MİRAÇ’A SEYR-Ü SEFER

MİRAÇ’A SEYR-Ü SEFER

ALPEREN GÜRBÜZER

Taif dönüşü semadaki melekler, dağ, taş, toprak, kâinat ve vicdan sahibi hen insan Allah Rasulüne yapılan muameleden incinmişti. Her şeyden öte Kâinatın efendisi Habib-i Kibriya üzülmüştü. Öyle ki dönüşte üzüntüden hane-i saadetine bile gitmeyip Kâbe’nin Hatim adı verilen kısmında yatıp uyumuştu.
Dile kolay. Yorgun düşmüştü, kolay değil acımasız eller tarafından taşlanmıştı, kan revan içinde kalmıştı üstelik. Uykudayken Allahü Teala Cebraili göndererek Habibi’nin yorgunluğunu üzerinden alacak seyahat için uyandırıldı. Seyr-ü sefere çıkmadan önce Cibril Emin, Efendimiz(s.a.v)’in göğsünü yarıp zemzemle yıkadıktan sonra Burak adı verilen bir binekle Kudüs’e vardılar.
Beyt-i Makdis nice peygamberlere konaklık etmiş mekân. Bu mekândan da Miraç denen vasıtayla göklere yükseldi. Dünya semasında seyr-ü sefer yaparken her katmanda kapılara vuruldu, vuruldukça kapılar açıldı, açılan her kapının peygamberlerince selamla karşılandı. Her katta ve her kapıda Cebrail tarafından hangi peygamber olduğu bildirilip, tanıştırıldı ve görüştürüldü. Yedinci kata gelindiğinde orda ne mekân ne de zaman vardı. Sidretü’l Münteha sınırdı tüm yaratılanlar için. Yaratılanlar içerisinde ancak ; ’Sen olmasaydın, sen olmasaydın bütün kâinatı yaratmazdım’ dediği Habibi ancak girebilirdi o sınıra.
Cibril Emin Sidretül Müntehaya geldiğinde;
—Ben ancak buraya kadar yol arkadaşı olabilirim, bundan ötesine adım atamam, atarsam yanarım, bundan sonrasına girme müsadesi sana ait.
Evet, gerçektende Allah’ın Habibi ötelere sıçradı seyr-ü seferin sınırında cenneti - cehennemi, ödüllendirilecek veya cezaya maruz kalacak gelmiş geçmiş insanların durumu gösterildi.
Bundan da öte Cemalullah’ı müşahade etti bu gece. Yüce Allah’ı görme ve kelam etme şerefine nail oldu. Makam-ı Mahmud denilen makamın tüm ayrıntılarını yaşadı miraçla.
Miraç dönüşü Rasulullah(s.a.v) hediye olarak ümmeti için beş vakit namaz kılma sorumluluğu alarak yeryüzüne, yani Mescidi Aksaya indi. Aynı hızla Mekke’ye doğru yola çıkıldı.. Yolda bir kafilenin serilmiş uyuduklarını gördü. Kafilenin yanlarında bulundurdukları ağzı kapalı bir içimlik suyu içip kapattı ve tekrar yola koyuldu. Tekrar uyuduğu mekâna geldi. Bazı rivayetlerde Miraca yolculuk Ümmi Hani’nin evinden başladığını orda noktalandığı bildirilir…
O gecenin sabahı Efendimiz mescidde oturuyordu, yanına gelen Ebu Cehil:
— Anlat bakalım öteler de ne var ne yok?
Ebu Cehil alay maksatlı sorsa da Resuli Ekrem hiç islimini bozmadan gayet ciddi bir şekilde bir gece Miraç’a yükseldiğini sabah olduğunda da Mekke’ye geldiğini anlattı.
Ebu Cehil iş olsun türünden sormuştu ama, aldığı cevap onu şaşırtmıştı.
— Madem öyle bu anlattıklarını herkesin yanında da söyleyebilir misin?
Habibullah:
— Elbette, niye olmasın, dedi.
Ebu Cehil herkese haber salınca kalabalık biranda toplandı.
Rasulullah vakarlı bir şekilde:
— Bu gece seyahat ettirildim, buradan Mescid-i Aksaya, ordanda Miraç’a götürüldüm ve getirildim.
Dediler ki:
— Eğer bu dediklerin doğru ise hayatında hiç Mescid-i Aksaya gitmediğin halde bize Mescid-i Aksa’yı anlatsana.
Allahü Teala manen Rasulünün gözü önüne Mescid-i Aksayı getirince, adeta naklen bir televizyon izleyip en ince ayrıntılarına kadar tasvir yapınca dinleyenler hayretler içinde kaldı. En sonunda:
— Vallahi anlattıkları milimi milimine aynı, hiç eksik bilgi yok, demek zorunda kaldılar. Tabi bu arada Ebu Cehil birkez daha yenilgi tatmanın şokuyla köşeye sıkışmışken bir anda kalabalıktan birses duyuldu:
- Bizim Şam yolunda kervanlarımız var, madem Mescidi aksaya gidip döndüğünü söylüyor o halde onlar hakkında bilgi ver..
Herkes sesin sahibine baktı, özellikle Ebu Cehil alnında şıpır şıpır terleri silerken yeniden ümit tazeledi bu sesle. Fakat Allahın Habibi ümidini boşa çıkaracak sözlere başlamıştı bile. Şöyle buyurdu:
—Yolda giderken bir kervanın develeri kaçmıştı, onlara develerinin bulunduğu yeri söyleyerek yardımcı oldum, dönüşte de aynı kervanın uyur halde gördüğümde yanlarında bulunan bir ağzı kapalı kırbayı açarak bir içimlik suyu yudumladım ve kabın ağzını kapatıverdim.
Bu sefer dediler ki:
— Peki, o bahsettiğin kervan ne zaman buraya gelecek?
Rasul-i Kibriya:
—Sabahleyin gün doğarken burada olurlar, dedi.
Artık güneşin doğmasına az bir zaman kalmıştı ki herkes o anı bekliyordu, hele hele Ebu Cehil büyük bir heyacanla hiç gözlerini yoldan ayıramıyordu..
Derken, güneş doğdu, kervan göründü ve kervan yaklaştığında olanları birkezde kervandakilere sorup doğru olup olmadığını sorguladılar. Aldıkları cevaplar harfi harfine Rasululah’ı tasdik ediyordu. Güneş doğmuştu, etrafı ışık huzmesiyle etrafı aydınlatmıştı ama içlerinde biri vardı ki ona Ebu Cehil derler, aydınlığa sırt çevirerek pişkin pişkin:
—Evet, yine sihirbazlığını gösterdi herkese, diyerek kendince güneşin aydınlığını karartmaya çalıştı.
Miraç’ın ardından Müslümanlar güneşin aydınlığı ile moralleri daha da arttı ve beş vakit namaz kılma mükellefiyetine kavuşarak Rabbine bağlılıkların her vakitte tazelediler her dem, her daim. Çünkü güneş balçıkla sıvanamaz.