BİR DEĞİŞİM ÖNDERİ ÖZAL

BİR DEĞİŞİM ÖNDERİ ÖZAL
ALPEREN GÜRBÜZER

Bir Anadolu insanı, hayallerinin ak ve kara olmadığı, insanları ötekiler diye tasnif etme düşüncesinden bağımsız vizyonu, dindarlığı, demokrat tavrı ve duyarlılılığı ile dikkatleri çeken bir lider.. Bu fani dünyadan öteki aleme uğurlanırken Fatih Sultan Mehmet’in manevi soluğu altında bulunmak adına vasiyetinde; Beni İstanbul’a defnedin diyecek kadar da iman abidesi. Fatih Sultan Mehmet de çağ kapatıp çağ açarak tarihe geçmişti çünkü.
Türk siyasi hayatı iki ekoldan dallanıp budaklandı bugüne dek.. Bu iki siyasi kanalın biri CHP, diğeri DP’dir. Her ikiside İttihat Terakki kökenli, aralarındaki fark; İsmet İnönü’den beri birinin sol, diğerinin sağ, yani biri devletçi diğeri daha liberal çizginin öncüsü olmasıdır.. Özal, her iki çizgininde ötesine taşarak kendi ifadesiyle dört eğilimi bi arada tutan, Türkiye’nin önüne yeni bir yol haritası koyacak kadar bir dizi reformlar ortaya koyan usta bir deha.. Dolayısıyla Turgut Özal’a Türkiye’ye yeniden çağ açan anlamında reformist diyenlerde oldu. O, gerçekten alışılmışın dışında siyasi kalıpları bir bir devirerek Türkiye’ye ufuk açtı.. Biliyordu ki; 12 Eylül öncesi siyasi anlayışla doksanlı ve ikibinli yıllar mahv olacak, ya da üçüncü dünya ülkeleri kategorisine dahil olacağımızı. Bu gidişe son verilmeliydi, düşündü, taşındı, kafa yormaya koyuldu, Önce dünyayı karış karış gezdi, gezdikçe de vizyonu arttı, asla ara vermedi çalıştı, inandı ve sonunda amacına ulaştı. Türkiye’yi kapalılıktan aydınlığa taşıdı. Onun genlerinde başarılı olmak azmi vardı zaten.. Euromoney dergisinde bir bayan gazetecinin bile gözünden kaçmamış Özal’ı öylesine iyi analiz etmişki, röportajı esnasında Demirel’in parlak dönemlerinin bile Özal’ın yanında bulunduğu zamanlarda gerçekleştiği teşhisini ortaya koyuyor.
O, dünyada ne olup bitiyor, bizatihi yakinen takip eden biri olmasıyla damgasını vurdu Türk siyasetine.. Gerçekten bir siyasetçi ne kadar Ankara’ya mahkumsa o siyasetçiden ve o liderden iş çıkmadığı gibi, gözü kapalı ülkeyi idare eden lider demektir.
Vizyon sahibi liderlere bir bakın hepsi dünyaya açılan çok okuyan, düşünen, değişim öncüsüdürler. Özal, 1952’de Amerika’ya gitme imkanı elde etti. Sonra Türkiye’ye dönüşü ile birlikte ODTÜ’de matematik derslerini verdi, daha sonraki yıllarda Amerikada Dünya bankası uzmanlığında bulunmanın yanısıra Demirel’e müşavirlik ve akabinde planlama müsteşarlığı yaparak başarı basamaklarını adım adım ilerlemiş, en nihayet Cumhurbaşkanı olarak devletin zirvesine oturmuş, ama o tepe noktası Başbakanlık kadar faal olmadığı için son zamanlarında siyasete bile dönme işaretlerini vermişti.
Mazide yaşananlara da vakıftı aynı zamanda. Tarihe de büyük bir merakı vardı, zaten yaşadığı çocukluk ve gençlik dönemlerinde siyasi açıdan ilginç önemli kesitlerin bulunması avantajdı, dolayısıyla herbir kesit onun için canlı birer tarihi malzeme oldu. Eskiyi yaşamış tecrübe edinmiş, üstelik yaşadığı dönemlerde yeniliğin Cumhuriyet ve yılbaşı baloları ile simgeleştiğini yakından gördü. Hatta Ezan’ın Arapça okunduğu devirleri, memurların devletin simgesel değişikliklerin kobayı olarak kullanıldığı günleri de gördü. Yine bizatihi ebeveyni memur olması dolayısıyla böyle balolara götürüldüğünü yakinen müşahade etti, insanları zorla dans ettiklerine şahit oldu. Bütün bu yaşadıkları ve gördükleri beyninde ve ruhunda gedik açtı, sırası geldiğinde isteyen dans eder isteyen dans etmez anlayışının yerleştiği bir Türkiye bıraktı ardından. O namazı bile yaşadığı aile ortamında öğrenmedi, sadece yengesini namaz kılarken görmüşlüğü var, okuduğu teknik üniversitede namaz kılan gençlerin yanına sokularak banada öğretin demiş ve öyle başlamış dini hayatın ilk basamağına, yasaklı dönemlerde gizli gizli namazlarını kılarak kendini ele vermemenin psikolojisini yaşadı ruhunda ve arkadaşlarıyla birlikte takibe alındıklarını gördü hep. Ardından tasavvuf büyüklerinin soluğuyla soluklanma şerefine nail oldu.. Öyle ki aldığı tasvvufi terbiyenin tesiri olsa gerekki; 12 Eylül sonrası Muhammed Raşit Hz.lerinin askerlerce Gökçeada’ya sürgün edilmesi sonucunda Cumhurbaşkanı Evrenden mecburi ikametin kaldırmasını talep etmiş ve bununla da yetinmemiş bu yönde gayret göstermiş, nihayet iki yıl sonra tekrar Menzil’e dönmesini sağlamıştır. Bütün bu yaşadıklarından ders çıkartmayı da ihmal etmedi; bu gidişin iyi gidişat olmadığını iç dünyasında muhasebesini yaptı, canı sıkıldı ülkemize yakışır manzara olmadığını idrakiyle hedef edindi, silkindi; ya değişecek, ya değişecek diye and içti ve kötü gidişatı değiştirmeye karar verdi kendi kendine.
Her alanda hantallık gırla gidiyordu, bürokrasi desen; Allah versin evlere şenlik, yan gel yat, al maaş anlayışıyla yönetiliyordu devletin kurumları... Sadece hantallık ve statükoculuk iç politakada mı, dış politikada da geçerli akçe.. İnönü tutuculuğu o alana da sirayet etmişti. Atatürk öyle değildi; bir bakıyorsun Hatay’ı topraklarımıza katıyor, diğer yandan Boğazlar meselesini Montro’da değiştiriyor, gah bakıyorsun İngiltere’ye Fransa’ya göz kırparak müttefik gibi gözüküp, İtalya ve Almanya’ya karşı kendimizi sağlama alıyordu. Fakat İnönü çizgisinde bunu görmek mümkün gözükmüyor, daha çok suya sabuna dokunmamak anlayışı hakim maalesef. Bu yüzden gerek hariciye, gerekse dahiliye bürokrasisi İnönü’nün yolunun takipçileridir her biri.. Bürokrasi olaylara at gözlüğü ile bakmaya alışmış bir kere, masabaşından değerlendirmekten hoşlanırlar, korkakdırlar , ürkekdirler,değişim çizgisinden yana değildirler, zaman zaman zinde güçlere ihtilal davetiyesi çekmede de hünerdirler, hatta birifing almaya da pek merakdırlar. Bürokrasimiz hiçbir zaman seçilmişlerin yanında yer almazlar alamazlarda, çünkü atanmış kollu kuvvetlerinin yanında konu manken olmak risk oluşturmadığının bilinciyle işin kolayını tercih ederler. Bu arada İcraatlerini sergilerken de Atatükçülüğü koz olarak kullanmayı da ihmal etmezler. Oysa, izledikleri yol Atatürk’ün yolu değil, İnönü’nün statükocu çizgisidir. Bu zavallı aklı evveller Atatürk ve Fatih Rüştü Zorlu gibi ustalıkla anında karar veren, atik, başarılı dış politikada dudak ısırtacak hamlelerden çok uzaktalar, üstelik başarısını kıskandıkları Zorlu’nun idamına da ses çıkaramadılar. Bir takım klişeleşmiş sloganlarla övünmek meziyet addedilmiş, nitekim incelendiğinde pek çok işe yaramaz adamların, hatta iki koyunu bile gütmekten aciz insanların köşebaşlarında durmaları için sloganları birkoz olarak kullanıldıkları görülecektir. Kavgacıdırlar, ikna edici değillerdir, dünya ile yarıştan uzak konumdalar çünkü..
Artık dünya tek kutuplu sisteme kaydı, ama bilahare iki denge sistemine oturacak elbette. Çünkü dünyanın doğuşundan beri hep iki kutuplu, Habil ve Kabil kavgasında olduğu gibi, henüz dünyadaki değişim tamamlanmış sayılmaz, süreç devam ediyor ve işliyor.
Dünyada özgürleşme adımları hızla ilerliyor, hergeçen gün insan hakları konusunda duyarlılık daha da artıyor.. İşte Avrupa Birliği, işte Amerika, işte Kanada, işte Meksika, hakeza Güney Amerikada ayrı birliktelikler kuruluyor, birbaşka gelişme ise Japonya’yı da merkez alan uzak doğudaki örgütlenmeler, bizdeki Karadeniz işbirliği gibi bölgesel adımlar dünyanın yeni bir döneme girdiğinin işaretleri, daha sayamadığımız bir dizi nice dönüşümler ve değişim paktları sözkonusu dünyada..
Bir zamanlar refah devleti ülkü edinilmişti, yakın bir zamanda da sosyal devlet olma ideali, her ikiside bitti . Artık devletin misyonu yerine insanın rolü devreye giriyor şimdilerde, Devlet baba geleneğinde israr etmek yarınlarımızı kaybetmek demekti zaten, nihayet deniz bitti, ister istemez insanın refahı ön plana geldi gündeme. Devlet rızık kapısıdır anlayışı gerilerde kaldı Özal’la. Gerçi Özal’ın da devletin değişik kademelerinde hizmet vermesi dolayısıyla azda olsa devletçi yönleri görüldü, ama zihniyet olarak özelleştirmenin ve bireyi ön plana almanın getireceği avantajlarının şuurunda bir zihniyete sahipti. Makul olanı İnsanı merkez almaktı, devleti değil. Müteşebbisin önündeki engeller kaldırılmalıydı. Evvela Köprüyü satarsın satamazsın tartışmalarıyla aralandı özelleştirme girişimleri. Sonra sınırlarına haps olmuş ülke yerine dünyaya açılan konumuna geldik, iyide oldu. En azından gözümüz açıldı, aksi takdirde siyah beyaz ekrana esir kalıp tek kanalla dünyadaki gelişmeleri takip etmeye çalışacaktık..
Birzamanlar tek tip yönlendirmelerle evimizin önünü bile temizleyemez halde bir Türkiye idik. Özal’ın o engin ufku Ülkemize yansımasaydı internetten habersiz kalıp Ecevit tarzı daktilo tuşlarına dokunmakla ömür tüketecektik, Özal adeta bir çağ kapattı çağ atlattı, ufuk açtı ülkeye, vizyon denen şey bu. Yerellikten evrensilliğe gidişin süreci onla başladı, açtığı yoldan geri dönüldüğünde asıl o zaman dananın kuyruğu kopacak dediğimiz irtica tehlikesinden söz edebiliriz belkide. Başörtüsünü irtica simgesi göstermek çabası şimdiye kadar Ülkemizi geriye götürdükleri eylemlerinin örtbas için ileri sürdükleri bahane olsa gerek. Bir elde yerellik, diğer elde evrensel değerler ilkesini onunla kavradık. Sıçrama ise böyle bir sıçramadan ancak söz edilebilir, gerisi laf-ü güzaf.
Artık Türkiye kabına sığmıyor, öteler kanatlanmak istiyor, halkın gözünde parlayan ışıktan belli değil mi?. O ışıktan, derin devletin mekanizmaları ve elitist seçkinleri endişelenseler de değişim kaçınılmaz. Dünyaya kapalı bürokrasi ve siyaset anlayışı halkı canından bezdirmişdi, Özal’ın şahsında yürütmede hızla karar vermeyi ve gerçek siyaseti öğrendik, tabi bu; iş bilenin kılıç kuşananın işi, bir koyup üç alırız diye irade sergiliyenin işi.. Ezikliğimiz onunla aktif dış siyasetine dönüştü, ABD’ye gittiğinde Başkana elini uzatarak ben buraya para talep etmeye değil, ticaret yapmaya geldim diyerek kapı kapı para dilenen Türkiye portresini bir kalemde siliverdi..
Eski anlayışlar pirim etmiyor artık, küresel rüzgarların estiği dünyamızda yeni şeyler söylemek yeni kararlara imza atmakla belirleniyor siyaset. Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağar abad olurdu. Günümüzde başımız dik, alnımız açık Türkiyeden söz eden siyasetçi revaçta, diğerleri iki anahtar ya da herkese bir araba gibi duygu sömürüsü vaadleriyle eski alışkanlıklarından devam ettikleri müddetçe tarihin boş sayfalarına gömülmeye mahkumdurlar...
Velhasıl, O gönüllerde hala taptaze, ruhu şad olsun.