BİTKİ EMBRİYOSU
BİTKİ EMBRİYOSU
ALPEREN GÜRBÜZER
Bitki embriyosuna geçmeden önce bitkilerin orjini hakkında bilim adamlarının görüşlerini aktarmanın faydalı olacağı kanaatindeyim. Şöyle ki bitkilerin orjini ile ilgili Paleobotanik çalışmalar sonucu elde edilen bilgiler evrimcileri hayal kırıklığına uğratmış gibi gözüküyor. Çünkü Paleobotanik Chester. A.Arnold; “Mevcut bitki gruplarının gelişme seyirleri esnasında geçmiş oldukları basamaklardan bazılarının, nesli kesilmiş bitkiler tarafından gösterileceğine uzun süre inanılmıştır. Ancak bu konuda araştırmalar, yüzyılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen, bu ümit ancak çok az bir dereceye kadar gerçekleştirilebilmiştir. Şimdi, tek bir grup bitkinin bile başlangıçtan günümüze kadar olan flogenetik tarihini izleyememekteyiz” görüşünü dile getirmiştir. Hatta kendisi bir evrimci bilim adamı olmasına rağmen Cambridge üniversitesi botanik profesörü Corner bile; “…hiçbir önyargıya kapılmadan içtenlikle düşünüyorum ki bitkilerin fosil kaydı, özel yaratılışın lehinedir” diye itirafta bulunabilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki biyolojik âlemde tüm filum, sınıf ve hatta takımlar, birçok familyalar, cinsler ve türler dâhil hemen hemen tüm flora dünyanın yaratıldığı günden itibaren hiçbir değişikliğe uğramadan fosil kayıtlarında aynen korunmakta, kesinlikle evrimcilerin iddia ettikleri üzere canlıların herbirine ait ilkel şekillerinin olmadığı gayet açık bir şekilde önümüzde durmaktadır. Yani fosil kayıtlarında mevcut olan hayvan ve bitkilerin günümüzde yaşayanların orjinali ile birebir örtüştükleri gibi geçmişte aynı yeryüzünü birlikte paylaştıkları gözlemlenmiştir.
Pliny, “Doğa Tarihi Ansiklobedisi” adlı eserinde ilk defa palmiyelerin erkek ve dişi olarak ayrımını yapmış ve bu devirlere ait bitkilerin stamen (erkek organ) salgılayıcı organ veya polen tanesine ait atılmış bir ürün olduğunu bilim dünyasına kabul ettirmiştir.
Greww; “Anatomy of polents” adlı eserinde çiçek üzerindeki erkek organların stamenler olduğunu göstermiştir. Konuyu daha da açıklığa kavuşturmaya çalışan Alman botanikçi Rudolph Jakop ve Vamerius çevrede erkek bitkiler olmaksızın büyüyen dişi bir dut ağaca ait meyvelerin sadece boş çekirdeklerden ibaret olduğunu gözlemlemişlerdir. Bu gözlemlerden ilham alan Camerius ise “Desexu Plantarum” adlı kitabında çiçeğin anter (başçık), polen ve yumurtalık kısımlarından meydana geldiğini belirtmiştir.
Württemberg ve Joseph Golter; Bir bitkinin stigmasının genellikle kendi türüne ait polenini kabul ettiğini, bir başka bitkinin polenini kabul ettiği durumda da melez dölllerin meydana geldiğini belirtmiştir. Netice itibariyle gelinen noktada Württemberg ve Joseph Golter tezleri ve Cameriusun tanımları doğrulanmıştır. Hatta bu arada çiçek tozlaşmasında aktif görev yüklenen böceklerin önemini belirten ayrıntılı açıklamaların yanısıra Nikotiana (Tütün çiçeği), Dianthus (Çin karanfili) ve Matthiola (Şebboy) türü melezlerin varlığı da tespit edilmiştir.
Giovanni Battista Amici; bitkinin stigması içerisinde tüylere takılmış bir polen tanesini gördüğünde tüp biçiminde bir çıkıntının uzadığını tespit etti. Bu arada Fransız Braguard ise polen tüplerin nasıl teşekkül ettiğini aşama aşama gözlemleyebilmiş bir bilim adamıdır.
Robert Brown; polen tüplerinin kendi yöntemleriyle canlılık kazandıklarını ve muhtemelen stigmanın tozlaşması sonucu gelişmeyi tetiklediğini düşünmüştür.
Embriyonun Menşei (orjin-köken)
Schild; polen tüplerinin mikrofilden geçerek bir kanal boyunca yumurtaya girdiğini ve ayrıca polen tüpü ucunda ki embriyo kesesi yeni bir bitkiyi oluşturmak için hem besleyici bir yuva hem de kuluçka makinesi vazifesi gördüğünü ileri sürer. Fakat Naturulistler yapılan bir toplantıda bu görüşe karşı çıkarak embriyonun polen tüpü uç kısmında meydana gelmediğini ancak yumurtacığın bir parçası polen tüpü içerisindeki sıvı tarafından döllenmesiyle ortaya çıktığını belirtmişlerdir.
Wilhelm Hofmeister; “Phanerogomlar” (embriyonun teşekkülü) adlı eserinde embriyonun menşeini polen tüpü değil embriyo kesesi içerisinde ki bir hücre olduğunu belirtmiş olup, bu noktadan sonra artık bu görüşün kesinlik kazanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Aşağı bitkilerde eşey kaynaşmasının bulunuşu
Fucus Vesiculosus; Yeni bir bitkiyi meydana getirmek için çimlenmeden önce yumurta hücrelerinin spermler vasıtasıyla döllenmesi gerektiğini vurguladıktan sonra melezlerin ise farklı bireylerin yumurta ve spermlerin birleşmesiyle meydana geldiğini gözlemlemiştir.
Vaucheria ve Oedogonium da hareketli spermatozoidin yumurta ile ilişki kurmaya geldiği anı tespit etmişlerdir. Pringsheim ise spermatozoidin yumurta ile birleştiği anı (döllenmesini) bizatihi flim seyreder gibi gözlemleyebilmiştir.
Oscar Hertwig; Döllenmenin önemli özelliğinin biri erkek diğeri dişi fertten gelen iki çekirdeğin birleşmesi olduğunu genel olarak ifade etmiştir.
Polen gelişmesine yönelik ilk çalışmalara imza atan Hofmeister, Reschen bad, Hartıng ve diğer araştırıcılar ise çeşitli angiospermlerin olgun polen tanelerinin preparatlarında iki çekirdeğin varlığını tespit etmişlerdir. Hatta Strasburger’in öğrencisi Elf Ring bu konudaki incelemelerini çeşitli bitki familyaları üzerinde yaptığı incelemelerde birkez daha doğrulamış bile. Bu analizler sonucunda polen tanelerinde iki çekirdek meydana geldiği tespit edilmiştir.
Singamin bulunması
Embriyoloji hakkında önemli hadiselerden biri diyebileceğimiz husus Strasburger tarafından Singamin’in mahiyetini açıklığa kavuşturması olayı olsa gerektir. Nitekim Strasburger mikrosporun birinci bölünmesi esnasında oluşan küçük ürünün generatif (çiçek, tohum ve meyve) hücre, daha büyüğünün ise vejetatif (yaprak, kök ve gövde) hücre olarak tespit etmiştir. Nitekim çimlenme durumunda polen tüpünde vejetatif çekirdek ve erkek gamet diye adlandırılan generatif çekirdek bulunur. Bundan başka Strasburger yayınladığı raporun son bölümlerinde bazı genellemelerde bulunarak özetle şu sonuçlara varmıştır. Şöyle ki;
“—Döllenme erkek gametin nükleusu ile yumurtanın birleşmesi olayıdır.
—Gametlerin stoplazması döllenmeden dolayı oluşmuş değildir.
—Sperm nükleusu ve yumurta nükleusu gerçek çekirdeklerdir” tarzında dile getirmiştir.
Kalazogami
Trenb; Polen tüpünün kalazadan geçerek yumurta hücresine ulaştığını belirtmiştir. Bunun üzerine angiospermler ve kalazogamlar olarak iki class (sınıf) halinde sınıflandırmıştır. Kalazogamların tek örneği casuarina (demir bitkisi) bitkisidir. Kalazogami düşüncesinin filogenetik olmaktan ziyade daha çok fizyolojik önemi olduğu düşünülmektedir.
Çift döllenme
Nawaschin; Lilium, martagon, fritillaria ve tenella ile yaptığı çalışmalar sonucunda angiospermler veya erkek gametlerin her ikisinin de döllenmede etkili olduklarını gözlemlemiştir.
Polen tüpündeki gametlerden biri yumurta hücresi diğeri ise kutup nükleusu ile birleşir ve böylelikle çift döllenme meydana gelir.
Xenia; Tohumda erkek bitki poleninden gelen baskın özelliklerin görülmesi üzerine polenlerin yumurtanın belli kısımlarında kalıtsal karakterler üzerine etki yaptığını öne sürmüştür.
Strasburger ise sadece erkek gamet ile yumurtanın birleşmesine generatif döllenme olarak baktığını, ikinci erkek gamet ile polar çekirdeklerin birleşmesini ise vejetatif döllenme kapsamı içerisinde değerlendirmiştir.
Partenogenez (döllenmesiz üreme)
Tozlaşma olmaksızın dişi bitkide tohum meydana gelme olayına partenogenez denir. Bilindiği üzere partanogenezle ilişkin ilk çalışmalar iki İsveçli Botanikçi Juel ve Marbeck tarafından Antennaria ve Alchemilla bitkiler üzerinde yapılan analizler sonucunda start almıştır.
Kerner Antennaria; Alpina bitkileri üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda erkek olan bitkilerin çok nadir bulunabileceği, dişi olan bitkilerde ise tozlaşma olmasa bile pekâlâ tohum meydana getirebileceklerini belirtmiştir.
Juel; Polen yetersizliği konusunda çalışmış ve elde ettiği bulgular neticesinde kromozom sayısında herhangi bir eksilme olmaksızın embriyo kesesi içerisinde megaspor ana hücresinin geliştiğini, dolayısıyla diploid yumurtanın döllenmeksizin bir embriyo meydana getirdiğini tespit etmiştir.
20.yüzyılın embriyolojik çalışmaları
Gametofitler ve embriyonun gelişmesi üzerine en gerçek bilgiler şimdilik Coulter ve Chamber tarafından kaleme alınan; “Morfoloji angiosperm- kapalı tohumlular morfolojisi” adlı eseri gözükmektedir. Dolayısıyla bu eser bu alanda kaynak teşkil etmektedir.
Avustralyalı Karl Schnorr’un “Embriyoloji der angiosperm” ve “Vergleich Embriyologie Der angiosperm” adlı iki muhteşem eserinde ise gerek taksonomi alanında bir takım problemler, gerekse ordu ve familyalara ilişkin doğru kararlar tüm detayları ile birlikte ortaya konulmuş durumdadır. Hakeza Fransız Rouge ise dikotil ve monokotil genusları ve bazı familyaların embriyolojik gelişimleri konusunda her biri birbirinden ilginç çalışmalar yapmıştır.
Bilindiği üzere çekirdek bitkisinin tohumları önce ana bitkiden sürünerek ayrılabilmektedirler. Yani daneler olgunlaşınca kendisini muhafaza altına aldığı kabuğun baş tarafını yararak çıkıp hayata merhaba demektedirler. Genel itibariyle tohumun en üst tepesinde sert yapıda kıllarla kaplı taç kısmı mevcuttur. İlginçtir bu kıllar kuru havalarda yayılırken ıslak havalarda ise toplanabilme özelliği sergilemektedirler. Mesela tırmanıcı bir bitki olan orman asması (Clematis vitalba) ıslanır ıslanmaz neme karşı hassas özelliğinden olsa gerek kıla yapışacak tüyler kuruduğunda bükülerek yayılmak zorunda kalacaklardır. Dahası yağmurlu havalar birçok bitki tohumunun yere inmesine vesile olup, böylece tohumun rüzgârla taşınmasına gerek kalmadan yere mıhlanmasıyla birlikte tüylerin kıla yapışması denen olay gerçekleşmiş olacaktır. Güneşli havalar da ise tam tersi bir durum sözkonusu olup yukarı doğru hava akımların etkisiyle birlikte tohumların açılması sağlanmaktadır. Böylece tüyler sonuna kadar açılarak tohumların taşınma işlemi kolaylaşabilmektedir. Demek ki toprağa düşen tohum nem etkisiyle sağa sola hareket etmesi sayesinde tüylerin otlara takılmasının ardından rahatlıkla kendine uygun çimleneceği bir ortama doğru ilerleyebilmektedir. Tabii sadece ilerlemekle kalmayıp, bu arada sondaj misali toprağın bağrına saplanarak baharla birlikte rengârenk çiçek olarak karşımıza çıkabilmektedir. Anlaşılan o ki tohumun üzerinde takriben 3 cm uzunluğunda ki kıl adeta sondaj makinesi görevi üstlenerek tohum içerisine kodlanmış bir programla birlikte toprağın bağrında yeniden bir diriliş için seferber olmaktadır. Bazı bitkiler de daha bir farklı metot izleyerek üzerinde taşıdığı polen(erkek organlar)’e konan böceğin temasa geçmesi sayesinde bitkiden bitkiye taşınabilmektedirler. Şöyle ki böcekler gıdalanacağı yiyeceği fazla arama zahmetine katlanmadan bitkiden gelen sinyaller doğrultusunda çiçeğe konabilmektedirler. Yani her şey bir plan dâhilinde cereyan etmektedir. Ortada bir program olmazsa, zaten polenleri ve nektarları henüz daha oluşmamış veya pollenlenmiş aynı zamanda nektarları alınmış çiçeklere böceğin boşu boşuna konma durumu söz konusu olacak ki, bu boşa zaman harcamak demektir. Belli ki bitkilerde böceğin ilgisini çekebilecek her türlü sinyalizasyon iletişimini sağlayacak donanım mevcut. Mesela kelebekleri cezbeden şey bitkinin en parlak ve özellikle beyaz desenli çiçeklere sahip olmasıdır. Hakeza sinekler de daha çok kirli et rengi, koyu kahverengi görünümde olan çiçeklerin çekim etkisi altına girmekten keyif almaktadırlar. Yarasalar için bilhassa alaca karanlıkta görülebilecek türden ve pollenlenecek cinsten çiçekler daha tercih sebebidir. Kuşun ilgisini çekebilecek çiçekler ise kuşun gagasına uygun bir yapıda olmasını gerektirmektedir. Tüm bu örneklerden anlaşılan o ki bir çiçeğin bir defa uzaktan görünür olması veya her neviden yaratılmış canlının yapısına uygun cevap verebilecek nitelikte olması yetmiyor, aynı zamanda etrafa güzel koku gibi değişik sinyaller salabilecek özellikleri bağrında taşıması da icap ediyor. Bu saydığımız özellikler olmasa, belki de çiçeğin davetine icabet edecek hiçbir canlı türü ortaya çıkmayacaktır. Demek ki hayatı tasarımını hazırlayan güç çiçekleri bu yüzden cezp edici bir biçimde yaratmış. Böylece böcekleri erkek organdan dişi organa çiçek tozu taşımaya amade kılmıştır. Belli ki bitkilerin hayvanlar gibi gezip dolaşmaya elverişli organları olmasa da Yüce Allah onlar için vasıtalar kılmış ki üreyip meyve verebilsinler.
Polenler genelde rüzgâr vasıtasıyla uzak diyarlara taşınırlar. Böylece bu manada bitkilere uçuş yapabilen uçaklar gözüyle bakabiliriz. Zira Huş ağacına ait polenler yükselen sıcak havanın etkisinin yanı sıra 3 kuvvetinde ki bir rüzgârda bile 400 km yol mesafe kat edebilmektedir. Düşünebiliyor musunuz 3 kuvvetinde ki esen bir rüzgâr, yani normalde otu bile kıpırdatmayan bir yelpazeden söz ediyoruz. Galiba bu durum kuşları bile kıskandıracak bir kuvvette uçuş demektir. Belli ki polenlerin uçuşlarında ki marifet yapılarının son derece küçük ve hafif olmasından kaynaklanan bir durum olsa gerektir. İşte bu narin ve hafiflik Huş ağacı gibi polenlere sahip olan bitkiler için iyi bir fırsat olup böyle bir havada bunca yükseklikten yere yaklaşık olarak 66 saat gibi bir süre içerisinde düşme avantajını sağlamaktadır. Hakeza akça ağacı da tohumunu 2 saat gibi bir sürede inişini gerçekleştirir. Anlaşılan o ki havada uçan polen ve tohumlar sıradan bir toz olmayıp, son derece planlı donatılmış her biri paraşüt konumunda ya bir mantar, ya bir orkide, ya da bir ağacın özetini ortaya koyan büyüme programıymış meğer. Dolayısıyla toz zerrelerine bir bitkinin programını yükleyen Allah’a ne kadar şükretsek o kadar azdır diyebiliriz. Çünkü bu tohum zerreleri sayesinde canlılar rızklarına kavuşmakta ve nesillerini devam ettirebilmektedirler. Yüce Rabbimiz; “Biz o su ile sizin—bir-ağacın—bile—bitiremeyeceğiniz nice güzel bahçelerin nebatını bitirmişizdir. Allah ile beraber bir tanrı ha? Hayır, onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir” (Neml, 60) beyan buyurmaktadır. Ayetten anlaşılacağı üzere sayılamayacak kadar nice bitkiler cinslerine devam ettirebilmek adına habire etrafa tohum saçmaktadır. Bir tohum yüz bilemedin daha fazla dane verebilmektedir. Keza Sekoya gibi dev ağaçların tohumları o kadar küçüktür ki hepsini toplasanız bir küçük fincanı doldurmaz, ama gel gör ki bu tohumlar neşvünema bulduklarında 1500 ton ağırlığında koca bir ağaca dönüşebilmektedir. Allah’ım bu ne berekettir, sana ne kadar şükretsek azdır. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; gerektiğinde ağaçlara aşı yapmak suretiyle kat kat meyve elde edilerek bereketlenmeye bereket katılabiliyor.
Alglerde döllenme ve döl almaşı
Bilindiği üzere algler klorofil içeren bitkilerdir. Aslında bitkiye yeşil renk veren klorofiller kloroplast denilen yapılar içerisinde konaklamasına rağmen, bir kısım alglerde tüm hücreye nüfuz etmiş durumdadırlar. Hatta bazı algler tek hücreli olup tek başına
yaşarlar, bazıları da koloni halde görev yapmaktadırlar.
Algler; mavi-yeşil algler, yeşil algler, diyatomlar, kahverengi algler gibi isimlerle kategorize edilirler. İçlerinde en göze çarpanı hiç kuşkusuz diyatomlardır. Öyle ki birbirinden güzel desenleri ile dikkatleri çeken diyatomların hücre çeperleri silika ile süslenip deniz yatağının iskeletini oluştururlar. Böylece diyatomlar deniz canlılarının ziyafet sofrası olurlar.
İlkel bitkilerde genellikle genetik materyalin stoplazma içerisine dağılımı veya nükleusta toplanmıştır. Daha ileri ki kademelerde iki haploid spor birleşerek diploid zigospor meydana getirirler. Hatta birçok yeşil alglerde zigospor derhal mayoza uğrayarak 4 haploid hücre hâsıl olur. Derken kamçılı olan bu hücrelerin gelişmesiyle birlikte haploid fertler meydana gelmektedir. Bu olayı safha safha şematize edersek şöyle bir tablo çizebiliriz.
Gamet(n) Gamet(n)
\ ⁄
Zigospor(2n)
(Zigot) mayoz bölenmeyle
↓
4 kamçılı hücre (n) oluşturur.
Kamçılı hücrenin gelişmesi ile birlikte 4 gametofit meydana gelmektedir.
↓
Gametler redüksiyon bölünme ile sporlar oluştururlar.
↓
Sporlar çimlenerek gametofitler meydana getirir. Haploid gametofitlerin uçlarında gametangiumlar teşekkül eder.
↓
Gametler birleşerek zigotu hâsıl ederler. Zigot çimlenerek diploit sporofiti hâsıl eder. Derken sporofit üzerindeki sporanlardan sporlar çimlenerek haploid sporlar hâsıl olur.
Cladophorada döl almaşı
Dalların ucundaki sporanglarda redüksiyon bölünme vuku bularak 4 kamçılı zoosporlar hâsıl olur. Hâsıl olan zoosporların yarısı (+) diğer yarısı (-)’ dir. Bu zoosporlar çimlenerek haploit gametofitleri meydana getirirler. Böylece gametofitlerin ucunda 2 kamçılı izogametler meydana gelir. İzopgametlerde su içerisinde birleşerek 2n kromozomlu zigotu hâsıl ederler. Zigot bu durumda direk çimlenip, diploit sporofiti meydana getirir. Diploit sporofit redüksiyona uğramasıyla birlikte zoosporlar meydana gelir. Bunlarda çimlenerek yeni haploid bitkileri hâsıl eder.
Eumycophıta mantarların çeperleri ekseriyatla kitindir. Miselyum fazlaca dallanmış hiflerden meydana gelip, sporları ascomyceteslerde ascus, basidiomyceteslerde basidium denen keselerden gelişir.
Protoascomycetes grubuna ait gametangların birleşmesiyle zigot teşekkül eder. Zigot ise redüksiyon ve mitoz bölünmelerle 8 haploid nükleus meydana gelir. Böylece bu nükleusların herbiri kitin örtü ile sarılarak askosporlar haline gelir.
Eumycophytada döllenme ve döl almaşı
Topuz şeklinde ki anteridiumların bütün protoplastları askogonların içine geçer. Bu arada çekirdekleri de dişi çekirdeğin yanına gider, ama birleşmezler. Sadece askogon içerisinde çift çekirdekli halde bulunup, askogon içerisinde ki hiflerin dallanmasıyla birlikte bölmeli hif sisteminin meydana gelmesinde rol oynarlar. Yani her bölmenin içerisinde bir dişi bir de erkek nükleus çifti vardır ki bu devreye dikaryotik faz denmektedir. Nitekim bu devrede hiflerin ucunda bulunan nükleus çiftleri bölünerek çengel gibi çıkıntılar oluşturmalarının yanısıra çengelin taban hücresi ile kaynaşması denen olay gerçekleşip zigot meydana gelmektedir. Zigot ise önce redüksiyon daha sonra mitoz bölünme ile 8 askospor oluşturur.
Sporofit fazına tekabül eden hifler ileride askı meydana getireceklerinden dolayı bu safhada bunlara askogen hifler adı verilmektedir. Askus teşekkülü neticesinde genellikle 8 haploid nükleus hâsıl olur. Daha sonra her bir nükleus bir askospor haline gelir. Taban hücresinde bu olayın tekrarlanmasına (askus oluşumunun tekrarlanmasına) askus grupları meydana getirir ki bu örtüye plektankima adı verilir.
Euascomycetesin basidiomycetes grubunda ise somatik hücrelerin birleşmesiyle somatogami oluşur. Bu grubun en önemli özelliği ise basidium teşekkül etmesidir.
Karayosunlarında döllenme ve döl almaşı
Bilindiği üzere bir suya konulunca kuru taneler canlanıverir adeta. Bir zaman sonra kuru tanelerin çatlayıp kök salmaya ve derken yaprak şeklinde filizlendiğine şahit oluruz. Belli ki bir kuru danesinde birbiri ardına değişmelerin yaşanması mensup olduğu bitkinin çehresini ortaya koymak içindir. Hakeza çimlenme de öyledir. Zira çimlenmeyle birlikte haploid sporlardan protonemaz hâsıl olur. Protonema üzerinde ise tomurcuklar ve gövdeye benzer yapılar meydana gelir ki bu yapı gametofit diye bilinmektedir. Derken bu gametofit yapıdan yeşil karayosunu ortaya çıkar. Yani gametofit üzerinde anteridiumlar ve arkegonium vardır. Dolayısıyla arkegonium içerisinde yumurta döllenerek önce embriyo (zigot) hâsıl olur, sonra embriyodan spor kapsülü, daha sonra da sporogonun iç kısmı redüksiyona uğrayarak haploid spor tetratlarını meydana getirir.
Eğreltilerde döllenme
Karayosunları ile eğreltiler arasında en önemli fark; karayosunlarında gametofit safha baskın olurken eğreltilerde ise sporofit safha daha baskın ve uzun ömürlü olmaktadır. Bu arada spor kapsülü bitkinin sporofit kısmını oluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden sporofitin sporang taşıyan yapraklarına sporofil denmektedir. Mesela Heterosporik eğrelti otlarına Seleginella bitkilerini örnek verebiliriz.
Tek tipte spor veren pteridophyta bitkilere ise izosporik diye tarif edilir. Örnek-Polydium ve Dryopterus izosporik eğrelti otları.
Ayrıca mikrospor ve makrospor (megaspor) olmak üzere iki çeşit spor veren cinsler var ki bunlar megasporangiumlardan meydana gelmektedir. Dolayısıyla sporangları taşıyan yapraklara mikrosporofil, makrosporangları taşıyan yapraklara da makrosporofil denmektedir.
Haploidspor çimlendiğinde Protali hâsıl eder. Protal ise monoik ve dioik olmak üzere hem anteridium hem de arkegoniumu oluştururlar. Ayrıca arkegoniumdan yumurta hücresi, anteridumdan da spermatozoid hâsıl olmaktadır. Derken döllenme su vasıtasıyla gerçekleşir. Bu arada protal üzerinde yumurta hücrelerinden birinin teşekkül etmesiyle birlikte sporofit kök, gövde ve yapraktan müteşekkil bir bitki meydana gelir. Bu bitkinin (ergin sporofitin) sporofil adı verilen yapraklarından da sporangiumlar teşekkül etmektedir. Sporangiumların iç kısmı sporogen doku halinde olma hasebiyle erginleştiklerinde sporangiumlar redüksiyon bölünme sonucunda dörder adet spor hâsıl ederler. Bu yüzden bu sporlara genç protali denmektedir.
Bitkiler âleminde embriyolojik farklılıklar
Eskiden beri bitkiler cryptogamea ve penerogamea olmak üzere iki grupta kategorize edilirler. Her ikisi arasındaki temel fark; Cryptogamealarda istirahat devresi spor fazında geçmekte iken Phaenerogamlarda istirahat devresi embriyo halinde geçmektedir. Hakeza Cryptogamealarda yumurtanın döllenmesiyle birlikte hemen embriyo devresi gelişirken, Phaenerogamlarda ise gelişmenin ilk fazı sporoit bitki üzerinde gerçekleşip, böylece embriyo ana bitkiden tohum olarak ayrılmaktadır.
Bilindiği üzere tohumlu bitkiler sporofit bitkinin belli sürgünlerinde diğer yapraklardan farklı olarak mikro ve makrosporofiller çıkmakta. Bu yüzden mikro ve makrosporofillerin oluştuşturduğu topluluğa çiçek adı verilmektedir. Zira Yunusun çiçek hakkında;
“Sordum sarıçiçeğe: Benzin neden sarıdır?
Çiçek eydür derviş baba: Ahım dağlar eritir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sizde ölüm var mıdır
Çiçek eydür derviş baba: Ölümsüz yer var mıdır?
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Kışın nerde olursun
Çiçek eydür derviş baba: Kışın türab oluruz
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Tamuya girer misiz?
Çiçek eydür derviş baba: Ol münkirler yeridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Uçmağa girer misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Uçmak adem şehridir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Gül sizin neniz olur?
Çiçek eydür derviş baba: Gül Muhammed teridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Ademi bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Adem binde birdir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Kırkları bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Kırklar Allah yaridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Rengin kandan alırsız?
Çiçek eydür derviş baba: Ay iye gün nurudur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Boynun neden eğridir?
Çiçek eydür derviş baba: Kalbim hakka doğrudur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: annen baban varmıdır?
Çiçek eydür derviş baba: annem babam topraktır
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen Kabeyi gördün mü?
Çiçek eydür derviş baba: Kabe Allah evidir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Bahçene girsem nola?
Çiçek eydür derviş baba: Kokla beni geri dur.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen sıratı gördün mü?
Çiçek eydür derviş baba: Cümlenin ol yoludur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Gözün niçin yaşlıdır?
Çiçek eydür derviş baba: Bağrıcağım başlıdır
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen beni bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Sen Yunus değil misin?
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah” diye dile getirdiği sözler her şeyi anlatmaya yetiyor artıyor bile.
Tabii çiçeğin manevi yönünü koyan bu sözlerden sonra biyolojik macerasına devam edebiliriz. Bilindiği üzere Makrosporangumlar makrosporofil ya da karpel adı verilen yapraklar üzerinde bulunmaktalar. Tabii sadece bulunmakla kalmayıp olgunlaşan makrosporlar bölünerek makroprotalumu (embriyo kesesini) meydana getirirler. Hatta döllenme ve embriyo gelişmesi makroprotalyumda gerçekleşmektedir. Böylece makrosporofillerin kenarları içeriye doğru kıvrılarak kapalı bir zar hâsıl edip içlerinde tohum taslakları gelişir ki bunlara da angiosperma adı verilmektedir.
Bitkilerde eşey dağılımı
Mikrosporofil ve makrosporofil ayrı ayrı çiçeklerde bulunursa bunlara hermofrodit denir. Şayet erkek ve dişi çiçekler aynı bitki üzerinde gelişirse monoik bitkiler, farklı bitkilerde gelişirse dioik bitkiler diye isimlendirilirler.
İlkel bitkilerde her makrosporofil bir pistil oluşturmaktadır. Pistil daha gelişmiş olan bitkilerde birkaç sayıda karpel şeklinde ya da makrosporifil ihtiva etmektedir. Zaten karpellirin uç kısımlarının birleşmesi sonucunda pistil ya da ovaryum hâsıl olmaktadır. Dolayısıyla tek karpelden meydana gelen ovaryumlara apokarp ovaryum, çok karpelden meydana gelen ovaryumlara ise sinkarp ovaryum denir. Fakat karpeller uç kısımlarından birbirine birleşerek tek bir bölme oluştururlarsa, bu sefer bunlara parakarp ovaryum diye tanımlanır. Hatta karpeller bazen daha geniş alanlar üzerinde birleşerek bölmeli ovaryumlar meydana getirebilmektedirler. Böylece karpellerin kenarları etli yastıkçıklar hâsıl ederler. Derken tohum taslakları yastıkçıklara bağlanırlar ki, bunlara plasenta adı verilir. Tohum taslaklarının ovaryumdaki dağılış şekillerine ise plasentalanma adı verilmektedir. Yani tohum taslakları karpel ayasının tam yüzeyinde dağılmışlarsa plasentalanma olayı gerçekleşmektedir. Bu durumda plasentalanmayı kolier plasentalanma ve folier plasentalanma diye iki grupta tasnifleyebiliriz. Şayet bir çiçek tablasının uzantısı üzerinde plasentalanma görülürse buna kolier plasentalanma denmektedir. Bu arada kolier plasentalanmayı da; bazal plasenta ve sentral plasenta diye iki grupta mütalaa edilmektedir.
Bazal plasentalanma da tohum taslağı tek olup ototrofturlar. Nitekim bazal plasentalanma çiçek ekseni uzantısı üzerinde bulunmaktadırlar. Örnek: Polygonaceae, piperacea, jupandereceae ve tamaricaceae familyaları.
Sentral plasentalanmada tohum taslağı herzaman çok sayıda olup kampilotropturlar. Nitekim ovaryum kolonun merkezinde bulunmaktadır. Örnek: pırımulaceae ve charyophyllaceae familyaları.
Folier plasentalanmada tohum taslaklarının tespit edilmiş olduğu karpel yapraklarının bölgelerine göre;
“—Marginel Plasenta
—Medyan Plasenta
—Laminal Plasenta” şeklinde üç tip olarak değerlendirilirler.
Tohum taslakları karpellerin birleşme çizgisi üzerinde bulunursa Pariatel plasentalanma adını alır. Örnek: Orchidaceae salicaceae ve Curicfereae familyaları.
Plasentalar her bölmenin iç köşesinde bulunursa bunlara aksillar plasentalanma denir. Hatta bu plasentalanma da iki çeşit olarak sahne almaktadır.
Tohum taslakları karpelin orta damarında bulunursa medyan plasentalanma diye tanımlanıp, bunun en tipik örneğinin haşhaş kapsülü olduğunu söyliyebiliriz.
Tohumlu bitkilerde döllenme ve döl alışımı
Spermatophyta; Gymnospermea ve Angliospermea olmak üzere iki ana kategoride incelenmektedir. Bunlardan gymnospermealar tohum taslaklarının megasporofilleri üzerinde açık halde bulunmaktadırlar. Bu yüzden aynı çiçekte tohum taslaklarının sinkarp ovaryumlar içerisinde yerleşme düzenine plasentalenma adı verilmektedir.
Tohum taslakları mikrofilin kalazaya göre almış olduğu duruma göre ise:
“—Ototrop
—Anatrop
—Kampilotrop
—Anfitrop” diye 4 ana başlık altında kategorize edilirler.
Bunları kısaca tanımladığımızda, mesela;
—Funikulus, kalaza ve embriyo kesesi aynı hizada olup mikrofil ile hilum karşılıklı kutup oluşturmaktadırlar ki, bu tipler ototrop adını alırlar. Örnek- Juglans ve piparecaea familyası.
— Tohum taslağının funikulusa göre kendi üzerinde 180 derece aşağı doğru kıvrıldığında oluşan tipe anatrop tip denir. Hatta bu tip tohum taslaklarının funikulusuyla tohum taslağının kesiştiği noktada ki birleşme yerine rafe denmektedir. Özellikle rafe tipler daha çok bitki familyalarında yaygındırlar.
—Nusellus ve embriyo kesesinin kendi etrafında kıvrık olduğu (mikropil, kalaza ve hilum birbirine yaklaşmış) tipe kampilotrup tip denir.
—-Kampilotrop ve anatrop tohum taslakları arasında ara bir şekil gösteren tipe ise anfitrop tip denip, bunlar hilum, kazala ve mikrofil arasında bulunmaktadırlar.
Tohum taslağı kısımları
Tohum deyip geçmemeli. Zira yıllarca silolarda kalan kuru tohumlar bile toprakla buluştuğunda hayata merhaba diyebilmektedir. Yine yumurtanın içerisinde bol bol gıda muhafaza altına alınarak doğacak olan canlıyı bir sonraki hayata aktif halde atılmasının ön hazırlıkları yapılır. Hakeza insanda kabir âleminde bekletildikten sonra ahiret tarlasında dirilmesi öngörülür. O halde tohum taslağını şöyle tarif edebiliriz pekâlâ. Şöyle ki; makrospor olarak tarif ettiğimiz embriyo kesesinin değişmesinden sonra meydana gelen organa Tohum taslağı diye tarif edilmektedir. Hatta döllenmeden sonra olgunlaşan yapılara da tohum denmektedir.
Bir tohum taslağı üç kısım olup, bunları:
“—-Embriyo kesesini taşıyan nusellus kısım.
—Nusellusu bir kılıf gibi örten iki konsantrik zar.
—Tohum taslağını plasentaya bağlayan funikalus iç ve dış integumentler” diye sıralayabiliriz. Bu arada funikulus ile tohum taslağının birleştiği kısma hilum, nusellusu iç integumentlerden ayıran kısma (nusellusun tabanına) kalaza diye tarif edildiğini belirtmekte fayda var.
Gymnospermealarda döllenme ve döl almaşı
Polenler rüzgâr vasıtasıyla arkegona taşınıp döllenmeyi müteakip zigotun gelişmesiyle birlikte meydana gelen embriyo megaprotalın içine gömülürler. Hatta gömülmekle kalmayıp megasporofil ve mikrosporofil diye spral halde dizilerek dişi ve erkek kozalakları meydana getirirler. Nitekim megasporofilde tohumlar oluşumunu tamamladıktan sonra dişi kozalağın açılmasını müteakip açığa çıkan tohumlar megasporofilden etrafa yayılarak megasporang dokusu içerisinde redüksiyon bölünmeye uğrayıp 4 adet megaspor hâsıl ederler. Derken bunlardan üçü ölür, diğer bir tanesi ise gelişerek megaprotalı verir. Nitekim megaprotal 3-sarkegon ihtiva edip, zaten iki sperma nükleustan biri yumurtayı döllemektedir. Zira birçok arkegonda yumurtalar aynı anda döllendiği için protal başlangıçta birden fazla embriyo ihtiva eder ki buna poliembriyo denmektedir. Hakeza gelişmesini tamamlamış bir embriyo çok sayıda kotiledona sahiptir ki bu durumda olanlara ise polikotikdonu denmektedir.
Pinus bitkisinde iki anatrop tohum taslağı bulunmaktadır. Yani olgunlaşmış polende (erkek gametofit) 4 nükleus vardır. Bunlar;
“—-Polen tüpü nükleusu,
—Sap hücresi nükleusu,
—Eşit büyüklükte olmayan 2 sperma hücresi nükleusu” diye zikredilmektedir.
Angiospermlerde döllenme ve döl almaşı
Embriyo Gelişimi
Madem erkek ve dişi gametofitler döllenmeden sonra tohum hâsıl ediyorlar, o halde anter 4 uzamış mikrosporangium hâsıl edecek demektir. Çünkü genç bir anter (mikrosporangium) önce epidermis ile çevrili homojen ve meristematik hücre kütlesi oluşturur, sonra bu kütle gelişerek 4 loblu durum alır. Derken bu loblar farklılaşarak çok çekirdekli duruma geçerler. Ki; oluşan bu sporlara arkeospor denmektedir. Peki, oluşan arkeosporlar ne yapar derseniz, onlara ait hücreler elbette ki dışarıya doğru primer parietal tabakayı, içeriye doğru ise primer spinogen tabakayı oluşturacaklardır. Bunlardan primer sprojen tabaka hücre içerisinde ya spor ana hücreleri gibi direk fonksiyon yapar, ya da birbirini izleyen hücre topluluğu oluşturacaktır. Olgunlaşmış anterin en dış tabakasını ise epidermis oluşturmaktadır. Dolayısıyla epidermis hücreleri yalnızca antiklinal (yüzeysel) yönde bölünürler. Fakat kurak şartlarda parçalanarak ortadan kalkmak zorunda kalırlar. Yani epidermisin altında endotesyum, polen tanelerinin olgunlaşıp dökülme zamanı geldiğinde çeper kalınlaşması tamamlanıp, böylece iç çeperlerden yukarı fiber bantları gelişir. Bu durumda ister istemez anterin yapısı endotesyumdan sonra ara tabaka, daha içeride tapetum şekli ağır basacaktır. Tabii burada tapetum tabakasının önemi bin kat daha artmakta. Çünkü bütün besin maddeleri bu tabaka vasıtasıyla sporojen hücrelere geçebilmektedir. Bu arada pek çok bitkinin tapetum hücrelerinde çekirdek bölünmesi üç farklı tipte olmaktadır. Şöyle ki;
“-—Çubuksu bölünme tarzı,
—Endomitoz bölünme tarzı,
—Normal mitoz bölünme tarzı” diye ifade edebiliriz.
Dicotylodonlarda embriyo gelişme
Dicotylodonlarda döllenen yumurta hücresi enine çeperle 2’ye bölünür. Bu hücrelerden embriyo kesesinin içine doğru olana terminal hücre, diğerine bazal hücre denir.
Proembriyonun 4 hücreli safhasından sonra embriyo gelişme tipleri:
1-İki hücreli proembriyonun terminal hücresinin boyuna bölünerek devam ettiği gelişmede:
—Embriyonun ileri gelişmelerde bazal hücre rol oynamaz, ya da az rol oynar. Örnek: Cruciferea.
—Embriyonun gelişmelerinde hem bazal hem de terminal hücre rol oynar. Örnek: Asterat tipi.
2-İki hücreli proembriyonun terminal hücresinin enine ikiye bölünerek devam eden gelişmede:
—Embriyolojik gelişme bazal hücre rol oynamaz, ya da az rol oynar.
a-Bazal hücre 2 ya da daha fazla hücreden teşekkül eden suspansoru hasıl eder. Örnek: Solanad tipi.
b-Bazal hücre bölünmez. Suspansor terminal hücreden meydana gelir. Örnek: Caryophylland tipi.
— Hem bazal hem de terminal hücre embriyo gelişmesine katılır. Örnek: Chenopodiad tipi.
Bu tipler şekillerine göre:
1-Curicifereae tipi
—Bazal hücre enine, terminal hücre boyuna bölünür.
—2 terminal hücre tekrar boyuna bölünerek 4’lü grup oluşturur.
—4 lü gruplar da enine bölünerek 8 hücre hâsıl eder. Bu 8 hücrenin alttaki dördü koliledonları ve gövdeyi, üsteki dördü hipokotil hâsıl ederek bölünmelere devam eder.
—10 hücre suspan soru meydana getirir.
2-Asterat tipi
—Bazal hücre enine, terminal hücre boyuna bölünür.
—Terminal hücre sürekli bölünmeye devam eder, ktiledon ve gövdeyi oluşturur. Bazal hücreden alttaki boyuna bölünerek hypokotil oluşturmak üzere farklılaşır. Üsteki bazal hücredende suspansor, kalıptra ve kök meydana gelir.
3-Solanad tipi
Bu tür gelişmeye Nicotianada görüldüğü gibi Solanaceae familyasında rastlanır.
—Bazal ve Terminal hücreler ilk bölünmeyi enine yaparlar.
—Üsteki bazal hücreler 3 suspansoru, alttaki bazal hücreler kök ucunu meydana getirir.
Terminal hücrenin üsteki grubu hypocotili, kökü periblem ve pleurom tabakasını, alttaki ise kotiledonları hâsıl eder.
4-Caryophyland tipi
En büyük özelliği bazal hücrenin hiç bölünmemesi.
—Terminal hücre enine bölünerek 4 hücre hâsıl eder.
—4 hücrenin üstekiler tekrar enine bölünür, alttakiler boyuna bölünür.
—Terminal hücrelerden ikisi ile bazal hücre süspansoru oluşturur.
Alttaki terminal hücrelerde sırayla kök, hypokoti ve kotiledonları hâsıl eder.
5-Chenapodad tip
—Solanad tipine benzer ikibölünme eninedir.
— 4 hücre üst üste gelir.
— 4 hücreden 37’si suspansoru, alttaki kök ucunu hâsıl eder. Boyuna bölünmüş hücreden üsteki ikisi hypocotili, alttaki kotiledonları meydana getirir.
Suspansor genellikle bazal hücreden meydana gelir. Suspansor embriyoyu endosperm içine itmesiyle birlikte oluşan suspansorlara suspansor modifikasyonları denmektedir.
Apomixis teşekkülü şu ihtimallerle olmaktadır:
Birinci ihtimal
—Makrospor ana hücresine kadar gelişme vardır.
—Makrospor hücresi redüksiyonlar yumurta hücresini hâsıl eder (haploid)
— Yumurta hücre döllenme olmadan embriyoyu meydana getirir. Bu embriyolar haploid olduğunda meydana getirdikleri bitki kısır olup üreyerek neslinin devamını sağlayamaz.
İkinci ihtimal
Embriyo kesesi nusellus ya da başka hücrelerden (arkesporal dokulardan) meydana gelir. Redüksiyon bölünme olmadığından embriyo kesesi diploid halde bölünmeksizin çoğalarak bitki meydana getirebilmektedir.
Üçüncü ihtimal
İntegüment ya da nusellus hücrelerden birisi gelişerek embriyoyu hâsıl eder. Buna hiç embriyo kesesi yoktur anlamında adventif embriyomu denmektedir
Dördüncü ihtimal
Bu ihtimal doğrudan doğruya tomurcuklanma ve vejetatif üreme ile ilgilidir.
Poliembriyonu
Bir tohum içerisinde birçok embriyonun bulunmasına poliembriyonu denir. Mesela Eupoliembriyona ait embriyo kesesinde birden fazle embriyo gelişmektedir.
İki çeşit poliembriyonu var olup, bunlar;
“—Gerçek poliembriyonu
—Yalancı poliembriyonu” diye tasnif edilirler.
Gerçek poliembriyonu iki embriyo veya antipod, sinergitik ve endosperm hücrelerinden meydana gelmektedir. O halde bu hücrelerden biraz bahsedebiliriz. Bilindiği üzere sinergit hücreleri kısa ömürlüdürler. Dolayısıyla döllenmeden hemen önce ya da sonra ortadan kalkabilmektedirler. Antipod hücreleri ise 10–12 sayıda diyebileceğimiz sınırda kalmaktadır. Bu arada sekonder çekirdekler de sonradan endospermi vermektedirler. Rusellus ve integüment hücreleri ne yapar derseniz onlar da embriyo kesesinin içine doğru gelişerek yeni embriyo hâsıl ederler.
Yalancı embriyoda bir ovaryum içerisinde farklı embriyo keselerden oluşan birden çok embriyon gelişebilmektedir. Hatta farklı embriyo keselerinden meydana gelen embriyolar kromozom sayıları aynı veya farklı olabilmektedir. Bunlar:
“—Diploid diploid.
—Haploid-diploid
—Diploid-triploid
—Haploid triploid” diye karşılık bulmaktadır.
Mesela;
—Yoncada diploid-diploid,
— Ketende haploid-diploid,
—Buğdayda diploid-triploid,
—Phleumda haploid-troploid tarzında cerayan etmekte olup, poliembriyonun sebebinin hormonal nedenlere bağlı olduğu sanılmaktadır. Bu yüzden Poliembriyoni ziraatçılıkta çok önemlidir. Çünkü bir tohumdan birden çok bitki meydana gelebilmektedir. Hatta tohum aşamasında bir embriyonun etrafını çeviren bir endosperm bazı durumlarda bir nusellus ve en dışta testa oluşabilmektedir.
Olgunlaşmış embriyo keseleri:
“—Üç yumurta aygıtı,
—Üç antipod,
–İki polar çekirdek”ten ibarettir.
Embriyo kesesinde bir polarite vardır. Bazı bitkilerde embriyo kesesinde besin rezervlerine rastlanır.
Embriyolojinin sistematik ilişki tayininde olan özellikleri toparlayacak olursak ana başlıklarını;
“—Apomixis,
—Anter tapetumun durumu,
—Polen tanesinin durumu,
—Poliembriyonu,
—Polen tüpünün davranışları,
—Embriyo kesesi gelişme tipleri,
—Embriyo gelişme tipleri,
—Endosperm tipleri,
—Makrospor ana hücresinin bölünüş şekli,
—Mikroanaspor ana hücresinin bölünüş şekli” tarzında sıralayabiliriz.
Embriyo dedik, tohum dedik, o halde bir nebze de olsa biraz da meyvadan bahsedebiliriz. Meyvenin hem tadı güzel hemde kendisi güzel. Ona zaten güzellik katan onu çepeçevre kuşatan çeperleri olsa gerektir. Bu yüzden karpellerden oluşan meyva çeperine perikarp denmektedir.
Perikarp genellikle üç ayrı tabaka ihtiva edip, dıştan içe doğru:
“—Ekzokarp
—Mezokarp
—Endokarp” diye isim alırlar. Böylece döllenme sonucunda farklılaşmış ovaryum ve içerisindeki tohumların meydana getirdiği topluluk meyva adını alır. Meyvenin tam ortasında çekirdekler bulunmaktadır. Şayet çeşitli sebeplerle bir ağaç ortadan kalksa bile endişelenmeye gerek yok. Çünkü çekirdekler onun yerine geçip mensup olduğu ağacı temsil edebilmektedirler. Bu yüzden olsa gerek çekirdekler meyvenin merkezinde korunmaya alınmışlar. İlginçtir meyvenin kendisi narin ve yumuşak olmasına rağmen çekirdekler tam tersi sert yapıdadırlar. Zaten böyle olmasaydı meyvenin daha olgunlaşmasına fırsat kalmadan çürüyüp mahvolacaktı. Atomun çekirdeği hangi gaye ile yaratılmışsa elbette ki meyvenin çekirdeği de o gaye ile yaratılmıştır. Nasıl ki atom çekirdeğini kuşatan elektronlar varsa çekirdeği de çepeçevre saran sert bir kabuk var ki bu kabuk kolay kolay bozulmamaktadır. Kelimenin tam anlamıyla kabuk çekirdek için bir sanduka görevi yapmaktadır. Ne zamanki çekirdeğin toprak ve suyla buluşması gerçekleşir, işte o zaman o korunaklı sandukadan toprağa doğru kökler havaya doğru da gövde çıkmaktadır. Böylece bir anda değişik renklerde, değişik tatlarda ve değişik kokularda birçok hayat ağacıyla karşı karşıya kalırız. Allah-ü Teala bu yüzden ; “ (Sizin için) Tuur-i Sınadan çıkan bir ağaçta (zeytin) (yarattık) ki o (yerden) yağıyla ve yiyen kimselere bir katıkla beraber biter” (Müminun, 20) diye beyan buyurarak toprağın bağrından çıkardığı zeytinyağı gibi büyük bir nimeti bize hatırlatmaktadır.
Bir hurma ağacının düşünün ki köklere ayrı gövdeye ayrı, yapraklara ayrı gıdalar taksim ediliyor. Hurmaların dişileri var erkekleri var. Dolayısıyla dişiler döllenmeye muhtaçtır. Ki bu izdivaç erkekler tarafından tozlaşma yoluyla gerçekleşmektedir. Madem tozlaşıyorlar o halde bir çocuğun dünyaya gelmesi gibi meyve gelmelidir, gelir de. Şöyle ki başlangıçta zayıf yapıda olan hurmalar ta ki kuvvetlenip olgunlaşana kadar güneşten ve havadan muzdarip olmasın diye kılıf içerisinde korunuyor. Derken hurma derman bulup güçlü konuma gelmesiyle birlikte güneşe dayanabileceği kadarıyla açılıp kılıfından çıkmakta ve bizlere gıda olmaktadır. Bu misal aynı zamanda hurmanın nezdinde tüm ağaçlar içinde geçerli bir kanun olsa gerektir. O halde tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç; kabuk içerisine gömülmüş olan zayıf yapıda ki danelerin günü geldiğinde salkım salçak bir şekilde yıkılmadım ayaktayım diyebilen güçlü ağaç olarak karşımıza çıkmasıdır.
dedekorkut1
23 Ekim, 2021 - 08:31
Kalıcı bağlantı
BİTKİ EMBRİYOSU VE MEYVE
BİTKİ EMBRİYOSU VE MEYVE
SELİM GÜRBÜZER
Eskiden beri bitkiler gizli üreme anlamına gelen cryptogamae (kriptogamlar) ve çiçek açıp tohum oluşturabilen anlamına gelen phanerogamae (fanerogamlar) olmak üzere iki grupta kategorize edilirler. Her ikisi arasındaki temel fark şudur ki; cryptogamae’larda istirahat devresi spor fazında geçmekte iken phanerogam’larda istirahat devresi embriyo halinde geçmektedir. Hakeza cryptogamae’larda yumurtanın döllenmesiyle birlikte hemen embriyo devresi gelişirken, phanerogam’larda ise gelişmenin ilk fazı sporoit bitki üzerinde gerçekleşip, böylece embriyo ana bitkiden tohum olarak ayrılmış olur.
Bilindiği üzere tohumlu bitkiler sporofit bitkinin belli sürgünlerinde diğer yapraklardan farklı olarak mikrosporofiller ve makrosporofiller çıkmakta. Bu yüzden mikrosporofil ve makrosporofillerin bir bütün olarak oluşan bitki topluluğuna çiçek adı verilir. Tabii hazır çiçekten bahsetmişken Yunusun çiçekle olan hasbihalini anmadan edemeyiz elbet. Bakınız Yunus çiçeğe ne soruyor, çiçek ne cevap veriyor bir izleyelim:
“Sordum sarıçiçeğe: Benzin neden sarıdır?
Çiçek eydür derviş baba: Ahım dağlar eritir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sizde ölüm var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba: Ölümsüz yer var mıdır?
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Kışın nerde olursun
Çiçek eydür derviş baba: Kışın türab oluruz
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Tamuya girer misiz?
Çiçek eydür derviş baba: Ol münkirler yeridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Uçmağa girer misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Uçmak adem şehridir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Gül sizin neniz olur?
Çiçek eydür derviş baba: Gül Muhammed teridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Ademi bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Adem binde birdir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Kırkları bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Kırklar Allah yâridir.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Rengin kandan alırsız?
Çiçek eydür derviş baba: Ay iye gün nurudur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Boynun neden eğridir?
Çiçek eydür derviş baba: Kalbim hakka doğrudur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: annen baban varmıdır?
Çiçek eydür derviş baba: annem babam topraktır
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen Kabeyi gördün mü?
Çiçek eydür derviş baba: Kâbe Allah evidir
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Bahçene girsem nola?
Çiçek eydür derviş baba: Kokla beni geri dur.
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen sıratı gördün mü?
Çiçek eydür derviş baba: Cümlenin ol yoludur
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Gözün niçin yaşlıdır?
Çiçek eydür derviş baba: Bağrıcağım başlıdır
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah.
Sordum sarıçiçeğe: Sen beni bilir misiniz?
Çiçek eydür derviş baba: Sen Yunus değil misin?
Hak Lâ ilahe illâllah, Allah Lâ ilâhe illâllah”
İşte görüyorsunuz bizim Yunus Emre’miz bu ya, çiçeği hal lisanıyla konuşturaraktan çiçeğin manevi yönünü ortaya koymakta. Madem öyle, bize de çiçeğin biyolojik yönünü ortaya koymak düşer.
Bilindiği üzere makrosporangiumlar; mikrosporofil, makrosporofil ya da karpel adı verilen yapraklar üzerinde bulunup vazife gereği bölünerek küçük olandan mikrospor (erkek protalyum) büyük olandan makrospor (dişi protalyum-embriyo kesesini) meydana getirirler. Yani bu demektir ki döllenme ve embriyo gelişmesi makroprotalyumda gerçekleşmektedir. Böylece makrosporofillerin kenarları içeriye doğru kıvrılarak kapalı bir zar halini alıp içlerinde tohum taslakları gelişir ki bunlara da angiospermae (kapalı tohumlular) adı verilir.
Bitkilerde eşey dağılımı
Mikrosporofil ve makrosporofil ayrı ayrı çiçeklerde bulunursa bunlar hermafrodit olarak adlandırılır. Şayet erkek ve dişi çiçekler aynı bitki üzerinde gelişirse bu durumda ‘monoik’ bitki olarak tanımlanırken farklı bitkilerde gelişirse ‘dioik’ bitkiler olarak tanımlanır.
İlkel bitkilerde her makrosporofil bir pistil oluşturur. Pistil daha gelişmiş olan bitkilerde birkaç sayıda karpel şeklinde ya da makrosporifil olarak kendini gösterir. Derken karpellerin uç kısımlarının birleşmesi sonucunda pistil (ovaryum-dişi organ) oluşmaktadır. Dolayısıyla tek karpelden meydana gelen ovaryumlar ‘apokarp ovaryum’ olarak addedilirken çok karpelden meydana gelen ovaryumlar ise ‘sinkarp ovaryum’ olarak addedilirler. Şayet karpel uç kısımlarının birbiriyle birleşip tek bir bölme oluştururlarsa, bu durumda adından ‘parakarp ovaryum’ olarak söz ettirir. Unutmayalım ki karpeller icabında daha geniş alanlar üzerinde birleşip bölmeli ovaryumlar oluşturabiliyor. Nitekim böylesi bir oluşumla birlikte karpellerin kenarlarında etli yastıkçıklar oluşur da. Ve oluşan bu tohum taslakları yastıkçıklara bağlandığında plasenta adını alır. Tohum taslaklarının ovaryum üzerindeki dağılış şekli ise plasentalanma olarak isimlendirilir. Bir başka ifadeyle tohum taslakları karpel ayasının tam yüzeyinde dağılır dağılmaz plasentalanma olayı gerçekleşir. Malumunuz plasentalanma ‘Plasentalanma koliner’ ve ‘Foliar ’ olmak üzere iki tiptirler. Şayet bu iki tipten bir çiçek tablasının uzantısı üzerinde plasentalanma görülürse buna koliner plasentalanma denip bu da kendi içinde ‘bazal plasenta’ ve ‘plasenta central’ olarak kategorize edilir.
Bazal plasentalamada malum tohum taslağı tek olup ototrofturlar. Konum olarakta bazal plasentalanma adına uygun davranıp çiçek ekseni uzantısı üzerinde bulunurlar. Örnek mi? Polygonaceae, piperaceae ve tamaricaceae familyaları bunun tipik örneklerini teşkil eder.
Sentral plasentalanmada tohum taslağı her zaman çok sayıda olup kampilotrop’turlar. Nitekim ovaryum kolonun merkezinde bulunur. Örnek: primulaceae ve charyophyllaceae familyaları.
Folier plasentalanmada tohum taslaklarının tespit edilmiş olduğu karpel yapraklarının bulunduğu konumlarına göre;
“-Parietal marjinal plasentasyon,
-Medyan plasentasyon,
-Laminal plasentasyon” şeklinde üç tip başlık altında incelenirler.
Tohum taslakları karpellerin birleşme çizgisi üzerinde bulunursa Pariatel plasentalanma adını alır. Örnek: Orchidaceae, salicaceae ve cruciferae familyaları.
Plasentalar her bölmenin iç köşesinde bulunursa bunlara aksillar plasentalanma (eksensel plasentalanma) denir. Hatta bu plasentalanma da iki çeşit olarak sahne alır.
Tohum taslakları karpelin orta damarında bulunursa medyan plasentalanma diye tanımlanıp haşhaş kapsülü bunun en tipik örneğini teşkil eder.
Tohumlu bitkilerde döllenme ve döl alışımı
Spermatophyta (tohum bitkiler); ‘Gymnospermea’ ve ‘Angliospermea’ olmak üzere iki ana kategoride incelenirler. Bunlardan gymnospermealar tohum taslaklarının megasporofilleri üzerinde açık halde bulunurlar. Bu yüzden aynı çiçek tohum taslaklarının sinkarp ovaryumlar içerisinde yerleşme düzenide plasentalanma olarak addedilir.
Tohum taslakları mikrofilin kalazaya göre almış olduğu duruma göre ise:
“-Ortotrop ovül,
-Anatrop ovül,
-Kampilotrop ovül,
-Anfitrop ovül” şeklinde 4 ana başlık altında kategorize edilir.
Bunları kısaca tanımladığımızda, mesela;
-Funikulus, kalaza ve embriyo kesesi aynı hizada olup mikrofil ile hilum karşılıklı kutup oluştururlar ki, bu tipler ototrop adını alırlar. Örnek- Juglans (ceviz) ve piparecaea familyası.
-Tohum taslağının funikulusa göre kendi üzerinde 180 derece aşağı doğru kıvrıldığında oluşan tipe anatrop ovül denir. Hatta bu tip tohum taslaklarının funikulusuyla tohum taslağının kesiştiği noktada ki birleşme yerine rafe denmektedir. Özellikle rafe tipler daha çok bitki familyalarında yaygındırlar.
-Nusellus ve embriyo kesesinin kendi etrafında kıvrık olduğu (mikropil, kalaza ve hilum birbirine yaklaşmış) tipe kampilotrop tip denir.
-Kampilotrop ve anatrop tohum taslakları arasında ara bir şekil gösteren tip ise anfitrop tip denip, bunlar hilum, kazala ve mikrofil arasında bulunurlar.
Tohum taslağı kısımları
Tohum deyip geçmemeli. Zira yıllarca silolarda kalan kuru tohumlar toprakla buluştuğunda adeta yeni bir hayata göz kırpar bir halde neşvünema bulduğunda seyredenleri kendine hayran bırakabiliyor. Nasıl hayran bırakmasın ki, tıpkı bir yumurtanın içerisinde bol bol gıda depo edilişinde doğacak olan canlıyı bir sonraki hayata hazırlık yapmasında olduğu gibi siloda bekletilen tohumda toprağa karıştığında kendi cinsinden yeni bir bitkinin hazırlığının muştusu olacaktır. Bir başka ifadeyle toprağa karışan tohum bitkinin taslağı olması hasebiyle tıpkı bir bebeğin anne karnında geçirdiği embriyolojik gelişiminde olduğu gibi karıştığı toprağın bağrında makrospor ana hücresi olarak pek çok evrelerden geçtikten sonra embriyo kesesi içerisinde gelişimini tamamlayıp kendi cinsinden bitkisini oluşturacaktır.
Hiç kuşkusuz toprağa karışan bir tohumun taslağına veçhe kazandıran üç yapı söz konusu olup bunlar:
“-Embriyo kesesini taşıyan nusellus kısım (besi dokusu),
-Nusellusu bir kılıf gibi örten iki konsantrik zar (integument),
-Tohum taslağını plasentaya bağlayan funikulus (ince uzun bir kordon veya sap)” şeklinde bir yapı olarak ortaya çıkar. Funikulus ve tohum taslağının birleştiği bölüme ‘Hilum’ denirken nusellusu iç integumentten ayıran bölüme (nusellusun tabanına) ‘kalaza’ denir.
Peki ya insan? Malum insanoğlu da tohum gibi ambarda değil de kabir âleminde bekletildikten sonra ahiret tarlasında tohum misali dirilmek üzere yeni bir çehreye bürünecektir.
Gymnospermealarda döllenme ve döl almaşı
Polenler rüzgâr vasıtasıyla arkegona taşınıp döllendiğinde meydana gelen embriyo megaprotalın içine gömülür. Hatta gömülmekle kalmayıp megasporofil ve mikrosporofil diye spral halde dizilip dişi ve erkek kozalaklar meydana getirir. Nitekim megasporofilde tohumlar oluşumunu tamamladıktan sonra dişi kozalağın açılmasını müteakip açığa çıkan tohumlar megasporofilden etrafa yayılır. Yayılınca ne olur derseniz, olacak malum megasporang dokusu içerisinde redüksiyon bölünmeye uğrayıp 4 adet megaspor oluşacaktır. Derken bunlardan üçü ölür, diğer bir tanesi ise gelişerek megaprotal olarak neşvünema bulur. . Böylece iki sperma nükleustan sadece biri yumurtayı döller. Zira birçok arkegonda yumurtalar aynı anda döllendiği için protal başlangıçta birden fazla embriyo ihtiva eder ki buna poliembriyoni denir. Keza gelişmesini tamamlamış bir embriyo çok sayıda kotiledona sahip olur ki bu durumda olanlara polikotiledon denir.
Pinus bitkisinde iki anatrop tohum taslağı bulunur. Yani olgunlaşmış polende (erkek gametofit) 4 nükleus vardır. Bunlar;
“-Polen tüpü nükleusu,
-Sap hücresi nükleusu,
-Eşit büyüklükte olmayan 2 sperma hücre nükleusu” şeklinde karşılık bulur.
Angiospermlerde döllenme ve döl almaşı
Embriyo Gelişimi
Madem erkek ve dişi gametofitler döllenmeden sonra tohum hâsıl ediyorlar, o halde anter 4 uzamış mikrosporangium oluşturacak demektir. Çünkü genç bir anter (mikrosporangium) önce epidermisle çevrili homojen ve meristematik kütle hücre oluşturur, sonra bu kütle gelişip 4 loblu durum alır. Derken bu loblar farklılaşıp çok çekirdekli duruma geçerler. Ki; oluşan çekirdekli sporlara arkeospor denir. Peki, arkeospor hücreler ne yapar derseniz, elbette ki bu hücrelerde dışarıya doğru primer parietal tabaka, içeriye doğru ise primer sprogen doku oluşturacaklardır. Bunlardan primer sprogen tabaka hücre içerisinde ya spor ana hücreleri gibi direk fonksiyon kazanır, ya da birbirini izleyen hücre topluluğu oluşturur. Olgunlaşmış anterin en dış tabakasında ise epidermis oluşur. Dolayısıyla epidermis hücreleri yalnızca antiklinal (yüzeysel) yönde bölünürler. Fakat ortamın kurak olduğu şartlarda parçalanıp ortadan kalkmak zorunda kalırlar. Yani epidermisin altında endotesyum, polen tanelerinin olgunlaşıp dökülme zamanı geldiğinde çeper kalınlaşması tamamlanıp, böylece iç çeperden yukarı doğru fiber bantlar teşekkül eder. Bu durumda ister istemez anterin yapısı endotesyumdan sonra ara tabaka, daha içeride tapetum şekli ağır basacaktır. Tabii burada tapetum tabakasının önemi bin kat daha artmış olur. Çünkü bütün besin maddeleri bu tabaka vasıtasıyla sporojen hücrelere geçebiliyor. Bu arada pek çok bitkinin tapetum hücrelerinde çekirdek bölünmesi üç farklı tipte olur. Şöyle ki;
“--Çubuksu bölünme tarzı,
-Endomitoz bölünme tarzı,
-Normal mitoz bölünme tarzı” diye ifade edebiliriz.
Dicotyledon embriyo gelişmesi
Dicotyledon üzerinde döllenen yumurta hücresi enine çeperle 2’ye bölünür. Bu hücrelerden embriyo kesesinin içine doğru olana terminal hücre denirken diğerine de bazal hücre denir.
Proembriyonun 4 hücreli safhasından sonra embriyo gelişme tipleri:
1-) İki hücreli proembriyonun terminal hücresinin boyuna bölünerek devam ettiği gelişmede:
-Embriyonun ileri gelişmelerde bazal hücre rol oynamaz ya da az rol oynar. Örnek: Cruciferea.
-Embriyonun gelişmelerinde hem bazal ro oynar, hem de terminal hücre. Örnek: Asterat tip.
2-) İki hücreli proembriyonun terminal hücresinin enine ikiye bölünerek devam eden gelişmede:
-Embriyolojik gelişme bazal hücre rol oynamaz ya da az rol oynar.
a-Bazal hücre iki ya da daha fazla hücreden meydana gelen suspansör oluşur. Örnek: Solanad tip.
b-Bazal hücre bölünmez. Suspansor terminal hücreden meydana gelir. Örnek: Caryophylland tip.
-Hem bazal hem de terminal hücre embriyo gelişmesine katılır. Örnek: Chenopodiad tip.
Bu tipler şekillerine göre:
1-) Cruciferae tip
-Bazal hücre enine, terminal hücre boyuna bölünür.
-İki terminal hücre tekrar boyuna bölünerek 4’lü grup oluşturur.
-4'lü gruplar da enine bölünerek sekiz hücre oluşur. Oluşan bu 8 hücrenin alttaki dördü koliledonları ve gövdeyi oluştururken üsteki dörtlüde hipokotili oluşturup böylece bölünmelerden maksat hâsıl olmuş olur.
-10 hücre suspansoru meydana getirir.
2-)Asterat tip
-Bazal hücre enine, terminal hücre boyuna bölünür.
-Terminal hücre sürekli bölünmeye devam eder, ktiledon ve gövdeyi oluşturur. Bazal hücreden alttaki boyuna bölünerek hypokotil oluşturmak üzere farklılaşır. Üsteki bazal hücreden de suspansor, kaliptra ve kök meydana gelir.
3-)Solanad tip
Bu tür gelişmeye Nicotianada görüldüğü gibi Solanaceae familyasında da rastlandığı gözlemlenmiştir.
-Bazal ve Terminal hücreler ilk bölünmeyi enine yaparlar.
-Üsteki bazal hücreler 3 suspansoru oluştururken, alttaki bazal hücreler de kök ucunu oluştururlar.
Terminal hücrenin üsteki grubu hypocotilini oluştururken, köküde periblem ve pleurom tabakasını oluşturur, en alttaki ise kotiledonları oluşturur.
4-)Caryophyland tip
-En ilginç özelliği bazal hücrenin hiç bölünmemesidir.
-Terminal hücre ise enine bölünüp 4 adet hücre oluşturur.
-4 hücrenin üstekiler enine bölünürken, alttakilerde boyuna bölünürler.
-Terminal hücrelerden ikisi ile bazal hücre suspansoru oluşturur.
Alttaki terminal hücrelerde sırayla kök, hypokotil ve kotiledonları oluşturur.
5-) Chenapodad tip
-Solanad tipine benzer iki bölünme eninedir.
- 4 hücre üst üste gelir.
- 4 hücreden 37’si suspansoru oluştururke, alttaki de kök ucunu oluşturur. Boyuna bölünmüş hücreden üstekinin ikisi hypocotili, alttaki de kotiledonları meydana getirir.
Suspansor genellikle bazal hücreden meydana gelir. Suspansor embriyoyu endosperm içerisine itmesiyle birlikte oluşan suspansorlara suspansor modifikasyonlar denmektedir.
Apomixis teşekkülünün oluşumunda bilim adamları şu ihtimalleri göz önünde bulundurmuşlardır:
Birinci ihtimal
-Makrospor ana hücresine kadar gelişme vardır.
-Makrospor hücre redüksiyonu yumurta hücresini hâsıl eder (haploid)
-Yumurta hücre döllenme olmadan embriyonu meydana getirir. Bu embriyolar haploid olduğunda meydana getirdikleri bitki kısır kalır. Dolayısıyla üreme yoluyla neslinin devamını sağlayamaz.
İkinci ihtimal
Embriyo kesesi nusellus ya da başka hücrelerden (arkesporal dokulardan) meydana gelir. Redüksiyon bölünme olmadığından embriyo kesesi diploid halde bölünmeksizin çoğalarak bitki meydana getirebiliyor.
Üçüncü ihtimal
İntegüment ya da nusellus hücrelerden birisi gelişerek embriyoyu hâsıl eder. Buna hiç embriyo kesesi yoktur anlamında adventif embriyonu denmektedir
Dördüncü ihtimal
Bu ihtimal doğrudan doğruya tomurcuklanma ve vejetatif üreme ile ilgili bir husustur.
Poliembriyonu
Bir tohum içerisinde birçok embriyonun bulunmasına poliembriyonu denir. Mesela Eupoliembriyona ait embriyo kesesinde birden fazla embriyo gelişir.
İki çeşit poliembriyonu var olup bunlar şu başlıklar altında tasnif edilirler:
“-Gerçek poliembriyonu,
-Yalancı poliembriyonu” diye.
Gerçek poliembriyonu iki embriyo veya antipod, sinergitik ve endosperm hücrelerinden meydana gelir. Madem öyle bu hücrelere bir nebzecik olsun değinmekte fayda vardır. Bilindiği üzere sinergit hücreleri kısa ömürlüdürler. Dolayısıyla döllenmeden hemen önce ya da sonrasında ortadan kaybolabiliyorlar. Antipod hücreleri ise 10-12 sayıda diyebileceğimiz sınırda kala kalırlar hep. Ssekonder çekirdekler de malum boş durmayıp endospermi üretirler. Peki ya Rusellus ve integüment hücreleri ne yapar derseniz onlar da embriyo kesesinin içine doğru gelişerek adeta silbaştan embriyoyu yenilemiş olurlar.
Yalancı embriyonunda ise malum bir ovaryum içerisinde farklı embriyo kesesinden oluşan birden çok embriyon gelişebiliyor. Hatta farklı embriyo kesesinden meydana gelen birden çok embriyonların kromozom sayısı aynı veya farklı da olabiliyor. Nitekim bunlar oluşan farklı sayıda yapılanmaya göre şu şekilde eşleşerek:
“-Diploid diploid.
-Haploid-diploid
-Diploid-triploid
-Haploid triploid” şeklinde isimlendirilirler.
Örnek mi? İşte;
-Yoncada diploid-diploid,
- Ketende haploid-diploid,
-Buğdayda diploid-triploid,
-Phleumda haploid-troploid tarzında oluşan yapılanmalar bunun en bariz örneklerini teşkil eder. Ve bu tür poliembriyon oluşumunda ki farklılaşmaların arka planında yatan sebebinin hormonal nedenlere bağlı olduğu düşünülmektedir. Nitekim arka planda yatan bu düşünceden hareketle Poliembriyon üretiminin ziraatçılık açısından çok önemli yeri vardır. Zira bir tohumdan birden çok bitki oluşmaktadır. Hatta tohum aşamasında bir embriyonun etrafını çeviren bir endosperm bazı durumlarda nusellus ve en dışta testayı oluşturur.
Olgunlaşmış embriyo kesesi:
“-Üç yumurta aygıtı,
-Üç antipod,
–İki polar çekirdek”ten ibarettir.
Embriyo kesesinde bir polarite vardır. Bazı bitkilerde embriyo kesesinde besin rezervlerine sahip olduğu bilinen bir gerçekliktir.
Her neyse az gittik uz gittik misali şöyle bitki embriyolojisiyle ilgili özellikleri toparlayacak olursak ana başlıklarını şöyle sıralayabiliriz:
-Apomixis,
-Anter tapetumun durumu,
-Polen tanesinin durumu,
-Poliembriyonu,
-Polen tüpünün davranışları,
-Embriyo kesesi gelişme tipleri,
-Embriyo gelişme tipleri,
-Endosperm tipleri,
-Makrospor ana hücrenin bölünüş şekli,
-Mikroanaspor ana hücrenin bölünüş şekli diye.
Dikkat ettiyseniz konumuzun başından beri embriyo dedik, tohum dedik, vs. dedik ama hiç meyveden söz etmedik. Madem öyle bir nebzede olsun meyvelerden bahsedebiliriz pekâlâ. Malmunuz meyvenin hem tadı hoş hem de kendisi hoş bir güzelliktedir. Ki, Meyveye güzellik katanda dış veçhesini çepeçevre kuşatan çeperlerdir. Hiç kuşkusuz bu çeperler karpellerden oluşan perikarp tabakasından başkası değildir elbet.
Meyvenin perikarp tabakası da kendi içinde üç ayrı tabakadan müteşekkil olup dıştan içe doğru şu isimlerle adından söz ettirir:
-Ekzokarp,
-Mezokarp,
-Endokarp diye.
Bitkilerde döllenmeyle birlikte oluşan farklılaşmış ovaryum içerisinde yer alan tohumların meydana getirdiği topluluk ‘meyve’ ismiyle karşılık bulur. Bikere adı üzerinde meyve, asla kendi başına terkedilmiş kral çıplak değildir, içerisine daldığımızda bir ummanla karşı karşıya kaldığımız gözlemleriz. Öyle ki bu umman deryasının tam göbeğinde pek çok çekirdek âlemi söz konusudur. Düşünsenize herhangi bir nedenle var olan bir bitki türü ortadan kalkmış olsa hiçte endişelenmeye gerek yoktur, onu bir şekilde telafi edecek çok şükür çeki taneleri vardır. Kaldı ki çekirdek deyip es geçmeyelim, zira bir çekirdek içerisinde değil küçük bir bitki türü, dallarıyla budaklarıyla semaya doğru uzanacak kocaman bir ağaç kodludur. Bu demektir ki çekirdek doğurgan toprak misali kendi cinsinden neslin devamını sağlayan merkezi bir üs bile. Dikkat ettiyseniz merkez konumda oldukları için bir bakıyorsun çekirdek denen nesneler meyvenin sağına soluna kenarına, yanına üstüne, altına değil de tam ortasında korunmaya alınmışlardır. Daha da ilginç olan meyvenin kendisi narin sert yapılı olmasaydılar meyvenin daha olgunlaşmasına fırsat kalmadan çürüyüp mahvolacaklardı. Hem kaldı ki atom çekirdeği hangi yaratılış gaye ile programlanıp yaratılmışsa aynen öyle de meyvenin çekirdeği de kendisine biçilen gaye doğrultusunda programlanıp o şekilde yaratılmıştır elbet. Hem nasıl ki atom çekirdeğini kuşatan elektron zinciri varsa aynen öyle de çekirdeğinde etrafını çepeçevre saran sert bir kabuk vardır. Ki; bu kabuk kolay kolay bozulmaz da. Kelimenin tam anlamıyla kabuk çekirdek için bir sanduka görevi yapmaktadır. Ne zamanki çekirdeğin toprak ve suyla buluşması gerçekleşir, işte o zaman o korunaklı sandukadan toprağa doğru kök oluşumu, havaya doğru boylu boylusuna uzanan gövde çıkacak demektir. Derken bir anda birbirinden değişik renklerde lezzet ve taamlarda gözümüzü kamaştıracak bir devasa bitki âlemiyle ya da orman topluluğuyla hayat buluruz da. Zira Allah-ü Teâlâ bu hususta “(Sizin için) Tûr-i Sına'dan çıkan bir ağaçta (zeytin) (yarattık) ki o (yerden) yağıyla ve yiyen kimselere bir katıkla beraber biter” (Müminun, 20) diye beyan buyurup, toprağın bağrından çıkardığı zeytin ağacı üzerinden bir büyük nimeti bize hatırlatır.
Bir hurma ağacının düşünün ki köklere ayrı, gövdeye ayrı, yapraklara ayrı gıdalar taksim ediliyor. Üstelik hurmaların dişisi var, erkeği de var. Dolayısıyla dişiler döllenmeye muhtaç durumdadır. Neyse ki; bu ihtiyaç erkekler tarafından tozlaşma yoluyla giderilmekte. Öyle ya madem bitkiler tozlaşarak çoğalıyorlar, o halde iş olsun babından tozlaşmıyorlardır. Aynen insanlardaki anne ve babanın izdivacı sonucu doğan çocuğun dünyaya gelişine benzer bir gayeyle bitkilerde meyve vermek için vardırlar. Nitekim bu maksatla başlangıçta zayıf yapıda olan hurmalar ta ki güç toplayıp enerji kazanaraktan olgunlaşana dek güneş ve hava akımlarından olumsuz yönden etkilenmesin diye bir kılıf içerisinde korunmaya alınır da. Derken hurma çekirdeği derman bulup güçlü konuma gelmesiyle birlikte güneşe dayanabileceği kadarıyla açılıp kılıfından çıkar ve bizlere gıda olur. Bu misal aynı zamanda hurma nezdinde tüm bitkiler içinde geçerli bir kanundur. Tüm bu misallerden çıkaracağımız sonuç şu ki; herhangi bir kabuk içerisine gömülmüş olan zayıf yapıda ki tohum danelerinin günü geldiğinde salkım saçak misali yıkılmadım ayaktayım dercesine dal budak salaraktan meyve verir halde karşımıza ziyafet sofrası olarak çıkmış olmalarıdır.
Vesselam.
dedekorkut1
23 Ekim, 2021 - 08:32
Kalıcı bağlantı
BİTKİ EMBRİYOSU
BİTKİ EMBRİYOSU
SELİM GÜRBÜZER
Bitki embriyonuna geçmeden önce bitkilerin orijini hakkında bilim adamlarının görüşlerini aktarmada fayda var elbet. Şöyle ki bitkilerin orijini ile ilgili Paleobotanik çalışmalar sonucu elde edilen veriler sağduyulu bilim adamları hariç bir takım bağnaz evrimcileri hayal kırıklığına uğratmış gibi gözüküyor. Çünkü Amerikalı Paleobotanikçi Chester Arthur Arnold; “Mevcut bitki gruplarının gelişme seyirleri esnasında geçmiş oldukları basamaklardan bazılarının, nesli kesilmiş bitkiler tarafından gösterileceğine uzun süre inanılmıştır. Ancak bu konuda araştırmalar, yüzyılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen, bu ümit ancak çok az bir dereceye kadar gerçekleştirilebilmiştir. Şimdi tek bir grup bitkinin bile başlangıçtan günümüze kadar olan flogenetik tarihini izleyememekteyiz” görüşünü dile getirmiştir. Hatta kendisi evrimci bir bilim adamı olan Cambridge Üniversitesi Botanik profesörü Dr. Edred Corner bile “…hiçbir ön yargıya kapılmadan içtenlikle düşünüyorum ki bitkilerin fosil kaydı, özel yaratılışın lehinedir” diye itirafta bulunabilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki biyolojik âlemde bilumum filum, sınıf, takım, familya, cins ve türler olmak üzere hemen hemen tüm flora âleminin dünyanın yaratıldığı günden bugüne hiçbir değişikliğe uğramadan fosil kayıtlarında aynen korunduğu gözlemlenmiştir. Yani evrimcilerin iddia ettiklerinin tam aksine yaratılan tüm canlıların ilkel formlarını gösteren fosillere ve fosil kayıtlarına rastlanmadığı gözlemlenmiştir. Dahası fosil kayıtlarında mevcut hayvan ve bitkilerin günümüzde yaşayanların orijinaliyle neredeyse birebir örtüştükleri ve aynı yerküreyi birlikte paylaştıkları bilinen bir gerçekliktir.
Evrimciler bildiğini okuya dursunlar, bakın bitki embriyosunun orijiniyle ilgili hususta Eski Romalı Doğa bilimcisi Gaius Plinius Secundus, “Doğa Tarihi Ansiklopedisi” adlı eserinde ilk defa palmiyelerin erkek ve dişi ayrımını yapmış ve bu devirlere ait bitkilerin stamen (erkek organ) salgılayıcı organ veya polen tanesine ait atılmış bir ürün olduğunu bilim dünyasına kabul ettirmiş bile.
İngiliz Botanikçi ve hekim Nehemiah Grew; “Anatomy of polents” adlı eserinde çiçek üzerindeki erkek organların stamenler olduğunu göstermiştir. Konuyu daha da açıklığa kavuşturmaya çalışan Alman botanikçi Rudolph Jakop Camerarius çevrede erkek bitkiler olmaksızın büyüyen dişi bir dut ağaca ait meyvelerin sadece boş çekirdeklerden ibaret olduğunu gözlemlemiştir. Hakeza Camerarius “Desexu Plantarum Epistola-Bitkilerin Cinsiyeti Üzerine Mektuplar” adlı kitabında her hangi bir çiçeğin anter (başçık), polen ve yumurtalık kısımlarından meydana geldiğini ortaya koymuştur.
Joseph Gottlieb Kölreuter Golter; Bir bitkinin stigmasının genellikle kendi türüne ait poleni kabul ettiğini, bir başka bitkinin poleni kabul ettiği durumda ise melez döllerin meydana geldiğini dile getirmiştir. Netice itibariyle gelinen noktada artık Joseph Golter’in tezleri ve Camerarius’un tanımlamaları doğrulanmıştır diyebiliriz. Hatta bu arada çiçek tozlaşmasında aktif görev yüklenen böceklerin önemini belirten ayrıntılı açıklamaların yanı sıra Nikotiana (Tütün çiçeği), Dianthus (Çin karanfili) ve Matthiola (Şebboy) türü melezlerin varlığı da tespit edilmiştir.
Giovanni Battista Amici; bitkinin stigması içerisinde tüylere takılmış bir polen tanesini gördüğünde tüp biçiminde bir çıkıntının uzadığını tespit etmiştir. Böylece bu tespiti sayesinde polen tüplerinin nasıl teşekkül ettiğini aşama aşama gözlemleyen bilim adamlarına ışık saçmıştır.
Botanikçi Robert Brown; polen tüplerinin kendine has yöntemlerle canlılık kazandıklarını ve muhtemelen stigmanın tozlaşması sonucu bitkinin gelişmesini tetiklediğini dile getirmiştir.
Embriyonun Kökeni (orijini)
Mathıas Schleıden polen tüplerinin mikrofilden geçerek bir kanal boyunca yumurtaya girdiğini ve ayrıca polen tüpü ucunda ki embriyo kesesinin yeni bir bitki oluşturmak için hem besleyici bir yuva hem de kuluçka makinesi vazifesi gördüğüne dair bir tez ileri sürmüştür. Fakat Naturistler bu görüşe karşı çıkıp embriyonun polen tüpün uç kısmında meydana gelmediğini, ancak yumurtacığın bir parçası sayılan polen tüpü içerisinde yer alan bir sıvı tarafından döllenmesiyle embriyonun vuku bulduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca araştırmacı biyolog Wilhelm Hofmeister’de “Phanerogomlar” (embriyonun teşekkülü) adlı eserinde embriyonun menşeini polen tüpü değil embriyo kesesi içerisinde ki bir hücre olduğunu belirtmiştir. Nitekim Fucus Vesiculosus (esmer su yosunu) bitki türünün oluşumuna baktığımızda yeni bir su yosunu meydana getirmek için çimlenmeden önce yumurta hücrelerinin spermler vasıtasıyla döllendiği gözlemlenip melez türlerin ise farklı bireylere ait yumurta ve spermlerin birleşmesiyle meydana geldiği gözlemlenmiştir. Hakeza Tatlı su yosunu ‘Vaucheria’ bitki türüne baktığımızda da bilhassa bu hususta Botanikçi Nathanael Pringsheim spermatozoidin yumurtayla birleştiği anı (döllenmesini) adeta film seyreder gibi gözlemlemiştir. Bu arada Biyoloji ve evrim araştırmalarıyla tanınan Oscar Hertwig’de malum döllenmenin en önemli özelliğinin erkek ve dişi fertten gelen iki çekirdeğin birleşmesi sonucu vuku bulduğunu ifade etmiştir. Ve böylece en son veriler ışığında polen tanelerinde iki çekirdeğin varlığı ispatlanmış olur.
Bitkilerde singami’nin keşfi
Embriyoloji hakkında önemli hadiselerden biri de hiç kuşkusuz Eduard Adolf Strasburger tarafından bir hücrelilerde bir üreme biçimi olan singami’nin net bir şekilde varlığının ortaya konuluyor olmasıdır. Zira Strasburger mikrosporun birinci bölünme esnasında oluşan küçük ürünün generatif hücre (çiçek, tohum ve meyve), daha büyüğünün ise vejetatif hücre (yaprak, kök ve gövde) olarak tespit etmiştir. Nitekim çimlenme durumunda polen tüpünde vejetatif çekirdek ve erkek gamet diye adlandırılan generatif çekirdek bulunur. Bundan başka Eduard Adolf Strasburger yayınladığı raporun son bölümlerinde bazı genellemelerde bulunarak özetle şu sonuçlara ulaşmıştır:
“-Döllenme erkek gametin nükleusu ile yumurtanın birleşmesi olayıdır.
-Gametlerin sitoplâzması döllenmeden dolayı oluşmuş değildir.
-Sperm ve yumurta nükleusun gerçek çekirdekleridir.
Kalazogami
Botanik alanında uğraşan birçok bilim adamı Polen tüpünün kalazadan geçerek yumurta hücresine ulaştığı sonucuna varmışlardır. Ve elde ettikleri veriler ışığında gerek angiosperm tarz bitkiler (kapalı tohumlu bitkiler) gerekse kalazogami tarz bitkiler iki class (sınıf) halinde sınıflandırılmışlardır. Mesela casuarina bitkisi (demir bitkisi) kalazogami tarzının en tipik tek örneğini teşkil eder. İşte bu nedenledir ki böylesi nadide kalazogami tarz tipi tek örnekleri filogenetik yönüyle değerlendirmek yerine daha çok fizyolojik yönüyle değerlendirmek daha doğru olur.
Çift döllenme
Sergei Navashin; Lilium martagon, fritillaria ve tenella türü bitkilerle yaptığı çalışmalar sonucunda angiosperm veya erkek gametlerin döllenme hadisesinde etken unsur olduklarını gözlemlemiştir.
Polen tüpünde yer alan gametlerden yumurta hücresi ve kutup nükleusun birleşmesiyle çift döllenme meydana gelir. Mesela Mısır tohumunda erkek bitki poleninden gelen baskın özelliklerin görülmesi üzerine polenlerin yumurtanın belli kısımlarında kalıtsal karakterler üzerine etki yaptığı gözlemlenmiştir. Böylece erkek gametle yumurtanın birleşmesi generatif çoğalma olarak anlam kazanırken erkek gametlerin dişi gamet ve polar çekirdeklerle birleşmesi de çift döllenme olarak anlam kazanır.
Partenogenez (döllenmesiz üreme)
Tozlaşma olmaksızın bir dişi bitkisinde meydana gelen tohumlanma olayına partenogenez denir. Bilindiği üzere partanogenezle ilişkin çalışmalar Antennaria ve Alchemilla bitkiler üzerinde yapılan analizlerle start almıştır.
Avusturyalı Botanik uzmanı Kerner von Marilaun; Bir takım yaptığı incelemeler sonucunda Alpin bitkiler üzerinde erkek bitkilerin çok nadir bulunabileceği, dişi bitkilerde ise tozlaşma olmasa bile bir şekilde tohum oluşturabileceklerini belirtmiştir.
İsveç Uppsala’da Botanik profesörü Hans Otto Juel; Polen yetersizliği konusunda çalışmış ve elde ettiği bulgular neticesinde kromozom sayısında herhangi bir eksilme olmaksızın embriyo kesesi içerisinde megaspor ana hücresinin geliştiğini, dolayısıyla diploid yumurtanın döllenmeksizin bir embriyo oluşturduğunu dile getirmiştir.
20.yüzyıl embriyolojik alanındaki gelişmeler
Gametofitler ve embriyonun gelişmesi üzerine en gerçekçi bilgiler şimdilik Coulter ve Chamberlain tarafından kaleme alınan “Morfoloji angiospermae-kapalı tohumlular morfolojisi” adlı eserinde görmek mümkün dersek yeridir.
Avustralyalı Karl Schnarf’ın “Embriyoloji der angiosperm” ve “Vergleich Embriyologie Der angiosperm” adlı iki muhteşem eserinde ise gerek taksonomi alanında yaşanan problemler dile getirilmiş, gerekse ordu ve familyalara ilişkin doğru tespitler tüm detaylarıyla birlikte ortaya konulmuş durumdadır. Hakeza Fransız bir bilim adamı dikotil ve monokotil genusları ile bazı familyaların embriyolojik gelişimleri konusunda ilginç sonuçlara varmıştır.
Bilindiği üzere bitki çekirdeğinin tohumları önce ana bitkiden sürünerek ayrılabiliyor. Yani bu demektir ki tohum daneler olgunlaşınca kendisini muhafaza altına aldığı kabuğun baş tarafını yardığında gün yüzüne çıkaraktan adeta hayata merhaba deyip neşvünema bulabiliyor. Genel itibariyle tohumun yapısına baktığımızda en üst tepe noktasında sert kıllarla kaplı taç kısımlı bir yapıya büründüğünü görürüz. İlginçtir bu kıllar kuru havalarda yayılma kabiliyeti gösterirken, ıslak havalarda da tam aksine toplanabilme kabiliyeti bir özelliği sergilerler. Nasıl mı? Mesela tırmanıcı özelliğe sahip bir bitki türü olarak adından söz ettiren orman asması (Clematis vitalba) ıslanır ıslanmaz neme karşı hassas oluşundan kıla (tüye) yapışık halde kalırken tüyler kuruduğunda ise tam aksine bükülerekten yayıldığını görürüz. Belli ki yağmurlu havalarda birçok bitki tohumunun yere serpilmesiyle birlikte tohumun rüzgârla taşınmasına gerek kalmaksızın adeta yere mıhlanıp tüy kıl yapışması denen hadise gerçekleşmiş olur. Güneşli havalarda da tam tersi bir durum söz konusu olup hava akımlarının yukarı doğru ivme kazanmasıyla birlikte tohumların etrafa açılıp saçılması sağlanmış olur. Böylece tüylerin paraşüt misali açılmasıyla birlikte tohumların etrafa taşınma işlemi gerçekleşmiş olur. Hele bir tohum toprağa düşmeye görsün bir bakıyorsun toprağa düşen tohum nem etkisiyle sağa sola hareket etme kabiliyeti sayesinde tüylerin otlara takılmasının ardından rahatlıkla kendine uygun çimleneceği bir ortamda yeşermek için konumlanacaktır. Tabii sadece konumlanmakla kalmayıp, bu arada toprağın bağrında embriyonel bir hayat sürdürdükten sonra baharla birlikte rengârenk çiçek olarak karşımıza çıkarak bizi selamlamış olurlar. Ve dahası tohumun üzerinde yer alan takriben 3 cm uzunluğunda ki bir kıl adeta sondaj makinesi görevi üstlenip tohum içerisine kodlanmış bir programla birlikte toprağın bağrında yeniden bir diriliş için hazıklara koyulur. Hatta bir takım bitki türleri de vardır ki daha farklı yöntemlerle hazırlıklara koyulup üzerinde taşıdığı polene (erkek organlar) konan böcekle iletişime geçme kabiliyeti sayesinde bir bakıyorsun daldan dala konar misali kendini bitkiden bitkiye taşıyabiliyor. Böylece böcekler gıdalanacağı yiyeceği fazla arama zahmetine katlanmaksızın bitkiden gelen sinyaller doğrultusunda çiçeğe konup rızıklandığını görürüz.
Evet, her şey besbelli ki bir plan dâhilinde cereyan etmekte. Zaten ortada bir plan, bir program olmazsa, polen ve nektarları henüz daha oluşmamış ya da polen ve nektarı alınmış çiçeklere böceğin boşu boşuna konma durumu söz konusu olurdu ki, bunun hiçbir anlam ifade etmeyeceği ortaya çıkacaktı. Anlaşılan tabiatta tesadüfe yer yoktur. Nitekim tesadüfe yer olmayacak şekilde bitkilerde böceğin ilgisini çekebilecek her türlü sinyalizasyon iletişimini sağlayacak donanımın varlığı bu gerçeği teyit ediyor zaten. Mesela kelebeklerin bitki üzerinde ilgisine mazhar olan en çekici durum bitkinin en parlak olan kısmıdır. Hele bilhassa beyaz desenli çiçekler diğerlerine göre daha çok cezbedici görünüme sahip olmakla dikkat çekmekle birlikte sinekler bundan istisnadır. Malum sinekler daha çok kirli et rengi, koyu kahverengi görünümde olan çiçeklerin çekim etkisi altına girmekten keyif alırlar. Yarasalar için bilhassa alaca karanlıkta görülebilecek ve pollenecek türden çiçekler daha çok tercih sebebidir. Kuşun ilgisini çekebilecek çiçekler ise kuşun gagasına uygun bir yapıda olacak çiçekler tercih sebebidir.
İşte tüm bu anlatılan örneklerden de anlaşıldığı üzere bir çiçeğin uzaktan da olsa görünür olması ya da ihtiyaca cevap verebilecek nitelikte olması yetmiyor, aynı zamanda etrafa güzel koku yayabilecek özellikte değişik sinyalleri bağrında taşıması da icap ediyor. İlla ki sinyalizasyon sistemini de bağrında taşıması gerekiyor ki çiçeğin davetine icabet edecek canlılar etrafında üşüşebilsin. Bu demektir ki hayat tasarımını programlayan Yüce Rabbimiz böyle murad edip çiçekleri cezb edici bir biçimde yaratmıştır. Böylece böcekleri erkek organdan dişi organa çiçek tozu taşımaya amade kılmıştır. Her ne kadar bitkiler hayvanlar gibi gezip dolaşmaya elverişli organlar olmasa da, Yüce Allah (c.c) bitkiler içinde vasıtalar yaratmış ki üreyip meyve verebilsinler.
Polenler daha çok rüzgâr vasıtasıyla uzak diyarlara taşınırlar. Böylece bitkilere bu manada uçuş yapabilen uçaklar gözüyle bakabiliriz. Zira Huş ağacına ait polenler yükselen sıcak hava akımlarının etkisiyle veya 3 kuvvetinde esen bir rüzgârla birlikte 400 km yol mesafe kat edebiliyor. Düşünebiliyor musunuz 3 kuvvetinde esen bir rüzgâr, normalde otu bile kıpırdatmaktan acizken, bu işi başarması hayrete şayan bir yelpaze uçuşu olarak karşımıza çıkar. Değim yerindeyse bu durum kuşları bile kıskandıracak türden bir uçuş yelpazesidir dersek yeridir. Başka bir ifadeyle böylesi polenimsi uçuşların öyle yabana atılır cinsten uçuşlar olmadığı bilakis yapılarının son derece küçük ve hafif olmasından kaynaklanan kendine has uçuş marifetidir bu. İşte bu denli narin ve hafiflik yönüyle dikkat çeken Huş ağacı gibi polenlere sahip bitkiler için havada yaklaşık 66 saat gibi bir süre içerisinde uçuşun akabinde yere de narin bir şekilde düşme avantajı gerçekleşir. Hakeza akça ağacı da öyle olup tohumunu 2 saat gibi bir süreyle havada turladıktan sonra inişini gerçekleştirir. Böylece havada uçan polen ve tohumların sıradan bir toz olmayıp, son derece planlı donatılmış her biri paraşüt konumunda ya bir mantarın, ya bir orkidenin, ya da bir ağacın özetini ortaya koyan büyüme programının temsilcileri olarak adından söz ettirmiş olurlar. Onlar adından bu şekilde söz ettirirken bize de bu arada bir bitkinin programını yükleyen Allah’a şükretmek düşer. Hem nasıl şükretmeyelim ki, her bir tohum zerreleri sayesinde hem canlılar rızklarına kavuşmakta hem de kendi nesillerini devam ettirebilmektedirler. Tabii anlayana. Nitekim Yüce Rabbimiz; “O suyla ile bir-ağacın bile bitiremeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah ile beraber bir tanrı ha? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur” (Neml, 60) beyan buyurmakla yeryüzünde sayısını bilemediğimiz nice bitki tohumlarının tüm canlıların hizmetine amade olmak için belirli bir program dâhilinde habire etrafa tohum saçtıklarına dikkat çekmektedir. İnanan insanın elbette ki bitki âlemi dikkatini çekecektir, zira toprağa düşen bir tohum bir bakıyorsun yüz sayıda ya da daha fazla sayıda dane verebiliyor. Keza Sekoya türü gibi dev ağaçların tohumları o kadar küçük ki hepsini toplasanız normal bir fincan kabını doldurmaz, ama gel gör ki bu tohumlar neşvünema bulduklarında 1500 ton ağırlığında koca bir ağaca dönüşebiliyor. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; gerektiğinde ağaçlara aşı yapmak suretiyle de kat be kat meyve elde edilip bereketlenmeye bereket katılabiliyor. İnanmayanlar kâinattaki bu müthiş programa dikkat kesilmeyiversinler, biz inananlar olarak dualarımızda ‘Allah’ım bu ne berekettir, Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun’ deyip şükreylemekten kendimizi alamayız da.
Alglerde döllenme ve döl almaşı
Bilindiği üzere algler klorofil içeren bitkilerdir. Aslında bitkiye yeşil renk katan klorofiller kloroplast denilen yapılar içerisinde konaklamasına rağmen bir kısım alg bitkilerinde tamamen tüm hücreye nüfuz etmiş durumdalardır. Öyle de algler vardır ki tek hücreli olup tek başına yaşarlar, bazıları da koloni halde bulunurlar
Algler; mavi-yeşil algler, yeşil algler, diyatomlar, kahverengi algler gibi isimlerle kategorize edilirler. İçlerinde en göze çarpanı hiç kuşkusuz diyatomlardır. Öyle ki birbirinden güzel desenleriyle dikkatleri üzerine çeken diyatomların hücre çeperleri silikayla örtülü olduğundan deniz yatağının adeta süs manzarasını oluştururlar. Sadece süs olarak mı, hiç kuşkusuz deniz canlıların ziyafet sofrası da olurlar.
İlkel bitkilerde genellikle genetik materyalin sitoplâzma içerisine dağılımı veya nükleusta toplanmıştır. Daha ileri ki kademelerde iki haploid spor birleşerek diploid zigospor meydana getirirler. Hatta birçok yeşil alglerde zigospor mayoz bölünmeye uğrayarak kamçılı 4 haploid hücre meydana gelmiş olur. Derken kamçılı olan bu hücrelerin gelişmesiyle birlikte haploid fertler meydana gelir. Bu olayı şematize edersek şöyle bir tablo çizebiliriz.
Gamet(n) Gamet(n)
\ ⁄
Zigospor(2n)
(Zigot) mayoz bölünmeyle
↓
4 kamçılı hücre (n) oluşturur.
Kamçılı hücrenin gelişmesi ile birlikte 4 gametofit meydana gelir.
↓
Gametler redüksiyon bölünme ile sporlar oluştururlar.
↓
Sporlar çimlenerek gametofitler meydana getirir. Haploid gametofitlerin uçlarında gametangiumlar teşekkül eder.
↓
Gametler birleşerek zigotu hâsıl ederler. Zigot çimlenerek diploit sporofiti hâsıl eder. Derken sporofit üzerindeki sporanlardan sporlar çimlenerek haploid sporlar hâsıl olur.
Cladophorada döl almaşı
Dalların ucundaki sporanglarda redüksiyon bölünme vuku bulmasıyla birlikte 4 adet kamçılı zoospor hâsıl olur. Hâsıl olan zoosporların yarısı (+) değerlikte diğer yarısı da (-) değerlikledir. Derken söz konusu zoosporlar çimlenerek haploit gametofitleri meydana getirirler. Meydana gelen gametofitlerin ucunda ise 2 kamçılı izogametler oluşur. İzogametler su içerisinde birleştiğinde ise 2n kromozom içeren zigotu oluştururlar. Zigot bu durumda direk çimlenip diploit sporofit teşekkül eder. Diploit sporofit redüksiyona uğramasıyla birlikte zoosporlar oluşur. Oluşan zoosporlarda çimlendiğinde yeni haploid bitkileri oluştururlar.
Eumycophıta mantarların çeperleri ekseriyetle kitin yapıyla kaplıdır. Miselyum fazlaca dallanmış hiflerden oluşurken sporlar ise ascomyceteslerde ascus, basidiomyceteslerde basidium denen keselerden gelişir.
Protoascomycetes grubuna ait gametangların (gamet keselerinin)l birleşmesiyle de zigot teşekkül eder. Teşekkül eden zigotun redüksiyon ve mitoz bölünmeler geçirmesiyle birlikte 8 haploid nükleus meydana gelir. Böylece meydana gelen nükleusların her biri kitin örtü ile sarılarak askosporlar haline dönüşür.
Eumycophyta’da döllenme ve döl almaşı
Topuz şeklinde ki anteridyumların bütün protoplastları askogonların içine geçer. Bu arada çekirdekleri de dişi çekirdeğin yanına gider gitmesine ama birleşmezler. Sadece askogon içerisinde çift çekirdek halde bulunup, askogon içerisinde yer alan hiflerin dallanmasıyla birlikte bölmeli hif sisteminin meydana gelmesinde rol oynarlar. Yani her bölmenin içerisinde bir dişi bir de erkek nükleus çift evresi vardır ki; bu evreye dikaryotik faz denmektedir. Nitekim bu evrede hiflerin ucunda bulunan nükleus çiftleri bölünerek çengel gibi çıkıntılar oluşturmanın yanı sıra çengelin taban hücresi ile kaynaşması denen olay gerçekleşip zigot meydana gelmektedir. Zigot ise önce redüksiyon daha sonra mitoz bölünme ile 8 askospor oluşturur.
Sporofit fazına tekabül eden hifler ileride askı meydana getireceklerinden dolayı bu safhada bunlara askogen hifler adı verilir. Askus teşekkülü neticesinde genellikle 8 haploid nükleus hâsıl olur. Daha sonra her bir nükleus bir askospor haline gelir. Taban hücresinde bu olayın tekrarlanmasıyla (askus oluşumunun tekrarlanmasına) birlikte askus grupların meydana getirdiği örtüye de plektankima adı verilir.
Euascomycetesin basidiomycetes grubunda ise somatik hücrelerin birleşmesiyle somatogami oluşur. Bu grubun en önemli özelliği ise basidium teşekkül etmesidir.
Karayosunlarında döllenme ve döl almaşı
Bilindiği üzere bir suya kurumuş daneler konulunca canlanıverir. Bir zaman sonra kurumuş danelerin çatlayıp kök salmaya ve derken yaprak şeklinde filizlendiğine şahit oluruz. Belli ki bir kuru danelerin birbiri ardına değişime uğraması mensup olduğu bitkinin çehresini ortaya koymak içindir. Hakeza çimlenme de öyledir. Zira çimlenmeyle birlikte haploid sporlardan protonema hâsıl olur. Protonema üzerinde ise tomurcuk ve gövdeye benzer yapılar meydana gelir ki bu yapı gametofit diye bilinir. Derken bu gametofit yapıdan yeşil kara yosunu ortaya çıkar. Yani gametofit üzerinde anteridyum ve arkegonium vardır. Dolayısıyla arkegonium içerisinde yumurta döllenip, önce embriyo (zigot) hâsıl olur, sonra embriyondan spor kapsülü, daha sonrasında sporogonun iç kısmı redüksiyona uğrayıp haploid spor tetratları teşekkül eder.
Eğreltilerde döllenme
Kara yosunları ile eğreltiler arasında en önemli fark; kara yosunlarında gametofit safha baskın olurken, eğreltilerde ise sporofit safha daha baskın ve uzun ömürlü olmaktadır. Bu arada spor kapsülü bitkinin sporofit kısmını oluşturduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden sporofitin sporang denen özel kesecikler taşıyan yapraklarına sporofil denir. Mesela Selaginella bitkisi heterosporik eğrelti otun tipik bir örneğini teşkil eder.
Tek tipte spor veren ve aynı zamanda sporofilleri dikotomik dallanma gösteren pteridophyta (eğrelti) bitkisi izosporik bitkiler olarak tanımlanır. Örnek-Polypodium ve Dryopteris izosporik eğrelti otları.
Ayrıca mikrospor ve makrospor (megaspor) olmak üzere iki çeşit spor veren cinsler daha vardır ki bunlar da megasporangiumlardan meydana gelmektedir. Dolayısıyla sporangları taşıyan yapraklara mikrosporofil, makrosporangiumları taşıyan yapraklara makrosporofil denir.
Haploidspor çimlendiğinde Protali hâsıl eder. Protal ise monoik ve dioik olmak üzere hem anteridium hem de arkegonium’u oluştururlar. Ayrıca arkegoniumdan yumurta hücresi, anteridumdan da spermatozoit oluşur. Derken döllenme su vasıtasıyla gerçekleşir. Bu arada protal üzerinde yumurta hücrelerinden birinin teşekkül etmesiyle birlikte sporofit kök, gövde ve yapraktan müteşekkil bir bitki meydana gelir. Bu bitkinin (ergin sporofitin) sporofil yapraklarından da sporangiumlar teşekkül eder. Sporangiumların iç kısmı sporogen doku halinde olma hasebiyle erginleştiklerinde redüksiyon bölünmeye uğrayıp dörder adet spor hâsıl ederler. Böylece oluşan sporlara genç protali denir.