FUNDAMENTALİZM

FUNDAMENTALİZM
ALPEREN GÜRBÜZER

Fundamentalizm kavramı Müslüman kesimi karalamak için kullanılan bir silah olmasına rağmen, bu meselenin sosyolojik bir problem olduğu ve İslam’ın mayasından kaynaklanmadığını ifade edebiliriz.
İlim ve tefekkürden nasibini almayan bir takım eylem hasta ruhların çığırtkanlıklarını ölçü alıp da; ‘İşte İslam Fundamentalizmi budur’ tarzında söylem geliştirmek hakikatleri ters yüz göstermek demektir. Zira hiçbir totaliter ve terörist ruh İslam’la özdeşleştirilemez. Geçmişte Harici militanlarının tepkileri ve eylemleri eğer baz olarak ele alınırsa, bu durumun İslam’ın medeniyet misyonuyla alakası olmadığını bizde kabul ediyoruz. Çünkü Hz. Ali (k.v)’in Harici fundamentalistlere karşı mücadelesi öz itibarıyla hukuk savaşıdır. Öyle ki başsızlığa ve nizamsızlığa alışmış Harici militanları İslam tarihinin yüz karasıdırlar. Günümüzde Haricilikten pek eser kalmasa da, maalesef değişik rollere bürünmüş yeni tip Harici Fundamentalislerin türediğine şahit oluyoruz.
Kavramlar bazen bir kelime, bazen bir ses, bazense en tesirli ateşli silahların başında gelmekte. Ülkeler eskisi kadar ateşli silahlarla fethedilemiyor artık, içi boş kavram denilen ateşsiz silahlarla fethedilmeye çalışılıyor. Bu yüzden kavram kargaşası düşünceden yoksun toplumlar için en büyük tehlike olsa gerektir. Hatta nice insanlar, nice sivil toplum kuruluşları ve mümtaz şahsiyetler kavramlara kurban edilmekte. Nitekim içinde bulunduğumuz tabloya baktığımızda yoğun kavram bombardımanına tutulduğumuz bir vaka. Üstelik Fundamentalizm, bu kavram bombalarından sadece bir tanesi. Dolayısıyla bizim gibi sanayileşmemiş bilgi toplumlarına oyalanacak bir oyuncak lazımdı; buluna buluna alda kullan dercesine kavram kargaşası denilen oyuncak bulunuverdi. Böylece batı dünyası bilgi çağının donanımlarını kendine reva görürken İslam toplumlarının içine attığı mezkûr kavramların tartışmasıyla oyalandırılıp onlara zaman kaybettiriliyordu. Derler ya delinin birisi kuyuya bir taş atmış, fakat kırk kişi o taşı çıkaramamış, aynen şuanda yaptırılan iş sadece bu.
Bilindiği üzere Fundamentalizm kavramı da batıdan ithal. Batı da Rönesans hareketlerinin getirdiği sosyal değişmeye paralel olarak ister istemez tepki varı türden Hıristiyanlık sahnede yer almıştır. İngiltere’deki Hıristiyanlığın radikal diyebileceğimiz militan akımı prüten türü tarikatlar olup, Amerikan Protestanlığının ise en radikal kolu fundamentalistlerdir. Nitekim Fundamentalistlerin en belirgin özellikleri içki, dans, modern müzik, sinema ve tiyatro gibi alemlerden uzak kalmaları ve karşı olmalarıdır. Kilise Sultalarının bilimsel gelişmelere ayak uyduramamaları ve her türlü ilmi çalışmaları engizisyon mahkemelerinde giyotine vermelerinin ardındaki asıl gerçek Fundamentalizm ruhudur. Her türlü ilmi eleştirilere kapalı kalan Hıristiyanlık hareketi Amerika’da Fundamentalizm şeklinde algılanmakta ve hatta böyle yorumlanmaktadır. Şimdi kendi ülkelerindeki yaşadıkları Fundamentalizm kaosunu emperyalist duygularına alet ederek İslam dünyasına yamamak çabasındalar. Problemlerini sınır ötelerine taşımak hastalığı batı’ya has meziyettir zaten. Dolayısıyla iç meseleler dış politikalarında malzeme olarak stratejik manevra tarzında yansıyabiliyor da.
Batı etiketli mezkûr kavramlardan biri olan Fundamentalizmin Müslümanların arasında suni ayrılıklara yol açtığı muhakkak. Batı kiliseden uzaklaşınca yeni bir din aramıştı. Nihayet XVIII. asrın sonlarına doğru aradığı putu buldu da. Bundan dolayı aydınlanma hareketlerinin temelinde akıl denilen pozitivist bir put vardır. Fakat akıl da batılı adamın ruhunu tek başına doyuramadı. Pozitivist bilim dedikleri şey, sadece teknolojik gelişmelere derde deva olabildi ama batılıyı eşyanın esaretinden kurtarmaya yetmedi. Makineyi keşfeden batılı, bu sefer makinenin kölesi olmaktan hızla kaçmak istemekte ve yeniden ruhunun boşluğunu dolduracak dini olan her ne varsa ona koşmaktadırlar. Belli ki madde hırsının insanlığı çıkmaza soktuğunu görenler Hıristiyanlığa kurtarıcı can simidi olarak sarılmakta. Fakat bu noktada Fundamentalist ile Modernist tarzında iki Protestan gruba ayrıştığını görüyoruz. Bu ikili yapıya rağmen genel anlamda Fundamentalist olan bir kişi aynı zamanda Hıristiyan kökten dinciliğinin yayılmasında kendisini nefer addeder. Fundamentalistler değişik alanlarda branşlaşmalarına rağmen daha çok askeri ve dış politika sahaları tercih ederler. Tıpkı Haçlı seferlerinin ruhunda var olan anlayışa yakın bir değişik Fundamentalizm söz konusudur. Kimilerinin iddia ettiği üzere Hıristiyanlık barış dini olmayıp adeta savaşın teşvikçisidir, tarihi Haçlılık ruhu bunu doğruluyor da. Kaldı ki Hıristiyan misyonerler dünyanın birçok bölgelerinde sadece misyonerlikle yetinmemişler kendi ülkelerinin hükümetlerini ve askerlerini de etkileyerek savaşa kanalize etmeyi başarabilmişlerde.
Bu arada Fundamentalistlerin eylemlerindeki bazı iz düşümlerinin Müslümanlarla ortak paydada buluşması, Müslümanlara fundramentalist etiketi yapıştırılmasına neden olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.. Günümüzde nüfus planlamasına karşı olmak, kürtaj aleyhtarı gösterilerde bulunmak, sigara aleyhtarı kampanyalar düzenlemek, içki âlemlerinden nefret etmek gibi bileşkeler Fundamentalizm olarak isimlendirilmektedir. Oysa bir toplumda yaşanan sosyal değişmeyi bir başka coğrafyaya uyarlamak doğru olmadığı gibi sosyolojik verilerle taban tabana zıt bir durum olsa gerektir. Tıpkı Hıristiyan mistisizmi ile İslam tasavvufunu benzer gösterme çabalarında olduğu gibi durum oluşturuluyor adeta.
Demek ki her türlü kavram istenilirse, üzerinde türlü türlü tevil yapılabiliyormuş. Neyse ki tarihin her devrinde bu tür çarpıtmalar görülmüş, bu yüzden günümüzde de görülmesini pek garipsemiyoruz, alışığız zaten. İslam âleminde yaşayan Müslümanların Fundamentalistlikle suçlayan bu ülkeler, her şeyden önce kendilerininde dindar oluşlarını görmezden geliyorlar. Bakın Amerika’da seçilen Başkanların İncil’e yemin ederek göreve başlamaları, doğan çocukların vaftiz edilmesi, düğünlerinin ilk adımlarını kilisede yapmaları, dolarlarının üzerine; ‘Allaha inanırız’ sözlerinin yazılması ve hafta tatillerinin Hıristiyanlığın gereği pazar günü ilan etmeleri gibi bir dizi kurallar Hıristiyanlığa sıkı sıkıya bağlı olduklarının bariz delili. O halde neden Müslümanlarında İslamiyet dairesi içinde yaşama tarzları Fundamentalist kavramı ile örtüştürülmek istenmektedir hala anlamış değiliz. Kendilerine reva gördükleri Hıristiyan’ca yaşamayı normal görüp, İslamiyet söz konusu olduğunda dinini hayatına yansıtmak isteyenlere anormal gözle bakmak bir çifte standart değil mi? Üstelik kurdukları istihbarat ağlarıyla İslam âleminde Müslümanların inançları bastırılmakta kendi öz yurtlarında parya durumuna düşürülmeleri sağlanmaktadır. Dahası kökten dinci yaftalamalarıyla laik - anti laik gibi suni kamplaşmalar oluşturularak mütedeyyin İslami gelişmelerin önü kesilmekte. Aynı zamanda batı karşıtı İslami kimliğe sahip yöneticilere de gözdağı verilip onlar üzerinden bir dizi ekonomik ve ambargo müeyyideler uygulanarak dünyadan soyutlama stratejileri tatbik edilmektedir.
Anlaşılan odur ki Fundamentalizm, ABD Protestan mezhebi ağırlıklı bir meselenin İslam âlemine fitne tohumu olarak ekilme operasyonudur. İslam’ın yeniden bir medeniyet halinde doğmasından endişelenen batı, Müslümanların hızını kesmek için bu tür kavramları toprağımıza ithal ediyorlar. O halde bu tür oynanan senaryoların bir parçası olmak istemiyorsak uyanık olmak mecburiyetimiz vardır.
Avrupa sanayileşme sürecinde geçiş sancıları yaşamasıyla birlikte derin bir kimlik krizi geçirdi içten içe. Zira İngiltere’de endüstriyel devrim önce kimlik krizini doğurdu, sonrada hızla yaygınlaşan prüten militan Hıristiyanlık akımı ile karşılaştı. Gerçi sanayileşme bu ülkeye yabancı kültür getirmedi, ama sosyal değişmenin gereği kimlik krizine paralel prüten tarikatlar baş gösterdi. Neyse ki İngiltere meseleye demokratik yollardan yaklaşınca İngiltere’nin ekonomik ve modernleşmesinin hızlanmasına bilerek veya bilmeyerek bu prüten tarikatlar katkıda bulunmuş oldular.
Türkiye’de ise militan varı özlemler veya anarşiye yol açacak hareketler başlangıçta masumane öğrenci istekleriyle başlamış, daha sonra bu istekler sosyal boyut kazanarak sağ-sol kavramlarıyla ifade edilen çatışmaya dönüşmüştür. Maalesef köyünden kasabasından kopan insanlar, şehirlerin varoşlarında ‘köksüzlük’ denen kimlik arayışına yöneliyorlardı. İşte böyle bir kaygan zeminde sağ-sol fundamentalizm denilen ruhun kendine taraftar bulabilmesinin asıl nedeni bu olumsuz şartlardan dolayıdır. Sosyal değişme ister istemez birilerini fanatizme sürükleyerek sosyal tabanlı militanlaşma eğilimlerini güçlendirebiliyordu. Derken sokağa dökülen bu insanlar serbest tartışma yerine militarizmi metot alınca, çatışma kaçınılmaz oluyordu. Birde bunlara ilaveten idarecilerinde meselelere kayıtsız kalmaları ve meselelere sosyal adaletle yaklaşamayıp yasakçı zihniyetle problemin üstüne gitmeleri olayları daha da derinleştirmesine sebep olmuştur. Oysaki batı, özgürlüklerin azlığını daima kışkırtıcı olduğunun farkına varıp meseleyi halledebilmişken, fakat biz hala bu konuda bir arpa boyu yol almış sayılmayız. Nitekim İran’da batıcı Şah’ın diktatörlüğünün demokrasi yollarını tıkaması veya demokratik hürriyetin tamamını değil de ucunu göstermesi Humeyni önderliğinde kitlesel ihtilali beraberinde getirmişti. Demek ki; Özgürsüzlük her zaman maraz doğurmakta. O halde hem Türkiye’nin hem de İslam âleminin hürriyet yönünde adımlar atmasında gelecek açısından sayısız faydaları olacağı muhakkak. Çünkü İslam’ın geleceği hür bir şekilde ilim tefekkür alanında serbestçe tartışmadadır. Aksi takdirde Fundamentalizm hareketleri yarınlarımız karartacaktır, bunun böyle bilinmesinde fayda var.
Sosyal değişme toplumların alın yazısı. Her toplum öyle veya böyle değişiyor, ama değişim sürecimizi Fundamentalist anlayışıyla yapmaya yeltenirsek bir takım sosyal gerginliklerin nüksetmesi kaçınılmazdır.
Sosyal değişme gerek tekâmül, gerek inkılâp, gerek ihtilal, gerekse ilim ve eğitim usulleri biçiminde tezahür edebiliyor. Zira tekâmül metodu tedrici değişiklikten yana tavır alır. İnkılâp yolu ise tekâmülden de daha ileri giderek radikal ve programlı bir kadro hareketi tercih eder. İhtilal metodu bu ikisinin de en acımasızı bir yol olup, aynı zamanda keskin bir operasyon hareketidir. İlim ve eğitimle sağlanan sosyal değişme yavaş gerçekleşse de en verimli ve en sağlıklı değişme vetiresidir. Bu yüzden eğitim ve ilim ikilisi fundamentalist değişim örnekleriyle örtüşmez. Medeniyetlerin temelinde eğitim ve ilmin olduğunun farkına varırsak, elbette ki hayatta en hakiki mürşidin ilim (hakiki ilim Allaha ulaştıran ilimdir) olduğunu anlamış olacağız demektir. Değişmeyen sadece Allah ve Resulünün hakikatleridir. Prof. Dr. Erol Güngör; dinin hiçbir şekilde değişmediğine, ama insanların dinle ilgili anlayışlarının devirler ve şartlara göre değiştiğine işaret ederek bir gerçeği dile getirmiştir böylece.
Geleneklerinden bihaber birkaç zavallı fundamentalistçi, köksüz düzen peşinde ömrünü heder etmektedirler. Öfkeyle, kinle, militarizmle sosyal değişme gerçekleştireceklerine inanan bu aklıevveller, gelenekten kopmuş elinde kalem yerine silah tutan devrim muhafızlarını andırıyorlar sadece. Tarihte harici eylemcilerin yerini artık fundamentalis gruplar almış. Yani onlar günümüzün yeni haricileridir artık.
Velhasıl; geleceğimiz fundamentalizm de değil bilgidedir, yani tefekkürdedir. Ya medeniyet ya da bedeviliğe talip olacağız. Fakat bizim tercihimiz Osmanlının misyonu gereği bedeviyetten yana tavır değil medeniyetten yana bir hamledir.
Vesselam.