SİVİL TOPLUM İÇİN ÜRETİM SEFERBERLİĞİ

SİVİL TOPLUM İÇİN ÜRETİM SEFERBERLİĞİ
ALPEREN GÜRBÜZER

Çalışmakla üretmek ters orantılıdır bizde. Az Çalışarak zengin olanlarımız olduğu gibi, çok çalışarak az kazananlarımızda var. Galiba bir yerlerde hata yapıyoruz. İnsanımız alın terine paralel olarak üretim yapamıyor, küçük bir kesim ise fazla yorulmadan amiyane tabirle köşeyi dönebiliyor. Ortaya çıkan bu tablo netice itibarıyla sosyal, kesimler arasında düşmanlık doğurmaktadır. Dengesizliğin kol gezdiği ortamlar hep sancılı geçmektedir maalesef. Sosyal adaletsizlik sermaye düşmanlığına yol açarak önüne geçilmez yaralar açmaktadır. Elbet bir gün ekonomimiz, sosyal ve moral değerlerle süslendiğinde üretim daha sağlıklı hale gelecektir.
Bu hazin manzarada sadece suçlu olarak sermayedarları göstermekte yanlış. Devlet, sistem, siyasiler ve hepimiz sorumluyuz bu gidişattan. Dinin, ahlakın, hukukun ve estetiğin olmadığı üretim faaliyetinde insan bir hiçtir çünkü.
İş âleminin ruhunu kâr etme duygusu kaplamış. Eğer kâr etme motifi dürüstçe işliyorsa böyle bir duyguya sözümüz olamaz. Fakat bir takım kayıt dışı ekonomi mekanizmalarının büyümesi kâr adına alkışlanıyorsa son derece sakıncalı buluyoruz. Sistem dürüstlük ilkesi yerine kayıt dışılığı esas alıyor ve bu girdabın devamını seyrediyorsa o ülkede üretimden bahsetmek hayal olur.
Ticareti yaparken kendi sınırlarımız içine haps olmamalı, üretim seferberliği yaparak, evrensel ticarete de yönelmeli, ideolojik tercihlerimizi ekonomik faaliyetlere karıştırmamalı, ekonomiyi kendi tabii kanunları çerçevesinde dürüstçe işlemesini sağlamalı. Ancak bu durumda bir nebze de olsa üretim kapılarını açma imkânı bulabiliriz. Politik tercihler kurumlara ve ekonomik alanlara sıçradığı zaman, önyargılarımız üretime engel olmakta ve farklı düşünen insanlarla ekonomik entegrasyona girmeye mani teşkil etmektedir. Oysa üretim seferberliği sivil toplumun vazgeçilmez unsurudur.
Birlikte hareket etmeyi bir türlü öğrenemedik. Yine de iş adamlarımız üretim seferberliği çerçevesinde bir araya gelerek örgütlenmeleri sivil toplum adına çok önemli gelişme olarak düşünüyoruz. Toplum içindeki dinamikleri birbirine hasım kılmadan sağlıklı sivil toplum oluşturabiliriz pekâlâ... Üretim seferberliği için rekabet güzel, ama birbirimizin kuyusunu kazımadan güzel. Aksi takdirde acımasız rekabet, sömürücü faiz, karaborsa yarınlarımızı karartacaktır.
Ortak paydalarda buluşmak ister istemez siyasi ve diğer alanlarda da müştereklik doğuracak ve böylece özlediğimiz diyalog ortamı kendiliğinden meydana gelmiş olacaktır. Her alanda yumuşama ortamının vücuda gelmesi karşılıklı sosyal-ekonomik entegrasyonun gerçekleşmesiyle mümkün. Hatta ülkeler arasında kavgaları sona erdirmenin yolu da sosyal, kültürel ve ekonomik işbirliğine gitmekle sağlanır. Ülke menfaatlerimizi birinci planda esas tutarak hem İslam ülkeleri ile hem de batıyla ideolojik tercihlerimizi karıştırmadan sağlıklı münasebetler kurabiliriz. Her ülkenin ekonomik yapısı, işleyişi ve meseleleri kendi şartları içinde değerlendirilmelidir.
Üretim seferberliği yolculuğun da sivil toplumun bütün kesimleri tatlı rekabet yarışına girişerek, kim Türkiye’yi dışarıda daha iyi temsil ediyor diye sormalıyız. Kendi kendimize gelin-güvey olacağımıza, kavgamızı kim daha iyi ve kaliteli mal üretiyor tarzına dönüştürmeliyiz. Serbest piyasa ekonomisinin kuralları gereği rekabetimizi şahsileştirmeden ülke yararına seferber etmeliyiz ki sivil toplum refah seviyesine kavuşabilsin. Zira Resulullah narh’ı kaldırarak fiyatların serbest piyasada üretim ve tüketim ekseninde oluşmasını emretmiştir.
Bu ülke de serbest piyasa ekonomi ruhunu, kabul ettirmek öyle kolay olmadı. Daha düne kadar köprüyü satarım, satamazsın tartışmalarıyla oyalanıyorduk. Bir takım mekanizmalar özelleştirmeye ve yap-işlet devret modelinin hayata geçmesine izin vermemişlerdi. Hantal yapının devamından yana olanlar üretime katkıda bulunma bir yana, girişimciliğinin önünü tıkamak için her türlü yolu deniyorlardı. Önyargılı davranışlar diyalog kapısını kapatıyordu adeta. Oysa serbest piyasa ekonomisi hem fiyatların dengeye oturmasını hem de toplumun üretim ve ahlak disiplinin sağlamaktadır.
Önce kendi içimizde diyalog eksikliğini giderip, sonra da dünyaya entegre olmalı. Dünyaya açılmada ülke menfaatlerimizi koruyacak diploması dilimizi konuşturmalıyız. İyi bir Türkiye imajı dünya gündemine oturduğu an, önümüz açık demektir. Bugün dünyada Moskova, Washington, Bonn ve Tokyo ekonomik entegre olma bakımdan önemli dört güç merkezidirler. Türkiye bu merkezlere açılmalı ve oralarda ekonomik alanlar oluşturmalıdır. Bağımsızlıktan maksat dünyaya kapalılık değil, bilakis ülke menfaatleri için iyi ilişkiler kurabilmektir. Amerika bile sanıldığının aksine bağımsız değildir, Japonların uluslar arası ekonomik alanlarda etkisi de söz konusu bugün hala.
Güçlü olmak ayrı, bağımsızlık ayrı, ikisini birbirine karıştırmamalı. Hiçbir ülke tam bağımsızlıktan söz edemez. Çünkü güçlü ülkelerin bile ekonomik yönden başka ülkelere borçları var. Dünyadan ayrı hareket etmek, dünyayı tanımamak anlamına gelir ki, bu da mümkün gözükmüyor. Bundan dolayı bağımsızlık edebiyatı yapacağımıza, iş yapmaya ve üretmeye yönelmeliyiz. Çok konuşma yerine ekonomik atılım uygulamaları göstermeliyiz cümle âleme.
Türkiye kamu sektörü ile özel sektörü arasında geçit teşkil ediyor. Devletin ekonomideki ağırlığı özel sektör alanlarını daraltıyor oysa. Siyasi hesaplar, rantiye hastalığı sivil girişimciliğe geçit vermiyor üstelik.. Özelleştirmede çabuk hareket edemeyişimizin sebebi, kamu alanlarının oligarşik zinde güçlere fayda sağlamasından dolayıdır. Tam anlamıyla kamu alanı ile özel sektör alanı sıkışmış durumda, siyasi rant her şeyin üstünde. Bundan dolayı sivil toplum için üretim seferberliği şart diyoruz bu konuda..
Geçmişte Doğunun makûs talihini değiştireceğiz denildi ama daha henüz bu konuda bir arpa boyu önemli mesafe kat edilmiş sayılmayız. Oysa yatırımların büyük kısmı doğuya kaydırılarak ekonomik canlılık getirilebilirdi. Mesela Çoruh Anadolu Projesini de hayata geçirerek, gerek enerji, gerek tarım, gerekse balıkçılık gibi üretim alanlarını genişletebiliriz. Evvela doğu insanına üretim nasıl yapılır, pazarlama nedir, rekabet nasıl olur, bunların eğitimini vermeli, buda yetmez şimdiden fizibilite çalışmaları başlatılarak altyapısı hazırlanmalı. Hatta kâr amacının dışında ellerimizi taşın altına koyabilmeyi de öğrenmeliyiz. Doğu yıllardır ihmal edilmişliğin ezikliğini yaşıyor çünkü. Yılların tahribatını bir anda silmek kolay olmasa gerektir. Onun için olmayan bir şeyin yapılmasından ziyade, oralara devlet bütçeden aslan payı ayırıp teşvik vermesi de gerekiyor.
Verimlilik ve kâr getirici sektörlerin doğması için halkın sivil katılımı da sağlanmalı. Bütün bunların gerçekleşmesi uzman kadroları harekete geçirilerek yapılabilir ancak. Üretim ihracat, istihdam, eğitim ve sağlık alanlarında iyi yetişmiş kadroları bölgeye konuşlandırmalı. Kadroları oluşturmadan bina yapmışız tesis inşa etmişiz veya makine götürmüşüz neye yarar ki?
Emeğin karşılığını almadan eğitim göz ardı edilemeyecek kadar mühim, İnsanımız becerikli ama eğitim noksaniyeti var. İmajımız dünya konjonktüründe yok gibi, İtalyan denilince ayakkabı akla gelirde, Türkiye deyince acaba ne geliyor? Bilgi beceri yeteneklerimizi üretim alanlarına aktarmamışız, Japonya insan potansiyelini iyi eğiterek bir “SONY” imajı oluşturmuş dünya piyasasında. Biz ise XVII. Asırdan bu yana kendimizi yenileyemediğimiz gibi I. Dünya savaşı ile insanımızı ümitsizliğe itmişiz.
Türkiye tanıtımını yapmak istiyorsa, dünya piyasasında kendi lobisini kurmalı, bu iş bizden olmayan insanlara ısmarlama ile olmaz. Yani güç merkezlerimizi dünya pazarlarına kaydırmalıyız o halde.
Üretim seferberliği lafla olmuyor tatbikat ta gerekli, iyi bir imaj yerleştirebilirsek, ürettiğimiz mallar bu imaj sayesinde pirim yapacaktır elbet. Maalesef ülkemiz kendi lobisini harekete geçiremediği için imaj oluşturamıyor, hatta tanınamıyor da. XIX. asır başlarından itibaren gümrük birliği sevdası güdülerek Avrupa karşısında elpençe divan durmuşuz. O halde Devlet tanıtım yapamıyorsa, özel sektöre bu şansı tanımalı. Politik tercihleri tanıtımın önüne koymamalı. Dünya da hak etmediğimizin ötesinde bir kötü imajımız olduğu için hala doğru dürüst üretim yapamıyoruz. Oysa yeniden üretim seferberliği başlatarak sivil-inisiyatifi dirilişe geçirebiliriz pekâlâ.
Allah (c.c) mülkü insanın hizmetine vermiş ki üretim yapsın, üretim yaptıkça da Allah’ı hatırlasın diye. Dinimizde mülk Allah’ındır ama bu mülk devletlerin, toplumların, girişimcilerin itibarı bir sahiplikleri ile sınırlıdır. İnsanoğluna mülkü tasarruf veya üretim de kullanma hakları belirli ölçüler dâhilinde izin verilmiştir, har vurup harman savurmak için değil tabiî ki. İslamiyet’in devletlere, toplumlara, fertlere mülk edinme ve üretim hakkı tanıması, bu saydığımız unsurların hadlerini, hudutlarını aşması için verilmemiştir. Bilakis insanoğluna sunulan nimetler, insan için üretim faaliyetleri Allah’a şükrünü eda için sunulmuştur. Nitekim şükürden yoksunluk maddeleşmek demektir. Kelimenin tam anlamıyla tabiat eşrefi mahlûkat olan insana hizmette bulunacak, insanoğlu ise hammaddeyi işleyerek sadece ve sadece Allah’a abd (kulluk) olarak hürriyetin tadını çıkaracaktır.
İslamiyet tabiatı işleyerek üretimi gerçekleştiren insana ne kapitalizm de olduğu gibi mülkü elde edebildiği sürece ona değer verir, ne sosyalistlerin devletin izin verdiği ölçüde hareket etmesini vurgular, ne komünizmin mülkü hırsızlık olarak görüp toplumun ortak pastası niteler, ne de faşizmdeki gibi üretim kaynaklarına insansız devletin tekeli olarak bakar...
İslamiyet kendine has metoduyla üretimi sosyal ve kültürel değerlerle bezendirerek asla başıboş bırakılması gereken bir manevra alanı olarak görmez. Rabbül Âlemi’nin mülk üzerinde mutlak otoriter sahibi olduğunu ilan edip, insanoğluna da ancak ve ancak mülk üzerinde tasarruf yetkisi verilmiştir. Demek ki, Mutlak mülk Allah’ındır. Buna karşılık insanoğluna sunulan bu nimetler üzerindeki tasarrufu Yunus’un da belirttiği gibi “Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan” dizelerindeki anlam itibariyle mülk insan için izafidir. O halde misafir geldiğimiz dünyamızda bize emanet edilen nimetleri meşru daire içinde kullanmak düşer bize. Velhasıl üretim seferberliği başlatıp yeniden İlay’ı kelimetullah için Nizam-ı Âlem’e koşmalıyız. Vesselam.