Namazın içindeki şartlar iç ferahlatıcı

NAMAZIN İÇİNDEKİ ŞARTLAR
ALPEREN GÜRBÜZER

Namaz bütün zikir çeşitlerini bağrında taşımasıyla Miraç özelliği kazanmıştır. Tüm Meleklerin özel yaptığı ibadet çeşitleri hepsi namaz içerisine kodlanmış durumda. Meleklerin kimi kıyam, kimi rükû, kimi sücud vs. halde ibadet ederler çünkü.
TAHRİME
İftitah tekbiri ile ruh semaya yönelir, elleri kaldırmakla da dünyevi ihtiraslarımızı arka plana itmiş oluruz böylece.
Tahrimeden kasıt ‘En büyüksün’ anlamında ‘Allahu Ekber’ demektir. Tekbir ibadetin olmazsa olmazı. Allah ile münasebetin ilk adımı. Eğilirken yüz sürerken, kalkerken mutlak büyüğün Allah ’ın olduğunu tekbirle dile getiririz. Çünkü büyüklük mutlak manada Allah’a ait. Allah’u Ekber’in haricinde; Allah’u Azam, Allah’u Kebir, Allah’u Celil, Lailahe illalah, Elhamdülillah, Subhanellah vb. ifadelerin hepsi tekbir manasına gelir, dolayısıyla tekbir yerine geçer.
Evet namaza Allahu Ekber lafzıyla başlamak vaciptir. Çünkü Peygamberimiz bu şekilde devam etmiş, fakat farz değildir.
Kim imamdan önce tekbir alırda imamdan önce tekbiri bitirirse namaza başlamış olmaz. Rükû ve sücud tekbirlerini terk etmek veya noksan söylemek ise tenzihen mekruhtur.
Namaza girişte bir insan ister Arapçasını söyleyebilsin, isterse söyleyemesin, hangi dilde telbiye getirirse caizdir.
Tekbiri Farsça Allahü Ekber diyerek başlanılsa caizdir. Ancak imameyn bu konuda Arapça tekbir almaktan aciz kalmayı şart koşmuştur. Farsça namaza başlamak hususunda İmamı Azam’ın delili daha kuvvetli, çünkü namazda aranan şeyin zikir ve tazim(saygı) olması dolayısıyladır. Ki, bu husus her lisanla her lafızla olur.
Bir kimse Farsça tekbir alır, hayvan keserken Farsça besmele çeker, yahut ihrama girerken Farsça veya herhangi bir dille telbiye getirirse Arapcasını söyleyebilsin söyleyemesin caizdir. İftitah tekbiri rüku olduğu için değil, kıyama bitiştiği için şarttır, yani farzdır.
Sena, Kunut, Bayram ve Cenaze tekbirlerinde eller salınır, çünkü bu tekbirler zikir değildir.

KIYAM
Kıyam aynı zamanda vakfe, vakfe olmayınca hakikatede vakıf olunamaz. Kıyamla vahyin soluğu sarar tüm bedeni. Gönüller kıyamla durulur ve tazelenir adeta, istikamet denen yolu duruşla anlarız yüce makamları..
Dolayısıyla Mü’minin velayeti istikamette, yani dosdoğru hakkın huzurunda durmakta.. Her kıyamın her secdenin farkına varmak, el bağlamak, secdelere kapanmak ne güzel duygu olsa gerek. Kelimenin tam anlamıyla hakiki ve huşu içinde kılınan namazla leatifler nuraniyete yükselir, bu böyle biline.
Kıyamda farz olan miktar;
—Tekbir almak,
—Fatiha okumak,
—Sure okumaktır.
Fatiha ruhtur. Nasıl ki ruhsuz ceset ölmeye mahkûm olursa, aynen Fatihasız amellerde neşvü nema bulamaz.
Nafile namazlarda kıyam vacip değildir, vacip olursa insanlara bunda zorluk olabilir, ya da nafilelerden uzaklaşabilirler.
Hasta olan kişi ayakta durmaktan aciz ise kıyam ondan düşer, dolayısıyla oturarak eda eder namazı. Oturmaya da gücü yetmezse sırtı üzerine yatarak kılar. Eğer hasta ayakta durmaya gücü yeterde rükû ve secde etmeye gücü yetmezse en faziletlisi oturarak ima ile namazını kılmasıdır. Çünkü bu durum secde haline daha yakındır.
Kıyam yalnız başına meşru bir ibadet değildir, ama secde kıyamsızda meşru bir ibadettir, secde-i tilavette olduğu gibi. Yani secde asıldır. Kıyam secdeye inmek için bir vesiledir sadece.
El bağlamak kıyamın sünnetidir.
Bir kimse imama kıyam halinde yetişerek kıraata başlamadıkça subhanekeyi okuyabilir. Bazı âlimler; imama yetişecekse yani rükuya varmadan subhanekeyi okur demişlerdir. Eğer imam kıraatı aşikare okursa subhanekeyi terkeder, hafi(gizli) durumlarda ise subhanekeyi terketmez denilmiştir..
Kıyamdayken imamın önüne geçmemekten kasıt; ölçeklerinin, yani ayak topuklarının onun ölçeklerini geçmemesidir. Aksi takdirde namaz bozulur.
KIRAAT
Kıraat; kendi duyacak kadar okumaktır. Kendisi duyamayacak sesle kıraat okuyuş kıraat sayılmaz. Kıraatın en aşağı sınırı kulağına erişecek sesin çıkmasıdır, yani başkasına işittirmektir, en fazlası ise yakınında olmayanın, ya da birinci safdakilerin işitmesidir. Rasulüllah(s.a.v); Her kim imamla namaz kılarsa imamın kıraatı onun içinde geçerlidir diye buyurmakta. İmama uyan kimseye kıraat men edilir, okursa kerahaten mekruhtur. İmamın kıraati cemaatın kıraatının halefidir çünkü. İmamın okuduğunu bilmek namazın sıhhatine kâfi delildir(Hadis). Peygamberimiz(s.a.v), Hz.Bilal’e bir sureden başka sureye atlamayı yasak etmiş; Bir sureye başladınmı onu benzeri üzerine tamamla diye emir buyurmuştur. Hakeza Hz.Ömer(r.anh) Ebu Musa el Eşariye yazdığı mektupta; sabah ve öğle namazlarında uzun sureleri, ikindi ile yatsıda orta sureleri, akşam namazında ise kısa surelerini oku diye yazmıştır.
Kıraatten maksat;
—Bir fatiha,
—Bir sure veya üç kısa ayet okumaktır, ya da üç ayete tekabül eden otuz harf ihtiva eden
uzun bir ayet okumaktır. Yani Kıraatin farz miktarı bir ayettir. İmamı Azam’dan bir rivayete görede üç kısa ayet yahut otuz harfi kapsayacak uzun bir ayettir..
Farz namazların ilk iki rekâtında sure okumak vaciptir, son iki rekâtında okumak tenzihen mekruhtur.
Besmeleler ayet değildir. Yalnız başına kalan Fatiha ile birlikte surelerin başında besmele çekerse iyi olur. Daha doğrusu Besmele Kur’anda ayettir veya değildir diye yorumlarda var. Bu hususta ihtilaf vardır. Yine de Fatiha ile sure arasında besmele çekilirse iyi olur. Ebu Hanife okunmasa iyi olur demiştir, ama okursa mekruh sayılmaz görüşünü de ilave etmeyi ihmal etmemiştir.
Namazda kıraat ve zikirden başka birşeyin okunması katiyyen yasaktır. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre ‘Euzu-besmele’ çekmek kıraata tabidir. İmam Yusuf’a göre ise subhanekeye tabidir denmiştir. Euzu-besmele çekmek namaza başlarken uygundur. İmamı Azam ve İmam.Yusuf’a göre Fatiha ile sure arasında besmele çekmek mutlak surette sünnet değildir görüşündedir.. Euzubillahimineşşeydanirracim demek helaya girmezden önce dahi sünnettir. Bir adam Kur’an okumak isterse öncesinde euzu-besmele çekmelidir..
İmamı Azam, namazda kıraatin başka bir dillede olabileceği görüşünden vazgeçip, İmameyn’in Arapça olması şartı görüşüne dönmüştür. Fakat iftitah tekbirinde döndüğü sabit olmamıştır(Bkz.İbn-i Abidin 2.cilt sh. 256)
Bir kimse Farsça Kur’an okumayı adet edinir yahut Farsça mushaf yazmak isterse men edilir. Ancak bir veya iki ayet yazmak caizdir. Kur’an-ı Kerim’i yazarda tefsir ve tercümesi yaparsa caiz olur. Farsça asla Kur’an değildir. Zira Şeriat örfünde Kur’an denilince; Arapçası anlaşılır. Farsça İranlıların dili olup, Arapçadan sonra hem en meşhur, hem de Arapçaya daha yakın bir dildir..
Fatiha bitince imam gizlice ‘âmin’ der. Allahü Teala Fatihayı bu ümmet için ihsan etmiştir çünkü.
Vitir namazında kıraatı aşikâre okumak Ramazana mahsus.

RÜKÛ
Rükuda sırt mutmainne olacak şekilde düzgün olmalıdır.Rüku ile kul, nefsini yumuşatıp itaate geldiğini anlar, bedeni tekrar yatırmakla itaate devam kararını gösterir.. Allah rüku ve secdesi tam olmayan kimsenin namazına itibar etmez, dolayısıyla rüku ve sücud ilahi huzurda eğilmektir, yani tazimde bulunmaktır..
Rükûdan sonra beli doğrultmadan secdeye varılırsa namaza bir rükû daha ilave edilmiş sayılır, çünkü biraz eğilmek rükûdan sayılır. Kanbur olan kişinin rükûsu başını eğmekle olur. Kanbur hali rükû sayılmaz çünkü.
İmama rükûda yetişen kişi tek tekbirle hemen rükuya varmalıdır. Bu tek tekbir hem iftitah hemde rükû tekbiri yerine geçer böylece.
Yalnız kılan rükûdan doğrulduktan sonra tesmi ile tahmidi yapar. İmamla kıldığında ise sadece tesmi ile yetinir. İmameyn ona gizlice tahmidi de katmalı demiştir. Tahmidin en efdali Allahümme Rabbena lekel hamd’dir, daha sonrada Rabbena lekel hamd dir.
Ulemanın rüku ve secdede tesbih ile ilgili üç kavli mevcut olup; Tesbihin üçten az bırakılması mekruh olduğunu beyan edenler var. Üçten fazlası ise tek sayıda bitirmek şartıyla beş, yedi veya dokuza kadar çıkarılmasının müstehap olduğunu, ama bu durumun imam olmayanlar hakkındadır diye hükmünü ortaya koyanlar da var. İmam olursa cemaata bıkkınlık vereceğinden uzatılmaz deniliyor.. Tabi tüm bu görüşler delil yönünden değil tercihe şayan olan tesbihi getirmenin vacip olmasıdır..
SECDE
İnsanın yüzü Cemalullahın aynası. O ayna mahlûka yönelirse hayvani vasfa bürünür, ayna hep Allah’a doğru olursa hem kendi ruhuna hem de bütün âleme ışık olur. Dolayısıyla yüzümüzü Allah’a çevirmek mecburiyetimiz var, yüzümüz secde ederse alnımızda secde pırıltıları gerçekleşir, böylece secde sayesinde kalbimiz pak, yüzümüz ak olur pekâlâ.
Herne ki hayat secdedir. Bu yüzden hayatın nişanıdır secde. Allah öyle buyurmuş; Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır(Fetih 29) ayetiyle mü’minler namaz sayesinde adeta Mirac’a yükselir, dönüşleride gidişlerinden daha mükemmel olarak alınlarında nur pırıtıları ya da o secde izleri ile emniyette kalcaklar sonsuze dek.
Şeytana secdeden daha ağır geleni yoktur. Kul’un Allah’a en yakın hali secdedir. Zaten ayeti celilede secde et yaklaş buyruluyor. Bundan dolayı secde de kalbe gelenler şeytandan değil;
—Ya Mevla’dan,
—Ya Melekten,
—Ya da nefistendir. Çünkü şeytan secde halden hep kaçar. Böylece insan bir ruku, iki
Secde ile üç defa nefsine galip gelerek itaate geçer. Hakeza Allahü Teala rükû ve sücudu tamam olmayan kimsenin namazına itibar etmez. Teslimiyete tevazuya aracılık ettiği içindir secde kudsidir.. Yüzlerine nimetin parıltısını tanırsın(Mutaffifın,24), Bir takım yüzlerin ağardığı gün(Al-i İmran,106) ayeti celilenin hikmetince O yüzler melekleri bile imrendirecektir, çünkü secde izleri var hep o alınlarda. İzini sürsem ayağına, yüzümü sürsem toprağına dedirtecek derecededir secde. Beni hatırlamak için namaz kıl(Taha, 14). Demekki; Allah’tan başka tüm mabudları dışlayıp Allah’a köle olup hürriyeti tadmaktır secde.
Bir kimse Allah’tan başkasına secde etse kâfir olur, ama kıyam böyle değildir. Secde
aynı zamanda tevazu anlamına gelir, alnı yere koymakla acizliğimizi idrak ederiz.. Secde ile kalbin huzur bulduğunu anlamak, anladığına tazim de bulunmak, heybet, reca ve hayâ perdesine bürünmek namaza ruh veren öğelerdir. Alına değer veren sadece alın teri değil, taş toprak ve seccadeye değen alındır bizatihi.. Teslimiyete tevazuya aracılık ettiği içindir secde kudsidir.. Yüzlerine nimetin parıltısını tanırsın(Mutaffifın,24), Bir takım yüzlerin ağardığı gün(Al-i İmran,106) ayeti celilenin hikmetince, o yüzler melekleri bile imrendirecektir, çünkü secde izleri var hep o alınlarda.
Secdenin en mükemmel şekli yedi kemik üzerine yapılan, yani iki el, iki diz, iki ayak ve bir alın ile birlikte bütün halde yapılanıdır. Secdeye varıldığında önce iki diz, sonra eller, en sonra da alnı koymalıdır, kalkerden tam tersi sıralama ile kalkılır, yani önce alın, sonra eller, daha sonrada dizler devreye girer. Demek ki, secdede evvela alın konulur kavline itimad edilir, daha sonra burun konulur. Tercih edilen görüş secdede alnın azda olsa bir kısmını yere koymakdır (farz), ekserisini koymak vaciptir.
Secde yüzün bir kısmını yere koymak esastır. Secdede vacip olan alnın çoğunun yere konması, yani burun dâhil, çene ve yanak hariçtir. Secdede burun yere konur, alın konmazsa kerahatle caizdir. Alın yere konulduğu halde, burun konmazsa yine caizdir, fakat özrü yoksa mekruhtur. Alın ve burunda secde etmeye mani özür varsa ima ile secde yapılır. Kalabalık veya başka bir özürden dolayı dizler üzerine secde caizdir. Zaruret durumlarda cemaatle namaz kılanların birbirlerinin sırtına secde etmesi de caizdir.
Secde de yerin sertliğini duymak gerekir. Bu duruma engel pamuk türü şeylere secde etmek caiz değildir. Mesela pamuk şiltede secdenin caiz olması için secdenin sertliğini duymak şarttır. Hayvan üzerinde ise secde caiz değildir.
Secde de ayaklarının sadece bir parmağının yere konması ile farz gerçekleşir. Ayak parmaklarını velevki birtanesi olsun kıbleye doğru yere koymak farzdır. Secde ederken iki ayağın parmakları yerden kesilse namaz caiz değildir. Secdede ayakları yere koyma hususunda üç rivayet var:
—Ayakları yere koymanın farz olduğu görüşü,
—Vacip olduğu görüşü,
—Sünnet olduğu görüşüdür. Hanefilere göre sünnettir.
Secdede topukları birbirlerine yapıştırmak sünnettir. Yani topukları birbirine yapıştırmak hususunu ulema secde hakkında söylemişlerdir.
TEŞEHHÜT
Tahiyyat insanlara Rabblerinden selamdır. Rasulü Ekrem(s.a.v); ‘Kul; es-Selamü aleyna ve ala ibadillahis-salihin dediği vakit bu selam yerde gökte Allah’ın her salih kuluna ibadet eder’ buyurmakta çünkü.
Teşehhütten maksat tahiyyatı ’..Abdühü ve Rasulu’ye kadar okumak, sol ayağını yatırıp sağ ayağını dikerek oturmaktır. Son teşehhütte salâvatları okumak sünnettir. Rasul-i Kibriya Efendimiz(s.a.v) teşehhütte sol ayağını yatırır, sağ ayağını dikerdi.
SALÂVAT:
Ulemamız salâvatın ömürde bir defa farz olduğunu söylemişlerdir. Bu namaz içinde veya dışında fark etmez.
Peygamberimizin kendisine salâvat getirmesi vacip değildir. Çünkü Ey iman edenler! Hitabı O’na şamil değil. Allahü Teala; Ey İnsanlar! Yahut ey Kullarım! gibi hitaplar bunun hilafınadır.
Salâvatın faidesinin Peygamber’e değil sadece salâvat getirene aittir. Aslında salâvat bir ibadettir, Allah’a yakınlaştırır.
Teşmiye ise ancak aksıran kimse hamd ederse vacip olup, karşılığında yerhamükellah diye cevap vermeli. Bir kimse üçden fazla aksırırsa ona teşmit yapılmaz.
Salâvat getirmek;
—Kamette,
—Bir yere toplanırken, dağılırken,
—Abdest alırken,
—Kulak çınlarken,
—Bir şey unutulduğu zaman,
—Vaaz ve ilim sohbeti yaparken,
—Rasulü Kibriya’nın kabrini ziyaret ederken,
— Duanın başında ortasında ve sonunda,
—Müezzine icabettikten hemen sonra,
—Sual ve fetva yazarken,
—Mescide girip çıkarken vs. salâvat getirmek güzeldir(müstehap).
Bir ticaretçi bir elbiseyi açarda onun güzelliğini müşteriye bildirmek için Allah’ı tesbih ederde yahut salâvat getirirse mekruh olur.
Büyüklerden biri meclise girdiğinde de böyle amaçla yapılırsa bu da yasaktır. Dolayısıyla Büyüklerden biri meclise geldiği vakit kendisine yer verilmesi veya ayağa kalkılmasını temin için tesbih etmek yahut salâvat getirmek de men edilmiştir.
—Cinsel ilişki esnasında hacette bulunmak,
—Satılan malın meşhur olması durumunda,
—Hata yapıldığı zaman,
—Birşeye şaşmak durumunda,
—Hayvan keserken,
—Aksırmak vs. gibi durumlarda salâvat getirilmez denilmiştir.
Kur’an okunurken dinlemek vacip olması dolayısıyla, okuma bittikten sonra salâvat getirilmesi uygundur. Yine Peygamberimizin adı anıldığında salâvat getirilir.
Cimri, ben yanında anılıpta bana salâvat getirmeyen kimsedir hadisi şerifi, hadisi okuyana şamil değil, işitenedir...
Allah Rasulü; Her kim bana bir salavat getirirde kabül olunursa Allah o kimsenin seksen yıllık günahını afv eder.. Çünkü salâvat getirmek yapılacak duanın kabülüne vesile olur diye beyan buyuruyor.
Delailü’l Hayrat’ın birinci faslında Ebu Süleyman Darani; Her kim Allah’dan hacat isteyecekse Peygambere çok salâvat getirsin sonra hacetini dilesin ve maruzatını salâvatla bitirsin. Zira Allah her iki salâvatı kabül eder. Aralarındaki duayı bırakmayı keremine yakıştırmaz der.
Abdülhamit Han Peygamberimizin bastığı toprağın yüzü suyu hürmetine, o rahatsız olmasın diye Medine istasyonunun raylarının altına keçe döşetmiştir, işte Peygambere hürmet edebi bu...
Amentüde peygamberlere iman hususunda adet belirlemek yoktur, bütün Peygamberlere iman ettim evveli Adem, ahiri Muhammed Mustafa(s.a.v) demek yeterli. Çünkü bütün peygamberlerin sayısını bilmek mümkün değil. Peygamberimize salatü selam etmekle aslında tüm Peygambereleride selamlamış sayılırız. Peygamberlerin en kiymetlisidir çünkü
O.
SELAM:
Miraçta Efendimize; Ey Rasulüm bütün selam rahmet ve bereketim senin üzerine olsun dendi, tahiyyat işte bu selamın adıdır.
Selam esenliktir ve Selam kalpleri yumuşatır.
Es-Selam ismiyle işlere başlarız, bu ismin yüzü suyu hürmetine bereketleniriz. Yüce Allah sıkıntılarda selamete geçmemizi murad eder hep. Dünya nasıl ki; anne karnına göre selamet ise, cennette dünyaya göre esenliktir. Bu yüzden Dar’us selam cennettir. Rasulullah(s.a.v); Selamı aranızda yayın(Müslim) buyurmakta, yine Efendimiz(s.a.v) buyurdular ki; Herhangi biriniz bir kardeşiyle karşılaştığında ona selam versin. (giderken) aralarına bir ağaç, bir duvar yahut bir taş girerde tekrar karşılaşırsa bir daha selam verin(Ebu Davud).
Namazda selam verirken ‘ve berekatühü’ kelimesini ilave etmek gerekmez, aksi takdirde bidat olur. Sünnet olan ‘es-Selamü aleyküm ve rahmet-ül-ilah’ dır.
Namazda selam verirkende niyet edilir. Fakat bugün birçok insan bundan bihaber. Fukahadan başka niyet eden kalmamış gibi. Cemaat halinde isek, birinci selamımızı niyet eder sağ omuzumuza başımızı çevirdiğimizde cemaatı, hafaza meleklerini ve imamı selamlarız, doğrusu da budur. Namaz çıkışında ise selam vermekle iyilikleri yazan meleklere ve diğer meleklere, müminlere hatta cinleri selamlarız, böylece selamlamakla aralarına da dâhil olmuş oluruz.
Namazda selamı eliyle almak mekruhtur.
Selam;
—Namaz kılana,
—Kur’an okuyana,
—Zikir edene,
—Hadis okuyana, hatibe,
—Fıkıh tekrar edene,
—Hüküm için oturan hâkime,
—Fıkıh müzakere edenlere,
—Kamet getiren müezzine,
—Müderrise,
—Santraç oyuncusuna,
—Kâfirlere,
—Avret yeri açık olana,
—Abdestini bozana vs. selam verilmez, aksi takdirde günahkâr oluruz. Fıskını ilan eden fasıka da selam vermek mekruhtur. Yine selam;
—Şarkıcıya,
—Şakacı ihtiyara,
—Gevezeye,
—Sövene,
—Ecnebi kadınlara bakanlara,
—Güvercin uçurana vs. tüm bunların tevbe ettikleri bilinmedikçe selam verilmez.
Kâfire selam vermeyi terk et, ama ihtiyaç sözkonusu olduğunda verilirse mekruh değildir.
Şehvetten eminolmak kaydıyla ihtiyar kadınla musafaha yapılabilir.
Selam olsun tüm mazlumlara, selam olsun Allah için mücadele verenlere, selam olsun nefsi ile mücadele edenlere, selam olsun itaat edenlere. Vesselam.
Faydalanılan kaynaklar: İbn-i Abidin, İslam Fıkhı Ansiklobedisi (Prof.Dr. Vehbe Zuheyli), İslam İlmihali(Ömer Nasuhu Bilmen)