VAHŞİ KAPİTALİZM
VAHŞİ KAPİTALİZM
ALPEREN GÜRBÜZER
Tarihi güçler hem I. ve II. dünya savaşlarının hem de iki kutuplu dünyaya son vermelerinin müsebbibi olarak rol alıp insanlığın hafızasına gücün tek değer olduğunu kaydettiler. Zira 11 Eylülden sonra Ortadoğu’da gelişen hadiseler tarihi güç gösterisinin bitmediğinin delili zaten. Rusya’ya Yatta konferansı ile geçici uzlaşma adına bir parmak bal çalan ABD, dünyanın yaşadığı soğuk savaş döneminin bitişiyle birlikte iki kutuplu dünyanın sona erdirilmesini fırsat bilip en son sinsi bir oyunla tüm insanlık 11 Eylül denen krizin eşiğine getirildi. Böylece vahşi kapitalizm gücünün zirvesine ulaşarak tek kutupluluğunu ilan edivermiş oldu.
ABD İngiltere’den gücü devr aldıktan sonra soğuk savaş şartlarının biçimini değiştirip dünya pazarını kontrol altına almak adına yeni bir güç olarak tarih sahnesine oturuverdi. Yeni güçte tıpkı diğerleri gibi Ortadoğu’ya egemen olan dünyaya egemen olacağını biliyordu. Niye bilmesin ki, ne zaman ki İngiltere buralarda hâkimiyetini kaybetti, o zaman tası tarağı toplayıp buralardan gittiğinde gücünün azaldığını fark ediverdi. Ortadoğu haritası eski güç olan İngiliz politikalarının eseri hala. Fakat dünyanın yeni jandarmalığına soyunan ABD’yi karalar bağlamış durumda. Çünkü şimdiden devr aldığı alanın tamamının Müslümanlarla kaplı olması kara kara düşündürüyor bile. Üstelik buralarda yaşayan Müslümanlar Amerika’nın yerleştirmeye çabaladığı tüketim kültürüne hem yabancılar hem de karşılar da. Dahası Çin ve Hindistan gibi potansiyel güçlerin önüne geçebilmek içinde Ortadoğu’nun hizaya getirilmesini şart görüyor kendince. Her şeyden öte İslam dininin varlığı onu ta baştan kaygılandırmaya yetiyor. Bu yüzden yürürlüğe koyduğu sisteme tavır koyanlara alel acele terör damgası vuruluyor ve etiketleniyorlar da. Adeta cümle âleme safınızı belirleyin ültimatomu verilerek ya bizden yana tavır alırsınız, ya da öteki muamelesi görürsünüz deniliyor.
Belli ki sen ve ben, siz ve biz ayırımı bizim tercihimiz değildi. Sadece bize giydirilmeye çalışılan bir tasnifti. İnsan haklarından dem vurmak ancak kendi coğrafyalarında geçerli akçeymiş meğer. Hak, hukuk, demokrasi ve hürriyeti bir erdemlik olarak kabul ettiklerinden değil, bir arada durmanın şartı olarak kendi aralarında al gülüm ver gülüm hesabı yaptıkları anlaşmadan ötürüdür. İnsan hakları dedikleri şey birbirlerini garantiye almak ya da kazaya uğramamak adına haramilik duygularını bastırmak uğruna anlaştıkları değerler manzumesinden ötede bir şey olsa gerektir. Maalesef evrensel değerler kendileri için var, dışarıya karşı ise bu değerler kapalılık demektir. Şöyle ki evrensel değerler sınırların ötesinde hemen unutulup zulme uğrayan ülkelerde sesini çıkarmasan da yaşlı çocuk demeden barbarca her an saldırıya uğrayabiliyorsun.
Dur durak bilmeyen saldırlar karşısında Türkiye’de bazı talihsiz açıklamalar yürekleri daha da burkuyor. Filistin’de, Lübnan’da Bosna’da ne işimiz var türünden beyanlar içimizi sızlatıyor. Bir de o ülkelerin özel problemi demezler mi? Bana dokunmayan kırk yıl yaşasın anlayışı ile nesnel takılmamızı öngörüyorlar. Bir gün ateşin kendi bacamızı sardığını gördüklerinde elbette ki öznel takılmanın bedelini fark edecekler, ama iş işten geçmiş olacak. Hani nerede bir Müslüman’ın ayağına diken batsa onun acısını yüreğimizde hissetmemiz gerekir nebevi anlayışı? Hala tek başına zenginliğin kurtuluş olduğunu sanıp aşktan, merhametten, ruhu terennüm eden musikimizden bihaber duygusuz toplumların bombalarına kayıtsız kalıyoruz. Zulüm karşısında direnme zihinlerimizde cihat çağrışımı yapıyorsa bilin ki korkunun ecele faydası yoktur. Üstelik bize bu coğrafyayı emanet eden atalarımızı öldürmeye gelipde atalarımızın soluğunda insanlığın dirildiğini biran olsun hatırlamakta istemiyoruz maalesef. Oysaki tarih Osmanlıya karşı öfke duyan hiçbir milleti iyilik sembolü olarak kaydedemedi. Çünkü Osmanlıda kılıç sadece huzuru tesis eden bir araçtı.
Çiçeği burnunda ABD yeni güç olmanın hevesiyle daha şimdiden kendisine yönelen öfke karşısında nasıl tavır alacak doğrusu merak konusu. Bu öfke her geçen gün kat kat artmaya devam ediyor da. El Kaide, Usame bin Ladin miti ve ikiz kulelerin yıkılışı ABD içindeki derin güçlerin hazırladığı bir kılıftı. Bir an olsun bunları yok saysak bile ABD 11 Eylülün ardından Afganistan’a girerek niyetini belli etmiş ve tüm İslam âlemini içine alacak operasyonu devam ettirmekte kararlı gibiler. Dünyada kendisinden sonraki yirmi ülkenin iki katı askeri harcamaları yapması bunun tipik bir göstergesi. İki buçuk milyon ordusu ve ekonomik gücü ile terör estirmeleri bundan dolayıdır. Öyle ki Bush yüz sene devam edecek, yenidünya düzeni kurmak için geri dönüşü olmayan harekâtı başlattığını itiraf etmekten imtina etmiyor. Biz ise bütün bu olanlar karşısında ne hakla geldiler buralara demekten başka bir şey yapamıyoruz. Elimiz kolumuz bağlı sanki.
Bilindiği üzere Ortadoğu’ya ilk müdahale Napolyon eliyle, ikincisi I. Dünya savaşıyla, üçüncüsü ise ciddi boyutta Bush eliyle gerçekleşmiştir. İngiltere’nin gücü elinde bulundurduğu devrelerde hava kuvvetinin biri Irakta, diğeri ise Mısırda idi. Iraktakine Şarkı Karib (Yakın Ortadoğu), Mısırdakine de Şarkul-Mavsa (Ortadoğu) diye adlandırdılar. Ortadoğu tanımı bile bize ait değil. Üstelik oralara isim vermekle kalmamışlar kendi monarşisini hâkim olduğu yerlere ithal etmişlerde. Bu arada Fransızlarda İngilizlerden geri kalmayıp hâkim olduğu sahalarda devrim muhafızlığı anlamında cumhuriyet modelini götürmüş. Demek ki her gelen ardından gözyaşı bırakıp öyle gitmişler. Şimdilerde ise ABD kendi federal modelini getirmeye çalışıyor.
Arap dünyası petrolüm var diye sevine dursun, petrolden elde ettikleri paraların yüzde sekseni batı bankalarında tutuluyor. Tuttular da ne oldu, 11 Eylül sonrasında paralarının ancak yüzde beşini çekebildiler. Öyle anlaşılıyor ki petrol babaları Amerika bankalarında paralarını geri alamayacaklar. Halkı perişan vaziyette yaşarken hammaddeyi beyaz adamın insafına terk edip zevki sefa içerisinde yaşamaksa, onun adı olsa olsa maiyetinde idare ettiği halka düpedüz ihanettir. Bakın 1981 de Kâbe baskınında ordusu bile işe yaramadı. Zira Pakistan’dan para karşılığında gelen kuvvetle mukaddes Beyti, ancak yirmi altı günde kurtarabildiler.
Batı, Yahudilere karşı soykırım suçunu telafi için 1948’de Ortadoğu’da İsrail devletini kurarak kendilerini affettirmeye çalıştılar. Tabii cezasını da İsrail’i çıbanbaşı olarak içimize yerleştirerek Müslümanlara biçtiler. Aslında lobi varlığını yok sayarsak sanıldığın aksine İsrail tek başına güç değil, asıl güç Amerika’daki Wasptır (Beyaz-Anglosakson-Protestanlar). İsrail sadece bu gücün piyonu konumunda mevzilenmiş. Belli ki yaşadığımız bütün sancılar bizim ürettiğimiz şeyler olmayıp birilerince İsrail çıbanı kucağımıza konulmuş al oyalan diye. Şayet yanlış hesap Bağdat’tan dönmezse. Bakın İngilizler ve Fransızlar çekildiklerinde ardından telafisi mümkün olmayan problemleri bırakarak terki diyar eylediler. Şimdi sorunlar yumağına dönüştürülmüş Ortadoğu var karşımızda. Osmanlı tarih sahnesinden çekildikten sonra Ortadoğu hiç gülmedi, bu gidişle gülmez de. Vahşi kapitalizm bir kere karar vermiş tüm yerkürenin kontrolünü eline geçireceğine dair. Müslümanlar, Afrikalılar diğer kabileler başıboş bırakılmaya gelmez deyip tepelerine jandarma gibi dikiliverdiler. Anlaşılan dert dava sadece petrol değil, İslam’ın yeniden medeniyet olarak doğması telaşı söz konusu. Bu yüzden İslam’ında sekülerleşmesi gerek, hatta vicdanlarda yankılanmasına da göz yumulsun, ama dünyaya yönelik söylemi olmasın. İşte hesap bu... Zira ABD ekonomisinin yüzde sekseni ihraç etmeye çalıştığı kültürden kazanıyor. Kot giysileriyle, coca colasıyla, Hollywood filmleri ve kitapları ile kuşatarak yerli kültürleri zaafa uğratıyor habire. Fakat İslamiyet Nebevi hayatı öngörüyor, tüketime set çekiyor. İşte ABD yi düşündüren acı tablo bu. Bir gün Müslümanlar derlenip toparlanırda aslına uygun yaşarsa yüzde seksen ağırlıkta ürettiği hizmeti alamayacaklar. Dolayısıyla bu da klasik kapitalizmin çöküşünü beraberinde getirecek demektir. O halde ne yapmalı? ABD istemese de İslam ülkelerinde idareler otokratik ama halkı değişimden ve çoğulcu anlayıştan yana, talepleri de evrensel değerlere yakın, üstelik Amerikan karşıtlığı sayesinde Şii-Sünni-Selefi ayırımını kendiliğinden yok etmiş yeni bir diyalog kapıları aralanmışta.
Batının kendince ürettiği birçok terör tanımı var, bizimde bir Nebevi tarifimiz söz konusu. Her ne kadar görmezlikten gelseler de Allah Resulü savaşta sivillerle yönelik her türlü saldırıyı terörizm olarak ilan etmiştir. İslam Hukukunda savaş esnasında yaşlılar, çocuk, kadınlar, din âlimleri yani siviller öldürülemez. Gel gör ki ABD geliştirdiği modern silahlarla, nokta atışlarıyla sivil asker ayırımı gözetmeksizin üzerlerine bomba yağdırıyor. Kabul etmeseler de yaptığı fiil düpedüz terördür. Terör kavramı da bize ait değil zaten. O halde bu kavramla Müslümanları nasıl karalama yüzsüzlüğünü gösteriyorlar pes doğrusu. Bu telaş niye, henüz anlamış değiliz.
Batının öteden beri yayılmacılık ruhu genlerinde var, isteseler de bırakamazlar. Nitekim Pers imparatorluğundan Büyük İskender’e, oradan da Roma imparatorluğuna uzanan halkada insanlığı kana buladılar. Küreselleşme adı altında şimdi sahnede rol alan vahşi kapitalizm. Dünyanın geldiği noktada yeni kirli el başrolde rolünü devam ettirmekte ısrarlı. Bu kirli el önce beyinleri yıkayacak, sonrada modern stratejik silahlarla ilerleyip insanlığı modern köle haline getirmeyi yeğliyor. İnsanlık nereye kadar bu gücün karşısında sessiz ve itaatkâr kalabilir ki. Şayet buna güç denirse. Elbette ki bu böyle devam edemez, bir silkiniş olması şart, ama nasıl? Şayet insanlar inanır, gücü gerçek bir güç görmez, itaatten vazgeçerse güç sarsılmaya başlamış demektir. Her şeyden önce güce inanmamak başarmanın yarısıdır. Ki; Allah inanıyorsanız üstünsünüz buyuruyor.
Vesselam.