AH TAİF AH!

AH TAİF AH!

ALPEREN GÜRBÜZER

Ebu Talip’in son demleriydi. Hasta yatağında hep Sevgili Yeğenini düşünüyordu. Her ne kadar iman etmemiş olsa da O’nu hayatı boyunca korumaya çalıştı.
Hasta yatağında Müşriklerin ileri gelenleri ziyarete geldiler. Hasta ziyaretinde bile yine konu Rasulullah (s.a.v)’ dir. Dediler ki:
— Yeğenini çağır aramızda anlaşma yapalım, bizde ona zarar vermemiş oluruz böylece.
Ebu Talip haber salarak yeğenini çağırdı ve şunları söyledi:
—Ey Kardeşimin Oğlu! Bunlar; hasta ziyaretime gelenler, seninle anlaşmak istiyorlar, ne dersin.
Rasülü Ekrem;
— Peki, amcacığım, fakat onlardan istediğim bir tek kelime, o cümleyi söylerlerse aramızda mesele kalmaz.
Bu sözler üzerine Ebu Cehil atılarak şöyle dedi;
- Bir değil bin kelime söylemeye razıyız, yeter ki bitmez tükenmez akrabalar arasında oluşan ikiliye son verip meselelerimizi bitirmiş olalım.
Habibi Kibriya:
O halde sizlerden şunu ikrar etmenizi istiyorum: LAİLAHE İLLALLAH deyip putları terk etmenizi, yani tevhidi söylemenizi istiyorum.
Dediler ki;
—Sen Lat Uzza Hubel gibi birçok putlarımızı bırakıp tek ilahlamı sınırlamak istiyorsun, tuhaf şey doğrusu diyerekden oradan ayrıldılar.
Ebu Talip’in gitgide hastalığı artıyordu kendinden sonra emanet bırakacağı kimsede kalmamış gibiydi. Ebu Leheb’in öteden beri yeğenine kin kaynıyordu, Abbas yeğenini himayesine alsa ticari hayatı riske girebilirdi, Hamza’nın zaten Müslüman olduğu için himaye hakkı yoktu, tüm bu gerçekler Ebu Talip den sonra sığınacağı amcanın kalmadığının göstergesi idi.
Birkaç gün sonra Ebu Talip iyiden iyiye ecel terleri döküyordu, son nefes yakındı, Allah’ın Rasulü imana gelir düşüncesiyle son kez amcasına:
— Birkere LAİLAHE İLLALLAH dersen sevinirim.
Ebu Talip’ten ses gelmedi, tekrar rica edince yine orada bulunan Ebu Cehil araya girerek:
— Ye Ebu Talip sakın olaki Abdülmuttalib’in dininden yüz çevirmeyesin.
Ebu Talip son nefesine yakın anda dilinden dökülen cümleler;
—O Abdülmuttalib’in dini üzeredir sözleriyle ruhunu teslim edince Ebu Cehilde derin bir nefes almanın tadını yaşadı. Allah Rasulünün ise yüreği burkuldu.
Allah’ın Rasulü Amcasının imansız gitmesine üzülerek şu beyanda bulundu:
—Yasaklanmadığı müddetçe senin bağışlanman için dua edeceğim amcacığım diyerek oradan ayrıldı.
Rasulü Ekrem Yüce divana ellerini açtı, yalvardı affedilmesi için, ama gelen ayeti kerime ile bu mesele aydınlığa kavuşturulmuş oldu.
- ‘’Hiç şüphe yok ki sen arzu ettiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allahü Teala dilediğini hidayete kavuşturur.’’ ( Kassas suresi -56)
Amcasına üzülen Rasulüllah bu seferde ilk iman eden eşini, yani Hatice annemizi kaybetti, ayrılıklar derinden sarsmıştı, artık dışarı çıkamaz olmuştu, tabir caizse her harekâtı kontrol altında tutuluyordu. Kur’an okumaya başlasa hemen mani oluyorlardı. Mecburen yaralarını sarmak için evlatlığı Zeyd’ ile Taif tarafına sefer oldu. Belki oralarda O’nu anlayacak insanlar çıkar diye.
Taif’e geldiğinde Kur’andan ayetler okudu, geliş gayesini anlattı. Taif’lilerin ileri gelenleri de O’nu anlamadıkları gibi, misafire yapılan en asgari hürmeti O’ndan esirgediler. İçlerinden Taif’in hatırı sayılır Abdi Yalil, Mesud ve Habib adlı kişilerin tepkileri şu oldu:
—Senden başka gönderilecek Peygamber bulunamadı da, bula bula senimi buldular diyerekden hakaret vari sözler sarfettiler.
Rasulüllah(s.a.v):
— Madem inamıyorsuzun hiç olmazsa bu işi gizli tutmanızı istirham ediyorum, dediyse de kabül görmedi derhal etrafa yaydılar.
Haber salınınca etrafa, gizli bir el Yüce Peygamberimizin taşlanması talimatını verdi, verince de olanlar oldu tabi, Rasulullahın üzerine taş toprak ne varsa atmaya başladılar, baktılar ki linç edilecek gibi, bu sefer orda bulunan herkese;
- Dikkat edin öldürmeyesiniz.. Derken; Habibi Kibriya misafir olarak gittiği yerden yüzüstü kovularak oraları terk etti. Taif’ten çıkarken bile taşlama devam ediyordu, epey uzaklaştıktan sonra ancak taşlamalar hızını kesebildi ve bir bağın kenarında yorgun ve bitkin halde konakladı. Nefes nefese idi, çok incinmişti, kalbi yaralanmıştı, açtı ellerini semaya doğru:
—Yüce Allah’ım halim sana malum, Allahım! onlar ne yaptığını bilmiyor, hidayet ver, senden gelecek afiyet ve selamet benim için daha hoştur.. Senin herşeye gücün yeter.
Habibi Kibriya’nın taşlandığını Utbe b. Rebia ve kardeşi Şeybe de görmüştü, görmeseler de zaten yüzünden akan kanlar belli ediyordu, bağda konakladığı yerde bu iki kardeş köleleri Addas’a seslenerek:
- Şu üzümleri ona götür.. Köle denileni yaptı.
Addas’a üzümleri uzatınca besmele çektiğini işitti, merakını celb etti:
—Bu sözü bu ülkede söyleyen senden başka hiç kimse yoktur.
Rasulüllah Addas’a tebessümle:
—Sen hangi kavimdesin?
Addas:
— Ninova halkındanım ve Hiristiyanım
Rasulüllah:
— Kardeşiz o zaman. Bizim Yunus b. Muttanın şehrindensin
Addas:
— Yunus b. Matta’yı nerden biliyorsun?
Habib-i Kibriya:
İkimizde peygamberiz. Aynı davanın yolcusuyuz.
Addas’anın gözleri buğulanmaya başladı, dizinin önünde diz çöküp elini ziyaret edip Müslüman oldu oracıkta. Uzaktan pür dikkat izleyen Utbe ve Şeyba iki kardeş kendi aralarında mırıldanmaya başladılar:
—İyilik yapalım derken bizim köleyi ona teslim ettik.
Biraz sonra yanlarına köle Addas geldiğinde:
— Yazıklar olsun sana! Sana üzüm vermek için gönderdik, sen ise hem üzüm verdin hem de elini öptün, diye sitem ettiler.
Addas:
Eli öpülmeyecek gibi değildi ki, çünkü Peygamberdir.
İki kardeş:
— Nerden çıkarıyorsun bunları?
Addas:
-Anlattıklarından..
Utbe ve Şeybe:
— Senin dinin O’nun dininden iyidir, deseler de Addas susmayı yeğledi.
Rasululah köle ile arasında geçen hadiselerden bir nebzede olsa ferahlamıştı, yoluna devam etti, yolda Cebrail Rasulüllah’ın incinmesini dindirmek için dedi ki;
— Ya Rasulüllah! Arzu edersen sana zulmeden Taif’lileri şu iki dağın arasında sıkıştırıp mahvedeyim. Gökkubbeyi başlarına geçirelim. Melekler incindi, her zerre, her nefes rahatsız olmuştu, Kâinatın Serveri Enbiyasına yapılan muameleye ve ezaya…
Rahmet Peygamberi:
— Olmaz. Dedi ve sözlerine şöyle devam etti;
—Olur ya gelecek nesillerinden biri müslüman olur, bir kişinin müslüman olmanın hatırına bu kadar düşmanı öldürmekten daha evla benim için.
Taif yolculuğunun ardından gök kapılarıda cinlere kapanmıştı. O güne dek göklere kadar yükselip meleklerin konuştuklarına gizlice de olsa şahit olabiliyorlardı. Cinler kendi aralarında dediler ki:
Yeryüzünde gök kapılarının kapanmasına neden olan ipucu bulabiliriz pekâlâ, bir araştıralım, dediler.
Yeryüzü tamamen tarandı, doğu ile batı arasında epey mekik dokunduktan sonra Mekke ile Taif arasında biryerde Evlatlık Zeyd ile Allah Rasulünü gördüler. Rasulü Erkemin tane tane Kur’an okuyuşuna odaklandılar, dinledikçe kendinden geçercesine şunları söylemek zorunda kaldılar:
—Vallahi İşte gökkapılarının kapanmasına neden olan insan bu, dediler. Bu olay üzerine vahiy indi:
— Hatırla o zamanki biz sana cinlerden bir topluluğu göndermiştik. Onlar sana geldiklerinde durun dinleyin dediler. Okuyuş tamam olduğu zaman kavimlerine haber vermek üzere dönüp gittiler;
_ Ey Kavmimiz, biz Musa’dan sonra indirilmiş olan bir kitabı dinledik.. dosdoğru olan yola ulaştıran bir kitap..
— Ey Kavmimiz… daveti kabul edin. Onun Rasululah olduğuna inanın… Kim uymaz sözünü dinlemezse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir.
— Neler söylüyorsunuz siz? Dediler.
Rasulüllahı dinleyen cinler devam ettiler:
- ‘’Biz bu kitabın Allah kitabı olduğuna inandık. ‘‘(Cinn.2)
Böylece bu inen ayetlere inananlar Müslüman Cin taifesine girdi, kabül etmeyenlerde kâfir cin taifesine dâhil oldu. İşte Ahkaf sureleri ile Cin taifeside dini tebliğe muhatap kaldı, bir kısmı davete icabet ederek kurtuluşa erdi, bir kısmı da küfründe inat üzere kaldı.
Rasulüllah Taifden sürgün edilmişti, ama yol boyunca irşad ve tebliğ faaliyetlerinde olumlu gelişmeler içini bir nebze de olsa burukluğunu gideriyordu. Mekke’ye yaklaştığında sınırı geçemiyeceğini de biliyordu ve Huzaa kabilesinden bir adama denk geldi ona himayesine alacak insanların isimlerini verdi; git bunlarla görüş beni himayelerine almalarını söyle.
Adam, Ahnes b. Şerik, Süheyl b. Amr gibi insanlarla Rasulüllahın ricası üzerine görüştü bir, iki gidişlerde netice alamadı en son Mut’ım b. Adiye himayesine alacağını kabül edince, Allah Rasulü doğup büyüdüğü topraklara adım atabildi ancak.
Adım attığı topraklarda mücadeleye devam.. Çünkü O zaferle yükümlü değil, seferle yükümlüydü.