AH BUHARA, AH SEMERKAND, AH YESİ, AH HİVA SANA NE KADAR HASRETİZ!

AH BUHARA, AH SEMERKAND, AH YESİ, AH HİVA SANA NE KADAR HASRETİZ!


ALPEREN GÜRBÜZER

Ah Buhara, Ah Semerkand, Ah Yesi, ah Hiva! Ah Taşkent! Ey sevgililer diyarı! Sana ne kadar hasretiz, bir bilseniz. Senin o nefesini, o güzel kokunu unutmak mümkün mü? İnsanlık yeniden çarpan gönülle seni arıyor, arayacakta, mecburuz sana. Sadece seni arayan insanlık mı? Medeniyetler de sana muhtaç. Her ne varsa senin ışığında mevcut. Seninle başladı her şey, narına nuruna kurban olduğumuz cananımız, her dilde senin adın var. Ey sevgi diyarı! Tacımızsın, gün be gün seni düşünürüz. Ata yurdumsun çünkü. Bu kütük de bize ait her şey var, senden gayrisine de yer yok zaten, aklanırsa ruhumuz ancak seninle hayat bulacak, bu böyle biline.
Senden bize kalan hatıralar olmasa, inan yaşamak işkence. Zira bir sır gibi girdin sinemize. İyiki de girdin iç dünyamıza, o halde al yüreğimizi yeniden yoğur, yeniden kendine bent et sil baştan... Naçiz bedenimiz sana armağan, senin yolunda ölmeye her an hazırız, kurbanız da sana. Can feda olsun yoluna, yeter ki ferman buyur. Bir işaretle biz seni bekliyoruz; Ey Semerkand! Ey Hiva! Ey Yesi! Ey Taşkent!
Gözlerimizi bağlasalar da biz seni yine buluruz, eğilmeden bükülmeden yürürüz aynı yolda izbe iz. Bu dileğimiz aynı zamanda aşk mektubudur, yeter ki içimizde kopan fırtınaya bir bak, elbette ki o zaman anlarsın bizi.
Muhammedi ışık, önce Mekke de doğdu, o ışığın uzantısı olan Şah-ı Zinde (Peygamberimizin akrabası Kusam bin Abbas) Semerkand da manevi koruyucu olarak metfun hala. Seni nasıl aramam ki ey Şahı Zinde! Sen bizim her şeyimizsin, sevilmişlerin sevilmişi, seçilmişlerin seçilmişi, sılamızsın, sevdamızsın ve dilek taşımızsın. Peygamber kokusunu oraya taşıdın çünkü. Sayende Peygamber dilinde gökteki yıldızlar diye övülen Sahabeler, sahabe halkasının izleyicisi Tabiinler, İmam Maturidi, Pir-i Türkistan, Şahı Nakşibendî’nin ruhaniyeti çarpan gönüllerde oralarda atıyor hep.
Dahası var enlem hesapları yapabilecek bir meziyete sahip bir bilge insan özelliğine sahip Biruni, Tıp biliminde kendinden söz ettirecek kadar etkili olan İbni Sina, İranlı şair Rudeki, Gazne’de Şehnameyi yazan Firdevsi, ilk astronom ünlü rasathaneci Uluğ Bey, Ömer Hayyam, Doğuyu da batıyı da mest edecek fikirleriyle ünlü Farabi, modern cebir’in öncüsü Harezmî, Harizm’in gurur kaynağı Zemahşeri, Kadizade Rumi, Matematik ve astronomi alanında usta deha olan aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in davetine icabet edip Maveraünnnehir’in İstanbul’a açılan kolu diyebileceğimiz Ali Kuşçu, Türkçe aşığı Ali Şir Nevai, Divani Lugati’t Türk eserinin Piri Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Hind’e İslami zenginlik katan Babürname eseri ile meşhur Babür, müzik dehası Abdülkadir Meraği ve daha niceleri bu toprakların bereket kandilleridir. Hepsinden en önemlisi Senin sayende İslam medeniyetinin hamuru Horasan Erenlerini tanıdık. Onların elinde yoğrulmuş buralar. Horasan Erenleri Buhara, Semerkand kilimini dokumakla kalmadılar, kıyamete kadar eksik olmayacak gönül sultanlarını da kilime nakşettiler. Şimdi o nakşettiğiniz büyük bir emanetin taşıyıcıları olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya, oradan Balkanlara ve en nihayet dünyaya yelken açtınız. Dağlar, taşlar, bozkırlar, ırmaklar, okyanuslar, hâsılı cümle âlem sizinle hayat buldu, bulmaya da devam edeceğine inancımız tam. Doğu insanı ile batı insanını buluşturacak manevi soluk oldunuz, köprü oldunuz, aynı zamanda canlar cananında her dem oldunuz.
Batı ruhunun susuzluğunu giderecek kaynağın doğuda olduğunun farkında, ama o ışığın önünde engel olan sis perdelerini daha henüz kaldıramadılar. Şimdi onlara Buhara, Semerkand ve Taşkent kütüphanelerinin tozlu raflarında dizili ciltler dolusu eserleri okuyacak bir yüreğe, ya da bu engin hazineleri sunacak bir ele ihtiyaç var. Bu meydan er meydanı, yeniden sen ortaya çıkınca meydanların sarsılacağı muhakkak, yeter ki seni candan çağıran yürekler an bu an çarpsın gerisi kolay, aydınlık günler bir gün elbet bizim olacak
Eb’ül Hasan Harkani, Ebu Ali Farmedi, Yusuf Hemadani, Abdülhalık Gucdüvani, Arifi Rivegari, Ali Ramiteni, Muhammed Babasemmasi, Seyyid Emir Kü’lal, Bahaeddin-i Buharı, Alaüddin-i Attar, Yakubi Çerhi, Ubeydullah-ı Ahrar, Muhammed Zahit, Derviş Muhammed gibi daha nice Hacegan Erenleri bu bereketli topraklarda saçtıkları ışıkla tüm insanlığa rehber olmaya devam ediyorlar edecekler de. Çünkü ışık doğudan doğar, nitekim tarih buna şahitlik ediyor habire.
Velhasıl, hasretle bekliyoruz, zincirine bağlıyız, altın halkana pervaneyiz. Her daim kapına dayanmaya hazırız, ne olur bizi kabul et en derin sinene.
Bu bir gönül yolculuğudur. Bu yüzden Şair; Toprak basar kucağına, güneş çeker sıcağına, atar derdin ocağına demiş. Vesselam.