HZ. ALİ (K.V) VE NİZAM-I ÂLEM
HZ. ALİ (K.V) VE NİZAM-I ÂLEM
ALPEREN GÜRBÜZER
Hz. Ali(k.v)’in hilafet dönemi incelendiğinde görülecektir ki, ihtilafların kaynağında kabile ruhunun, nizama karşı tepki varı hareketleri söz konusudur. Öyle ki, Haricilerin nizamsızlıklarından ötürü yaptığı eylemler Müslümanların kanının akıtılmasına yol açacaktır. Nizamsızlığı ilke edinen Harici güruhunda hukuk tanımazlık had safhada olup, maalesef kuralsızlık onları nizama karşı başkaldırmaya itmiştir. Kelimenin tam anlamıyla Hz. Ali (k.v.) kurallılığın timsali, Hariciler de kuralsızlığın...
Malum olduğu üzere Hariciler Sıffın Savaşı’nda Hz. Ali’yi önce hakeme(tahkime) müracaat etmeye zorlamışlar sonra da reddetmişler ve bundan dolayı da Hz. Ali (k.v.)’e cephe almışlardır. Hariciler Nizam-ı Âlem iksirinden bihaber olduklarından dolayı her zaman kurallı davranan Hz. Ali (k.v.)’yi anlayamamışlardı, hisleri ile hareket ederek kardeş kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Nizamsızlık ruhunun, Haricilikle ilgili bağı Sıffın Savaşı’dır. Sıffın’da karşı karşıya gelen Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki içtihat mücadelesinin, tam Hz. Ali cephesinin lehine dönüşeceği sırada Kur’an sayfalarının mızrakların ucuna bağlanarak; “Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun” seslenişi bir anda savaşın seyrini değiştirmeye yetmişti bile. Nitekim bu mızraklara bağlanan Kelamı Kadimin bir hile olduğunun farkına varan Hz. Ali(k.v.) ordusuna ; “Kur’an kaldırma hadisesinin bir hile, iki yüzlülük ve tuzak olduğunu ve savaşa devam edilmesi” gerektiğini ikaz eder, fakat tüm uyarıları sonuçsuz kalır.
Öyle ki nizam’dan nasip almamış kabile ruhu Emir’ül Mü’minin’e Hz. Muaviye’nin istediği tahkimi (hakeme müracaatı) kabul ettirirler nihayet. Üstelik tahkim olayında Amr İbn-i As’ın ustaca manevrasıyla Hz. Ali (k.v.)’nin “Emir’ül Müminin” sıfatı hakem kararıyla kaldırılır da. Daha sonraki gelişmelerin ardından Hz. Ali’yi tahkime itenler tam tersi tutum takınarak“Allah’tan başka hüküm verici yoktur” ayetini sloganlaştırıp, devlet başkanını kâfirlikle suçlayacaklarda, nitekim öyle de oldu.
Oysa “Ahitleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, Allah’ı kefil kılarak pekiştirdiğiniz yeminleri yenileri bozmayın” ayeti Hz. Ali ((k.v.)’nin hareket kaynağı idi. Bir şekilde hakeme gidilmiş, zorlamayla da olsa ardından hakem kararıyla ortaya ahitleşme çıkmıştı. Ne yazık ki işler iyiden iyiye çılgından çıkmıştı, artık bu aşamadan sonra ahidden dönmenin Kur’an-ı Kerim’e ters düşüleceğinin idrakinden yoksun harici grubuna, elbette bunu anlatmak zor olsa gerekti. Maalesef hakem olayı Haricileri, Hz. Ali (k.v.)’den ayırmış ve tarihte kanlı sahnelerin tohumlarının boy vereceği günlere gebe kılmıştır.
La-hükme illa lillah” (Hüküm yalnız Allah’ındır) ayetine ilim kapısı Hz. Ali’nin bakışı ile bilgiden yoksun, hislerle hareket eden Haricilerin bakışı hep ayrı olmuştur. Hakeza, “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirdir ayetinden anladıkları da farklıydı. Tıpkı bugünkü Sünni ulema’nın Kur’an-ı Kerim’in bu ayetlerine verdiği mana ile Ehli Sünnet dışı grupların anladıklarını apayrı olması gibi. Ayetler iyi tetkik edildiğinde anlıyoruz ki, “küfür” kavramının Yahudilerle alakalı olduğu gerçeği ortaya çıkar. Ehlisünnet âlimlerimiz bundan dolayı Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen Müslüman’ın küfre girmeyeceğini, ancak ve ancak günahkâr olabileceğini beyan buyurmuşlardır.
Necip Fazıl’ın ifadesiyle İslam, çöle inen nurdu. Gerçektende çöl insanının İslam medeniyetinin ortaya koyduğu şehirleşme, devlet organizasyonu, müesseseleşme gibi bir dizi nizam ve kaidelerine intibakı kolay olmadı. Çöl ruhunun nizama geçişte tavrı hep sancılı ve tepkici geçti. Resulullah (s.a.v)’in “Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa
Yitirir ve her kim saltanata geçerse bozulur.” hadis-i şerifi bütün hızıyla İslam devirlerinde yaşandı. Hariciler nizam ve asayiş gibi mevzuları anlayamadıklarından dolayı kendi dışındakileri tekfirlikle(kâfirlikle) suçlayabilmişler ve kendi vehimlerini gerçek sanarak işi iman mücadelesi haline dönüştürmüşlerdir. Kapasitelerinin bu tür mevzularda yetersiz olması, sürekli onları ister istemez nizamsızlığa sevk ediyordu. Oysa herkesi kâfirlikle suçlayarak kan dökmeye kalkışıldığında ortada ne nizam kalır ne de devlet. Elle müdahalenin devlet eliyle olduğunu beyan eden fıkıh âlimlerinin tavrıyla, Kur’an da ki ayetleri kendi kişisel hisleriyle karıştıran militan Müslüman anlayışı elbetteki çok farklı. Herkes ceza verme yetkisini kendinde görmeye kalkışırsa, her tarafta anarşi ve kargaşanın kol gezeceği muhakkak.
Anarşizmin zıddı olan nizam anlayışında hukuk önemli unsurdur, İslam uleması siyasi mevzuları hiçbir zaman iman konusu yapmayıp, fıkıh çerçevesinde ele almışlar ve son derece de titiz davranarak kurallı veya nizami içtihatta bulunmuşlardır. Hz. Ali (k.v.)’in açtığı kurallı ve Nizam-ı Âlem çığırı, ehlisünnet âlimlerinin de takip ettiği usul olmuştur. Hz. Peygamberin (s.a.v); ”Ya Ali ben Kur’an’ın tenzili(nüzulu-inişi)üzerine çarpıştım, sense
Tevili(yorumu-içtihadı) üzerine çarpışacaksın” hadisi bu gerçeğe işarettir.
Allah’ın ve Resulullah’ın buyruğunu inceden inceye anlamadan, Kur’an’ın nüzul sebepleri ve gayesini bilmeden, körü körüne mantık garabeti sergilemek, maalesef Haricileri başkaldıran grup haline düşürdü. Üstelik karşılarında İsyan ettikleri odaklar da yabancı devletler olmayıp tarih boyunca mücadeleleri hep Müslümanlara karşı olmuştur. Sorgusuzluk, sualsizlik, nizamsızlık ve devletsizlik bütün çıplaklığı ile hayatlarında mevcut idi zaten. Ön yargılı tavırlar, Haricilerce gerek Hz. Ali (k.v.), gerekse Hz. Muaviye’nin (r.a) hakemi kabul etmelerini kâfirlikle suçlayacak kadar tırmandırılıp, acımasız hale dönüşünce, ister istemez Hz. Ali(k.v.)halife içtihadıyla Haricilerle mücadele etmiş, Hz. Muaviye (r.a) ise mülk ve saltanat içtihadıyla karşı koymuştur. İster halife içtihadıyla isterse mülk ve saltanat içtihadıyla mücadele verilsin, netice itibariyle ortada nizamla, nizamsızlığın kavgası söz konusuydu.
Haricilerin nizamsızlığına verilecek daha çok örnekler söz konusu. Özellikle bu örneklerden aynı zamanda nizamın üstünlüğünü gösteren delillere rağmen inadına eylemlerini devam ettirmelerinde alacağımız ibretler vardır. Kanlı eylemlerinde öylesine ileri gittiler ki; Hz. Ali (k.v.)’yi şehit edecek kadar gözü kara idiler. Önce tekfir olarak ilan ettiler, sonra da bu durumu meşrulaştıracak ölümü düşünmek handikabına giriştiler. Nitekim nizamın önderi Hz. Ali (k.v.)sabah namazı için yola koyulurken ansızın bir Harici militanının suikastına uğruyor ve aldığı darbe ile şehit oluyor. O yüce ilim ve hikmet kapısı Hz. Ali (k.v.), Allah’a yürürken (şehit) bile son nefesinde nizam dersi veriyor ve katili için şöyle diyor;
“Ben fevt olursam bunu da kısasen katlediniz. Ey Abdülmuttalipoğulları! Emir ül-Müminin katl olundu diyerek Müslümanların kanına dalmayınız, benim için ancak katilim katlolur.” diyerek, suçların şahsiliği prensibini haykıran ifadesi, İslam’ın hukuk anlayışını ortaya koyması açısından gerçekten çarpıcı bir nizam örneği.
Asırların kemikleştirdiği nizamsızlık duygusu Hz. Ali (k.v.)’nin canına kıyacak kadar azgınlaşan canavara dönüşmüştü maalesef.
Nizamsızlığın iliklerine kadar işlediği kin ve nefret, bir o kadar da bilgisizlik sendromu diyebileceğimiz günah ile küfür kavramının farkını ayıramama hastalığı, her günah işleyeni kafirlikle itham etme ve ayeti kerimelere getirdikleri hamaset yorumlar sonucunda her türlü nizamı reddetmeye götürdü Haricileri.. Nitekim Hz. Ali (k.v.)’nin Nizam içerikli sözlerinin satır aralarında geçen vergi, yol, refah ve düzen gibi kavramlar harici ruhuna yabancıydı. Devlet geleneğinden yoksun, kabile anlayışı, İslam’la birlikte gelen devlet kavramı karşısında bocalayıp durdu. İslam öncesi çöldeki kavgalarını, İslam’la birlikte alışkanlıklarının yansıması olarak Kur’an-ı Kerim de geçen birtakım ayetleri kendi hislerinin telkinlerine alet ederek düzeni reddetme şeklinde tezahür etmiştir. Fakat İslam medeniyet olarak sosyal hayatın her yanına damgasını vurdukça Hariciler de yavaş yavaş tarih sahnesinde çekilmeye başlayacaklardır. Sonunda kazanan nizamsızlık değil, Nizam-ı Âlem oldu.
Nizamla nizamsızlığın kavgasının en tipik misalini Hz. Ali (k.v.)’in Haricilerle karşılıklı söz düellosunda (münazarasında) bulabiliriz. İşte Nizam-ı Âlemin gücünü gösteren farkı Hz. Ali (k.v.)’in Haricilere nasihatinde görüyoruz, Nasıl mı, hep birlikte karşılıklı münazaraya dikkat kesilelim; Hz. Ali(k.v.):
“Ey inat edip bizden ayrılmış cemaat! Bilmiyor musunuz ki ben hakemlere, Allah’ın kitabı ile amel etmeyi şart koşmuştum. Dememiş miydim ki Şamlıların bu
İstekleri hileden başka bir şey değildir. Siz o zaman hakem deyip, başka bir şeyi kulaklarınız duymadığından, ben de mecburen Kur’an-ı Kerim’in dirilttiğini diriltmek, öldürdüğünü öldürmek şartlarını koşarak işi onlara bıraktım. Onlar ise keyiflerine göre hareket ettiler... Bunlar pekâlâ bildiğiniz halde baş kaldırmanızın sebebi nedir? Niçin isyan ettiniz.” (Bkz. Haricilik ve Şia Taha Akyol s.78)
Haricilerin, bu nizam tüten sözlere karşı cevabı:
“Biz hakemlere razı olduğumuz zaman, kâfir olduk ve bundan dolayı tövbe ettik. Sen de bizim gibi tövbe edersen seninle beraberiz. Yoksa seni tamamıyla başımızdan atarız.”
Hz. Ali (k.v.)’in bu sözlere cevabı ise:
“Kendi kendime kâfir oldum mu diyeceğim. İçinizden birini seçin onunla konuşalım, eğer cevaptan aciz kalırsam Allah’a tövbe ederim. Aksine seçeceğiniz cevap vermezse Allah’tan korunun.”
Seçtikleri İbnü’l Kevva:
“Söylediklerinde haklısın, haklısın, fakat hakeme müracaatı kabul etmekle biz büyük bir günaha girdik ve bunun içinde tövbe ettik. Allah’a tövbe et, af dile sana dönelim.” der.
Hz. Ali(k.v.):
“Ben her günahtan dolayı Allah’a tövbe ederim.”(a.g.e. S.79)
Hariciler nizam ihtiva eden bu müthiş ve akıl dolusu sözleri hemen fiskoslarıyla;
“Gördünüz mü kâfir olduğunu kabul etti.” diyecek kadar çarpıtarak tevil ederler.
Bu arada tartışma bitmedi tabii, bütün hızıyla devam eder ve Hz.Ali (k.v.):
“Ben iki hakem değil, sadece Ebu Musa’yı, O’nu da sizlerin zoruyla tayin ettim. Amr-ı ise Muaviye tayin etti.”
İbnü’l Kevva:
Ebü Musa Kâfirdi.
Hz. Ali(k.v.):
Ne zaman kâfir oldu? Gönderildiği zaman mı? Hüküm verdiği vakit mi?
İbnü’l Kevva:
“Hüküm verdiği vakit.”
Hz. Ali (k.v.):
“Şu halde sen de tasdik ediyorsun ki, ben Onu hüküm vermek üzere Müslim olarak yolladım. Senin fikrince ben gönderdikten sonra kâfir olmuş. Resul-i Ekrem eğer bir Müslüman’ı kâfirlere hak dine davet için göndermiş olsaydı adam da onları hak din
Yerine başka bir şeye davet etseydi, bundan Resulullah sorumlu olur muydu?”
İbnü’l Kevva:
“Hayır olmazdı.”
Hz. Ali(k.v.):
Şu halde Ebu Musa dalalete düşmüşse bana ne? Ebu Musa’nın dalaletinden dolayı kılıçlarınızı çekip halkın yolunu kesmek size helal olur mu? (A.g.e. S.80)
Hz. Ali (k.v.)’in çarpıcı kurallı sözleri, İbn’ul Kevva’yı susturur, ama Hariciler kınında durmayarak:
“Dön gel, O’nunla konuşulmaz” deyip fitneyi ve nizamsızlığı kızıştırırlar ve “Ben her günahtan dolayı Allah’a tevbe ederim” sözünü de ters-yüzle, hâşâ Hz Ali (k.v.)’in kâfirliğini ikrar ettiğinin propagandasını yapmaya başlarlar. Ardından malum olduğu üzere Nehrevan Savaşı vuku bulur. Bu savaşta başıboş, disiplinden yoksun küçük Harici grubu hayatlarını kaybederler, ama içlerinde sadece 9–10 kişi kaçıp kurtulabiliyor. Maalesef kurtulanlardan iki kişi ilerde Doğu İran’da Sicistan Haricileri’ni, diğer ikisi de Yemen’de Yemen İbadiler’ini ve Kuzey Afrika’ya gidenler de bir tür Harici toplulukları oluşturacaklardır.
Nizama başkaldıranlar hem pek çok Müslüman’ı, hem de ilmin kapısı Hz. Ali (k.v.)’yi şehit edeceklerdir. Bakın Nizam kahramanı Hz. Ali (k.v.)’in son nefesteki anlarını Cevdet Paşa nasıl izah ediyor, şöyle ifade eder Cevdet paşa:
“Hz. Ali (k.v.)o vecih ile vasiyetlerini ifa ettikten sonra dünya kelamı söylemedi. Kelime-i tevhit ile hatm-i kelam eyledi. Bir vefa dünyadan darı ukbaya göçtü. Namazını Hz. Hasan (R.A) kıldırdı.”
der.
Hz. Hasan (r.anh) da babasının nizam anlayışının takipçisi bir tavır sergileyip suçların şahsiliği prensibini yürürlüğe koyarak Hz. Ali (k.v.)’yi şehit eden İbn Mülcem’i idam ettirir böylece.
Hariciler koca bir devri anarşizm ve nizamsızlıkla kana boyadılar. Hz. Ali (k.v) gibi kurallı hareket eden Emir-ül Mü’minin’i (Devlet Başkanını) bile küfürle itham ederek, şehit etmeleri son derece düşündürücü ve bir o kadar da ibret vericidir. Bu durum nizam anlayışı kıt olan güruhun tipik din telakkisi adı altında kabileci duyguların yansıması olarak yorumlanabilir ancak. Ufuksuzluk, dar görüşlülük ve bilgiden mahrumiyet onları nizama başkaldırmaya sürüklüyordu çünkü. Zaten harici demek de başkaldıran demektir. Haricilik adıyla müsemma, nizamın karşıtı kalıba bürünerek kanlı olayların müsebbibi bir kavram olmuştur hep. Hz. Ali (k.v.) eğer Hariciler gibi, kabileci ruhla hareket etseydi hilafet meselesinde bir Haşimi olarak, Emevi kolundan olan Hz. Osman’a itiraz ederek nizamsızlığın öncüsü olurdu, ama o nizamın ve kurallı davranmanın gereğini yerine getirerek, fitneye meydan vermeden Hz. Osman’ın yanında yer aldı. Üstelik yumuşak tabiatlı Hz. Osman (r.anh)’la zaman zaman istişare ederek nizamsızlığa ve fitneye (anarşi) karşı uyarmıştır da. Hz. Osman’ın (r.anh) şahadetinden beş gün sonra seçimle Emir’ül Mümin olarak idareyi ele alır almaz ömrü boyunca nizam kavgasının başlayacağı günlere adım atacaktır o.
Hâsılı Hz. Peygamber’le (s.a.v.) başlayan “tenzil” kavgası, Hz. Ali (k.v.)ile “tevil” mücadelesine dönüşür. Tenzilin de tevilin de bize bıraktığı en büyük miras ‘İla-ı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem olsa gerektir. Vesselam.