şey değil yukarıda anlatılan sekizinci masaldan kurtulurum derken şimdi dokuzuncuyla karşı karşıyayız. Belki de yağmurdan kaçıp doluya tutulmak denilen olay bu olsa gerektir. Tabii böyle tepki verince masalın kahramanları dönüp bana dediler ki;
— Tepki vermene gerek yoktur. İncelerseniz Australopithecus’un kafatası özellikleri itibariyle ileri yapılı maymunlardan orangutan ve şempanzeye benzediğini, dişlerinin ise insana benzediğini görürsünüz.
Bunun üzerine onlardan müsaade isteyip incelemeye koyuldum. Derken bilimsel çalışmaları inceledikten sonra tekrar yanlarına gelip onlara cevaben şöyle dedim;
— İyi has bir şeyler söylüyorsunuz da Dart tarafından bulunan Australopithecus africanus’un dişleri üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde dişlerin ince yapılı, küçük dişli ve aynı zamanda küçük çeneli olduğu, diğer Australopithecus’un bir değişik varyetesi olan Australopithecus robus’un ise büyük dişli, kalın çeneli, üst şakak kemiklerinin tıpkı goril ve orangutan gibi çıkıntılı olduğu anlaşılmıştır. Üstelik bu Australopithecus’un her iki türünün de insan beyninin 1/3'ü kadar olduğu (yani gorilinki gibi 500 cc. hacminde), hatta çene yapılarının da gorilinkiyle benzer olduğu tespit edilmiştir. Dişler ise insandan ziyade daha çok orangutan ve şempanzeyle uyum arz etmektedir. Dahası Australopithecus’un el, bilek, ayak, omuz, topuk ve leğen kemikleri üzerinde yapılan istatistik ve analiz çalışmaları sonucunda elde ettiğim bulgulara göre; bu yaratığın insan gibi dik yürüyemeyen ve aynı zamanda iki ayaklı olmayan, özellikle iskelet yapısının bugün yaşayan formlardan orangutana benzerlik gösterdiği belirlenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki; delil diye sunduğunuz varlık ne sizin işinize yarıyor, ne de bizim işimize. Yani Australopithecus ne insanın ne de ileri yapılı maymunların bir geçiş formu değildir. Daha çok günümüzde yaşayan yukarıda bahsettiğimiz Theropithecus galada adlı babon ile diş, çene ve yüzce benzer orangutan veya şempanzeye benzeyen bir varlık gibi gözükmektedir.
X. Masal (Java adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken Java adamı (Pithecanthropus erectus) maymun insan arası varlık olup bizim atamızmış güya. Gülesin mi ağlayasın mı dediğimde masalın kahramanları bana diyorlar ki;
— Ne gülmene ne de ağlamana gerek var. Java adamı varsa vardır. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu iş için Hollandalı fizikçi Dr. Dubois Doğu Hint adalarına seferber olup oralarda 1891 yılında Trinil köyü civarının Solo ırmağı kenarında kalın kaşlı yassı alınlı takriben 900 c.c. hacimlik kafatası kemikleri buldu. Hatta kafatası kemiği bulduğu yerden bir yıl sonra da 16 metre uzaklıkta kalça kemiği bularak çalışmalarına bir yenisini daha eklemiş oldu. Ne yani bu kemik parçalarına da mı inanmayacaksın.
Bunun üzerine onlara cevaben şöyle dedim;
—Allah iyiliğiniz versin, Dr. Dubois dediğiniz adam günümüz insanınkinin 2/3’si kadar olan kafatası kemiklerini bulduğu zaman adına dik yürüyen maymun anlamına gelen Pithecanthropus erectus verdiğini bizde biliyoruz, ama hatta aynı yıllar içerisinde iki büyük azı dişin yanı sıra bir küçük azı dişi bulunduğunu da biliyoruz. Hakeza sizinde belirttiğiniz gibi bir yıl sonra geçtiğinde hızını alamayıp Pithecanthropus erectus’u bulduğu yere uzaklıkta 16 mesafede insan uyluk kemiğine benzer bir kalça kemiğini bulduğunu da biliyoruz. Bulmasına bulsun elbette bir şey demiyoruz, amma velâkin değişik zamanlarda ve birbirine yakın mesafelerde elde ettiği değişik parçalardan ibaret bir karışımın aynı adama ait olduğu iddiası ilanına itirazımız var. Kaldı ki sizin bilmediğiniz, fakat bizim bilmediğimiz bir şey daha var. Şöyle ki; Dubois o aralarda Wadjak yakınlarında günümüz insan beyin hacmi ile eşit kafataslarını bulmuş ama, her nedense bunu açıklamayı gizlemiş. Belki de gizlemekte haklıydı. Çünkü daha evvel karma kemik ve diş parçalarından ibaret Java adamı (Pithecanthropus erectus) maymun insan arası fosil varlık ilan edilmişti bir kere. Elbette dönüş olamazdı, dönse tükürdüğünü yalamak gibi bir şey olacaktı. Ancak cesaretini toplayıp 30 yıl sonra Wadjak kafataslarından söz edebilmiş ve hatta ölümünden önce Java adımının büyük bir gibbon maymun olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Fakat bu itiraf neye yarar ki, baksanıza önceki fosil bulguların evrimci arkadaşlarınca Java adamı olarak çoktan kabul edilmişti bile. Özetle Java adamı denilen masal kahramanı aslında şempanze veya goril tipi bir maymundan başkası değildir. Üstelik karma parçaların her biri ayrı bir delil olarak sunulsaydı, mesela bulunan uyluk kemiğinin günümüz insanına benzediğinden dolayı insan derdik, yine bulunan kafatasının maymuna benzediğinden dolayı da maymun derdik. Fakat gel gör ki kazın ayağı öyle değilmiş, kafatası başka bir yerde, bundan metrelerce uzakta leğen kemiği de başka bir yerde bulunuyor. Yani insana ve maymuna benzer parçalar birleştirilip işte al sizlere Java adamı diye sunulmuş bir sahtekârlık örneği ile karşı karşıyayız.
XI. Masal (Nebraska adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken birilerince Nebraska adamı (Hesperopıthecus haroldcooki) maymun insan arası varlık ilan edilip, bizim atamızmış güya. Hoppala, biraz buyur burdan yak! Diyesim geliyor. Daha Java adamı harareti soğumadan yeni bir komediyle karşı karşıyayız galiba demeye kalmadan yine aynı benzer sözlerle şu karşılığı verdiler;
—Nebraska adamı varsa vardır. Yine bir itirazın mı var?
Bunun üzerine onlara cevaben şöyle dedim;
—Bu sefer sözümü uzatmayacağım, sadece şunu söyleyebilirim, Nebraska adamı dediğiniz adam Henry Fairfield Osborn tarafından Nebraska da bulunan bir dişten hareketle önümüze konulmuş bir başka sahtekârlık örneğidir. Nitekim yapılan çalışmalar sonucunda bu adam ne yarı maymun, ne de ileri yapılı bir maymun, tam aksine düpedüz nesli kesilmiş bir prosthennops adında Yabani Amerikan domuz olduğu belirlenmiştir. Bizi şimdiye kadar işte atalarınız “Maymun” diye oyaladığınız yetmemiş gibi, bir o eksik kalmıştı şimdi de kalkmış domuzu servis ediyorsunuz. Çıldırmış olmalısınız, ne diyeyim daha. İnanılacak gibi değil
XII. Masal (Piltdown adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken Piltdown adamı (Eanthropus dawson) maymun insan arası varlık olup bizim atamızmış güya. Ah ah! Ne desek bir türlü anlamıyorsunuz dememe rağmen şu karşılığı verdiler;
— Böylesine seni etkileyen bir şey mi var ki çok derinden bir ah çektiniz.
Bunun üzerine onlara cevaben şöyle dedim;
—Ben ah çekmeyim de kimler çeksin. Arthur Smith Woodward ile Charles Dawson adında bilim adamları define bulmuşçasına yaşının takriben 500.000 yıl olduğunu belirttikleri maymuna benzer bir çene ile insanınkine benzer kafatası fosil bulduklarını ilan ediverdiler. Neyse ki sevinçleri pek fazla sürmedi. Zira 1950 yılında gerek kemiğin gömüldüğü toprağın içerdiği flor miktarını belirleyen ve gerekse fosil kemiklerin toprakta kalış zamanına paralel biriken florun nispi yaşını tayin eden bir metot sayesinde kemiklerin topraktan emdikleri fluorid miktarı ölçülebiliyordu. İşte British Museum’un Paleontoloji bölümünden Kenet Oakley’in yaptığı flor testi sayesinde Piltdown adamına ait dedikleri çene kemiklerinin fluorid içermediği, dolayısıyla toprakta bir yıl bile kalmadığı anlaşılmıştır. Fakat kafatası yeterince fluorid (flor) ihtiva ediyordu, ama iddia ettikleri gibi üzerinden geçen zamanın 500.000 yıl değil birkaç bin yıla ait kafatası olduğu ortaya çıkmıştır. Tabii bulunan kemikler üzerinde yapılan testler üzerinde ilk sonuçlar şüpheleri daha da derinleştirmeye vesile oldu diyebiliriz. Bu sefer enine boyuna yapılan tüm detaylı çalışmalar sonucunda; kemiklere eskiye ait imaj vermek adına demir tuzlarıyla oksitlenip (Potasyum-dikromat ile lekelendirme) arkeolojik görünüm sağlanmış, bu arada dişlerin de çene kemiğine yerleştirelim derken eğelendikleri ortaya çıkmıştır. Hatta fosillerin yanı başında bulunduğunu iddia ettikleri Piltdown adamına ait dedikleri ilkel araçların ise çelik aletlerle törpülenmiş fason aletler olduğu anlaşılmıştır.
Sözün özü; maalesef Piltdown adamı da bir sahtekârlık örneği olarak karşımıza çıkmış durumda. Yani adam diye sunulan yaratık meğer orangutan çenesi ile insan kafatası bir araya getirilip maymun-insan arası süsü verilmeye çalışılan bir sahte masal kahramanından başkası değilmiş. Tüm bu gerçekler ifşa olunca ister istemez 40 yıl boyunca hem halk hem de bilim adamlarının birçoğu oyuna getirilip British Museum’de sergiledikleri Piltdown adamı nihayet ortadan kaldırılabilmiştir. Böylece bu efsanede burada noktalanmış oldu.
XIII. Masal (Pekin adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken ağzı usulüne uygun geçme iple bağlı, ipuçları plastik kapsülden geçirilerek bağlanmış mühürlü bez torba içerisinden etiketi üzerine;
“—Yer: Çin’in Pekin şehri yakınında bulunan bir çukur.
—Tarih:1921.
—Delil:2 adet azı dişi.
—Delili bulan: Dr. David son Black” yazılı delil poşeti içerisinden Dr. David son Black tarafından Pekin adamı diye ismi belirlenen ve bu adama ait olduğu bildirilen iki azı dişi fosili çıkmıştır. Aradan çok geçmeden yine ağzı usulüne uygun geçme iple bağlı, ipuçları plastik kapsülden geçirilerek bağlanmış bir başka ikinci mühürlü bez torba içerisinden etiketi üzerine;“Kazı ile görevli Çin Paleontolojisi Dr.W. C:Pei. Tarafından 1927 yılında üçüncü azı dişi ve 1928 yılında ise kafatası parçaları ile iki alt çene kemiği bulunmuştur” yazılı delil poşeti daha merkez laboratuarımıza ulaşıp, uzmanlar huzurunda incelenmek üzere açılmıştır. Ayrıca bu ikinci delil poşetine ait bulgulardan bir şekilde haberdar olan Dr. David son Black tarafından alelacele hazırlanan bir müzekkere yazısı ile tarafımıza gönderilen son bulgularında Pekin adamına ait olduğu bildirilmiştir. Doğrusu bu aceleciliği anlamış değiliz. Zaten nasıl olsa uzmanlar Pekin adamına ait olduğunu iddia ettiğiniz numuneleri inceledikten sonra bu hususta prosedür gereği rapor tanzim edip gerçekleri açıklayacaklardır elbet. Dolayısıyla bu hususta koştur koştur yapmanın anlamı yoktur. Nitekim daha rapor aşamasına gelmeden hemen müzekkere yazısı ile Pekin adamına ait fosillerin kalker kayalıkların yüzeyinde bir mağarada bulunduğunu, hatta daha sonra bu mağara tavanının çöküp fosillerin üzerini kapladığına dair bilgilerle uzmanların analiz çalışmalarını etkileyeceğini düşünüyorsanız, hayal kırıklığına uğramanız ihtimal dâhilindedir. Yine ısrarlı bir şekilde her iki mühürlü torbada ki bulguların aynı adama ait olduğunu belirterek analiz çalışmalarını yönlendireceğini sanıyorsunuz, bu da imkânsız. Çünkü teori başka bir şey, pratik başka bir şeydir. Bilimde analitik tahliller geçerlidir, teoriler değil. Dolayısıyla bu tip görüşler iddia sahiplerini bağladığından, bu tür ön kabullerin uzmanlar tarafından değerlendirmeye alınmayacağı muhakkak. Zira onların işi iddialar üzerinde durmak değil, bulgular üzerinde analiz yapmaktır. Gerçekten de tüm bu kamuoyunu etkilemeye yönelik girişimlere rağmen uzmanlar olay mahallinin bulduğu yere seferber oldular. Hatta eldeki bulgularla birlikte olay yeri ekipmanları ile birlikte inceleme çalışmalarına başlanıldığında gerçekten Pekin adamına ait olduğu bildirilen parçaların söz konusu dolgunun muhtelif katmanlarında rastlandığını tespit etmişlerdir. Fakat çökmüş mağarada bulunan kafataslarının tümü parçalanmış halde ve alt çeneleri ise maalesef ortada yoktu. Bu arada olay yeri inceleme uzmanlarımızdan Boule, Pekin adamına ait olduğu bildirilen kafataslarının maymununkine benzediğini tespit etti, hatta gözlemlerini bir makale şeklinde yayınladı da. Gerçekten de fosillerdeki alt çene ve dişlerin ileri yapılı maymunlara (apes-yani orangutan ve şempanze grubuna) benzediğini diğer uzman arkadaşlarda bizatihi yerinde şahit olmuşlardır. Belli ki ortada yine bir hinlik söz konusudur. Nasıl ki yukarıdaki XI. masalda da bahsedildiği üzere tek bir dişe dayanarak Nebraska adamı ilan edildiyse bu seferde aynı şeyin Pekin adamı için de iddia edilmesi tarih yeniden mi tekerrür ediyor sorusunu akıllara getiriverdi o an. Malumunuz bu iddianın ilk sahibi Black 1934 yılında ölünce bu fikirden vazgeçilir sanılmıştı, ama öyle olmadı. Yerine Franz Weidenreich çalışmaları damgasını vurmaya başladı. Hatta Franz Weidenreich, arkadaşı Pei’nin yaptığı kazılardan çok önce kendince bir takım bulgular elde etmiş, daha sonra kaybolan kafataslarını baz alaraktan hayal gücüne dayalı Pekin adamı tasarımı çizip fotoğraf halinde günümüz insanla karşılaştırmak üzere herkesin beğenisine sunmayı ihmal etmemiş bir bilim adamıdır. İyi hoş, sunmasına sunsun ama, kazının yapıldığı andan itibaren söz konusu bulgular üzerinde bir takım yapılan değişiklikler ve tahrifat olmasa belki bu iddialar bir noktaya kadar inandırıcı olabilirdi. Üstüne üstelik tüm fosil kafatası kalıntıları darmadağınık vaziyette sunulmuştur. Bununla da kalmayıp dağınık halde param parça materyalleri monte edip alçı türü dolgu maddesi ile tamamlamak cüretini bile sergileyebilmişlerdir. Bu durum bir bilim adamının yapması gereken yakışır bir durum olmasa gerektir. Tabii her şey bitmedi, dahası var. Şöyle ki; iki diş hariç diğerleri tamamen kaybolduğu gibi bulunamamış ta. Şimdi kalkmışlar bizlerden Weidenreich’in kafasında oluşturduğu hayal gücüne dayalı tasarıma inanmamızı bekliyorlar. Onlar bekleye dursun olay yeri inceleme uzmanlarından Valllois’in zihninde; söz konusu parçaların mağara kaynaklı olmayıp, aksine haramilerce ve savaş esnasında ganimet toplayan avcılar tarafından taşınmış kafa veya kafa parçaları olduğu düşüncesi oluşmaya başladı. Zira kuşkular arttıkça diğer araştırmacılar da Pekin adamı denilen bulguların avcılar tarafından katledilip yendiği noktasında yoğunlaşmışlardır. Nitekim tüm kafataslarının kuvvetli bir darbe ile vurulup beyinlerinin çıkarıldığı hemen hemen kesin gibiydi. Hatta olay yerinde yontulmuş taşların bulunması avcıların varlığına işaret ediyordu. Derken çok meşhur araştırmacılardan Lois Leakey çalışmalarına yeni bir boyut kazandırarak tüm şüpheleri ortadan kaldıracak nitelikte Olduvai Gorge’un 2. nehir yatağında bulduğu; hem Java hem de Pekin adamının aynısına benzer varlıkların aynı dönemde yaşamış olduklarını gösteren bulguların yanı sıra ayrıca taştan kulübelerin mevcudiyetine dikkat çekerek masal kahramanlarını şaşırtan bir çıkış yaptı. Dolayısıyla evrimciler aynı dönemde yaşamış tüm bu örneklere ait varlıkların nasıl oluyor da birbirinin atası olabilir sorusu karşısında dona kaldılar. Kaldı ki insan eseri olan kulübelerin bu fosil kalıntılarından önceki tabakalarda bulunması tek başına iddialarını çürütmeye yetecek cinstendir.
Bir başka araştırıcı O’Connell uzmanların çalışmalarına ışık saçacak nitelikte fosillerin bulunduğu alanda kireç taşı ocağını bulması ve aynı zamanda çok sayıda kuvartz taşlarının varlığını tespit etmesi yapılan çalışmaları daha bir anlamlı hale getirmiştir. Zaten Choukouten’un coğrafi konumu gereği kuvartz olmaması gerekirdi. Belli ki başka yerlerden buralara inşaatta kullanmak maksadıyla getirilmiş. Dahası tam manasıyla kül yığınlarının olması buralarda kireç yakıldığının bir göstergesiydi. O’Connell bununla da kalmamış Pekin adamına ait kafataslarını bulunduğu yerde insana ait fosillerin varlığına da işaret ederek bu fosillerin kireç ocağı yanarken üst katmanlardan kayan kireç taşlarının altında kalan bulgular olduğunu ispatlamış oluyordu. Çünkü kayan toprak çöküntüleri aynı anda Pekin adamına ait parçaları da örtmüştü. İşte bu son çalışmalar ışığında rapor şöyle tamamlanmıştır: Pekin adamı diye sunulan delil aslında eski taş ocağındaki işçiler tarafından avlanarak beyinleri çıkarılmış ya büyük babonlar ya da iri yapılı maymunlardan başkası değildir. Yani pekin adamı senin benim gibi insan tarafından öldürülmüş ve afiyetle beyni yenilmiş bir maymun.
Gerçekten de Richard Leakey’in raporları en az O’Connell kadar evrim masallarını yerle bir edecek türdendi. Zira Richard Leakey oluşturduğu ekiple yaptığı kazılarda elde ettiği bir kafatasının Pekin adamından ziyade son derece ileri düzeyde günümüz insanının kafatasına çok yakın olduğunu ve aynı katmanlarda bulunan kemiklerin insana ait bacak kemikleri ile tıpa tıp uyumluluğunu tespit etmiştir. Böylece bu bulgular ışığında bizim gibi dik yürüyen aynı zamanda sözde masal ataların bulunduğu zamanlardan 2,5 milyon yıl daha eski olduğunu ispatlayarak tüm evrim masallarını tarihin çöplerine gömmüştür.
Hülasa-ı kelam gelinen nokta itibariyle Pekin adamı denilen ucube yaratık olup önce aslı kaybolmuş sonra sadece alçıdan yapılmış modelleri ile ayakta kalınmaya çalışılan bir sahte masaldan başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle sahtekârlığı raporlandırılarak gözler önüne serilen bir yaratıktır.
XIV. Masal (Neanderthal adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken Evrimcilerce Neandarthal adamı yarı dik yürümesi ve insana benzer olması dolayısıyla hemen geçiş formu ilan ediliverdi. Oysa Neandarthal dedikleri adam bizim gibi tamamen dik yürüyen bir insan olup, eğik kalması ise D vitamini eksikliğinden veya kemiklerin iltihaplı ve sakat olmasından kaynaklanan bir durum olsa gerektir. Gerçekte sakatlığı olmazsa o da bizim gibi dik yürüyen bir insandan başkası olamazdı. Yani o maymunla insan arasında asla geçiş formu değildir. Bilakis bugün gelinen noktada Neanderthal adamı ölüsünü defneden, yazı yazabilen ve hatta dini inancı olan bir insan olduğu anlaşılmıştır.
Hâsılı kelam masallardan gerçeğe dönersek tek hakikatin vahiy olduğunu anlarız. Allah-ü Teala; “Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: ‘Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz’ diyeceklerdir” (Hicr, 14–15) diye beyan buyurmaktadır.
Vesselam.

[b]FOSİLLER VE EVRİM MASALLARI
SELİMGÜRBÜZER[/b]
Fosiller ekseriyetle sedimant denilen çökelmiş tortullar içerisinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla gerek deniz canlılara ait türler, gerek tatlı su formlara ait türler, gerekse karada yaşayan canlılara ait türlerin çökelmiş bulundukları tortular içerisine gömülüp sertleştikten sonra kaya parçası halinde fosilleşebiliyorlar. Bu yüzden sertleşen kalıntılara fosil denmektedir. Bilindiği üzere Darwin, teorisini güçlendireceği düşüncesiyle fosillere çok ümit bağlamıştı. Öyle ki kendisi hayatı boyunca teorisine dayanak kılacak milyonlarca ara geçiş formlarının fosil kalıntılarının içerisinde olabileceği hayaliyle hep yaşadı. Şayet bir gün bu hayal gerçekleşmezse, ileri sürdüğü bu teorisine insanların inanmayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden evrimciler kendilerine devr edilen mirasın yüzüstü bırakılmaması veya Darwin’in bu hayalini gerçekleştirmek adına büyük bir gayretle kolları sıvayıp hummalı bir şekilde karış karış fosil aramaya koyuldular. Derken gelinen nokta itibariyle Darwin’in kehaneti bizatihi kendi müritleri tarafından yarı balık veya yarı sürüngen benzeri hiçbir ara formun izine bile rastlanılmamasıyla birlikte kendiliğinden çöküvermiştir.
Bilindiği üzere fosil yaş tayininde birtakım metotlar kullanılmaktadır. Aslına bakarsak bir kayanın yaşını kesin kes ortaya koyan tam manasıyla güvenilir bir metot yoktur. Buna rağmen bugün en iyi yaş tayini metodu olarak görülen radyometrik metot revaçta gibi. Bu metodun ölçü alınmasının nedeni mineral içeren kayaların bünyesinde yer alan uranyum, kurşun, thorium-kurşun, potasyum-argon vs. gibi maddelerin izotop oranlarını esas alan bir metot olmasından dolayıdır. Fakat söz konusu izotop oranları kayaların meydana gelişinden önceki zamanı ortaya koymaktan aciz durumdadır. Yine de her şeye rağmen radiometrik yaş tayini metodunun verilerini kıstas alındığında yeryüzünün yaşı 4,5 milyar olduğu öngörülmüştür. Ayrıca yeryüzünde yaşayan canlıların bir zaman diliminde fosilleştiğinden hareketle ortaya çıkan fosillere indeks fosiller denmiştir. Keza tahmin edilen zaman içerisinde fosillerin dizilişini gösteren indekse de jeolojik sütun denmektedir. İşte evrimciler bu indeks tablo içerisinde yer alan fosil sıralamanın gereği kendilerine göre bir hayali sütunlar inşa ederek, güya yeryüzünde önce omurgasızlar sahne almış, sonra bunları takiben sırasıyla güya balıklar, kurbağalar, sürüngenler ve daha sonra da memeliler görünmeye başlamışlar tarzında iddialar ortaya atmışlardır. Oysaki ortada bir gerçek var; o da malum tüm canlıların belirli bir tertip üzere yaratılmış olduğudur. Yani evrimleşmenin olmadığı bir yaratılış sıralaması söz konusudur. Kaldı ki ortaya çıkan fosil kayıtlarından öyle anlaşılıyor ki yaratılış sıralaması önce denizlerden başlamış, akabinde kara sahası canlılarla donatılmış ve en nihayet insan ortaya çıkmıştır. Ancak bu sıralamadan sakın ola ki yaratılış zinciri halkasında yer alan tüm bitki, hayvan ve insanlık âleminin ortak bir gen havuzundan meydana geldiği anlamı çıkarılmaya kalkışılmasın. Zira her tip kendi gen havuzunda dallanıp budaklanıp çeşitli türlere ayrılmışlardır. Hiçbir zaman çeşitlilik bir başka canlıya dönüşümü sağlamamıştır. Yani her türün zenginliği kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Buna rağmen günümüzde evrim masalları gırla gidiyor. Madem gırla gidiyor, bizde kendimizce bir masal dünyasında dolaşalım bakalım evrim masalı nasıl anlatılırmış varmış diye bir görelim.
[b] I.Masal (Protozoa-metazoa)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, güya çok hücrelilere (metezoalar) ait organizmalar, en az yarım milyarlık bir zaman periyodu içerisinde protozoalardan (bir hücreli canlılar, basit organizmalar) evrimleşmişlerdir. İşte bu ilginç masalı anlatırken ister istemez aklıma bir şey takıldı. Şu meşhur harikulade petekli göz yapısına sahip Trilobitler var ya, işte ondan söz ediyorum. Malumunuz bu canlı son derece mükemmel bir matematiksel programla dizayn edilmiş göz yapısıyla dikkat çekmektedir. Üstelik bu canlının kambriyen devrinden günümüze kadar zerre miskal değişikliğe uğramadan aynı orijinal tasarımını muhafaza ederek hayata merhaba demesi evrimcilerin; “Canlıların ilkel yapıdan karmaşığa doğru evrimleştiği” hipotezini tek başına çürütmeye yetmiştir dersek yeridir. Biz biliyoruz ki metazoa form fosiller gayet kompleks bir şekilde kambriyen kayaları arasında yer almaktadır. Yani, kambriyen kayalıkları kompleks omurgasız canlılara ait türlerin bolca bulunduğu form zenginliğine sahiptir. Madem öyle kambriyenden önceki prekambriyen kayalarında neden fosil bulunmamakta, doğrusu bu masalı dinlerken şaşmamak elde değil. Dolayısıyla kambriyen faunasının evrim geçirmediğini duvara anlatmak masal kahramanlarına anlatmaktan daha kolay olsa gerektir. Onlar umursamasalar da kambriyen katmanlarında çok sayıda birbirinden farklı türlerin her hangi ortak bir atadan gelmeksizin ansızın yeryüzünde göründüklerini gösteren fosiller önümüzde durmaktadır. Hatta sağduyulu bilim adamlarının adına “kambriyen patlaması” dedikleri bu büyük deliller jeolojik kayıtlarına çoktan geçti bile. Bundan daha da öte maalesef protozoalarla kambriyendeki metazoalar arasında 1ila 2 milyar yıllık büyük bir zaman boşluğu olmasına rağmen bu masal bildiğini okumaya devam etmektedir. En iyisi mi biz, yeni kuşaklara masal yerine gerçekleri söylemeye çalışalım. Ey gençler! Şunu iyi bilin ki; yeryüzünde biyolojik nizam ansızın ortaya çıkıp son derece karmaşık yapıdaki canlılarla donatılarak neşvünema bulmuştur. Kesinlikle bir canlıdan diğer canlıya dönüşüm söz konusu olmadığı gibi her hangi ara geçiş form türü de yoktur. Şayet bir canlı türünden bir başka canlı türüne geçişi gösteren bir ara formu bulan olursa, şunu iyi bilsin ki şimdiden ödüllendireceğimizi söyleyebiliriz. Sakın ola ki sonra biz böyle bir şey duymadık demeyin, çünkü işin ucunda büyük bir ikramiye var. Nereden çıktı bu ikramiye derseniz, baksanıza birileri 150 yılı aşkındır harıl harıl çalışıyorlar habire, fakat gel gör ki, yazık hala iddialarını destekleyecek bir tek delil bile bulamadılar, olur ya yeni kuşak gençler olarak bu büyük ikramiye belki sizlere kısmet olur. Bakın, bir zamanlar Simpson adın da bir adam kim bilir prekambriyen dönemine ait fosilleri bulmak için ne hayaller kurmuştu. Ne yazık ki beklediği ve hayallerini süsleyecek buluşlar netice vermedi. Böylece tüm uğraşıları fiyaskoyla sonuçlanıverdi.
II. Masal (omurgasızlar-omurgalılar)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, omurgasızlardan omurgalılara geçiş kordalılar (Chordata=Sırt iplikliler) vasıtasıyla gerçekleşmiş güya. Tüm bunlar söylenmesine söylenir de durum vaziyete bakıldığında ortada omurgasız ve balık türünden fosillerin varlığı bu durumu doğrulamıyor. Dahası içlerinden bir bakıyorsun ne bir fosilleşmiş ara geçiş bir delil formuna ne de yarı balık veya yarı amfibiyen geçiş formların varlığını gösteren herhangi bir delil türüne rastlanılmıştır. Hatta mevcut fosillere bakıldığında ilk omurgalıların Agnatha (çenesizler) sınıfından olduğu gözükmektedir. Mesela bu sınıfın ilk üyelerinden Ostracoderm (pullu derililer) ve diğer üyelerin ortak atalarına ait herhangi bir delil niteliğinde fosil ortaya konulamamıştır. Keza yüksek kemikli balık grupları ve köpek balık türlerine ait ortak atalarının olduğu iddia edilen herhangi bir delil formların izine de rastlanılmamıştır. Bu arada bazı aklı evveller hızını alamayıp galiba kemik kadar sert olmayan bükülgen, esnek, bağdoku yapıda olmalarına binaen güya kıkırdaklı balıkların (Chondrichtyes veya Cartilaginous) evrimleşerek kemikli balıkları (Osteichtyes) meydana getirdiğinden dem vurmaktalardır. Oysa fosil kayıtları köpek balıklarıyla ilgili iskelet özelliklerinin ilkel forum ilan ettikleri kıkırdaklı balıklardan çok daha ilkel ve bozulmuş durumda olduğunu göstermektedir. Hem şu da var ki, kemikli balıklar yeryüzüne bir anda çıkıvermişlerdir. Keza akciğerli balıklarda öyledir. Kaldı ki evrimciler kıkırdaklı balıkların atası olduğunu iddia ettikleri Placodermlerin (zırhlı balıkların) varlığı ortada yokken, nasıl oluyor da atası olmayan varlık bir başkasına ata olur doğrusu şaşmamak elde değil. Yine bir başka ara form olduğunu iddia ettikleri tür ise Coelacanth fosilidir. Oysa ilerleyen zaman dilimlerinde dünyanın başka yerlerinde 200’ü aşkın Coelacanth’ın görülmesiyle birlikte evrimcilerin iddia ettiklerinin tam aksine adından söz edilen fosilin ne ilkel bir akciğere sahip yaratıktır bu ne de büyük bir beyine sahip bir yaratıktır, yani her ikisi de değildir. Dahası balığın vücudundan çıkan bir takım çıkıntılar yağ kesecikleriymiş, yani akciğer değilmiş. Derken bu varlığın şimdiye kadar yazılan çizilen tüm masal kahramanlarını bile şaşırtacak cinsten okyanusun derinliklerinde yaşayan tipik dip balığının ta kendisi balıkmış meğer. Böylece dip balığı olduğu anlaşılınca bu masalda kendiliğinden sonlanmış oldu.
[b]III. Masal (Balık-kurbağa)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, balıktan kurbağa meydana gelmiş güya. Tabii kurbağa atası olduğu iddia edilen balığın huzuruna çıkıp bu durumu merak etmiş sormuş;
-Yani siz şimdi demek istiyorsunuz ki, senden (balıktan) bana (kurbağaya) kademeli geçişi gösteren ara fosil Rhipidistian crossopterygian (yassı yüzgeçli balıklar) ile en eski amfibyumlardan Ichthyostega (kuyruklu su kurbağası) cinsi olduğudur. Madem öyle nasıl oluyor da bu iki cins arasında ciddi manada büyük farklılıklar var. Kaldı ki su hayatından kara hayatına geçiş için yassı yüzgeçli balıkta var olan göğüs ve kalça (pelvic) kaslarının kaybolmasıyla birlikte buna paralel olarak kurbağa ayak ve bacaklarının da kademeli bir şekilde ortaya çıkışını gösterecek bir ara formun olması gerekmez mi?
Bu akıl dolusu soru karşısında balığın alnında boncuk boncuk terler akmaya başlayınca şöyle demiş:
-Aman evladım bak sen daha çok küçüksün, böyle sorularla beni huzurda oyalamakla boyundan büyük işlere karışıyorsun.
Tabii evlat kurbağa bu ya, hiç tınmadan bu sefer sorunun cevabını kendi şöyle verir:
-Öyle diyorsun da mevcut tüm fosiller ve şuanda yaşayan tüm balıkların leğen kemikleri hem küçük hem de gevşek bir şekilde adale içerisine gömülü oldukları gözlemlenmiştir. Üstelik söz konusu kemiklerin omurga sütunlarıyla da doğrudan bir bağlantının olmadığı belirlenmiştir. Dolayısıyla bu durumda leğen kemiklerinin vücut ağırlığını desteklemesi imkânsız kılmaktadır. Kaldı ki balık cephesinde durum bu iken kurbağa cenahında yaşayan dört ayaklı kurbağalar veya fosil kayıtlarında geçen kurbağaların ise leğen kemikleri hem çok büyük hem de sıkı bir halde omurgaya tutturulmuş olup yürümeyi sağlayacak bir yapıdadır. Üstelik yürümeye yönelik bu özelikler bugün itibariyle ne yaşayan balıklarda mevcut ne de ata dediğin geçmiş balık formların da mevcut. Maalesef böyle beni temsil edecek bir tane geçiş formu piyasada görünmüyor.
Balık bu akıl dolu sözler karşısında yine köşeye sıkışmanın telaşıyla şöyle der;
-Bak evlat, bu iş akşamdan sabaha, ya da sabahtan akşama ansızın vuku bulan bir olay değil, zira balıklardan kurbağaların meydana gelişi 70 milyon yıl içerisinde gerçekleşen bir olaydır bu.
Kurbağa cevaben şöyle der:
-Madem 70 milyonluk bir zaman diliminde gerçekleşmiş diyorsun, o zaman bana 70 milyon veya daha erken bir zaman dilimine ait kayalar içerisinde böylesi bir tane balık fosili göster desem, gösteremeyeceksin. Kaldı ki daha geçen ajanslara düşen bir haber de; 1939 yılında Afrika kıyısında kurbağaları meydana getirdiği sanılan Latimeria cins bir Crossopterygian balığın halen balık olarak yaşadığı ortaya çıkmıştır. Görüyorsun bu olay tek başına balık ve kurbağa arasında ara formun olmadığını ortaya koymaya yeter artar da.
Tabii balık, kurbağanın önüne koyduğu delillerden balık ve kurbağa arasında geçişleri gösteren ara formun olmadığını anlayınca bu sefer başka bir iddiayı gündeme getirir, der ki:
-Bak evlat! Madem beni kaale almıyorsun, bak geçenlerde arkadaşlarım birçok balık gruplarını incelemeleri sonucunda; yassı yüzgeçli balıkların, kurbağaların ve sizin gerçek atanız olabileceği kanaatine vardılar. İsterseniz sizde bir inceleyin görün, bak o zaman kuyruklu su kurbağaya (Ichthyostega) ait iskeletin kısmi olarak kurbağaya benzediğini, hatta karmaşık bir baş tipli omurga ve iç kulak girintilerine sahip olduğunu, yüzgeçlerinde ise kemik kalıntılarının olduğunu göreceksin. Sanırım bu olay Devonian devrinin sonlarında gerçekleşti diyebilirim.
Kurbağa en nihayetinde tüm bildiklerini ortaya şöyle dökerekten cevap verir:
-Yani diyorsun ki kurbağalar Devonian sonunda piyasaya çıktı. Hadi öyle olduğunu kabul etsek bile bunların atası olduğunu söylediğiniz Crossopterygian’ların (yassı yüzgeçli balık) Devonian devrinin başında veya ortasında evrimleşmiş olması gerekmez mi? Hadi bundan da vazgeçtim diyelim. Peki, Devonian devrinde yaşadığı söylenilen hem yassı yüzgeçli balıkların hem de tatlı su formların gruplar halinde ortadan kalkması gerekmez miydi? Üstelik Missipian periyodunun başında üç kurbağa takımı daha bulunmuştur. Dolayısıyla sizin iddianız gereği bu üçlünün Crossopterygian (yassı yüzgeçli balık) su kurbağasından (Ichthyostega) evrimleşmesi gerekirken bir bakıyorsun tam aksine bu üçlü grubun hiçbir ferdinde yassı yüzgeçli balık ve kuyruklu su kurbağası gibi baş tipli bir omurga yapısı yoktur. Bilakis bu grubun tüm üyeleri son derece ilkel zarf türünden (lepospondylous) diyebileceğimiz bir omurga yapısına sahiplerdir. Ayrıca bu üçlü takımın bir ferdi olan Aistopoda’nın 200 adet omurga ve uzun vücutlu yapısıyla da dikkatleri üzerine çekmektedir. Aynı zamanda bu takımın üyelerinin kahır ekseriyetinin ne görünürde ayakları mevcut ne de göğüs veya leğen kemiklerinin olduğuna dair herhangi bir iz mevcut. Hakeza Nectridea takımının bazı elemanları da öyledir. Anlaşılan o ki baş tipli omurga, yassı yüzgeçli balıklarla kurbağa arasında doğrudan ilişki kurulmaya çalışılması son derece akla ziyan bir tutumdur.
Şimdi madem Aistopoda ve Nectridea; hem Crossopterygian (yassı yüzgeçli balık), hem de su kurbağalarıyla (Ichthyostega) uzaktan yakından hiçbir benzerliği yok, o halde bu durumda hala yassı yüzgeçli balık ve su kurbağaların tüm balıkların atasıdır diyebilir misiniz? Üstelik ben sana yaşayan üç kurbağa takımından söz ettim, hatta bunlara Semenderler (keler), Newtseler (keler), ayaksızlar (Coacilia), ayaksız solucanlar ve kurbağaları da (Anura veya Sallentia) ilave edebiliriz. Sözünü ettiğim bu canlılar uzun arka ayaklara, zarf tipi bir omurgaya sahip olmakla birlikte, bunlar aynı zamanda kuyruksuz olup kara omurgalıların en modern, belki de en gelişmiş üyeleridirler. Tüm bu bilgiler ışığında; baş tipli omurganın kurbağa ile ataları kuyruklu su kurbağalar arasında geçit köprüsü oluşturmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani Paleozoik’te ortaya çıkarılan kurbağaların hiçbirisinin bu modern üçlü takımı çağrıştıran hiçbir geçiş formuna rastlanılmadığı gibi arada telafi edilemeyecek derecede büyük bir boşluğun bulunması apayrı bir vaka olarak önümüzde durmaktadır. O halde sizden özellikle rica ediyorum, lütfen kendini bana ata ilan etme. Çünkü tüm bu formların kesinlikle evrim geçirmediği gayet açık bir şekilde ortada dururken kendimle alay edilmesine asla müsaade edemem.
[b]IV. Masal (Kurbağa-Sürüngen)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, kurbağadan sürüngen meydana gelmiş güya. Tabii bunu duyan sürüngen, hemen kendine atalık taslayan kurbağaya şöyle demiş;
-Öyle diyorsun da. Ama şöyle bir geçmişe baktığımda buna benzer atalık iddiaların tekrarını güya omurgasızların omurgalıya, bir balığın dört ayaklı bir yaratık türe (tetrapoda türüne), uçmayan bir hayvanın ise uçan bir hayvan türüne evrimleştiği şeklinde bir sürü uydurulmuş hikâyelerin gırla gittiğini gördüm. Peki, bir sürü hikâye uyduruldu da ne oldu, günün sonunda görüldü ki iddia edilen evrimleşme dönüşümlerini doğrulayan tek bir ara form fosil türü bile bulunamamıştır. Kaldı ki yaşayan kurbağalarla sürüngenlerin iskeletleri arasında bariz farklılıkların var olmasının yanı sıra üstüne üstük sürüngenlerin kurbağalardan farklı olarak yumurtaları rahimde yer almaktadır. Tüm bu gerçeklere rağmen birde karşıma çıkmışsın bana atalık taslıyorsun, olacak iş mi?
Bunun üzerine kurbağa dayanamamış şöyle cevap vermiş;
-Bak evladım! Seymouria ve Didactes senle benim aramda geçişi sağlayan Permian devri formudurlar, isterseniz bir de bu ikisini bir arada inceleyiverin, bak o zaman atan olduğumu anlamış olacaksın.
Sürüngen cevaben şöyle der;
-Bir kere adını zikrettiğin formlar Cotylosauria takımından ayaksız sürüngenler olup senin dediğin şekliyle asala Permian döneminde değil bir önceki Pensilvanian devrinde bulunmuşlardır. Hatta memelileri meydana getirdiği iddia edilen Synapsida alt takımının memeli benzeri üyeler de bu devirde görülmüşlerdir. Şimdi soruyorum nasıl oluyor da Seymouria ve Didactes’ler hem benim hem de o devirde yaşamış memelilerin atası olabiliyor. Galiba bir taşta iki kuş vurmak kurnazlığı denen hinlik bu olsa gerektir.
[b]V. Masal (Sürüngen-Memeli)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, güya memelile, sürüngenlerden evrimleşerek meydana gelmiş. Tabii memeliler dayanamamış atası olduğunu iddia eden sürüngene meramını şöyle dile getirmiş;
-Bak bir zamanlar siz sürüngenler için de birileri çıkıp habire atanızın kurbağa olduğunu iddia edip kendilerince gülüp eğleniyorlardı. Şimdi görüyorum ki, aynı oyun biz memeliler içinde sahnelenmek istenmekte. Üstüne üstelik benim atam olduğunu iddia ettiğin yetmemiş gibi hızını alamayıp kuşların da atası olduğunu söylüyorsun. Oysa bir koltuğa iki karpuz sığmaz, dolayısıyla bu tür bol keseden atıp tutmalarınıza şaşmamak elde değil. Bir kere memeliler olarak sen dâhil diğer tüm canlılardan anatomik yönden ciddi manada farklılıklarımız söz konusudur. Öyle ki üreme tarzımızdan tutunda gerek sıcakkanlı oluşumuz, gerek diyafram aygıtımızdan kaynaklanan değişik solunum modellerine sahip oluşumuz, gerek tüylerimizin varlığı ve gerekse yavrularımızı emzirme biçimimize kadar bir dizi hayati faaliyetlerimiz sizlerden çok farklıdır. Kaldı ki kendi grubumuzdan ayı, balina, fare veya yarasa gibi memeli türleri arasında bile ciddi farklılıklarımız söz konusudur, üstelik hepimiz aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmışız da. Ve bugüne kadar ortaya çıkarılan fosil memelilerin günümüzde yaşayan memelilerle birlikte birebir uyumlu halde tek alt çene kemiğine sahip oldukları gibi orta kulakta yer alan çekiç, örs ve üzengi üçlüsü işitme kemiklerine haiz oluşlarıyla da uyumludurlar. Tüm bu gerçeklere rağmen birde karşıma çıkmış ben senin sürüngen atanım diye ahkâm kesebiliyorsun, bu olacak iş mi? Oysaki sizlerin alt çenenizde en az dört kemik ve işitme cihazınızda ise sadece üzengi denilen küçük bir işitme kemiğinizin varlığı söz konusudur. Hadi tüm bunları yok varsayıp görmezden gelsem de, şayet bana şimdiye kadar iki veya üç çene kemiği veya iki kulak kemiğine sahip geçiş formlarının varlığını gösterip ispatlarsan seni kendime atam olarak kabul etmeye söz veriyorum. Ama görüyorum ki sen, iddialarını ispatlamak yerine halen inadım inat sendeki alt çenenin her iki yanındaki üçer tane küçük kemiklerin güya biz memelilerin kulağına sıçrayaraktan işitme kemiklerine dönüştürecek bir senaryo ile işi komedi filim hale getirmiş durumdasınız.
Bunun üzerine sürüngen dayanamamış şöyle cevap vermiş;
-Bak evladım! Synapsida senle benim aramda geçişi sağlayan form olabilir, isterseniz bu formu da bir inceleyin belki fikrin değişebilir.
Memeli cevap vermiş;
-Şayet kendim Synapsida denen canlı türünden evrimleşerek meydana gelmişsem, bir kere bu söz konusu alt sınıf canlı türler sürüngen gruplarından çok önceden yeryüzünde görünmüşlerdir. Dolayısıyla bu durumda ben senden önce dünyaya gelmiş oluyorum ki, ortada tam da komedi filmlerini aratmayacak bir durum söz konusudur. Bu nasıl senaryo ise oğullar baba, babalar oğul olmuş bir filimle atalık taslar haldesiniz. Oysa filim izlemeye hiç de gerek yoktur, baksanıza Halep oradaysa arşın da buradadır.
[b]VI. Masal (Sürüngen-Kuş) [/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, kuşlar da sürüngenlerden meydana gelmiş güya. Tabii bu haberi duyan kuşlar hemen kanatlarını çırpıp uçaraktan atası oldukları iddiasında bulunan sürüngenlerin yanına konuverip itirazlarını şöyle dile getirmişler;
-Olacak iş değil, bu nasıl bir cüret ki uçmayan bir hayvandan uçan bir hayvan meydana geldi iddiasında bulunabiliyorsunuz, bu iddialarınızı asla kabul etmemiz mümkün değil. Bari hiç olmazsa uçmayan bir canlının tedrici olarak uçacak hale gelecek değişiklikleri ispatlayacak bir ara form gösterseniz de kuşlar olarak bizlerde ikna oluversek.
Sürüngenler bu durumda şöyle cevap vermişler;
-Bakınız bu hususta sizlere atası dinazor olan, daha yeni yeni uçmaya başlayan Arkeopteriks’i atanız olarak örnek gösterebiliriz. Nitekim Arkeopteriks tıpkı sürüngenlerde olduğu gibi kanatlarının kenarında pençe şeklinde yapılar olup fakat göğüs kemiği olmayan, ağzında dişleri ve kuyruğunda omurgası var olan bir canlıdır. Sanırım bu anlattığımız özellikler ikna olmanız için yeterlidir.
Kuşlar cevaben şöyle derler;
-Ortada maalesef ikna edilecek bir durum göremiyoruz. Şayet kendilerinizi bize karşı ata ilan etmek istiyorsanız Arkeopteriks yerine Güney Amerika’da yaşayan hoatzin kuşunu (Opisthocomus hoatzin) örnek gösterseydiniz daha iyi olurdu. Çünkü bu hayvan gençlik döneminde kanatlarında iki pençesi ve küçük bir omurgası ile uçuş yapmakta. Üstüne üstük bu sözünü ettiğimiz canlı türü bir ara formda değil, sizlerin az önce tek tek saydığınız özelliklere haiz yüzde yüz bir kuştur. Hatta bu tür örnekleri çoğaltabiliriz de. Mesela Afrika’da yaşayan touraco kuşunun (Musophogidae familyasından Touraco coryhaix) genç üyelerinin kanatlarında da pençeler mevcut. Hakeza yine Afrika’da yaşayan deve kuşu (Ostrich) kanatları üç pençeli meşhur bir kuştur. Şunu iyi biliniz ki bize delil diye göstermek istediğiniz pençeler ve omurgalar bizim için asla ölçü değildir.
Sürüngenler bu durum karşısında şöyle cevap verir;
-Peki, peki anladık, çokbilmiş gibi konuşuyorsunuz, bu arada pençe mençe derken işi kaynatıp göğüs kemiği ve dişten hiç bahsetmediniz, doğrusu merak ettik acaba nedendir?
Kuşlar bu kez şöyle der;
-Ne yani göğüs kemiğinin (sternum) Arkeopteriks’te olmaması evrimleşme iddialarınız için avantaj kabul ediyorsanız pes doğrusu. Tüm ümitlerinizi kemiğin olup olmadığına bağladıysanız bikere uçabilen memeli yarasalarda kemik var zaten. Kaldı ki şu an ajanslara düşen sizleri şoke edecek bir haberimiz de var. Şimdi işiteceğiniz bu haberle birlikte kemikten söz ettiğinize bin pişman olacaksınız. Şöyle ki 1992 yılında bulunan yedinci Arkeopteriks fosilinde sternum’un varlığı gözler önüne sergilenmiştir. Şimdi tam da bu noktada size soruyoruz; bu durumda Arkeopteriks’in hangi yanı ara form, hangi yanı yarı-kuş türüdür? Maalesef sizin dilinize dolayıp da sternum’u olmadığını ileri sürdüğünüz işte o ara form dediğiniz canlı türünde meğer bariz bir şekilde göğüs kemiği de varmış. Şimdi birde kalkmışsınız hiç sıkılmadan, pişkin pişkin en temel iddianız olan tam uçamayan ara geçit kuş formu diye yutturmaya çalıştığınız Arkeopteriks’i bize delil olarak sunmaktasınız.
Gelelim diş meselesine. Günümüz kuşlarında dişin olmaması geçmiş jeolojik devirlerde yaşamış olan kuşlarınkinde elbette ki olmayacak anlamına gelmez. Nitekim sizin soyca mensup olduğunuz bir kısım üyelerinizin de dişe sahiplerdi, keza bir kısmı da dişsiz üyelerdir. Aslında sizler bu konuyu gündeme getirmekle farkında olmadan bizim ekmeğimize yağ sürüp zihnimizi de açmış oluyorsunuz. Hem nasıl ufkumuz açılmış olmasın ki, baksanıza dişe sahip olan kuşların dişi bulunmayanlara göre ilkel ilan etmiş olduğunuzu pratik zekâmızla anında fark ettik bile. Dahası sizin demenize karşılık fark ettiğimiz kadarıyla öyle anlaşılıyor ki Monotremata (Platypus=Avustralya’ya özgü kendisi kunduza, gagası ördeğe benzer küçük memeli bir hayvan) ve bir kısım memeliler hiçbir şekilde dişe sahip olmadıkları içindir insandan daha gelişmiş sayılmalarını gerektirir. Ki, bu durumda bu ne perhiz bu ne lahana turşusu misali sizler açısından şimdiye kadar söylediklerinizin tam aksine bir durum ortaya çıkıp böylece ‘Memeliler insandan türemiştir’ şeklinde sil baştan yeni bir evrim tarihi yazmanız gerekecektir. Gerçekten de şimdiye kadar hayal mahsulü yazmış olduğunuz evrim tarihinize bir göz gezdirdiğimizde yumurtlayan veya gagalı olan memelilerin Pleistosen dönemine kadar hiç piyasada görülmedikleri şeklinde bir tablo ortaya koymakla ortada doldurulamayacak derecede çok büyük bir boşluk zaman diliminin varlığını görüyoruz. Belli ki bu söz konusu büyük boşluk zaman diliminde ‘doğuran memeli’nin görünmesinden 150 milyon sonrasına tekabül etmektedir ki, bu tam manasıyla taban tabana zıt çelişikliğinizi gözler önüne seren bir durumdur. En iyisi mi sizler bu çelişik durumunuzdan kurtulmanız için sil baştan yeni bir evrim tarihi yazmaya başlasanız iyi olur, en azından işi daha da sarpa sardırmaktan kurtulmuş olursunuz.
Her neyse, sizler yeni evrim tarihi yazmak için düşüne durun, asıl sizlere duyuracağımız yeni bir bomba haberimiz daha var ki, belki de bu haber sizleri yeni bir evrim tarihi yazmaktan vazgeçtireceği gibi habire bizlere Arkeopteriks’i ara form olarak takdim etmenize de bin pişman olacağınız bir bomba haber olacaktır.
Bu durum karşısında sürüngenleri büyük merak sarıp şöyle sual ederler:
-Neymiş o bomba haberiniz?
Kuşlar cevaben bomba haberi şu şekilde duyururlar:
Ey Sürüngenler! Bir an evvel aklınızı başınıza toplayın. Bakın 1977 yılında Yale üniversitesi Profesörlerinden John Ostrom bir makale yayınladı. Nitekim bu makalesiyle Arkeopteriks’in bulunduğu jeolojik sütundan (Jura) daha eski katmanlar arasında gerçek anlamda kuş fosili bulunduğunu cümle âleme bildirmiş bile. İşte delilse, asıl delil buna derler, dikkat edin ara form bulundu demiyor, gerçek bir kuş fosilinin bulunduğundan söz ediyor. Dolayısıyla artık Arkeopteriks’i bu noktadan sonra ara form olarak sunmanız abesle iştigal bir tutum olacaktır. Çünkü delil olarak sunduğunuz o hayvan aslında tüylerinin ve kanatlarının olması hasebiyle ara formda bir kuş değil tam dört dörtlük diyebileceğimiz gerçek anlamda basbayağı bizim gibi bir kuştur. Öyle ki, bu söz konusu kuş aynı zamanda bizim gibi sıcakkanlı tüylüdür de, asla sürüngenler ve dinozorlar gibi soğukkanlı değildir. Şu bir gerçek Arkeopteriks’i ara form olarak ilan etmekle tüm kuşlara da saygısızlık etmiş oluyorsunuz. Siz siz olun Arkeopteriks’i uçan sürüngenlerden (petrosaur’lar) ya da karada yaşayan diğer sürüngenlerden evrimleştiği şeklinde kafanıza yerleştirdiğiniz düşünceleri silmeye bakın. Hem kaldı ki sizler içinde aynı saygısızlık durum söz konusu olabiliyor. Nitekim kendi içinizde ki türlerinizin jeolojik gelişim evrelerine bir bakın mevcut bulunan türlerden bir bakıyorsun dört parmaktan dördüncüsünün çok uzun olmasına binaen kanat zarını desteklediğini gösterecek herhangi bir emare olmadığı gibi dördüncü parmağın kademeli bir şekilde uzadığını gösteren herhangi bir ara formda yoktur. İşte kendi aranızda bile böylesi bir ara forma rastlanılmaması bütün iddialarınızı çürütmeye ziyadesiyle yeter artar da.
Şayet bu dediklerimize de ikna olmadıysanız, alın size bir başka delil daha. Şöyle ki; 1996 yılında Çin’de bulunan 130 milyon yaşında ki Liaoningornis kuş fosili ile Archaepteryx’ten 30 milyon yıl daha genç Eoalulavis kuş fosil kardeşimizi de sizlere bariz bir delil örnek verebiliriz pekâlâ. Yani her ikisi de günümüzde yaşayan kuşlardan hiçbir farkı olmayan can dostlarımızdır. Dolayısıyla verdiğimiz tüm bu örneklerden sonra artık gönül rahatlığıyla şunu deriz ki: Archaepteryx (Arkeopteriks)’in bir ara form olmayıp nesli tükenmiş bir kuş kardeşimizdir.
Bu arada şunu da belirtmekte yarar var, kuş türleri ile ve dinozor kafa yapıları arasında zerre miskal benzerlik olmadığı halde kimi zaman iki de bir kuşların dinozorlardan meydana geldiği iddialarınızdan da vazgeçseniz iyi olur. Çünkü sözü edilen tüylü dinozor fosilinin (Çin’de bulunduğu iddia edilen Sinosauropteryx fosili) gerçek anlamda kuşların aerodinamik işlevine sahip özelliklerini taşımadığı, hatta kuşlarda ki gibi kanat tüylerinin gerektiğinde eski şeklini alabilen, gerektiğinde hafifçe kaldırma kuvveti yapan özelliklerinin hiçbirini içermediği ortaya çıkmıştır. Hakeza diş özellikleri de öyledir. Zira dişli kuşların üst dişleri düz ve geniş köklü olmasına rağmen dinozorların diş yapıları tam aksine marangoz testeresi gibi girintili çıkıntılı olup, kök yapısı ise dardır. Hatta bilek kemikleri arasında bile bariz bir şekilde uyuşmazlık söz konusudur.
[b]VII. Masal (Böcek yiyen ve uçmayan memeli-Yarasa)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, birileri çıkıp yarasaların güya köstebek, kır faresi ve kirpi gibi böcek yiyen hayvanlar ve uçmayan bir memeliden türemiş oldukları zırvasından bulunmuş. Hani yerin kulağı vardır denilir ya hep, aynen öyle de bunu duyan yarasalardan birinin hemen yanlarına konup itirazı şu şekilde olmuş. Demiş ki;
-Olacak iş değil, bikere benim yukarıda sıraladığınız canlı türlerine göre kıyasladığınızda, benim beş parmaktan dördünün normal el ve kanat zarını destekleyenlere göre kıyas edildiğinde çok daha uzun olduğu görülecektir. Kaldı ki benim ne böcek yiyen türden bir ataya ne de uçmayan bir memeli atasına ihtiyacım vardır. Zahmet edipte şayet fosil kayıtlarını tek tek ayıklayıp incelemiş olsaydınız benim atamın takriben 50 milyon yaşında olduğu tahmin edilen kayalar arasında bulunan en eski fosil yarasası Palaeochtropteryx olduğunu görürdünüz. İyi ki de kendi ata fosilimi bulmuşlar. Çünkü bulunan bu yarasa fosili sayesinde yüzde yüz benim soyumdan olan yarasadan başkası olmadığı ortaya çıkmıştır. Anlaşılan o ki, dedikodu piyasasına servis edilen benim atam diye sunduğunuz varlıklardan hiçbirinin uzuvlarını oluşturacak hiçbir ara form fosil kayıtları ortada yok gözükmektedir. Hatta aynı durum kemiriciler ve fareler içinde öyle olup bunların da atalarının orijiniyle alakalı hiçbir ara form izine rastlanılmamıştır. Kelimenin tam anlamıyla ara form denen hadise karşımıza hep karanlıkta kalan esrarengiz bir sır perdesi olarak çıkmıştır hep. Hem kaldı ki değil bizler, Yüce Allah’ın (c.c) tüm yarattıkları canlılar arasında sadece eşrefi mahlûkat ilan ettiği insanı bile kendini kafanıza göre hayvan kategorisine dâhil ederekten primatlar (maymunlar) takımı içerisine konumlandırıp bu alengirli meseleyi ileri boyutlara taşımış olduğunuzu görüyorum. Nitekim aşağıdaki tabloya baktığımızda Prosimianların (ilkel maymunların), buna insanda dâhil tüm primatların ataları olduğundan dem vurulmakta. Hatta bundan da öte primatların güya insektivör (böcek yiyenler) soyundan geldiğinden de dem vurulmakta. Hadi ben yarasa olarak sonuçta kendim bir hayvan yaratığı olduğum her halimden besbellidir, peki ya bizimle taban tabana zıt, üstelik Yüce Allah (c.c) tarafından da eşrefi mahlûkat ilan edilen insanın atasını durduk yere hayvan kategorisinde maymun ilan etmenize ne demeli? Daha da hızınızı alamayıp primatları böcek yiyenlerle ilişkilendirilmenize ne demeli? Belli ki ortada tuhaf, bir o kadar da çarpık hayali göstermelik bir tablo var. Oysaki fosil kayıtlarında böcek yiyenlerden primatlara geçişi gösteren ara formlar olmadığı halde kendinizce hayal mahsulü oluşturduğunuz böylesi göstermelik bir tabloyla ilişkilendirme cüretini gösterebiliyorsunuz da. Hakeza aynı durum ilkel maymunların hem Güney Amerika maymunlarıyla hem de eski dünya maymunları (Catarrhina) arasında da böyle bir geçiş formu yoktur. Belli ki bu sınıflandırmadan böcek, maymun işin bahanesi gibi gözüküyor. Dahası asıl maksadınız bir punduna getirip, Yüce Allah tarafından eşrefi mahlûkat (yaratılmışların en üstü) ilan edilen insanı hayvan kategorisine dâhil ederekten atasını maymun olduğunu ilan etmek olduğu her halinizden besbellidir.

[b]Takım

Primatlar (maymunlar)

Alt takım I

1-Prosimian (ilkel maymunlar)

2-Lemur (uzun kollular)

3-Loris ((Toparlak vücutlular)

4-Tersier (uzun kollu ve uzun bacaklılar)

Alt Takım II

Anthropoidea (Dik yürüyen maymunlar)

1-Platyrrhina-Yassı kemikliler(Yenidünya veya Güney Amerika maymunlar)

2-Catarrhina-Yuvarlak, uzun kemikliler (Eski dünya maymunları)
a-Apes (İleri yapılı maymunlar: Gibbon, orangutan, şempanze, goril, babon)

b-İnsan
Tablo-Primat sınıfının sınıflandırılması.[/b]

Ben bir yarasa olarak yukarıda ki tablodan hareketle Lemurların (uzun kolluların) nasıl ortaya çıktığını işin uzmanı Paleontolojistler bile açıklayamazken ama sizlere baktığımda görüyorum ki gayet pişkin pişkin maşallah herkese kulp takmakta mahir elemanlar olarak haddinizi aşıp görüş bildirebiliyorsunuz. Bari hiç olmazsa Güney Amerika Maymunlarına kulp takmasaydınız fenamı olurdu, baksanıza kulp taktığınız bu söz konusu hayvanlarda yeryüzünde ilk göründükleri haliyle günümüzdeki maymunların aynısıdırlar. Hakeza eski dünya maymunları için de durum vaziyet aynıdır. Nitekim bunların da atalarını şimdiye kadar bulan bir babayiğit ortaya çıkmadığı gibi eski dünya maymunlar için de ara form kabul edilecek türden Eosen zaman dilimine ait herhangi bir fosil kaydı bulunamamıştır. Sadece ortada varsayım olarak dik yürüyen maymunların en gelişmişi yaftasıyla şempanze, orangutan ve goril gibi üyelerin ataları olduğu söylenen Dryopithecus’un (ileri yapılı fosil maymunun) Afrika, Avrupa ve Asya’da fosil halde olduğu farz edilmektedir. Dikkat edin bilim adamları bu hususta farzımuhal ifadesi kullanmakta, yani kesinlik kazanmayan bir ihtimal öngörüsünde bulunuyorlar. Dolayısıyla siz siz olun hiç boşa heveslenmeyin, buradan da sizlere asla bir ekmek çıkmayacaktır. Şu bir gerçek görünen köy kılavuz istemez. Bilim dünyasında ütopik masallara asla itibar edilmeyeceğinden kendinizi hayali tablolarla oyalamakla boşa kürek sallamış oluyorsunuz.
VIII. Masal (İlk hominid Ramapıthecus-İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, ben ilk insansı yarı maymun (hominid) olan Ramapıthecus’tan (uzun kollu maymun) meydana gelmişim güya. Tabii eşref-i mahlûkat bir insan olarak bu masalı dinler dinlemez şöyle tepki vermişim;
-Olacak gibi değil, vallahi bu anlatılan masallarla biliniz ki anne karnında dokuz ay yolculuğumun ardından dünyaya geldiğime geleceğime bin pişman ediyorsunuz. Madem öyle ileri yapılı maymunlardan (ape) insana geçit teşkil ettiğini iddia ettiğiniz Ramapıthecus’la benim aramda yüzde yüze yakın ortak yönlerimizin olması gerekmez miydi? Şayet bu hayvanın ön kanina dişi ve kesici dişleri, benim diğer yan dişlerle uyumlu olmasından hareketle onun soyundan geldiğimi söylemek istiyorsanız bu bir iftiradan öte bir anlam ifade etmeyecektir. Şimdi birde kalkmış benimle onun arasında sadece birkaç diş ve iki parçadan oluşmuş eksik bir çene kemiği (mandibula) üzerine balıklama dalmanız yetmemiş gibi birde üstüne üstük bunlara ilaveten hayali çizimlerle de işte ilk hominid (insan) Ramapithecus budur iddiasında bulunma pervasızlığını gösterebiliyorsunuz. Hiç boşa heveslenmeyin, şunu iyi biliniz ki ne ilk homonoid (insan) fosillerinden ne ileri yapılı maymun (ape) fosillerinden ne de yarı maymun dediğiniz fosiller arasından tereyağından kıl çeker gibi işte şu insanın atası diyebileceğiz bir tane olsun tek bir ara form gösteremeyeceksiniz. Zaten gösterebileceğiniz tek bir ara form fosil kayıtlarında da yoktur. Nitekim Eckhardt ismiyle meşhur bir bilim adamı Dryopithecus’a (fosil apese) ait iki tür ile hominid diye kabul edilen uzun kollu maymun türünün fosil dişleri üzerinde yaptığı birtakım analiz çalışmaları neticesinde 24 farklı ölçüm verileri elde etmiştir. Anlaşılan o ki, elde edilen farklı ölçümler bile Ramapıthecus’un bir hominid olmadığını tek başına çürütmeye yeter, artar da. Bu demektir ki diş ve çene karakterleri aynı tür içerisinde bile değişiklik gösterebiliyor. Belli ki bunları bilmesek, bizlere içi boş masalları gerçek yaşanmış öyküymüş gibi yutturacakmışsınız.
Hiç boşa heveslenmeyin alın size bir bomba haber daha. Bakın, bir spiker; “Yakın bir zamanda Habeşistan’da yüksek yerlerde yaşamakta olan bir babon türü maymun ortaya çıkarılmıştır…” diye haber bültenini sunduğunda sizleri bilemem ama ben bu haberi işittiğim de doğrusu heyecana kapılmaktan kendimi almadım. Hem heyecanlanmamak ne mümkün, baksanıza haber bültenlerine konu olup da bulunan bu hayvan Theropithecus galada olup ağız kısmında ki ön kesici dişler Afrika maymununkinden çok daha küçük ve farklı yapıda olmanın yanı sıra yan dişleri de çok sıkı bir haldedir, çiğneme kasları ise kuvvetli ve aynı zamanda az derinlikte bir siması olan Babon’un tıpa tıp aynısıdır. Yani Babon’dan başkası değildir. Ayrıca bu yaratığın insana benzeyen diğer özellikleri de tıpkı Ramapithecus ve Australopithecus’la tıpa tıp aynıdır. Peki, bu durumda adama sormazlar mı, madem bu hayvan günümüzde yaşamakta olan bir babon, hem madem genetik yönden insanla taban tabana zıt bir yaratık, o halde bu durumda bir takım diş ve çene özelliklerine bakaraktan hala Ramapithecus’un bir hominid olduğunu iddia ediyorsanız, pes doğrusu.
Netice itibariyle gelinen noktada eldeki veriler Eckhardt’i haklı çıkarmaktadır. Zira Eckhardt ismiyle meşhur bir araştırmacı kesin bir dille uzun kollu maymunun hominid olmadığını yalanlamakta kalmayıp, bunun olsa olsa galada babonlarına benzeyen ya bir maymun, ya da ileri yapılı maymun (ape) olsa gerektir demektedir. Nitekim Australopithecus, insan ve maymun üçlüsü arasında ciddi manada kapatılmayacak büyük bir boşluğun olduğunu düşündüğümüzde ilk hominid diye ilan edilen söz konusu varlıkların insan olmadığı gün gibi aşikâr ortada her şey zaten.
IX. Masal (Australopithecus -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, dik yürüyen veya iki ayaklı Güneyli maymun denilen Australopithecus benim atammış güya. Olacak iş değil, yukarıda anlatılan sekizinci masaldan kurtulalım derken şimdi de dokuzuncuyla karşı karşıya kalmış durumdayız. Dahası bu kez yağmurdan kaçıp doluya tutulmak denen uyduruk yeni bir masalla karşı karşıyayız. Tabii böylesi bir tepkiyle karşılık verince masalın kahramanları dönüp bana şöyle dediler;
-Böylesi tepki göstermene hiçte gerek yoktur. Şuan bizim göstereceğimiz örnekleri bir incelerseniz Australopithecus’un kafatası özellikleri itibariyle ileri yapılı maymunlardan orangutan ve şempanzeye benzediğini, dişlerinin ise insana benzediğini görürsünüz.
Bunun üzerine onlardan müsaade isteyip incelemeye koyuldum. Derken bilimsel çalışmaları inceledikten sonra tekrar yanlarına gelip onlara cevaben şöyle dedim;
-Peki, iyi hoş bir şeyler söylüyorsunuz da, Dart ismiyle meşhur bir araştırmacı tarafından bulunan Australopithecus africanus’un dişleri üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde dişlerin ince yapılı, küçük dişli ve aynı zamanda küçük çeneli olduğu belirlenmiştir. Diğer Australopithecus’un bir değişik türü olan Australopithecus robus’un ise büyük dişli, kalın çeneli, üst şakak kemiklerinin tıpkı goril ve orangutan gibi çıkıntılı olduğu anlaşılmıştır. Üstelik bu Australopithecus’un her iki türünün de insan beyninin 1/3’ü kadar olduğu (yani gorilinki gibi 500 cc. hacminde), hatta çene yapılarının da gorilinkiyle benzer olduğu tespit edilmiştir. Dişlerin de insandan ziyade daha çok orangutan ve şempanzeyle uyum arz etmektedir. Yetmedi Australopithecus’un el, bilek, ayak, omuz, topuk ve leğen kemikleri üzerinde yapılan istatistik ve analiz çalışmaları sonucunda edindiğim bulgulara göre de; bu söz konusu yaratığın insan gibi dik yürüyemeyen ve aynı zamanda iki ayaklı olmayan, özellikle iskelet yapısının bugün yaşayan formlardan orangutana benzerlik gösterdiği belirlenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki; delil diye sunduğunuz yaratık ne sizin işinize yarıyor, ne de bizim işimize. Yani Australopithecus ne insana ait geçiş formu ne de ileri yapılı maymunlara ait bir geçiş formudur. Daha çok günümüzde yaşayan yukarıda bahsettiğimiz Theropithecus galada adlı babon ile diş, çene ve yüzce benzer orangutan veya şempanzeye benzeyen bir yaratık gibi gözükmektedir.
[b] X. Masal (Java adamı -İnsan)[/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Java adamı (Pithecanthropus erectus) güya maymun ila insan arası varlık olup bizim atamızmış. Gülesin mi ağlayasın mı dediğimde uyduruk masalın kahramanları bana diyorlar ki;
-Bizi ne diye ikide bir timsah gözyaşları eşliğinde alaya alıp gülüp durursun, Java adamı varsa vardır. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu iş için Hollandalı fizikçi Dr. Dubois seferber olmuş bile. Öyle ki kendisi Doğu Hint adalarına seferber olduğunda oralarda 1891 yılında Trinil köyü civarının Solo ırmağı kenarında kalın kaşlı yassı alınlı takriben 900 c.c. hacimlik kafatası kemikleri bulmuştur. Hatta kafatası kemiği bulduğu yerden bir yıl sonra da 16 metre uzaklıkta kalça kemiği bulup çalışmalarına bir yenisini daha eklemiş oldu. Ne yani bulunan bu kemik parçalarına da mı inanmayacaksınız.
Bunun üzerine onlara cevaben şöyle dedim;
-Allah iyiliğinizi versin, Dr. Dubois dediğiniz adam günümüz insanınkinin 2/3’si kadar olan kafatası kemiklerini bulduğu zaman adına dik yürüyen maymun anlamına gelen ‘Pithecanthropus erectus’ ismini verdiğini bizde biliyoruz, hatta aynı yıllar içerisinde iki büyük azı dişin yanı sıra bir küçük azı dişi daha bulduğunu da biliyoruz. Hakeza sizin de belirttiğiniz gibi bir yıl sonra geçtiğinde hızını alamayıp Pithecanthropus erectus’u bulduğu yere uzaklıkta 16 mesafede insan uyluk kemiğine benzer bir kalça kemiğini de bulduğunu biliyoruz. Bulmasına bulsun elbette bir şey demiyoruz, amma velâkin değişik zamanlarda ve birbirine yakın mesafelerde elde ettiği değişik parçalardan ibaret bir karışımın aynı adama ait olduğu iddiasına itirazımız vardır. Kaldı ki sizin bilmediğiniz, fakat bizim bildiğimiz bir şey daha var ki, o da Dubois o aralarda Wadjak yakınlarında günümüz insanın beyin hacmi ile eşit kafataslarını bulmuşlar bulmasına ama her nedense bunu açıklamayı herkesten gizlemiş durumdalardır.. Belki de gizlemekte haklıydılar. Çünkü daha evvel karma karışık kemik ve diş parçalarından müteşekkil Java adamı (Pithecanthropus erectus), maymun ila insan arası fosil bir varlık olarak alelacele ilan edilip ok yaydan çıkmıştı bikere. Dolayısıyla malumun ilanı denen bu söylemden dönüş olamazdı, aksi halde tükürdüğünü yalamak gibi bir durum hâsıl olacaktı. Ne zaman ki Dubois cesaretini toplayıp de kendini açıklayacak halde hisseder, ancak ve ancak 30 yıl bir zaman sonra kafataslarından söz edebilmiştir. Hatta ve hatta ölümünden önce Java adımının büyük bir gibbon maymun olduğunu itiraf etmiş de. Ama gel gör ki geç kalınmış bir itiraftı, ne işe yarardı ki, nitekim evrimci arkadaşlarınca önceki söylemleri esas alınıp Java adamı olarak halen takdim edilmeye devam edilmekte.
Evrimciler inatla söylemlerine devam ede duruşunlar, gerçek şu ki Java adamı denilen masal kahramanı aslında şempanze veya goril tipi bir maymundan başkası değildir. Hem kaldı ki ortaya konan önceki karma çorman parçaların her biri ayrı bir delil olarak sunulsaydı, mesela bulunan uyluk kemiği bulgusunun günümüz insanına benzediğinden dolayı belki insandır diyebilirdik. Hakeza bulunan diğer kafatası bulgusunun da maymuna benzediğinden dolayı da belki maymundur diyebilirdik. Fakat gel gör ki kazın ayağı hiçte öyle değilmiş meğer. Baksanıza kafatası başka bir yerde, diğer leğen kemiği ise ondan metrelerce uzakta başka bir yerde bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki ortada insana ve maymuna benzer parçalar sonradan bir araya getirilip birleştirilerekten al sizlere “Java adamı” diye sunulmuş cinsten bariz bir şekilde sahtekârlık örneği bir durum söz konusudur.
[b]XI. Masal (Nebraska adamı -İnsan) [/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, birilerince Nebraska adamı (Hesperopıthecus haroldcooki) maymun ila insan arası bir varlık ilan edilip, bizim atamızmış güya. Amiyane tabirle de olsa içimden “Hoppala, buyur biraz da burdan yak” diyesim geliyor. Düşünsenize daha Java adamı iddiasının harareti soğumadan yeni bir komediyle acaba yine karşı karşıya kalır mıyız demeye kalmadan yine aynı benzer sözlerle bana şu karşılığı verdiler;
-Nebraska adamı varsa vardır. Ne yani, yine bizi alaya alıp Nebraska adamına damı itiraz edeceksiniz?
Bunun üzerine onlara cevaben şöyle dedim;
-Merak etmeyin bu kez sözümü fazla uzatmayacağım, sadece şunu derim ki, Nebraska adamı dediğiniz adam Henry Fairfield Osborn tarafından Nebraska’da bulunan bir dişten hareketle önümüze konulmuş bir başka sahtekârlık örneğidir. Nitekim yapılan çalışmalar sonucunda bu adam ne yarı maymun, ne de ileri yapılı bir maymundur, tam aksine düpedüz nesli kesilmiş bir prosthennops adında ‘Yabani Amerikan domuz’ olduğu belirlenmiştir. Bize şimdiye kadar işte atalarınız “Maymun” diye diye sunup yeterince oyaladığınız yetmemiş gibi, şimdi de kalkmış maymun yerine bu kez domuzu servis ediyorsunuz. Çıldırmış olmalısınız, bilmem sizlere daha ne diyeyim ki?
XII. Masal (Piltdown adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içerisinde kalbur zaman içerisinde, develer tellal iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, iddia odur ki; Piltdown adamı (Eanthropus dawson), maymun ile insan arası varlık bir olup bizim atamızmış güya. Ne diyelim, belli ki bu dünyada atıp tutmanın sınırı yok gibi gözüküyor, yine de birileri her zamanki gibi atıp tutmalarına rağmen şu cevabı verdim:
-Bakınız, Arthur Smith Woodward ile Charles Dawson adında ikili araştırmacı güya define bulmuşçasına yaşının takriben 500.000 yıl olduğunu belirttikleri maymuna benzer bir çene ile insanınkine benzer kafatası fosil bulduklarını ilan edivermişlerdi. Ama sevinçleri pek fazla sürmeden değim yerindeyse hevesleri kursaklarında kaldı. Zira 1950 yılında hem kemiğin gömüldüğü toprağın içerdiği flor miktarını belirleyen hem de fosil kemiklerin toprakta kalış zamanına paralel olarak biriken florun nispi yaşını tayin eden metot geliştirilmenin sayesinde kemiklerin topraktan emdikleri fluorid miktarı ölçülebiliyordu. İşte British Museum’un Paleontoloji bölümünden Kenet Oakley’in yaptığı bu flor testi metodu sayesinde Piltdown adamı dedikleri adama ait çene kemiklerinin fluorid içermediği, dolayısıyla toprakta bir yıl bile kalmadığı belirlenmiştir. Sadece bulunan bulgular içerisinde kafatası fluorid (flor) madde içeriyordu ki, bu da öyle iddia ettikleri şekliyle öyle üzerinden 500.000 yıl geçmiş bir zaman dilimi değildi, bilakis üzerinden birkaç bin yıl geçen bir kafatası olduğu belirlenmiştir. Böylece kemikler üzerinde yapılan testlerden çıkan ilk sonuçlar şüpheleri daha da derinleştirmeye yetmiştir. Baktılar ki, işler sarpa sarıp hevesleri kursaklarında kalacak gibi gözüküyor, bu kez kemikler üzerinde nasıl kamuflaj yaparız babından kafa yoracaklarıdır, derken kemikleri eskiye ait olduğu imajı vermek adına demir tuzlarıyla oksitleyip (Potasyum-dikromat ile lekelendirme) arkeolojik görünüm vermeyi deneyeceklerdir. Yetmedi bu arada kamuflaj malzemesi olarak dişleri de çene kemiğine yerleştireceklerdir. Peki, yerleştirdiler de ne oldu, sonradan monte ettikleri dişlerin eğelediklerinin foyası ortaya çıktığı gibi, fosillerin yanı başında bulunduğunu iddia ettikleri Piltdown adamına ait ilkel araçların da çelik aletlerle törpülenmiş fason aletler olduğu foyası ortaya çıkmıştır.
Kelimenin tam anlamıyla Piltdown adamı da diğerlerinde olduğu gibi bu da tam tamına sahtekârlık örneği olarak karşımıza çıkmış durumda. Dahası adam diye sundukları yaratık orangutan çenesi ile insan kafatası bir araya getirilip maymun-insan arası süsü verilmeye çalışılan sahte masal kahramanından başkası değilmiş meğer. Tabii tüm bu kamuflaj foyaları ifşa olunca 40 yıl boyunca British Museum’de sergilenen Piltdown adamı nihayetinde bir daha sergilenmemek üzere ortadan kaldırılabilmiştir. Böylece bu efsanede burada noktalanmış olur.
XIII. Masal (Pekin adamı -İnsan)
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, ağzı usulüne uygun geçme iple bağlı, ipuçları plastik kapsülden geçirilerek bağlanmış mühürlü bez torba içerisinden etiketi üzerine;
“-Yer: Çin’in Pekin şehri yakınında bulunan bir çukur.
Tarih:1921.
Delil:2 adet azı dişi.
Delili bulan: Dr. David son Black” yazılı delil poşeti içerisinden ‘Pekin adamı’ ismiyle bildirilen adama ait iki azı dişi fosili çıkmıştır. Aradan çok geçmeden yine ağzı usulüne uygun geçme iple bağlı, ipuçları plastik kapsülden geçirilerek bağlanmış bir başka ikinci mühürlü bez torba içerisinden de etiketi üzerine; “Kazı ile görevli Çin Paleontolojisi Dr. W. C:Pei. Tarafından 1927 yılında üçüncü azı dişi ve 1928 yılında kafatası parçaları ile iki alt çene kemiği bulunmuştur” yazılı delil poşeti çıkıp işin uzmanlarınca incelenmeye alınmıştır. Derken bu ikinci delil poşetine ait bulgulardan bir şekilde haberdar olan Dr. Davidson Black tarafından hemen alelacele hazırlanan bir müzekkere yazısıyla gönderilen son eldeki bulgularında Pekin adamına ait olduğu bildirilmiştir. Doğrusu Dr. Davidson’un bu aceleciliğini anlamış değiliz. Ne de olsa uzmanlar Pekin adamına ait olduğu iddia edilen numuneleri inceledikten sonra bulgular neyi gösteriyorsa ona göre raporlandıracaklardır zaten. Dolayısıyla, eğer işin rapor aşamasına daha gelmeden hemen ekibiyle birlikte müzekkere yazısıyla:
- Pekin adamına ait fosillerin kalker kayalıkların yüzeyinde bir mağarada bulunduğunu,
- Daha sonraları bu mağara tavanının çöküp fosillerin üzerini kapladığını,
-Her iki mühürlü torbadan çıkan biyolojik bulguların da aynı adama ait olduğunu bildirmekle uzmanların analiz çalışmalarını etkileyip yönlendirilebileceklerini sanıyorsalar, analiz sonrası çıkacak sonuçlar karşısında çok büyük hayal kırıklığına uğrayacakları muhakkak. Çünkü biz biliyoruz ki bilim de analitik yaklaşım esastır, bu yüzden teorik bazda yaklaşımlara pek itibar edilmez. Dolayısıyla ileri sürülen bir takım teori bazında görüşler iddia sahiplerini bağladığından, bu tür ön kabullerin uzmanlar tarafından değerlendirmeye alınmayıp analiz sonuçlarının esas alınması son derece gayet tabii bir durumdur. Nitekim bu işin erbabı uzmanlar analitik çalışmalar neyi gerektiriyorsa hemen olay mahallinin bulduğu yere gidip yerinde incelemek üzere seferber olmuşlar da. Hatta eldeki bulgularla birlikte olay mahalline gidip inceleme çalışmalarına başlanıldığında gerçekten Pekin adamına ait olduğu bildirilen parçaların söz konusu dolgunun yapıldığı yerin muhtelif katmanlarında rastlandığını da gözlemlemişlerdir. Ancak çökmüş mağarada bulunan kafataslarının tümünü parçalanmış halde bulmuşlardı, üstüne üstük alt çeneleri de ortada yok gözüküyordu. Derken olay yeri inceleme uzmanlarından Boule, hemen Pekin adamına ait olduğu bildirilen kafataslarının maymununkine benzediğini tespit ettikten sonra gözlemlerini bir makale şeklinde yayınlamayı ihmal etmez de. Yayınlanan makaleden de anlaşıldığı üzere fosillerdeki alt çene ve dişlerin ileri yapılı maymunlara (apes-yani orangutan ve şempanze grubuna) ait olabileceğini bizatihi işin uzmanı arkadaşlarıyla birlikte yerinde şahitlik etmişlerdir. İyi ki de olay yerinde bu duruma şahit olmuşlar, bu sayede ortada bir hinlik durumun açığa çıkması teşhir edilmiş oldu. Derken bu olayla birlikte nasıl ki yukarıdaki XI. masalda da bahsedildiği üzere tek bir dişe dayanarak Nebraska adamı ilan edildiyse bu kez Pekin adamı için de benzer ilanın yapılması ister istemez kuşkuları daha da derinleştirmiştir. Hatta bir ara bu iddianın ilk sahibi Black adında bir araştırmacı, 1934 yılında ölünce bu fikirden vazgeçilir diye düşünülmüştü ama gel gör ki aradan bir zaman sonra bir baktık gelen gideni aratır misali bu kez yerine bir başka isim olarak Franz Weidenreich sahne alacaktır. Öyle ki Franz Weidenreich, arkadaşı Pei’nin yaptığı kazılardan çok önce kendince bir takım bulgular elde ederek işe koyulmanın ötesinde daha sonrasında kaybolan kafataslarını baz alaraktan hayal gücüne dayanaraktan kendince Pekin adamı tasarımı çizip fotoğraf haline getirmiş bir isimdir. Acaba niye fotoğraf hale getirmiş derseniz, insanlar günümüz insanla karşılaştırıp insanın atası olduğunu kanaat getirsinler diyedir elbet. Tabii, hayali çizimlerle fotoğraflaştırma becerisini göstermek iyi hoşta, kazının yapıldığı andan itibaren söz konusu biyolojik bulgular üzerinde yapılan bir takım tahribat ve değişikliklere ne demeli. Hani bu tahribatlar olmasa bu çizimler ve fotoğraflar insanlar için belki bir noktaya kadar inandırıcı olabilirdi. Ama başta da dedik ya, elde edilen tüm fosil kafatası kalıntıları darmadağınık vaziyette bulunmuştu, bu durumda çizimler ne derece inandırıcı olabilirdi ki. Hadi bu neyse de birde bunun üstüne üstük dağınık halde param parça biyolojik materyalleri birbirine monte edilip alçı türü dolgu maddesi ile tamamlama sahtekârlığı da işin bir bambaşka vahim boyutudur. Sahtekârlık bunla da kalmayıp bir bakıyorsun iki diş hariç diğerlerinin tamamen nasıl olmuşsa ortadan duman olup kaybolmuşluk söz konusudur. Tabii buna da bir kılıf bulacaklar ya, güya kaybolan dişleri aramışlar da bulamamış diyerekten işi kotarmaya çalışmışlardır. Ne diyelim işte tüm bu alavere dalavere işlerinden sonra birde üstüne üstük karşımıza çıkıp çok rahatlıkla pişkin pişkin bizlerden Franz Weidenreich’in kendince kafasında oluşturduğu hayal gücüne dayalı tasarıma inanmamızı bekliyorlar.
Onlar alavere dalavereleriyle bizlerin inanmasını bekleye dursunlar, bir başka olay yeri inceleme uzmanlarından Valllois’in elde ettiği verilerden hareketle bulunan parçaların mağara kaynaklı olmayıp, aksine haramilerce ve savaş esnasında ganimet toplayan avcılar tarafından taşınmış kafa veya kafa parçaları olabileceği düşüncesi çoktan zihninde oluşmaya başlar da. Böylece bu işte bir bit kemiği var düşünceler eşliğinde zihninde kuşkular arttıkça diğer araştırmacılarda bu yönde Pekin adamına ait olduğu söylenilen parçaların avcılar tarafından katledilip yendiği noktasında pür dikkat kesileceklerdir. Nitekim elde edilen tüm elde edilen veriler kafataslarının kuvvetli bir darbe ile vurulup beyinlerinin çıkarıldığını gösteriyordu. Hatta olay yerinde yontulmuş taşların bulunması avcıların varlığına işaret ediyordu. Derken Lois Leakey adında bir araştırmacı tüm şüpheleri ortadan kaldıracak bir hamleyle Olduvai Gorge’un 2. nehir yatağında bulduğu; hem Java adamına hem de Pekin adamına tıpa tıp benzer bir yaratığın aynı dönemde yaşamış olduğunu gösteren bulguları ortaya dökmesiyle birlikte tüm hayalperest evrimcileri şaşırtan bir çıkış yapmış olur. Yetmedi bu arada sadece biyolojik bulgular değil birde taştan kulübelerin mevcudiyetine de dikkat çekmiştir. Böylece bu çıkışıyla evrimciler adeta köşeye sıkışır halde aynı dönemde yaşamış tüm ‘adam’ müsveddesi örneklerinin her biri nasıl oluyor da birbirinin atası olabilir sorusuna muhatap olacaklardır. İşte tüm bu elde edilen bu bulgular evrimcilerin bir çırpı da iddialarını yerle yeksan ettiği şundan besbellidir ki muhatap oldukları sorular karşısında adeta ezilip büzülerekten bu kez üç maymuna oynar halet-i ruhiye içerisine bürüneceklerdir.
Malum, bir başka araştırmacı O’Connell ise bu alanla ilgili uzmanların çalışmalarına ışık saçacak nitelikte fosillerin bulunduğu alanda kireç taşı ocağını bulmanın yanı sıra çok sayıda kuvars taşlarının varlığını da tespit etmesiyle birlikte yaptığı çalışmalara daha da bir anlam katmıştır diyebiliriz. Zira Choukoutien denen meskûn mahallin coğrafi konumu gereği bu bölgede kuvars taşlarının olmamasını gerektirirdi zaten. Besbelli ki bir yerlerden buralara inşaatta kullanmak maksadıyla getirilmiş taşlardı bunlar. Hem kaldı ki kül yığınlarının da buralarda görülmesi kireç yakıldığının bariz bir göstergesi sayılmasına yetmiştir. Üstelik O’Connell bunla da yetinmemiş, Pekin adamının kafataslarının bulunduğu yerde insana ait fosillerin varlığına da işaret ederekten bu fosillerin kireç ocağı yanarken üst katmanlardan kayan kireç taşlarının altında kalan parçaların tâ kendisi olduğunu bir şekilde delillendirmiş oluyordu. Öyle ki kayan toprak çöküntüleri aynı anda Pekin adamına ait parçalarının üzerini de örtmüş gözüküyordu. Derken yapılan çalışmalar ışığında rapor şu şekilde tanzim edilir:
-Pekin adamı diye sunulan delil aslında eski taş ocağındaki işçiler tarafından avlanarak beyinleri çıkarılmış ya büyük babonlar ya da iri yapılı maymunlardan başkası değildir. Yani pekin adamı senin benim gibi insan tarafından öldürülmüş ve afiyetle beyni yenilmiş bir maymundur.
Gerçekten de Richard Leakey’in yayınladığı raporlar da en az O’Connell kadar evrim masallarını yerle bir edecek türden raporlardı. Nitekim Richard Leakey oluşturduğu ekibiyle yaptığı kazılarda elde ettiği bir kafatasının Pekin adamından daha son derece ileri düzeyde günümüz insanının kafatasına çok yakın olduğunu ve aynı katmanlarda bulunan kemiklerin ise insana ait bacak kemikleriyle aynı olduğunu tespit etmişlerdir. Böylece bu bulgular ışığında bizim gibi dik yürüyen aynı zamanda sözde masal ataların bulunduğu zamanlardan 2,5 milyon yıl daha eski olduğunu ispatlanmasıyla birlikte tüm evrim masalları tarihin çöplüğüne gömülmüş olunur.
Aslında bu ve buna benzer daha pek çok yapılan çalışmalar eşliğinde gelinen nokta itibariyle Pekin adamı denen ucube yaratık önce aslı kaybolmuş, sonrasında ise sadece alçıdan yapılmış modelleriyle ayakta kalınmaya çalışılan bir sahte adam hikâyesinden başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle işin uzmanlarınca sahtekârlığı raporlandırılarak gözler önüne serilen bir yaratık türüdür.
[b] XIV. Masal (Neandertal adamı-İnsan) [/b]
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Neandertal adamının yarı dik yürümesi ve insana benzer halde olması hasebiyle hemen evrimciler tarafından geçiş formu ilan edilivermiştir. Oysaki Neanderthal dedikleri adam, meğer bizim gibi tamamen dik yürüyen bir insandan başkası değilmiş. Bakmayın siz onun öyle eğik duruşuna, bikere eğik kalışı ya D vitamini eksikliğinden, ya kemik iltihabından ötürü, ya da sakat oluşundan kaynaklanan maraz bir durumdur. Gerçekten de ortada böyle bir maraz durum olmasa o da bizim gibi dik yürüyen bir insan dememiz gerekecekti. Kaldı ki o sakat haliyle de asla maymunla insan arasında bir geçiş formu değildir. Kelimenin tam anlamıyla Neandertal adamı da tıpkı bizim gibi ölüsünü defneden, yazı yazabilen ve hatta dini inancı olan insanın ta kendisi bir adamdır.
Velhâsıl-ı kelam masallardan gerçeğe dönecek olursak tek hakikatin vahiy olduğunu idrak etmiş oluruz. Nitekim Yüce Allah (c.c); “Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de, mutlaka: ‘Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz’ diyeceklerdir” (Hicr, 14 – 15) diye beyan buyurmakla yarattığı kullarını hakikate gözlerini açmasını dilemekte.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-gurbuzer/fosiller-ve-evrim-masallari-ii-6126-kose-yazisi

Tüm kardeşlerimin kurban bayramı mübarek olsun.
http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall