ALEVİLİK-4(Şia-Hasan Sabbah)

ALEVİLİK-4(Şia-Hasan Sabbah)
ALPEREN GÜRBÜZER

Şia
Şia kitaplarında (El-Kaife’de), 12 imam ve Cafer Sadık’a atfen İslam’ın beş şartı arasında imamet de sayılmaktadır. Bu kitaptan hareketle güya; Allah Kur’an’ın gizli manalarını Hz. Ali vasıtasıyla(Cafer ilmi) 12 imam ve Mehdiye bildirmiş, arada olan imamlarda onlardan bu ilmi aldıkları tarzında bir inanış hızla yayılmaya başladı. İşte Şia’da imamların ruhban haline gelmesi bu görüşler doğrultusunda şekillendi.
El Kâfi eserinde, Mehdi(a.s) kaim olunca ortaya çıkacaktır ifadeleri yer alır. Oysa Sünni siyasette imamın hüküm sıfatı yoktur, ancak ve ancak Peygamberler Allah tarafından ilahi vazifelidirler. İslam’da seçim ashabın icması, yani toplu kararı ile müesseseleşmiştir.
Şia akımının en uçları Sebiler ve Gulat-ı şia’dır. Öyle ki: Hz. Ali’ye (hâşâ) sen Allahsın diye hitap edecek kadar aşırıya kaçmışlardır.
Öteki Şiilerde üç aşağı beş yukarı şu kanaati paylaşıyorlar; Hz. Âlinin imamlığı veya halifeliği Allah tarafından vahiyle belirlemişte, güya Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer bunu gizlemişler, hilafeti gasp etmişlerdir derler. İşte bu tür sakat görüşler Sünni siyaset doktrinine taban tabana zıttır. Üstellik bu tür zırvalar ayan beyan bir şekilde İmamı Allah tayin ediyor iddiasına kadar varacaktır. Dahası var ‘İmamlar masumdur’, yani İmamlar yanılmaz kültü yerleşecektir. Oysa Allah ve Resulünün hakikatleri dışında her şey tartışılmaya muhtaçtır.
Bu arada unutmamamız gereken husus Şia akımı ile Aleviliğin aynı şeyler olmadığıdır. Her ikisinin de ortak paydası Hz. Âli’ye bağlılık olsa da yaşayışta farklılıklar söz konusudur. Hem Hz. Ali (k.v)’i samimi seven gruplar, hem de siyasi taraftarları vardır. Dolayısıyla Şiilik ile Alevilik; sevmek ve siyasi tarafgirlik noktasında ayrılırlar. Şia akımının bayraktarlığını yapanlar Hz. Âliyi sevme noktasından aşırıya kaçarak işi siyasi harekete dönüştürmüşlerdir. Hz. Âliyi sevme noktasında karar kılanlar Ehl-i Beyt sevgisi ile sınırlı kaldılar, işte bu sınırda karar kılanlar aynı zamanda Kur’an ve sünnet çizgisine en yakın olanıdırlar.
Aşırılıkta karar kılan siyasi taraftarlar da kendi aralarında birçok fraksiyonlara ayrılmışlardır:
‘’-Hariciler,
—Münafık ve Yahudi dönmeleri,
—Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin taraftarları,
—İran’daki Şiiler,
—İran’da Mecusi dininin ruhanileri vs.’’diye adlar almıştır. Görüldüğü gibi siyasi taraftarlar bölük pörçük bir yığını andırıyor sanki. Hasbi taraftarları yani sevgide sınırlı kalanlar ise Hz. Aliye yüksek teveccüh, yüksek kemalat ve ehli beyte büyük bir bağlılık göstererek yollarına devam etmişlerdir. Bu noktada ehlisünnetle ayrılık ve gayrilikleri yok, ancak Aleviliğin yanlış yorumlanmasından kaynaklanan problemler söz konusu. Alevilik ne bir mezhep ne de bir fırka, belli ki bir tarikat şeklinde ortaya çıkmış sadece.
Yukarda da belirttiğimiz gibi İbni Sebe Hz. Ali ve oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i istismar etmişler, İbn-i Meymun ise Evladı Resul olan Caferi Sadık ve oğlu İsmail’i. İçlerinde bu istismarın en tahripkârı İsmailiyye (Batıni) grubudur. Siyasi taraftarlık büyümeye görsün, bu tarafgirlik zaman içerisinde radikalleşerek başta İran olmak üzere yirmiden fazla Şii grupların türemesine yol açtı. Bunlar sırasıyla:
—Sebeiyye,
—Kamiliyye,
—Ulyaniyye,
—Muğariyye,
—Hatabiyye,
—Mensuriyye,
—Numaniyye,
—Yunusiyye,
—Nasriyye,
—Cenahiyye,
—Gurabiyye,
—Zekariyye,
—Zerramiyye,
—Mufavvize,
—Bedaiyye,
—Benaniyye,
—Salihiyye,
—Süleymaniyye,
— Carudiyye,
—İmamiyye
—İsmailiyye’ fırkasıdır.

Hasan Sabbah

Hep İbn-i Sebe’den bahsettik, buna Hasan Sabbah’ı da ilave edebiliriz. Asya’da ilk defa fitne kazanı kaynatarak tarihe tabir caizse anarşizmin piri olarak geçmiştir. O anarşizmin Reisliğini yapmakla kalmamış anarşizmi müesseseleştirmiştir de. Aynı zamanda Selçuklunun amansız düşmanıydı. Hasan Sabbah Alamut kalesinde yetiştirdiği fedaileri ile İslam âlemini kana bulamak istiyordu, nevarki bu amacının gerçekleşmesinde karşısında tek engel Selçuklu vardı. Batıniler Alamut kalesini karargâh olarak kullanmışlardı hep. Bu kalede tam 33 yıl konuşlanan Hasan Sabbah’ın efsunladığı esrarkeş serseriler o günün şartlarında adeta ölüm yemini yapıp, intihar timleri oluşturarak etrafa korku salabiliyorlardı. Selçukluların dünyaca meşhur veziri Nizam-ül Mülkü şehit ettiler çirkin emelleri uğruna. Hasan Sabbah Hz. Âliyi ilah kabul eden Gulat fırkasının en ateşli müntesibi idi çünkü. Dessas planıyla genç beyinlerini yıkayarak intikam tugayları haline getiriyordu. Neyse ki İmamı Gazali gibi bir ehlisünnet âlim çıkacak, onun soluğu ile İslam dünyası bir nebzede olsa nefes alacaktır. Çünkü İmamı Gazali Selçukluların İslam siyaseti ve nizamına hizmet edecektir. O bu hizmetiyle Hüccetül İslam olmayı çoktan hak etmişti bile. Gazali manevi kargaşalığın amil yalnız müfrit Şiilere ve Batınilere değil, hataya düşmüş ve imanı sarsılmış filozoflara karşıda mücadele vermiş, fikirleriyle onları hezimete uğratmış bir deha örneği.
İncelendiğinde Selçuklunun İslam siyaseti ve nizam anlayışında ayrılığa ve gayrlığa yer yoktur. Türk’ler alevi şeyhlerine, seyyidlere, onların zaviyelerine de vakıflar yapıyorlardı. Nitekim Şii âlim Abdülkealil Kazvini; “Cihana hâkim Türkler sayesinde hürriyet ve himaye gördüklerini, Rafizi ve Mülhitlerin bertaraf edildiğini, bütün fenalıkların onların uğurlu kılıçları ile yok edildiğini” tafsilatıyla anlatır. Fakat Emevilerde Selçuklu anlayışını göremiyoruz. Ki; Emevi Devleti aşırı ırkçılıkları ile yüzünden tarihe karışınca onun yerine geçen Abbasi Halifeliği mezhepler ve sınıflar arası uçurumları yatıştırmaya muvaffak olmayı başaramadı. Abbasi devrinde daha çok dini mücadeleler, Selçuklu da müfrit Şii ve Hasan Sabbah türü militan hareketler, Osmanlı da ise daha çok hoşgörü ortamı göze çarpar.
(devam edecek)