TOPRAK ANA

TOPRAK ANA
ALPEREN GÜRBÜZER

Toprak doğurgandır. Bu yüzden birçok edebiyatçı toprak ana demiş. Gerek karada gerek su da hemen hemen her yerde toprakla buluşuruz. En son buluşma yerimizde zaten kara topraktır. Çiftçiler ölmeden önce bile toprakla haşır neşir olduklarından yürekleri buram buram toprak atmaktadır. Tabii biz edebi yönden değil bilimsel yönden ele alacağız. Daha çok toprak çeşitleri üzerinde duracağız.
Tuzlu topraklar
NaCl2, NaSO4, CaCl2 ve MgCl2 gibi suda eriyen tuzlar toprağın üst tabakalarına doğru birikip humus kısım çökmeye başlaması sonucunda tuzlu topraklar oluşur. Bilhassa humus horizon A1 de siyah olup, A2 horizonuna doğru rengi gittikçe açılmaktadır. Bunun altındaki C horizonu ise jips borular halinde birikmektedir. Yani taban suyunda tuzlu sular yükselerek güçlükle eriyebilen jips çökme durumuna geçer. Derken tuzlar yağışlı mevsimlerde yıkanıp kolayca eriyebilen bir tuz tabakası meydana gelir ki; bu tip topraklara Amerikan litaretüründe beyaz alkali denmektedir. Rus literatüründe ise solonçek diye tarif edilir. Anlaşılan o ki bu topraklarda Na miktarı % 15’ten az olmaktadır. Bu arada tuzlu toprakların vejetasyonunu salsola, salicornia, suedea, limonium, tamarx gibi bitkiler oluşturmaktadır.
Tuzlu Sodyumlu Topraklar
Tuzlu sodyumlu topraklar; tuzlaşma ve sodyumlaşma işlemlerinin kombinasyonu sonucu meydana gelirler. Yani toprağın bünyesinde % 15’ten fazla yer değiştiren Na (sodyum) bulunur. İşte bu yüzden fazla tuzun varlığı sebebiyle bu tip topraklara sodyum içeren tuzlu topraklar deriz. Hatta bu tip topraklarda PH değerleri nadiren 8,5’un üzerine çıkabiliyor. Şayet fazla tuzlar daha alt tabakalara doğru yıkanırsa bu sefer toprağın özelliği değişerek tuzsuz sodyumlu topraklara benzer bir durum ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle toprak eriğindeki tuz yoğunluğunun azalması sonucu mübadele aracı olarak Na hidrolize olup, ortaya NaOH çıkmaktadır. Yani tuzların yıkanması sonucu toprak kuvvetli alkali (PH 8,5) reaksiyon gösterir, böylece bu durumda tuz zerreleri dispers hale geçip toprağın işlenmesi bir hayli güçleşmektedir.
Tuzlu sodyumlu toprakların vejatasyonu teşkil eden bitkilerden bazıları ise şunlardır:
Trifolium fragiferum
Geranium collinum
Puccinellia Palustris
Scirpus maritimus.
Tuzsuz sodyumlu Topraklar
Bu topraklara Amerikan literatüründe siyah alkali toprak, Rus literatüründe ise solonetz toprak denmektedir. Bu topraklar yağışlarla birlikte toprağın üst tabakalarında tuzların yıkanması veya Na-humus komplekslerinin hareketli bir şekle dönüşmesi sonucu meydana gelir. Böylece kurak ve yarı kurak bölgelerin topraklarında sıkça rastlanan PH değerin yüksek çıkmasına sebep olan NaCO3’ın hidrolizi;
2H2O + 2Na + 2 CO3 ↔ Na2CO3 + 2OH- + H2CO3 şeklinde denklem cereyan etmektedir.
Bu topraklarda en önemli bitki örtüsü; Puccinella convolata, Artemisia maritima, Kochia prostrata vs.dir
Tuzcul Bitkiler (Halofitler)
Tuzlu topraklarda yetişen bitkilere halofitler denir. Bu bitkilerin gelişmeleri topraktaki belirli bir tuz miktarı ile teşvik edilir. Böylece bitkiler hücrelerinde biriktirdikleri yüksek yoğunluktaki tuz miktarlarından zarar görmeksizin tahammül örneği sergilerler. Şöyle ki;
NaCl2’lü bir eriğin % 5’i NaCl2 de ki osmotik değer miktarı 4,2 atm.
NaCl2’lü bir eriğin % 1’i NaCl2 de ki osmotik değer miktarı 8,3 atm.
NaCl2’lü bir eriğin % 5’i NaCl2 de ki osmotik değer miktarı 20 atm.
NaCl2’lü bir eriğin % 5’i NaCl2 de ki osmotik değer miktarı 41,8 atm.dır.
Toprak eriğinde NaCl2 miktarı arttıkça toprağın emme kuvveti artar. Dolayısıyla halofitler hariç bu tip topraklar bitkiler için elverişli değildir. Hatta tuzlu topraklarda yetişen bitkiler hücrelerinde sürekli NaCl2 biriktirmenin yanı sıra topraktaki su ve besin maddelerini alabilmek için de osmotik basıncı toprağın emme kuvvetinden daha fazla artırma faaliyetine girişirler. Fakat toprakta artan tuz miktarı arttıkça H2O ve besin gibi temel maddelerin alımı da gittikçe güçleşmektedir. Hatta hücrelerin osmotik değeri toprağın emme kuvvetine eşit olunca topraktaki su, osmotik basınca bağlı olarak bitki tarafından alınması durur. Bu durumda toprak bitki için fizyolojik kurak olacaktır. Demek ki fazla tuz bitkiye ikinci bir toksik (zehir) etki yapmaktadır. Bu etki bilhassa kültür bitkilerinde daha çok görülür. Çünkü kültür bitkilerinin fazla tuzun zararlarına karşı korunma mekanizmaları yoktur. Bu toksik tesir daha çok klaros denen olayla kendini gösterir. Nitekim bu durumda klorofil azalır, nişasta hidrolize olur, solunum artar, bitki için madde üretimi alışverişi geriler, fotosentez ise gerilemeye başlar. O halde kültür bitkilerinde tuza mukavemet derecelerinin gittikçe azalma sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz:
—Baklagiller,
—Mısır,
—Şeker pancarı,
—Buğday,
—Yonca,
—Çavdar,
—Yulaf,
—Arpa.
Deniz suyunun yoğunluğu % 3,5–3,8 arasında değiştiği halde halofitler hücre özsularında % 9-10’a kadar tuz birikebiliyor. Bu değer 80–90 atmosfer basınca tekabül eder. Bir bitkiye hakiki halofit diyebilmemiz için hücre özsuyunun osmotik değeri % 50 olması icap etmektedir. Bu bitkiler acaba yüksek tuz yoğunluklarına nasıl dayanabiliyorlar? Belli ki bu olay bitkinin alacağı bazı tedbirlerle mümkündür. Bu tedbirleri göz önünde tutarak halofitleri bazı gruplara ayırmak mümkündür.
1-)Kümülasyon tip
Bu tip vejetasyon devresi boyunca hücre özsuyu yoğunluğunu ve osmotik değerini maksimala kadar artırır. Örnek: Juncus gerardi.
2-)Regülâsyon tip
Hücrede osmotik değer ve iyon miktarı hiçbir zaman maksimala ulaşmaz. Bunlarda kendi aralarında ikiye ayrılırlar:
a- Tuz ifraz eden halofitler
Fazla tuz yapraklardan tuz cepleri vasıtasıyla aktif olarak atılır. Tuz ifrazı ile birlikte bitki, NaCl2 konsantrasyonu belirli sınırda tutulur. Örnek: Statice, Tamarix spp.
b- Tuz ifraz etmeyen halofitler
Bu guruba dâhil olanlar tuz ifraz etmeden hücrelerinde H2O biriktirerek tuz bilânçolarını dengede tutan bitkilerdir. Bu yüzden su biriktirme olayına sukkulent veya sukkulenz denmektedir. Belli ki sukkulenz hücre fizyolojik morfolojik tesirlerin sonucu tuz birikmesi şeklinde yansımaktadır
Sukkulent esnasında H2O yaprak ve gövdede mezofil veya özel parankimatik hücrelerde birikir. Bu olayda organların yüzeyinde bir indirgenme ve hücrenin hacminde ise bir artma vardır. Fakat kuraklığa bağlı olarak sukkulenti kseromorftir. Bu arada epidermis hücreleri küçülüp, mm2’ye isabet eden alanda stoma sayısı artar. Ya da tam tersi tuz sukkulenti yüksek yoğunluktaki iyonların tesiriyle aktif hale gelip, epidermis hücreleri büyür ve mm2’ye isabet eden alanda stoma sayısı azalmaktadır. Bu gruba ait bitkiler şunlardır:
California, salsola, Sueda maritima, Atriplex Portulacoides.
Kireçli Toprakların vejetasyonu
Bu topraklar CaCO3 ihtiva edip alkali reaksiyon gösterirler. Yani PH 7’nin üzerindedir. Reaksiyon derecesi sadece kireç miktarına bağlı kalmayıp, humus ve kil gibi ince zerreli toprakların dağılışına ve nemine göre değişiklik gösterir. Silikatlı topraklar ise (kum, kristal halinde kayalar) başlangıçta kireç ve diğer bazları ihtiva ederler. Fakat nemli bölgelerden sızan yağış suları ile çabucak yıkanırlar. Keza kireçli topraklarda öyledir. Bunlar da iklim faktörlerinin tesiri ile çabucak yıkanıp parçalanırlar. Böylece besin maddesi bakımdan zengin, sıcak ve gevşek zerreli topraklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Topraktaki kireç miktarı ise hem toprağın su kapasitesini artırır hem de toprak forlarını genişletir. Bu sebepten bu tip topraklar geçirgen özellikleriyle dikkat çekmektedir. Ayrıca bu tip topraklar zayıf alkali reaksiyon gösterdiğinden mikro organizmaların faaliyetlerine uygun bir ortam teşkil ederler. Yine bu toprakların mineral madde dolaşımı da yüksektir. Keza bitki türlerinin bir kısmı alkali ortamları, bir kısmıda asitli ortamları tercih ederler. Bu yüzden I. Gruptakilere basofil, ikinci gruptakilere ise asidofil denir. Üçüncü grup bitkiler ise her türlü PH dereceleri arasında seyretmekte olup, fakat bu değerin altında ve üstünde olan reaksiyonlar bitkinin tüylerine zarar vermektedir.
Bu arada toprak suyunda H+ iyonları OH- iyonlarından fazla ise toprak asit, tersi durumda ise alkali reaksiyon gösterir. Genellikle toprak reaksiyonları iklim tesiriyle oluşmaktadır. Mesela nemli bölgelerde ufalanma sonucu madde birikmesi teşekkül edip toprakta devamlı bir yıkama faaliyeti gözlemlenmiştir. Kurak bölgelerde ise ufalanma sonucu madde birikmesi meydana gelir. Birincisi toprağın asitlik derecesini, ikincisi ise alkalilik derecesinin artmasına neden olur.
Azotlu toprakların vejetasyonu
Bitki örtüsünün gelişmesinde sadece toprak reaksiyonu değil aynı zamanda bitkiyi besleyen topraktaki besin maddeleri de büyük rol oynamaktadır. Topraktaki besin maddelerinin en önemlileri N, P ve K olmakla beraber, henüz P ve K atomunun ekolojik önemi tam olarak bilinmemektedir. Fakat P gübresi baklagiller ve çimlerin gelişmesini teşvik ettiği bir gerçek. Keza azot etkisiz bir gaz olması yönüyle ilk bakışta faydasız bir madde gibi görünse de biz biliyoruz ki ekolojik yönden en önem arz eden durum topraktaki azot miktarıdır. Nitekim bir toprakta bulunması gereken total azot miktarı değil daha çok NH4++ ve NO3—iyonların varlığı önem taşımaktadır. Çünkü azotun bitki tarafından alınabilecek şekli olan NH4 ve NO3 bileşikleri toprakta devamlı şekilde değişime uğramaktalar. Zira bu bileşikler yüksek bitkiler ve mikroorganizmalar tarafından kullanılıp proteine çevrilirler. Böylece proteinlerin parçalanmasıyla birlikte açığa çıkan NH4 tekrar NO3 haline gelmiş olur.
NH4+ iyonu toprak kolloidleri tarafından absorbe edilebildiği halde NO3 iyonu hareketli kalmaktadır. Böylece toprak suyundan kolayca yıkanıp kaybolurlar. Bu yüzden azotlu toprakları seven bitkilere Nitrofil denmektedir. Bunlar arasında en dikkat çekeni organik maddelerin çokça olduğu çöplük yerleri tercih eden Ruderal bitkilerdir (döküntü bitkiler). Örnek: Peganum harmala, Lamium albüm, Urtica Dioica. Bu tür bitkilerin gelişmesi için toprağın humus bakımdan zengin ve nitrifikasyon olayına müsait olması şarttır. Dolayasıyla bu bitkiler için topraktaki mutlak nitrat (NO3) miktarı değil, Nitratın devamı olarak toprağa iletilmesi önemlidir.
Mekanik faktörler
—Yangın,
—Rüzgâr,
—Kumulların teşekkülü,
—Kar ve toprağın tesiri,
—İnsan ve hayvanların tesiri.
Kimyevi faktörler
Belirli bir yoğunlukta bitkinin gelişmesine olumlu etki eden en önemli unsur tabandaki O, CO2 ve besin maddeleridir. Zararlı etkenler ise malum olduğu üzere bazı zehirli maddelerdir. Mesela volkanların ve sıcak su kaynaklarının kenarındaki bitkiler özellikle kükürt (S) bileşiklerinden zarar görürler. Dolayısıyla kimyevi etkiler ya topraktan kök vasıtasıyla, ya da havadan yapraklara geçişle olmaktadır. Nitekim bitkiler gaz halinde O ve CO2’i yapraklar kanalıyla havadan almaktadırlar. Ayrıca bitkilerce oksijen miktar tayini topraktaki H2O miktarına bağlı olarak belirlenmektedir.
Havanın bileşimi
Deniz seviyesinden yükseldikçe havanın bileşimi değişmez. Hatta deniz seviyesinde 15 km yükseklikteki havanın bileşimi % hacim olarak şöyledir:

0 m ile % hacim 15 kmde %de hacim
N2 78,1 79,5
Oksijen 20,99 19,7
Argon 0,945 0,8
CO2 0,03 0,03

Topraktaki Biyolojik Değişmeler
Bilindiği üzere insanların her zaman ihtiyaç duydukları inşaat malzemeleri, porselen sanayi ürünleri, tuz, şap, kibrit ve daha nice birçok hammadde topraktan elde edilebiliyor. Zira Rabbül âlemin; “Biz azimüşşan, o erimiş bakır madenini ona (Süleyman’a) sel gibi akıttık” (Sebe,12) beyan buyurarak Süleyman (a.s)’ın şahsında toprağın alyans vs. gibi madenleriyle birlikte bereketine dikkatimizi çekmektedir. Tabii toprağın bereketi bunlarla sınırlı değil elbet, dahası var. Şöyle ki; iklim etkisi ile kayaların dibinden kopan büyük kaya blokları, irili ufaklı kaya parçaları, taşlar ve çakıllar bir gayeye yönelik yığılmaktalar. Hatta yığılmakla kalmayıp bu kayalar üzerinde ilk beliren bitki örtüsü likenler (alg ve mantar ortak yaşama mahsulüdür) olmaktadır. Ölen kuruyan likenlerin organik artıkları toprağın bereketli bağrına karışarak toprak içerisinde fulva ve humin asitlerini meydana getiriyorlar. Derken bunlar toprak içerisinde parçalanma olaylarını hızlandırarak toprağa ek olarak organik madde naklediyorlar. Böylece toprakta hayatın başlangıcını sağlamış oluyorlar. Bu arada mikroorganizmalar kendilerine yaşama ortamı bulup toprak daha da bir hayatiyet kazanır hale gelmektedir. Zira mikroorganizmalar yardımıyla organik artıklar önce mekanik, sonra kimyevi değişmeler sonucu organik ürün olarak toprakta humusu meydana getirirler. Bu arada hayvanlarda boş durmayıp, toprakta bitki ve diğer artıkların parçalanmasında ilk rolü oynuyorlar. Bu hayvanlar arasından toprakta yaşayan memelileri, sürüngenleri bir kenara koyarsak, öncelikli olarak örümcek kurtları, rotator, yuvarlak, halkalı, eklemli kurtları, solucan, kırkayak, karınca ve terleksi hayvanları ön planda tutabiliriz. Bilhassa bu olayda solucanların rolü çok büyüktür. İyi bir toprakta 1 mm2 de 300–400 kadar solucan yaşar. Bunların total ağırlığı 70–80 gr kadardır. Buna göre 1 km2‘lik bir alanda yaşayan solucanların ağırlığı, nüfusça en yoğun memleketlerin km2 başına yaşayan insanların ağırlığından daha fazla olduğu görülecektir.
Solucanlar bitki artıkları ile birlikte aldıkları mineral ve kil tanelerini karıştırarak dışkıları toprak yüzeyine bırakırlar. Böylece her yıl 1cm kalınlığında bir toprak tabakası alt üst edilir. İşte bu işlem sayesinde toprak havalandırılmış olup, özellikle bakterilerin üremesine elverişli bir ortam doğmaktadır. Zaten dışkıların hemen yarısından fazlası bakteriler oluşturmaktadır. Nitekim 1 gr toprakta 2–6 milyon toprak bakterinin varlığı tespit edilmiştir.
Mischustin’e göre 1 gramlık iyi bir kültür toprağında:

Bakteri sporu Canlı bakteri Actınmycetes Mantar Alg Protozoa
2 milyon 5 milyon 1 milyon 50.000 5000 50.000

olarak bulunmuştur.
İlkbaharda bakteri miktarı uygun sıcaklık ve nem sebebiyle en yüksek seviyeye ulaşır. Fakat yazın kuraklık başlayınca bu miktar düşer. Şurası muhakkak bakterilerin tesiriyle meydana gelen en önemli hayati fonksiyon karbon bileşiklerin ayrıştırılma işleminin yanı sıra, N bileşikleri ve minerallerinin değiştirilmesi olayıdır.
Bazı terimlerin izahı
Ekoloji- İlmi manada ilk defa Ernst Haeckel tarafından kullanılan bu terim organizmaların ve onların çevreleri ile olan karşılıklı ilişkileri inceliyen bir bilim koludur.
Ekosistem- Canlı varlıkların kendi aralarında karşılıklı münasebetleri ve fiziki faktörlerin etkisi sonucu oluşan ekolojik habitat herhangi bir alanda ekolojiye ait kompleks meydana getirir ki buna kısaca ekosistem denir.
Fital sistem- Bentik bakımdan zengin klorofilli bitkilerin mevcut olduğu literal sahaları kapsar.
Afital sistem- Işıksız ve klorofilli bitkilerin mevcut olduğu literal sahalar ve derin deniz bölgelerini kapsamaktadır.
Biosönöz- Belirli habitatlarda yaşayan ve aralarında karşılıklı ilişkiler bulunan bütün organizmaların hepsine birden verilen isimdir. Örnek-balıklar, su bitkileri, omurgasız canlılar.
Biotop- Dominant şartları homojen olan yüzeysel coğrafi saha veya değişken hacimli bir ortam olarak tarif edilir.
Fasies-Lokal bazı ekolojik faktörlerin etkisiyle bir veya birkaç tür şeklinde bulunabilir ki bu durum biosönüzün bir fasilesini teşkil eder.
Zon-Bentik bölgenin vertikal derinlerinde deniz yüzeyinin durumuna bağlı olarak meydana gelen ekolojik bir habitattır.
Kommunite- Bu kavram Heterson tarafından kullanılmış olup, Peres’in biosönoz sinonim kavramı ile eş anlamlıdır.
Benthos- Denizlerin zemininde yaşıyan ve biyolojik bakımlardan oldukça birbirinden farklı olabilen hayvansal ve bitkisel organizmalardır.
Biomaz- Substrat yüzeyin birim alanında bulunan canlı organik madde ağırlığının gram olarak ifadesidir.
Substratum-Genellikle bentik canlıların üzerinde yaşadığı zemindir. Bu zemin katı ola bildiği gibi (kaya, gemi karinası ve muhtelif organizmalar vs.) hareketlide olabilir (kum, çamur vs.)
Epifauna- Substratumun üst yüzeyinde bulunan vajil (hareketli) ve sesil (bağlı, hareketsiz) türlerin hepsine verilen isimdir.
Endofauna- Substratumun yarık çatlak boşluklarında bulunan vajil ve sesil faunanın türüdür.
Epilit-Kayaların tabi boşluklarında veya yüzeyinde yaşayan organizmalardır.
Endolit-Kendi kendine kayayı oyması sonucunda bu oyukta yaşayan organizmadır.
Epifit- Organizmaların dış yüzeyinde yaşayıp fakat onlardan gıdalanmayan bitkilerdir.
Epizon-Diğer organizmaların üzerinde yaşayan fakat onlardan gıda alamayan hayvanların bulunduğu zondur.
Epipsammik- Sedimantın yüzeyinde yer değiştiren organizmalardır.
Plankton- Sularda serbest olarak hareket eden veya sular tarafından pasif olarak sürüklenen organizmalardır. Planktonlar tabii olarak fito ve zooplankton olarak ayrılabileceği gibi büyüklükleri bakımdanda makro plankton, mikro plankton olmak üzere ikiye ayrılabiliyorlar.
Nekton-Planktonun aksine kendine has hareketi olan organizmalardır. Yani yer değiştirmeleri aktiftir.
Neuston- Su yüzeyinde yaşayan canlılardır. Mesela denizlerde Hemipterler, Halobatis genusu ile temsil edilir.
Pleisto- Sayılov tarafından kullanılan bir terim olup rüzgârın etkisi altında yer değiştiren organizmalardır.
Çeşitli özellikleri bakımdan Deniz ortamının sınıflandırılması
Yüce Allah okyanusları denizlere, yeryüzünü ise kıtalara komşu kıldı. Dahası komşu kılmanın ötesinde deniz âlemini birçok canlılarla donatıp biyolojik hayata renk kattı. Nitekim deniz hayvanlarının sayısı kara hayvanlarının nerdeyse dört katı büyüklüğündedir. Hatta öyle içlerinde acayip yaratıklar var ki zaman zaman deniz yüzeyine çıktıklarında sanırsın ki denizin ortasında kara parçası var.
Denizler nice canlılara hem yuva, hem de nice bilemediğimiz madenlere yataklık yapmaktadır. Mesela deniz içerisinde kayalara yapışık halde mercanların yapışık vaziyette kalması inci meraklıların hep dikkatini çekmiştir. Bu yüzden Allah-ü Teala; “ O iki denizden büyük ve küçük inci mercan çıkar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirisiniz” (Rahman,22, 23) diye beyan buyurmaktadır.
Deniz büyük bir nimettir. Ötelere seyreden geminin deniz yüzeyinde seyri bunu teyit ediyor zaten. Ki, Yüce Allah; “İnsanlara yarayan şeyleri denizde akıt(ıp) taşıyan o gemilerde akıllı kimseler için nice ayetler vardır”(Bakara,164) beyan buyurarak gemilerin kıtadan kıtaya taşınmasının hikmetine vurgu yapmaktadır. Belli ki insanlar rahat seyahat etsinler diye ağaçların özgül ağırlığını sudan hafif tutularak gemi yapmaları sağlanmış. Dahası rüzgârı da geminin rotasını belirleyen araç olarak kılmıştır. Böylece yelkenler sulara açılırken vira vira diyerek gittiği limanlarda demirleyebiliyorlar.
Okyanuslar denizlerden büyük olmasıyla okyanus ismini almışlardır. Bu yüzden bilim adamları pek çok değişiklik gösteren okyanus sularının değişik özelliklerine dayanarak yüzey temparatür varyasyon durumu, topoğrafik özelliği, batimetriği, biyolojik yapısına göre sınıflandırılmışlar bile. Şöyle ki;
1-Topoğrafik yönden sınıflandırma-
Bu da kendi arasında dört kategoride incelenir:
a-Kıyısal(bordier) denizler-Büyük okyanusların çevresinde yer alan denizlerdir. Örnek olarak Atlantik sahili denizleri, pasifik sahili denizleri.
b-Akdeniz’le ilgili lokal denizler-Bu denizler kıtaların içinde bulunurlar. Kıyısal denizlere oranla derinlikleri azdır. Örnek- Adriyatik denizi, Ege denizi.
c-İç denizler-Dar ve derin olmayan bir eşikte diğer bir denize açılırlar. Örnek: Karadeniz ve Baltık denizi.
d-Kapalı denizler- Diğer bir denizle ilgisi olmayan denizlerdir. Örnek: Hazar denizi ve Aral gölü.
2-Yüzey sularının ısısına göre sınıflandırılması-
Bu sistemde çeşitli sistemler rol oynar. Bunlardan en yaygını Vaughan ve Stephenson’un sınıflandırmasıdır. Bütün bu sistemler aslında bir kıyı ile ilgilidir.
a-Polar denizler- Temperaturü daima 5 santigrat derecenin altında sulardır.
b-Subpolar denizler- Temperatur 10 santigrat derecenin altında olup çoğu zaman 8 santıgrat derece olan sulardır.
c-Ilıman denizler- Temperatur 8–23 santigrat derecenin altında olup soğuk ılıman 8–10 santıgrat derece sıcak ılıman 12–23 santigrat derece olarak incelenir.
3-Batimetrik yönden sınıflandırılması-
Okyanus suları doğal olarak üç fiziki faktörün etkisi altındadır. Bunlar sırasıyla; temperatür, ışık ve çalkantılardır. Bu faktörlerin etkisi altında suların meydana getirdiği vertikal zonların çeşitli sistemleri ortaya çıkmıştır. Mesela Peres’e göre ışık faktörü bakımdan suları 3 kategoriye ayırmak mümkündür.
—Eufatik zon
—Oligofitik zon
—Afotik zon.
Eufotik zon- Yaklaşık 20 m den 150 metreye kadar olan derin bölgeleri kapsar. Bu zonda ortalama derinlik 50 m civarındadır. Bu derinliklere nüfuz eden bütün kırmızı ve mavi ışığın radyasyonları absorbe edilebiliyor. Bu arada eufotik zonda bulunan ototrof bitkiler kendisi için lüzumlu maddeleri suda bulunan CO2 ve güneş enerjisinden alır.
Oligofotik zon- Takriben 300–600 m civarında yer alan derinlikleri kapsar. Yani ortalama derinlikleri 500 m dir. Güneş ışığı burada etki spektrumları ile temsil edilir. Temperatur bu sularda daima uygunluk arz etmektedir. Hatta buralarda met cezir akıntıları ve diğer akıntılara rastlanmaz. Ya da nadir olmaktadır.
Afotik zon- Oligofotik zondan hemen sonra afotik zon gelir. Bu zonda temperaturün çok düşük olması dolayısıyla viskozite yüksektir. Akıntılar çok zaman belli belirsiz olarak meydana gelir.
4-Biyolojik yönden sınıflandırma-
Biyolojik özelliklerine göre okyanus suları bentik ve pelajik diye iki bölgeye ayrılır. Bentik bölge sadece kendi sahasını içine alır. Pelajik bölge ise bentiğide içine alan sahaları kapsar.
Pelajik bölge-
Bu bölgede yaşayan canlının sınıflandırmasını ilk defa Brun yapmış, sonra çeşitli sistemler ortaya atılmıştır. Mesela sonraki araştırıcılar Kuril adalarının derinliklerinde pelajik bölgeyi yüzeyden derinliğe kadar kalitatif ve kantitatif yönden ele almışlardır. Peres ise pelajik bölgeyi 6 zona ayırarak incelemiştir. Şöyle ki;
1-Epipelajik zon- 0–50 m derinliklikleri kapsayan bölgelerdir. Diatome ve dinoflagellata gibi klasik ototrof organizmaların bulunduğu yer ortalama derinlik olarak kabul edilir.
2-Mezopelajik zon- 50–200 m derinlikleri kapsar. Bu iki zon(epi-mezo pelajik) Rus yazarları tarafından 0–200 metreye ulaşan yüzeysel alan superficial zon adı altında birleştirilmiştir.
3-İntra Pelajik zon- 200–500–600 m derinlikleri ile dipteki soğuk suları arasında geçit teşkil ederler. Bu zonda özellikle plankton yoğunluğu azaldığı gözlemlenmiştir. Nitekim araştırmalar sonucunda gündüzleri infra Pelajik zona geçen suların geceleri süperficial zona geçtikleri belirlenmiştir. Kısaca bu zon planktonlar için adeta gündüzleri bir barınak olarak kullanılır.
4-Batı pelajik zon–500–600 m ila 2000–2500 m derinlikleri arasındaki sahaları kapsar. Burada copepod yoğunluğu predominanttır (baskın).
5-Abissopelajik zon–2000–2500 m den 6000–7000 m derinliğe kadar ulaşan bölgeyi kapsamaktadır. Bu zon da makro planktonlar oldukça yoğundur.
6-Hado pelajik zon- 6000–7000 m den sonraki bölgeleri kapsar. Kalitatif ve kantitatif bakımdan fakir bölgedir. Burada çoğunlukla amphipod ve copepod’lara rastlanır. Ayrıca pelajik bölgeyi jeolojik bakımdan Neritik bölge ve oseanik bölge diye ikiye ayırabilirz.
Neritik Bölge
Vertikal bölgede 200 m izobantla sınırlanır. Bu bölge suları suspansiyon halinde pekçok maddeleri ihtiva ettiğinden berrak değildir. Bu özelliğinden dolayı ışık az nüfuz eder. Kıtaların etkisi ve derinliğinin az olması nedeniyle suların yer değiştirmesi, minerallerin sirkülâsyonu ve yenilenmesi oldukça kolay olmaktadır. Bu yüzden Neritik bölge de bitkiler için lüzumlu mineral maddeler zenginlik arz etmektedir. Ayrıca uskumru, hamsi, som balığı gibi balık türlerin bulunması yönüyle dikkat çekmektedir.
Oseanik Bölge
Okyanus ve denizlerde neritik bölgenin dışında kalan kısımlardır. Başlıca özelliği suların berrak olmasıdır. Yani mavi renkli suları teşkil ederler. Fakat gerek organizma ve gerekse suspansiyon halindeki maddeler bakımdan fakir olup, genellikle bu özelliğinden dolayı güneş ışınlarını (radyasyonları) kolaylıkla absorbe ederler. Salinite (tuz oranı) ise yüksektir. Bu yüzden bitkiler için lüzumlu mineral azlığı ile dikkati çekmektedir.
Bentik Bölge
Sahil hattından itibaren okyanusların en derin kısmına kadar olan bütün zemini kapsayan bölgeye bentik bölge denir. Bu bölge morfolojik ve biyolojik bakımdan çeşitlilik arz edip, bitkisel ve hayvansal organizmalar bulunur. Bentik bölgenin (dip bölge) sınıflandırılması pelajik bölgeninkine nazaran daha zordur. Çünkü bentik bölge Littoral sistem(fital sistem) ve Derin deniz sistemi (afital) söz konusudur. Başlıca özellikleri:
1-Littoral sistem(fital sistem)
— Bu sistem içerisinde yaşayan organizmalar türce zengindir.
—Alglerin hepsi ototroftur.
—Klorofilli bitkiler bulunur.
—Temperatur çok değişkendir.
—Substratum değişik tabiattadır.
—Organik madde boldur.
Littoral sistemde kendi arasında Supralittoral zon(su dışında kalan zon), mediolittoral zon, infralittoral zon, circa littoral zon diye 4 zona ayrılır.
2-Derin deniz sistemi(afital)
—Klorofil ve ışık yoktur (afital sistem)
—Su basıncı yoktur.