BOLŞEVİK İHTİLALİ

BOLŞEVİK İHTİLALİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Nasıl ki Fransız ihtillalin nedeni eski Fransa ise, Bolşevik ihtilalin müsebbibi de eski Rusya’dır.
Her şey kilise ve Çar’ın elinde, onlar ne diyorsa o oluyordu. Her ikisi de merkezi teşkil ediyordu. Merkezin etrafında ise büyük toprak ağaları vardı, yani asiller. Köylüler toprağa bağlı adeta köle idiler. Bu yüzden köylü mevcut kurulu rejime büyük bir öfke ile doluydu. Geniş kesimlerden öfke sesleri çığ gibi çoğaldıkça ipleri biraz gevşetmek zorunluluğu hissetti Çar. Çünkü tüm dünyada olduğu gibi Rusyada da tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş söz konusuydu. Sosyolojinin bu konuda her geçiş süreci sancılıdır diye bir tespiti var. Nitekim Çar’ın sıkı disiplin uygulamalarından birazcık taviz vermesiyle birlikte korktuğu sancı başına gelecektir.
Nasıl mı?
Bakın Fransa’nın Robespierre’si ne ise Rusya’nın Neçayefi de o. Neçayef’de Rusya’nın asi yaramaz evladı. Değim yerindeyse tam bir eylem hippisi, yani anarşist. Devrim kanla yazılır sloganı bizatihi ona ait. Fevri ve kabına sığmayan tavırları yüzünden kendisini zindana mahkûm etmekten başka işe yaramadığı gibi şüpheli ölümle terki diyar eyledi bu dünyadan. Üstelik ardından tek bıraktığı miras ise kendisini şiddet tarihine yazmak kaldı. Tabii bu olumsuz durum tarihin vicdanında miras kabul görürse şayet... Neçayef zindanda ölümünü beklerken dışarda onun izinden giden binlerce terörist doğuyordu. Çar bu öfkeli insanların üzerlerine gittikçe eylemler dalga dalga yükseliyordu. Hatta her tarafta gizli örgütler mantar gibi bitiyordu. Bu örgütler arasında en sonuncusu aynı zamanda en karizmatiği şüphesiz Bolşevik örgütü dikkatleri üzerinde toplayacak ve bu örgütün yaptığı eylemler sayesinde Lenin adını duyuracaktı. Lenin zaten iyi bir uygulayıcı ve teşkilatçı bir liderdi. O önce düşmanını sinek avlar misali tek tek devirmekle stratejisini ortaya koydu, fakat bu taktik ilk önceleri tutmadı. Dolayısıyla yeni metotlar üzerinde kafa yormak gerekiyordu ve denemeye başladı da. Adına kitlesel terör ya da adına devrimci terör dediği yeni usulü piyasaya sürerek ezilen tüm kitleleri büyük bir hınçla ihtilale yöneltmeyi başaracaktır nihayet. Lenin fikir bakımdan eksikti, ama teşkilatçı yönünün ağır basmasıyla bir anda kitleleri peşine takmayı başaran ihtilalci lider olarak akılda kalacaktır hep. O her ne pahasına olursa olsun bir kere iktidarı beynine kaydetmiş ve yola koyulurken ölmek var dönmek yok diyerek adeta and içmişti öteden beri.
Lenin tüm hesaplamalarını en küçük detayına kadar gözden geçirmenin yanısıra medyanın gücünü bildiği için ISKRA gazetesinde verdiği sürekli mesajlarla işçiyi köylüyü kendi çekim alanına alıp, yayınlanan her makalesiyle kitlelere heyecan aşılıyordu. Öyle ki; yayınlanan makaleler zamanla birikerek bir yıl sonra; Ne yapmak gerek? (What is to be Done) adlı kitaba dönüştü. ISKRA gazetesi deyip geçmemek lazım, bu gazetenin etkisi sayesinde Bolşevikler bir anda marjinal durumdan kitlesel güç hale geldi diyebiliriz.
Artık bu noktadan sonra proletarya emek uğruna çalışan değil, her biri birer ihtilalci gerillalardı. Bu arada ihtilalci ocak mensuplarının hedef olarak bir noktaya kilitlenmiş olsalar da yöntem bakımdan kendi aralarında fikir ayrılıklarının olduğu da gözlerden kaçmadı. Şöyle ki; tarihin yaprakları Bolşeviklerin tıpkı Fransız ihtilalcilerin kendi aralarında ki ayrışmalarının bir değişik benzer örneği diyebileceğimiz ikili oluşuma şahit olur. Nitekim 1903’deki Bolşeviklerin demokratik kanadını Martov taraftarları ve ihtilalden yana cenahını ise Lenin taraftarlarını temsil ederler. Dahası yapılan oylama da demokratik kanat azınlıkta kalınca onlara azınlık manasına gelen Menşevik denildi, çoğunluk olanlara da Bolşevik adı verildi. İşte bu iç mücadeleyi Lenin kazanınca kendi iç dünyasında hedef büyültme iştiyakı doğurdu. Çünkü şartlar hep lehine işliyordu sürekli, onu meşhur eden de şartların ihtilal saatine ayarlı olmasıydı zaten.
1891–1892 yılları Rusya’nın kıtlık ve açlık yıllarıdır. Çar aç mideleri önce doyurması gerekirken habire dışarıya buğday ihraç ederek döviz elde edip sanayileşmek yolunu tercih etti. Oysaki Lenin için bu tablo bulunmaz bir fırsattı. Gerçektende fırsatı iyi değerlendererek sokaktaki sıradan bir insana bile ayaklanma ilmini ve stratejisini kısa zamanda öğretmekte ve kazandırmakta güçlük çekmedi. Önce kışkırtma, ardından sokak gösterileri ve derken nihayetinde halk ayaklanmasına dönüştürmeyi beceren bir maharet örneği sergiledi Lenin.
Bu yola başkoyduklarında yirmibeşbin kişi idiler, ama sonradan milyonları tek potada buluşturan büyük bir güce ulaştı. Lenin düşman addettiği tarafı ustalıkla provoke ederek kitleleleri tek yumruk altında toplayabilmiş, hatta etnik farklılıklarından dolayı zulme uğrayan gerek Yahudi, gerekse Türk’lerin yumuşak karnı olan; ‘Her ülke kendi kaderini kendi tayin etmeli’ taleplerini kullanarak aynı cepheye dâhil edebilmiştir. Hele hele Çar, halkı dipçikle hizaya getirmeye devam ettikçe ve her türlü olaya şiddetle tepki gösterdikçe Lenin’in işini daha da kolaylaştırıyordu. Birde bunlara ilaveten Çar ve ordusunun Japonya karşısında mağlup olması kitlelerin belleğinde Çar’ın devrilebileceği cesaretini uyandırdı. Gittikçe olaylar büyüyordu, patlamaya hazır bomba gibiydi her yer. Öyle ki; 1905 Ocakta yaklaşık üç milyon insanın genel grev yapması ihtilalin artık geliyorum dercesine bir habercisiydi. Rahip Gapon’un bu öfkeli kalabalık karşısında Çar’ı ikna etme teşebbüsleri de fayda vermeyince artık iş ok yaydan çıkar hale gelmişti, sonunda tüm çabalarının boşuna olduğunu gören ve üstelik polisle bir şekilde ilişkili olan Rahip Gapon’u bile muhalefet safına itecektir. O işçilerin haklı talepleri karşısında duyarsız olamazdı, vicdanınn sesine kulak verip en yakından şahit olduğu Çarın bu tutumundan dolayı öfkeli kalabalığın yanında yer alacaktır.
Çar’ın aldığı bu sıkı güvenlik önlemleri ile rejim koruma altına alınamadığı gibi, aksine gerçekleşmek üzere olan devrimin gücüne güç katıyordu. Belli ki korkunun ecele faydası yoktu. Sonunda kitleleler ihtilalcilerle aynı safta buluşup 1905 Ekimi ayında genel grev ve ardından isyan niteliği kazanmaya başlayan fitili ateşleyeceklerdir. Olaylar doruğa ulaşınca, Lenin apar topar İsviçre’den Rusya’ya gelecek, ama Bolşeviklerin asıl etkinliği bir yol sonrasında gerçekleşecek olan 2. Moskova ayaklamasındaki olaylarda görülecektir. Bu olaylarda görüldü ki; henüz tam olarak olgunluğa erişmemiş teşkilatsız yığınlar söz konusuydu. Bu durum teşkilat ihtiyacını meydana getirmiş ve böylece Sovyet işçilerinin kurdukları Sovyet teşkilatı; Bolşevik - Menşevik çekişmesini beraberinde getirse de Bolşevikler teşkilat içinde ipleri eline alan ve aynı zamanda kazanan taraf olacaktır.
Lenin kendinden emin adımlarla bütün iktidar Sovyetlere diye çağrıda bulunarak kitleleri coşturuyordu. Her ne kadar Moskova ayaklanmasında birçok işçinin kanının heder olmasından dolayı arkadaşlarınca eleştiri alsa da o bu durumu devrimin kanla gerçekleşebileceğini düşünerekten bunu kazanç olarak değerlendiriyordu. 1905 yılı yinede kayıp sayılmazdı, bir nevi 1917 Ekim ayının provası sayılırdı. Belki de bu prova olmasaydı Bolşevik ihtilali gerçekleşemezdi yorumunu yapanda bizatihi Lenin’in ta kendisidir. Lenin başarısızlıklarda bile yeni stratejiler ortaya koyacak usta bir aktör, bu işin sadece işçi kesimiyle değil, aynı zamanda köylüyü kazanmakla ve resmi ordunun çökertilmesi ile gerçekleşebileceğini, yani bu üç unsur denilen işçi - köylü - orduyu biraraya getirmedikçe özlenen ihtilalin hayal olabileceği kanaati doğdu kendinde. İşte bu noktadan sonra Lenin; ‘Rusya’nın canı cehenneme, bana proletarya ihtilali lazım’ sloganın ortaya atarak insanları etkilemeye çalıştı. Savaş esnasında ortaya atılan bu slogan yüzünden; acaba Lenin Alman ajanı mı dedikodularına yol açsa da, o söylentilere aldırış etmeden yoluna devam edip kısa bir zaman sonra zaten onu Alman casusu diye karalayanlar bile ardına düşeceklerdir.
1916 Ekim ayı geldiğinde grevciler; ‘Kahrolsun savaş, ekmek ve barış’ diye seslendirdikleri sloganlarla Lenin’in beklediği anın yavaş yavaş gerçekleşeceğinin muştusunu veriyordu. Çar, peyder pey gelişen önce işçiler, sonra orta sınınf ve en nihayette askerlerin isyanı karşısında şaşırmış, işlerin çığırından çıktığını anlasa da bu noktadan sonra kontrolü ele alması zordu, generallerinin de görüşünü alarak tahtından çekilmek zorunda kalmıştı. İşte kitlelelerin gücü buna derler. Anlaşıldı ki; kitleler isterse yapamayacağı bir şey yok. Bu durum da Rusyanın başsız Duma üyeleri Duma komitesi kurarak ülkeyi başıboş bıramak istemediler ve derhal idareyi ele aldılar.
Çar’ın çekilmesi ile birlikte Lenin Avusturya’dan Rusya’ya döner ve daha ayağının tozuyla bastığı topraklara gelir gelmez ‘Geçici hükümeti desteklemeyin’ talimatını verdi. Bir yandan Lenin, diğer yandan Almanya orduyu yıprattıkça geçici hükümet bitap düşüyordu. Artık Bolşevik olmayanlar bile; ‘Bütün iktidar Sovyetlere’ flamasını taşımaya koyuldular. Hükümet kendince sert tedbirlere girişmekle olayları durdurmuyor, tam aksine alevlendiriyordu. Lenin, baskılar karşısında Finlandiya’nın sınırına yakın bir köye saklandı, Troçki ise tutuklanıverdi.
Hükümet güvenliğe yönelik uygulamalarıyla kitleleri ihtilale sürüklüyor ve derken gerçekleşen iç savaşta zafer Bolşeviklerin olacaktır. Böylece ihtilal başarıyla sonuçlanıyor.
Lenin hedefine ulaşmıştı, ama tıpkı Fransız ihtilali örneğinde olduğu gibi o da beraber yola koyuldukları kader arkadaşlarını bir bir yiyecektir, hem de proletarya yalanının ardına sığınarak. Sadece evlatları mı, Bolşevik olmayan soldan tutunda sosyalistlere kadar herkes buna dâhildir. Hakeza Rus olmayan milletlerde bu durumdan nasibini alacaktır ve aldı da. Kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe toplum Lenin yönetimi altında ezildiler hor görüldüler bütün ümitleri bir çırpıda hayal kırıklığına uğrayıverdi.
Lenin de ihtilallerin kanununda mevcut olan kan döktükçe kana doyulmadığını hayatında yaşadı ve geriye şöyle dönüpde döktüğü kanlardan dolayı zerre miskal pişmanlık duymamıştır. Düşmanlarının kanını akıttıkça sürekli akıtası geliyordu. İşte o böyle bir adamdı. Lenin’in de tıpkı ötekiler gibi ne Jakobenlerden ne de Nazilerden hiçbir farkı yoktu. Devrimi kanla gerçekleştirdi, ama yönetiminde özgürlük, halklara adalet, ekmek, aş ve iş gibi güzel sözler yerini bulmadı, meğerse o kavramlar hedefe varmak için araç olarak söylenmiş. Nasıl olsa maksat hâsıl olmuştu. Dün dündür, bugün bugündür felsefi geçerli akçedir artık.
Lenin’in açtığı bu yol Stalin döneminde adeta devlet terörürüne dönüşerek devam etti tüm hızıyla. Lenin dünyadan göç ettikten sonra Sovyetlerde ihtilale destek veren sırada kader arkadaşları diyebileceğimiz evlatları kalmıştı geriye sadece. Ortadan düşman kalkınca, kan akıtmaya dayalı kurduğu sistemin gıdası olan kan dökmeyi istese de durduramazdı. Mevcut sistem için kansızlık susuzluk demekti çünkü. O halde bu iş Staline kalmıştı. Önce Troçki mercek altına alındı. Troçki gibi bilge bir insanın fikir gücünden çekiniyorlardı. O halde ne yapmalı? Troçki’yi halledilmeliydi. Zaten ilk uygulama olarak Troçki sürgün edilir, ardından da bir ajan vasıtasıyla öldürülür de. Malumunuz Jakobenlerin sağ sol kutupları vardı. Bolşeviklerinde buna benzer sağ ve sol bolşevikleri oluşuverdi biranda. Bu ikili durum, Stalinin işini kolaylaştırıyordu, sağın hesabını solla, solun hesabını da sağla hallediyordu, derken herkesi bir havuzda boğmayı başarıyordu. Zira döneminde milyonlarca insan öldürülmüş ve mahkemeler adeta mezbahaya dönmüştü.
Velhasıl; Rusya’da değişen bir şey olmadı, yine kan, yine gözyaşı, yine istibdat vs. Slav kavram olarak zaten köle ruhu demekti, yani özgürlükten uzak bir ruh. Gorbaçov döneminin glasnot perestroika dönemi gelene dek Sovyetler’de yaprak kıpırdamadı. Hatta etrafında demir perde ile ördüğü dikenli tel örgü ile ABD karşısında şişirilmiş bir güç olarak bir süre gündeme oturduysa da, yetmiş yıllık kominizm totaliter temeller üzerine kurulduğu için daha yüzyılını dolduramadan nihayet slave ruhu çökmek zorunda kaldı. Böylece bağrında taşıdığı milletler özgürlüklerine kavuşma imkânına kavuştular. Bakalım Rusya ilerde yeniden Slav ruhuna dönecek mi, şimdilik izleyelim görelim demekle yetinelim.
Vesselam.