EBABİL KUŞLARI VE EBREHE ORDUSU

EBABİL KUŞLARI VE EBREHE ORDUSU

ALPEREN GÜRBÜZER

Yemen Hükümdarı kendi ülkesinde özene bezene yaptırdığı muhteşem kilise’sine ilgi gösterilmeyince, Arapların Kâbe’ye olan alaka karşısında küplere binmişti. Tek çıkar yolu Kâbe’yi ortadan kaldırmaktı. Emrindeki ordularına hücum emri vererek Taif’ e doğru yol aldılar.
Taif’e geldiğinde, dediler ki; Senin yıkmak istediğin Beyt burada değil, eğer bizlere dokunmazsan sana bu konuda klavuz verebiliriz. Ebrehe; peki dedi. Rehber eşliğinde yola devam ettiler, ilerde bir yerde konakladılar. Konakladıkları yerde klavuz olarak görevlendirilen Ebu Riğal’ın karnına ansızın sancı giriverince yere yığılıverdi ve oracıkda öldü. Bu durum gizli bir güç tarafından birinci ihtar niteliğinde ibret olayı idi. Ebreh’e bu olayı anlamaktan uzaktı, Ordusuna dahil ettiği fil’in sürücüsünü derhal çağırarak bir süvari bölüğünü Mekke’ye gönderiverdi.
Bir süvari bölüğü ile Esved b. Maksud Mekke’ye doğru ilerlerken bu arada develere de el koydular. Derken Mekke’ye vardıklarında Abdulmuttalib’e; hükümdarın kendileriyle görüşmek istediğini bildirdi. Abdülmuttalib; var git Melikine söyle bizim savaşmak diye bir niyetimiz yok, dediyse de Fil’in sürücüsü her ne olursa olsun gelmeniz gerekir deyince çaresiz yola koyulmak zorunda kaldı.
Hükümdarın huzuruna alındı, Hükümdar Abdülmuttalib’e:
— Ne istiyorsunuz benden?
Abdülmuttalib:
—Adamların tarafından el konulan develerimi istiyorum, dedi.
Ebreh’e şaşırmıştı. Çünkü huzuruna alınan insan; kapılarına kadar dayanan savaş tedirginliğinden bahsetmiyor, ikiyüz devenin hesabını soruyordu. Ebreh’e sonunda merakını yenemedi, dayanamadı şunu sordu:
—Hâlbuki sizce kutsal olan Beyt’i yıkmaya geldim, sen ise develerin derdine düşmüşsün, bu ne iştir?
Abdülmuttalib Peygamber dedesine yakışır cevabı verdi:
— Develerin sahib benim, Beyt’i de sahibi korur, deyince Ebrehe sinir krizi geçirircesine:
- İşte sen, işte develerin, verin bu adama develerini, ne hali varsa görsün demek zorunda kaldı.
Abdülmuttalib develeri ile birlikte Mekke’ye döndüğünde olanları halka anlattı, bu arada Mekke halkına şehri boşaltmakta fayda olduğunu, üzerimize koca bir ordunun gelmek üzere olduğunu haber verdi. Tabii herkes dağlara çekilmeye başladı ve beklemeye koyuldular.
Ebrehe hala Arapların o taş binaya bağlayan gücün sırrını çözemedi. O taş bina ayakta kaldığı sürece kendi yaptırdığı kiliseyi sevdiremiyeceğini idrak ederek, tekrar Habeşistandan gelen Mahmud adlı Fil öncülüğündeki orduya hücum emri verdi ama, fil bir türlü yerinden kalkmıyordu. Bütün uğraşmalara rağmen kıpırdamıyordu, sonunda hayvana mızrak darbeleriyle vurmaya başladılar, hayvandan kanlar fışkırmasına rağmen yere çivilenmişti adeta. Fil’in kalkmaması ikinci ibret vari ihtardı aslında. En nihayet çaresiz bir şekilde fil’i orda bırakıp yola devam ettiler..
Mekke’ye tam yaklaşacakları sırada ansızın gökte beliren kuş ordusu Fil’i akıllardan silmişti, şimdi başka bir tufanla karşı karşıya kaldılar, fırtınadan önce sessizliği andırıyordu adeta, gözler kuşlarda idi, acaba ne yapacaklar telaşı sardı herkesi. Nihayet üçüncü uyarı son vuruş, diyebileceğimiz son ibret vari ikaz fırtınadan önceki sessizliği bozdu. Nitekim de nohuttan küçük taşlarla kocaman ordu bir anda hezimete uğratıldı. Ebreh’e Ebabil kuş sürülerinin akınıyla yenilgisinin tatmanın yanısıra, vücuduna isabet eden mermilerle (taş parçaları) dönüş yaparken Abdülmuttalibi’in sözleri zihnin de yankılanmaya başladı:
- Develerin sahibi benim, Beyt’i ise sahibi koruyacaktır..
Gerçektende Kâbe’nin sahibinin koruduğunu son ikazla anlamış olsa da vücudunda aldığı darbelerle her geçen güç ölüme yaklaştığını çürüyen bedenin akibetinin fiyaskoyla sonuçlandığını görmesi ona en büyük darbe idi zaten. Son nefeslerinde öyle bir hale geldi ki kendisi kendinden iğrenir, aynı zamanda etrafında insanların hızla kaçtıkları bir adam olarak bu dünyadan göçtü.
Herşeyden öte tarihe Fil vakası olarak geçen bu olay aslında Habibi Kibriya’nın artık yeryüzüne şeref vereceğinin bir alametiydi. Çünkü bu olay olduğu zaman Âmine annemizin doğumunun yaklaştığı günlerdi.