KADIZADE RUMİ(Bursa’dan Semerkand’a)
KADIZADE RUMİ
(Bursa’dan Semerkand’a)
ALPEREN GÜRBÜZER
Babası şu meşhur Mehmet Çelebi, yani Çelebilerdendir. Asil bir aile dersek yeğdir. Bu aile özellikle Orhan Gazi ve Murat Hüdavendigar dönemine ışık saçmışlardır.
Ona Musa adı verilse de Bursa’nın kadısı olması dolayısıyla, o hep Kadızade olarak anılacaktır. Zaten ailenin birçok fertleri, özellikle hem dedesinin hem de babasının kadılık yapmış olması, buna nispetle Kadızade lakabı onda daha çok belirgin olarak nişan kalacaktır. İlk eğitimin dedesi Koca Efendiden almış ve böylece Bursa Medresesinin gülü olmuştur.
Osmanlının değer verdiği Molla Fenari gibi bir âlimin en gözde öğrencisi olmayı başarır, öyle ki kendi kabına sığmayacak bir talebe karşısında olduğunu hisseden Molla Fenari icazetini verir vermez onu Horasan ve Maveraünnehire yönlendirmiş. O artık Orta Asya yolunda. Bu uzun yolculuğu hafifletme adına kız kardeşi bacılığın gereğini yerine getirir. Nitekim değerli ziynet eşyalarından bir kısmını heybesine koyup adeta jest yaparak ardından gönül huzurluluğu ile öylece uğurlar uzak diyarlara.
Bu sıradan bir yolculuk değil, belki de bir çağı aralayacak yolculuk dersek daha doğru olur. Zira buralara gelir gelmez ilk iş Horasan’ın Cürcan şehrinde Seyyid Şerif Cürcan’ın dizinin dibinde diz çöküp mantık ve felsefe gibi dersleri almak olacaktır, daha işin başında iken bile Hocasının da zaaflarını görebilecek bir zekâsıyla biranda dikkatleri üzerine çeker. O bundan da öte Uluğ Bey gibi bir dev şahsiyeti yetiştirecektir. Uluğ Bey onunla bilge şahsiyet hüviyeti kazanacaktır. Diyar-ı Rum’dan(Anadolu) Diyar-ı Milletle(Rumoueus) bütünleşmenin adıdır bu yolculuk. Aynı zamanda o artık Musa değil Kadızade Rumi’dir. Kadızade künye olmanın ötesinde bilim yüklü bir Zişan, bir anlam yüklü isim olarak hafızalarda yer edecektir bundan böyle.
Bursa’dan Semerkand’a gelmekle Timur’un torunu Uluğ Bey’e Hoca olmak şerefi ona ait bir şeref olsa gerektir. Bir zaman Bursa Medresesine hayat veren bu el, bu sefer Semerkand’a değecektir. Buralara bir kuru dava için gelmedi, ab-ı hayat içmek için geldi. Her değdiği yer hayat buluyordu onunla adeta. Matematik, fizik gibi pozitif ilimleri astronomiye uyarlayabilecek deha olmanın yanı sıra, o ilimlerin yanında anılmak da ona ait bir unvan. O artık Ali kuşçu gibi bir ilim adamı da yetiştirecektir, özellikle Uluğ Bey’e de takdim ettiği Eşkali’t- tesis matematik adlı eseride bir başka anılmaya kayda değer bilgi hazinemiz. Semerkand’a gelmeden astronomi, cebir ve riyazet eserler şerh edilmiş ama tüm yazılanlara nokta koymadı, virgüller koyarak genişletti derin konuları, yani şerh düşerek biranda bilge insanların dikkatlerini üzerine çeker, hatta orijinal eserleri gölgede bırakmayı başaracak bir deha örneği ortaya koyar. O eserler ortaya koymakla kalmamış ardından Ali Kuşçu gibi bir matematikçi, gökbilimci Fethullah Şirvani gibi yüzlerce ulemayı miras bırakmıştır..
Velhasıl, o Bursa da bir güneş misali doğdu, ilim yatağı Semerkand da geçirdiği ömrün ardından birçok eserler bırakarak dünyaya gözlerini kapar böylece.
Ruhu şad olsun.