YENİ BİR DİN Mİ?

YENİ BİR DİN Mİ?

ALPEREN GÜRBÜZER

Marksizm’in manevi değerleri burjuvazi tarafından yutturulmuş afyon olarak görüp ekonomiyi esas temel değer kabul etmesiyle ortaya çıkan tabloda, her şeyin maddeye indirgendiği gün gibi aşikârdır. Türkiye’mizde bir kısım aydınlarımızın din konusundaki antipatik tavırlarında hep Marksizm’in ve pozitivizmin etkisi olduğu muhakkak. Dini sosyal hayatın dışında gören birtakım aklıevveller, Marksizm’in çökme süreciyle birlikte şaşkına dönüverdiler. Bu şaşkınlık içinde yeni bir put bulmanın heyecanıyla, bugünlerde sıkça kullanılan modernlik ve uygarlık görüntüsü altında dini dışlayan ‘Bilgi çağı’ söylemine koro halinde sarılıverdiler. Kelimenin tam anlamıyla bilgi çağı adı altında insanın manevi duygularını hiçe sayan ‘bilgi dini’ yutturmacısıyla karşı karşıyayız. Belli ki maddeden vazgeçemeyecekler, artık bu onlarda huy olmuş, can bedenden çıkmayınca huyda çıkmazmış zaten. Bir zaman bu güdük kafaların gözünde insan; çalışan, üreten ve eşyaya endekslermiş bir makine idi, bugün ise insanı mekanik, robotik ve kategorik bilgi ürünü gören bir anlayış hâkim, öyle ki ona ayrı bir format yüklenerek ‘yeni bir din’ icat edilmiş oldu. İnsanın bu yeni din anlayışında eşyadan farkı sadece konuşur varlık olmasıdır.
Etrafımızı çepeçevre kuşatan bilgi ağları insanın ruhunu çalmak için oluşturulmuş mevziler sanki. Elektronik ve bilgi tuşları sayesinde milyonlarca insanın bir anda nasıl yok edilebileceğini, kitle imha silahları marifetiyle çok az zahmetle hedeflerin nasıl vurulacağının bir övünç olarak önümüze konulduğu gerçeği tezimizi güçlendiriyor da.
Acaba bilgi çağı dedikleri, toptan insanlığı imha etmeye yönelik çağ mı? Yoksa günlük yaşantımıza getirilen birtakım rahatlıklar mı? Bu tür sorular ve buna benzer daha birçok gelecek kaygısı içeren sorular gündemden hiç düşmeyecek gibi.
Eğer gelecekte insanlığa mutlu ve daha müreffeh hayat sunmak ise, elbette ki bizim buna itirazımız olamaz. Çünkü bilgi çağının önümüze sunduğu imkânlar sayesinde birçok şeyi biranda halledilebildiği gibi sosyal hayata birtakım kolaylıklar getireceği de muhakkak. Bizim itirazımız, bilgi çağı adı altında ‘yeni bir din mi’? İcat ediliyor endişesidir. Elektronik mucizeyle kitle imha hedeflerinin bertaraf edileceği mübalağalı bir şekilde kitaplarda yer alması, doğrusu kaygımızı güçlendiriyor. Üstelik Bilgi çağının alt yapısında insanın yer almaması, bilgi planının dışına itilmesi geleceğimizi şimdiden tehdit ettiği besbelli. Böyle giderse kurda kuşa yem olacağız gibi, bunu bilmek için herhalde arif olmak gerekmez. Hani nerde o erdemli insanlar, hani o insanilik, hani o yaratılanı sev yaratandan ötürü diyen Yunusu ruh nerede? Oysa bizim kültürümüzde insan baş tacı idi. Yani insan eşref-i mahlûkattır, hem de yeryüzünün halifesiydi, şimdilerde insanlık, insanlıktan utanır hale gelmiş, neden acaba?
Günümüzde sık sık globalleşmeden söz edilmesi Amerikan kültürünün sosyal hayatımızın her alanına girdiğinin bir delili olsa gerektir. Çünkü Amerika’nın bizatihi kendisi global, yani yeryüzü küresine hakim durumdadır. Baksanıza Mc. Donald, rap müzik, kot jeans, coca cola, şiddet filmleri ve bilgi kurgu yaratıklar artık hayatımızın bir parçası, hatta bütününü kuşatmış durumda. Galiba globalleşme denen olay; ABD’nin sosyal hayatımıza getireceği yeniliklerin oyuncaklarıyla oyalanmak olsa gerektir. Bilgi çağında bize yüklenen misyon, icat edilen oyuncaklarla oyalanmak ve kalkınmamış veya kalkınmakta olan ülkelere bir yenisi icat edilinceye kadar bekleme salonunda emeklemesi istenmektedir. Böylece Teknoloji üretimini ellerinde tutan küresel aktörler, yenidünya düzeninde yaşayan diğer ülkelere figüranlık veya hamaliyelik rolü biçmişler.
Bunun anlamı gayet açık; başkaları teknoloji üretecek bizler ise taşeronluk üstleneceğiz. ABD’nin gözünde dünya avucunun içinde bir elma misali emrine amade bir küredir; bütün uydularıyla yerkürenin nabzını her saniye dinleyecek bilgi ağına sahipler çünkü. Ellerindeki bilgi nimetlerini insanlığa hizmet için değil, bütün çabaları globalleşme adı altında insanlığı kıskaca almaktan ibarettir. İşte, Alvin Toffler’in dediği Amerikan gerçeği bu. Araplar İslamiyet’le tanışmadan önce nasıl ki, kendi dışındakileri ‘Acem’ olarak niteliyorlardıysa ABD de küreye hâkim güç olarak insanlığa ‘diğerleri’ ya da ‘ötekiler’ olarak bakıyor. İslamiyet, ta yıllar öncesi bu açmazı çözmüş hiçbir ırkın grubun ve milletin birbirine üstün olmadığını, üstünlüğün ‘takva’ ile olabileceğini bildirmiştir. İşte İslam kültürü ile global kültürün farkı bu noktada ayrışır. İslam’ın hareket noktası insan ve muhatabı bütün insanlık... Küresel kültürün dayandığı temel nokta insan olmayıp, bizatihi tabiatın işlenip elde edilen bilgi ürünü ile insanlığı ateşe vermekten ibarettir.
Bugün dünyanın gündeminden düşmeyen şiddet, kuralsızlık, sınırsız özgürlük, standartsız aile formülü değersizlik vs. gibi unsurlar hayatımızı zindan ediyor. Modernlik ve sahte hümanizm serüveninde mutlu olmayan insanlık, Alvin Toffler’in formüle ettiği ‘Bilgi Çağı Dini(!)’ yutturmacısı sayesinde kıskaca alınıyor adeta.
Asıl olan insandır, ama Alvin Toffler her nedense ehramın tepesine bilgiyi oturtuyor, hem içi boş hem de insanlık değerlerinden yoksun bilgi ortaya koyuyor önümüze. Oysa her şeyin aslını ‘bilgi’ olarak takdim etmek abesle iştigaldir. Teknolojik endüstri ve tarım gibi faaliyetlerde asıl rol oynayan insandır. İnsan unsurunu bir an geri plana çektiğimizi düşünelim, o zaman ortada ne bilgi denen nesne, ne de insanlık kalır. Marksizm’de insanı hiç görmüştü manifestosunda, üstelik her şeyi maddeye indirgemişti. Toffler’de aynı manifestonun değişik bir yorumu olarak, her şeyi ‘bilgi’ye endeksliyor.
Hiçbir şeyi tanımama, dünyayı ahtapotun menfaat kollarıyla sarmaya çalışan ve bencilliğini güç gösterisine dönüştüren bir toplumun kucağından çıkmış bir ülkenin çocuğudur: Toffler.
Hâsılı insana şahsiyet kazandıran da kucağında yaşadığı toplumun iç aynasıdır. Toffler’de ABD gibi harikulade otomobillerin var olduğu, har vurup harman savururcasına üreten, aynı zamanda çılgınca tüketen, elektronik otoyolların ve uydu ticaretin geliştiği, sonu gelmez arzu ve ihtiraslarını tatmin etmekle ömür tüketen ülkenin toplumunda yetişen bir insandan başka bir şey beklenemezdi zaten.
Değerleri hiçe sayan Marksizm’i insanlık epey süre tartıştı, netice itibarıyla komünistler muradına nail olamadılar. Şimdilerde ise yeniden önümüze servis edilmeye çalışılan boyalı ve cilalı fütürizm(gelecek bilimi) silahı ile insanlık yeniden kıskaca alınmak istenmektedir. Değişen sadece kavramlar ve araçlar, değişmeyen şey ise içi boş değerlerden yoksun suni putlara mahkûm edilmemizdir. Bu değişim serüvenin son zincirinde Alvin Toffler’in kültür içermeyen sözlerinde: Her şeyi bilgiye endeksleyen ‘yeni bir din’ inşası gündemimizi işgal edeceğe benziyor. Marksizm’den de daha tehlikeli olan bu yeni bir din inşa etme çabası, içten içe dünyayı çökertecek nitelikte her an patlamaya hazır bomba gibi.
Yine de büsbütün de ümitsiz değiliz. Özümüzde mevcut olan Nizam-ı Âlem değerleriyle beslenmiş bilginin hayata geçmesi ile bütün bu oyunların bozulacağına inancımız tam. Nasıl ki Marksizm putu yıkıldıysa, oynanmakta olan bu yeni putta elbet bir gün ergeç yıkılacaktır. Bize düşen vazife vakit geçirmeden tarihi köklerimizle barışık yeni bir medeniyet kurmak için kollarımızı sıvamak ve yola revan olmaktır. Bir sığ anlayışı aşıp, yeni bir modernite ortaya koymalı. Hem de Müslümanların elinde inşa edilecek müspet moderniteye koşmalı adım adım.
Daha henüz 1945’lere kadar bilgi dalgası ile tanışmayan dünyamız, sadece mekanik araçlarla haşir neşirdi. Mekanik gücün zirvesine çıkan beşeriyet sonradan bilgisayara yönelebildi. Böylece dünya bilgi dalgası denen beyin gücünün ayak seslerine şahit oldu. Sürekli baş döndürücü değişim hızı belki de ileride insanoğlunu çok az mekanik enerji harcayıp çok kısa zamanda tam üniteleriyle birlikte elektronik dalga ile buluşturacaktır. Yani insanlar ilişkilerini elektro manyetik yollarla tanzim edecekler. Gönül ister ki elektronik mucizeleri Müslümanlar gerçekleştirsinler ve yeniden İslam’ın mührü gök sedada yeniden yankı bulsun... Eğer ‘Bir elde Kur’an diğer elde bilgisayar’ sözünü slogan olmaktan çıkarıp uygulamaya geçirebilirsek, işte o zaman bu söz bir değer kazanacaktır demektir. Böyle bir uygulamanın getirisi elbette ki dünyanın yeniden Nizamı Âlemle taçlanması olacaktır.
İnsanı unutan, onu hesaba katmayan, hatta onu mekanikleştiren batı medeniyetini aşıp yeni bir Nizamı Âlem(müspet modernite) kurmak için, önce insan faktörünü esas kabul edip yola çıkmalı, daha sonrada insanı eşyanın esaretinden kurtaracak yeni bir modelle insana soluk aldırmalı. Kelimenin tam anlamıyla insanı eşyanın esiri değil, eşyaya hükmeden donanım kazandırmalı.
Maddeye köle olmadan yeni bir din ihdas etmeden, Kur’a-ı Muciz’ül Beyan ışığında Nizam-ı Âlem esprisiyle gelecek yıllarda İslam medeniyeti kurmak pekâlâ mümkün. İnsanlık İslam’ın o engin sevgisine dayalı evrensel(Nizamı Âlem) medeniyetine her zaman muhtaçtır çünkü.
Vesselam.

YENİ BİR DİN Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
Marksizm’in manevi değerleri burjuvazi tarafından yutturulmuş afyon olarak nitelendirip ekonomiyi esas temel değer kabul etmesiyle ortaya çıkan tabloda, her şeyin maddeye indirgendiği gün gibi aşikâr. Bu yüzden Türkiye’de bir kısım aydınların dine olan antipatik tutumlarında Marksist ve seküler pozitivist felsefelerin büyük bir etkisi olduğu muhakkak. Neyse ki bu etki uzun sürmez, Rusya'da malum komünizmin çökmesiyle birlikte bu sapkın düşünceler artık rafa kalkmıştır. Ancak bu kez aynı kafada olanların bir süre oyalanmaları gerekecek türden dini dışlayıcı bir söyleme ihtiyaç duyulur ki, o da malum çağdaşlık kılıfı altında insanlara empoze edilmeye çalışılan sekülerizm putu söylemidir. Öyle ki sekülerizm putuna giydirdikleri çağdaşlık kılıfına bilgelik etiketi katmayı da ihmal etmezler. Hani ellerine tutuşturulan bu suni putla oyalanacaklar ya, bu arada kendilerini cicili bicili göstererekten entel havası estireceklerdir. Gayet onlarda çok iyi biliyorlar ki entellik havası estirmeksizin kitleler üzerinde pek inandırıcı olamayacaklardır. Derken tüm dünyada fiyaskoyla neticelenen komünizmin yerini “çağdaş” etiketli ‘suni robotik sekülerizm din’ sahne alır. Besbelli ki çağdaşlık kılıfı altında insanların manevi duygularını altüst etmeye yönelik madde perest dünyacılık din hülyasından vazgeçemeyecekler gibi. Hani 'can bedenden çıkmayınca huy da çıkmazmış' derler ya, aynen öylede ölünce gerçek dünyacılık neymiş o zaman uyanacaklar ama iş işten geçmiş olacaktır. Belli ki bu adamlar iflah olmayacaklar, bir zamanlar bunların gözünde insan eşyaya ve makineye endekslermiş bir proletaryaydı, geldiğimiz noktada ise insan artık robotik dünyanın ruhsuz mekanik parça ürünüdür. Baksanıza habire insana sen sus robotlar konuşsun deyip şimdiden insan bedenine mikroçip takma düşüncesinde oldukları artık bir sır değil ayan beyan ayyuka çıktı bile. Güya insana mikro çip takaraktan formatlayıp akıllarınca ‘dijital robotik bir din’ icat etmiş olacaklardır. Bu plan mikro çip kurdu tutar mı tutmaz mı bilinmez ama şu bir gerçek bu suni dijital robotik din anlayışında da insan eşyayla aynı kefeye konup linç edilecektir. Ki bu sapkın güruhun gözünde ha insan ha eşya hiç fark etmez eşit muamele görür hep. Zaten etrafımızı çepeçevre kuşatan bilgi ağları insan ruhunu eşyayla eşitlemek için vardır. Öyle ki bilgi ağları dünyanın dört bir yanında insanlığı aydınlatmaktan için donatılmış değil elbet, bilakis dijital imha silahları marifetiyle ya da insanların bedenine çip takaraktan milyonlarca insanı kendi kontrolleri altına almak için donatılmış durumda. Onlar insanlığı nasıl kontrol altına alırız inceden inceye hesab ede dursunlar bizim açımızdan da Allah’ında değişmez bir planı vardır elbet, şüphesiz ki Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Ki, bunu adeta bir deney hayvanı gibi dijital ahtapotun kollarında kontrol altına alınmaya çalışılmaktan bunalan insanların feryatlarından anlıyoruz da pekâlâ. Baksanıza dünya ölçeğinde insanlar dijital planlayıcıların ayak oyunlarından o kadar bunalır hale gelmiş bir haldeler ki artık şu soruyu sormaktan kendilerini alamıyorlar; bilgi çağı, toptan insanlığı imha etmeye yönelik bir çağ mı, yoksa günlük yaşantımızı kolaylaştıran teknolojik rahatlık mı? diye. Aslında bu tür soruların sorulması bile insanların gelecek kaygısını ortaya koyan işaret fişekleri olmanın ötesinde Yüce Allah’ın Kur’an’da “Nurumu tamamlayacağım” diye vaad ettiği günlerin yaklaştığının habercisi gibi de. Hani her karanlığın ardından pembe şafaklar doğar deriz ya hep, aynen öylede kendi kendine icad ettikleri suni dijital robotik sekülerizm putlarının hazin sonunun yaklaşmasıyla birlikte dünyanın ilahi nurla aydınlanacağına inancımız tamdır.
Eğer dert dava gelecekte insanlığa daha mutlu ve daha müreffeh hayat sunmaksa, asla buna itirazımız olamaz. Zira bugün geldiğimiz noktada bilgi çağının sağladığı birtakım imkânlar sayesinde ekonomik ve sosyal hayatımız kolay hale gelebiliyor. Bizim itirazımız ekonomik ve sosyal hayatta sağlanan kolaylıklara değil elbet, tam aksine bizim itirazımız çağdaşlaşma kılıfı altında küresel ekonominin çarkını döndüren bilgi teknolojilerinin putlaştırılmasınadır. Hele sibernetik ve elektronik alanda müthiş gelişmelerin iç ve dış medya organlarında abartılı bir şekilde güç olarak sunulması doğrusu bizi dijital bilgi teknolojileri güce tapınmaya itildiğimiz noktasında kaygılandırıyor. Öyle ya, Bilgi çağındayız diye birileri habire sabah akşam sürekli bilgi teknolojilerin gücünden övgüyle söz ettiğinde ona çağdaş insan muamelesi reva görülürken birileri de çıkıp insanın var oluş gayesinden, erdemliliğinde ve gücünden söz ettiğinde hemen o insan çağ dışılık yaftasıyla karalanabiliyor. Oysa asıl çağ dışılık insani değerleri yok sayan sığ kafalardır. Kaldı ki çağ dışı olarak yaftaladıkları insanlar bilgi çağında hem insanı merkezi alan düşünce fikriyatına sahip insanlar, hem de gelinen noktada tüm dünyada damgasını vuran bilgi teknolojilerinin Yüce Allah’ın El-Âlim isminin tecellisinin tezahürü bir nimet olarak gören insanlardır. Madem öyle, şimdi sormak gerekir böylesi bir düşünceye sahip insanların neresi çağ dışılık. Besbelli ki bilgi teknolojilerini güce tapınma aracı olarak görenlerinin zihninde insan, sırf fiziki ihtiyaçlarını gideren tüketim aracı olmaktan başka bir şey değildir. Yani bu demektir ki, insan bu çağda çılgınca yiyip içip tükettikçe değer kazanmakta, bunun dışında insan bu çağda bir hiçtir. Şimdi gel de Yunus’un “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü” olarak tanımladığı insani bakışımızın tam zıddı bir bakışla bir takım derin küresel güçlerin insanı tüketim aracı olarak gören gayri insani yaklaşımlarına tepki gösterme. Mehmet Akif'in Asımın nesli haykırışıyla onlara tepkimiz şu dur ki, çağdışı gördüğünüz o insanların onurlarıyla oynamaktan artık vazgeçin, bilesiniz ki elinizde güç olarak tuttuğunuz dijital bilgi teknolojileri bugün var belki yarın yok misali el değiştirip bir başkasının gücü olacaktır. O halde aklınızı başınıza toplamakta fayda var, zira asıl kalıcı güç ebediyete mal olan güçtür. Ki, Yüce Allah (c.c) Kur’an’da mealen; inanıyorsanız güçlüsünüz diye ferman buyurmakta.
Düşünsenize bir zamanlar insan denince bizim olan topraklarda Allah’ın mukaddesi emaneti bir bilinçle baş tacı edilirdi hep, ancak ne zaman ki kabımıza çekiliyor olduk işte o gün bugündür bırakın insanı baş tacı edinmeyi artık kendi insanlığımızdan utanır olduk. Belli ki, Yüce Allah’ın eşref-i mahlûkat olarak ilan ettiği insan şeref ve haysiyetini itibarsızlaştırmakta iç ve dış mihrakların ürettiği sapkın popüler kültürün insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin hiç kuşkusuz vebali çok büyüktür, bu inkâr edilemez bir gerçekliktir. Nasıl mı? İşte günümüzde bilhassa Amerikan kültürünün sosyal hayatımızın her alanına sirayet etmesiyle birlikte her birimizin birer pragmatist bireyler hale gelmesi bunun en tipik örneğini teşkil eder. Zaten küresel aktör Amerika’dan başka bir şey beklenmezdi, baksanıza beyaz adam bugün olmuş halen yeryüzünün tek egemen gücü benim havasında. Tıpkı bir zamanlar zencilere üstünlük taslayarak beyaz adam imajı oluşturdukları gibi şimdi aynı imajı tüm insanlığa uygulamak rolündeler. Baksanıza McDonald's yiyim, Rap müzik, kot Blue Jeans giyim, Coca-Cola içecek, Yaratık türünden bilim kurgu filmler gibi daha pek çok popüler hayat tarzları artık hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda. Bu demektir ki küreselleşmek işin bahanesi, asıl dert dava derin Amerika’nın enjekte ettiği tüketim çılgınlığına dayalı popüler kültürün sosyal hayatımızda egemen hale gelme davasıdır. Küresel imaj bu ya, bizi bizden alacak her ne varsa adeta genlerimize işlenip küresel güçlerin oyun salonunda emeklenmemiz istenmektedir. Hatta istenmekle kalınmıyor bize inceden inceye gönderme yaparaktan sakın ola ki teknoloji filan üretmeye kalkışmayın, siz sadece bizim ürettiklerimizi çılgınca tüketmekle mükellefsiniz demeye getiriyorlar habire.
Anlaşılan o ki, bu hamur daha çok su kaldıracak gibi, baksanıza teknoloji onların tekelinde bir işmiş, tüketmekse bize biçilmiş bir misyon işmiş. Dahası bilgi teknolojileri üretimini ellerinde tutan küresel aktörler, yenidünya düzeni tanımlamasından hareketle diğer ülkelere sadece işin figüranlığını ve hamaliye rolünü reva görmüşlerdir. Öyle ya, onlar teknoloji üretecek, bizlerse bunun taşeronluğunu yapacağız manasına bir hamaliyeliktir bu. Zaten derin Amerika kendi sınırları dışındaki ülkeleri her an avucunun içinde tutabileceği emrine amade taşeron ülkeler olarak görmekte. Öyle ki hegemonyasına aldığı bir takım ülkeleri avuçlarında uçup gitmemesi içinde tüm yerkürenin sürekli nabzını tutmayı da ihmal etmezler. Nasıl mı? Uzayda ve dünyanın çeşitli yerlerinde konuşlandırdıkları uydu ve üslerle elbet. Belli ki kurulan bu üsler ve uydular insanlığa hizmet etmek için konuşlanmış değil, bilakis buralardan gelen görüntülü tele kulak dinleme dijital veriler marifetiyle insanlığı kendi haline bırakmaksızın her an her saniye kıskaca almak için konuşlandırmışlar. Alvin Toffler’in bu hususta formüle ettiği insanlığın tarım, sanayi ve bilgi dalgası şeklinde bugünlere geldiği doğru bir tesbit olmasına doğru ama ancak unuttuğu bir şey var, o da ehramın tepesine bilgi çağının teknik donanımını oturturken insan faktörünü yok saymasıdır. Nitekim tespit ettiği en son bilgi dalgasının yularını bizatihi derin Amerika ve küresel çapta derin zengin aileler tutmaktadır. Derin ABD bu alanın patronu olması hasebiyle bu son dalgada kendi dışındakilere ‘öteki' muamelesi yaparaktan ayar çekebiliyor. İşte vahşi batıyla ve erdemli doğuyu birbirinden ayıran fark; Doğunun fıtri olana talip olması Batının ise kendi elleriyle icad ettikleri suni putları ölçü almasıdır. Onlar kendi dışındakilere öteki gözüyle baka dursunlar, Allah’a çok şükürler olsun ki İslam Dinine mensub olmakla hiçbir ırkın, grubun veya milletin birbirine üstün olmadığını, üstünlüğün ‘takva’ da olduğunu idrak etmiş olduk. Tabii bu durum İslam’ın bize kazandırdığı en anlamlı derin engin hoşgörü anlayışıdır, vahşi Batının global kıskaç anlayışından o kadarda farkımız olsun elbet. Malumunuz biri vahiy, diğeri beşeri olunca ister istemez farkı çok rahatlıkla fark edebiliyoruz. Hem nasıl farkı fark etmeyelim ki, her şeyden önce Müberra Dinimiz farkını insanı muhatap alarak ortaya koymakta. Yüce Allah (c.c) Kur’an’da “Ey İnsanlar!” diye başlayan birçok ayet bunun bariz delilidir zaten. Üstelik İslam’ın muhatap aldığı tüm insanlıktır, küresel kıskacın dayandığı temel nokta ve muhatabı ise eşya, dijital dünya ve dijital teknolojidir.
Evet, insan sadece İslamiyet’te eşrefi mahlûkattır. Maalesef küresel kıskaç insanlığı ateşe vermekten geri durmuyor. Bakın gün olmuyor ki şiddet hareketleri, kural tanımazlık, sınırsız özgürlüğün ürettiği değersizlikler gibi pek çok gayri insani unsurlar hayatımızı zindan etmesin. İnsanlık habire modernlik ve hümanizm kisvesi altında Alvin Toffler’in formüle ettiği Bilgi Çağında bilgi dalgasının ortaya koyduğu maneviyattan yoksun içi boş sanal dijital dünyanın dişlerine kurban verilmekte. Oysa asıl kurban edilmesi gereken bu çarkın dişleridir. Hatta öyle görünüyor ki bu sanal dişli çark daha çok canlar yakacaktır. İşte bu sanal dünyanın içimizi sızlatan can yakıcı tablolara bir bir şahit oldukça sanal âlemin aksine böylesi bir ortamda bile Müslüman olmak ne büyük nimetmiş demekten kendimizi alamayız da.
Dedik ya, insan sadece İslamiyet’te eşref-i mahlûkattır, bu yüzden müminler İslami bilinçle insanı Allah’ın mukaddes emaneti olarak görmeleri hasebiyle dünyanın neresinde herhangi bir insana yönelik zulüm ve sömürü varsa tahammül gösteremez, sabrı taştığında tepkisini ortaya koyar da. Hatta müminler insanı Allah’ın mukaddes emaneti olarak görmekle kalmaz insanı hayatın merkezi olarak görür. Alvin Toffler her nedense bu gerçeği görmezden gelip hayatın merkezine insanı yok sayan bilgi dalgasını oturtur. Oysa hayatın merkezinde insan olmadıktan sonra kuru kuruya sanal dijital bilgi hegemonyası ne işe yarar ki. Hem kaldı ki, Bilginin kaynağı da Allah’tır. İşte bu nedenle Alvin Tofler’in tam aksine müminler olarak biz bilginin Yüce Allah’ın eşref-i mahlûkat ilan ettiği insanı merkeze alan anlayışla ancak anlam kazanacağına inanırız. Zira tüm teknolojik hamlelerin temelinde insan aklının ve emeği vardır. Keza endüstri ve tarım gibi faaliyetlerde bedenini ve gövdesini de ortaya koyan insandır. Şimdi böylesi bilgi birikiminde en büyük pay sahibi olan insan faktörünü geri plana ittiğimizi var sayalım, o zaman ortada ne bilgi kalır, ne de insanlık. Dolayısıyla insanı bilek gücü görüp maddeye indirgeyen materyalist zihniyetlerle hiç kimse bizi karıştırmasın. Çünkü Toffler’in üçüncü dalga olarak ele aldığı insanı bilgi çağının önümüze koyduğu maneviyattan yoksun makinenin dişli çarklarına kıydırmak bize yaraşmaz. Hem kaldı ki bizim için değil siyaha beyaz demek vahyin soluğundan soluklanmamış bilgiye asla tamah etmeyiz de. Belli ki Alvin Toffler’i insanı yok sayan yeni güç dalgası olarak sunduğu yalın bilgiye büyük bir iştiyakla tamah edici tezlerinin arka planında insanı tanımayan, dünyayı avuçlarının içine almaya çalışan aynı zamanda bencilliğini güç gösterisine dönüştüren bir toplumun kucağından çıkmış bir düşünür olmasıdır. Zaten göz kamaştırıcı bilgi teknolojilerinin zirve yaptığı bir dünyanın har vurup harman savururcasına üretilen ürünlerin çılgınca tüketildiği, aynı zamanda sonu gelmez arzu ve ihtiraslarını tatmin etmekle ömür tüketen bir toplumun kucağında yetişmiş bir düşünürden başka ne beklenebilirdi ki.
Bakınız süper güçler gökyüzü âlemine bile bir gezegen, bir galaksi, bir Samanyolu gözüyle bakmıyor, her an her saniye dünyayı kontrol edebilecekleri üs merkezler olarak görmekteler. Yetmedi bu uğurda dünyanın bütününü kapsayacak şekilde nükleer enerjiyle çalışan uydular yerleştirmeyi de göze almışlardır. Kaldı ki geçmişte Sovyetler ve ABD uzayda birçok nükleer reaktör deneme yapmışlar bile. Tüm bunlar bize gösteriyor ki, tüm insanlık casus suni peyklerle sarılmış bir halde kontrol edilmekte. Bunları dile getirirken, sanmayın ki felaket tellallığı yapıyoruz, maalesef tüm bunları an be an yaşıyoruz zaten. Arabamızın plakasından tutunda hemen hemen her şeyimiz gözetim altında. Ancak şu da bir gerçek çok övündükleri suni peykler bir gün gelir “keser döner sap döner hesap senide vurur” misali kumandası elinde olan güçlerin kontrolünden çıkıp kendilerini de can evinden vuran uyduya dönüşebilir. Nitekim Sovyet Rusya'nın 1977 yılında içerisinde 954,5 kilo uranyum yüklü Cosmos uzay aracının Kanada’ya düşmesi, yine 80 ton ağırlığındaki Amerikan Skylab uzay istasyonun (peyk-uydunun) parçalar halinde yere çakılıp büyük bir infiale yol açması gibi hazin örnekler insanlığın ödünü koparmaya yetmiştir. Her ne kadar insanlık o büyük tehlikenin eşiğinden kıl payı dönülmüş olsa da insanlığın ruh ikliminde oluşturduğu o büyük travma hale hafızalardan silinmiş değil. Oysa süper güç olmak insanlığa soluk aldırmayı gerektirir, ama gel gör ki derin güçler tam aksine icat ettikleri suni put diyebileceğimiz suni peyklerle insanlığı ateşe vermekteler habire.
Bu nasıl bir süper güç olmaksa insanlığı ateşe vermekten zerre miskal olsun vicdanları da sızlamıyor. Hakeza onlar öyle merhametten yoksun bir tıynete sahip güruhlardır ki, epey bir zamandır insanlığı materyalistleştirmekten ve ruhsuzlaştırmaktan hiçbir hicab duymamaktalar. Örnek mi? İşte bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran ve her şeyi maddeye indirgeyen materyalist komünizm ideolojisi bunun en tipik örneği. Peki, insanları materyalistleştirmeye çabaladılar da ne oldu, adeta insan ruhu isyan edip komünizmin çöküşünü beraberinde getirdi. Ancak komünizmle bu işi başaramayanlar yine boş durmayacaklardır, bu kez bir başak güç insanlığı bir başka sapkın suni materyalist putla, yani üzerine boyalı ve cilalı fütürizm (gelecek bilimi) kılıfı giydirilmiş putla ruhsuzlaştırılmaya çalışacaklardır. Anlaşılan değişen sadece kavramlar ve araçlar değil, içi boş ruhsuz suni putlarda habire değişip kılıktan kılığa girmekte de. Belli ki her devirde maneviyattan yoksun ruhsuz suni içi boş sahte putların ardı astarı kesilmedikçe Alvin Toffler’in üçüncü dalga tezinde yerini bulan suni bilge din yaratma hayali gündemimizi epey işgal edecek gibi gözüküyor. Bu öyle bir hayaldir ki; Marksizm’in din afyondur teorisinden daha tehlikeli bir hayaldir dersek yeridir. Dahası her an patlamaya hazır yeni atom bombası ağırlığında bir tehlikedir bu.
Düşünsenize daha 1945’lere kadar pek çok ülke bilgi teknolojileri nedir bilmiyordu, o yıllarda insanlık daha çok mekanik araçlarla haşir neşirdiler. Bu yüzden o çağa sanayi çağı denilmişti. Sanayi çağını tamamlayan ülkeler bilgi çağına geçiş yapmasıyla birlikte çok kısa bir zaman diliminde bir anda kendilerini bilgi ötesi dijital elektronik dalga çağında buldu. Tabii gönül isterdi ki bu alanda da Müslümanlar olarak biz damgamızı vurmuş olsaydık. Biz mührümüzü vurmuş olsaydık hiç şüphe yoktur ki manevi ruhla yoğrulmuş bilgi teknolojileri daha bambaşka bir mana kazanacaktı. Yine de her şeye rağmen ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Kim bilir gün doğmadan daha neler doğar, şayet bir elinde Kur’an diğer elinde bilgisayarla bilim ve teknolojiye hakim bir nesli tez zamanda ayağa kaldırabilirsek, biliniz ki dünya döner devran döner misali tüm insanlığın yeniden umut tacı yine biz oluruz. Bu öyle bir umut tacı olmaktır ki, kelimenin tam anlamıyla dünyanın yeniden Nizam-ı âlem tuğlarıyla buluşması demek olur. Genetik kodlarımızda mevcut olan Nizam-ı âlem ülkümüz gereği bilgi teknolojisinin en üst seviyesine eriştiğimizi bir düşünün, elbette ki şimdiye kadar vahyin soluğundan yoksun bilgi teknolojilerinin putlaştırılmasına yönelik tüm oyunları bozacağımız muhakkak. Dün nasıl ki Marksizm putunun yıkılmasıyla komünistlerin maskesi düşüp sahte oyunları deşifre edildiyse, bu günde Yeni güç dalgası diye tanımlanan vahyin soluğundan yoksun bilgi teknolojileri putunun er geç maskesi düşecektir, buna inancımız tamdır. Tabii buna inancımız tam diye oturduğumuz yerden tüm dünyaya servis edilen bu yeni putun yıkılacağı günleri beklemek olmaz, tam aksine elimizi taşın altına koyup kökü mazide olan ati olmak için kanatlanmak yaraşır bize. Vahyin soluğuyla soluklanmış insanlığa Yeni bir güç dalgası olmak için kanatlanmaya mecburuz da. Öyle ki, böylesi Müslümanların elinde inşa edilecek Yeni güç dalgası bir Nizam-ı âlemdir bu. Ve bu ancak Allah’ın vaad ettiği “Nurumu tamamlayacağım” ayetinin tezahürü olarak Müslümanların elinden gerçekleşmesiyle mümkün olacak bir diriliş hamlesidir.
İnsanı yok farz sayan ve insanı robotlaştırmaya çalışan Batı dünyasına inat, insanı Allah’ın mukaddes emaneti görüp tüm insanlığa Nizam-ı âlem için var olacağız. Hani Şeyh Edebali “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demiş ya, aynen öyle de şu fani dünyada devlet-i ebed müddet olmak için maddeyi değil insani değerleri yaşatmalı ki hem Türk İslam âlemi hem de tüm cümle âlem nizam bulabilsin. Aksi halde tüm insanlık eşyanın esiri olmaktan kurtulamayacaktır.
Nasıl ki ecdadımız bir zamanlar İlay-ı kelimetullah için Nizam-ı âlem ülküsünü şiar edinip üç kıtaya hürriyet ve adalet götürmüşse, bugün de aynı duygu ve heyecanla yeniden hür tefekkürün ve adaletin kalesi olabiliriz pekâlâ. Bu yüzden yeniden kendine dönüş veya yeniden doğuşa Rönesans diyoruz. O halde daha ne duruyoruz gün tüm sahte mabudların ve sanal dijital maddenin kölesi olmaksızın Kur’an-ı Muciz’ül Beyan ışığında yeniden tüm cihanda İslam medeniyetini ayağa kaldırma günüdür. Zira tüm insanlık İslam’ın o engin Nizam-ı âlem medeniyetine hasrettir.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yeni-bir-din-mi-makale,4609.html