NİZAM-I ÂLEM FİKRİNİN TEMELLERİ

NİZAM-I ÂLEM FİKRİNİN TEMELLERİ
ALPEREN GÜRBÜZER

Nizam-ı Âlem fikrinin iki ana unsurunun biri Alplik, diğeri ise Erenliktir. Bizim yenidünya düzeninden anladığımız Alp ile Erenliğin yeniden kaynaşarak dünyaya nizam vermesidir. Dünya da huzurun sağlanması bu ikili unsurun bir araya gelmesine bağlı. Alplik dünyanın dış cilası, Erenlik ise bu cilaya ruh verecek bir güçlü bağ.
Damarlarımızdaki kan kuvveti Nizam-ı âlem ülküsünden beslenir. Nizamla oynanmaz. Çünkü nizama başkaldırış anarşi demektir. Nizamla oynandığında toplum arasında derin yaraların açılması kaçınılmazdır. Batının kuvvet dediği şey vahşettir, hak dedikleri ise kaba kuvvettir. İşte bizi batıdan ayıran ayırım bu noktada düğümlü, yani belirgin farkımız nizam anlayışımızda gizlidir. Zira vahşet ve nizam kavramları birbirine zıt mefhumlardır.
Nizama renk katan gazi-dervişlik, bir başka ifadeyle alperenlik ruhudur. Hayatla kaynaşmak onun bütün tecellilerini sevmek, onun cilvelerine saygı göstermenin adıdır nizamı âlem.
Nizamı âlem fikriyatı temellerinin manevi önderi Piri Türkistan Ahmet Yesevi’dir. İslamiyet öncesi cihan hâkimiyet ülküsünü Nizamı âlem ülküsüne dönüştürmede en büyük pay sahibi odur, ilk köprü bağı onun saçtığı solukla başladı.
Öyle ki Piri Türkistan’ın dergâhına gelen Türkün alp’ı erenlik vasfı kazanarak Nizam-ı âlem düşüncesine sahip oluyordu. Yesi pınarından kana kana içenler gazi derviş oluyorlardı.
Böylece Nizamı âlem fikri Piri Türkistan’ın dergâhında maya bulmuş, Selçuklu kiliminde işlenmiş, Osmanlı tuğları ile ötelere taşınmış. Yani Osmanlının kuruluşunda Şeyh Edibali ile filizlenen tohum Hacı Bayram Veli ve Akşemsedddin’in elinde Nizamı âleme dönüşmüştür.
İslam öncesi Türklüğün alp’i hamleci ve aksiyoncu idi. Ne zamanki Türk’ün Alp’i tasavvufla buluştu, o zaman aksiyon yönümüz cihad ruhuna inkılâp etmiştir, ama bir ara Moğol kasırgası bu ruhumuzu sekteye uğratmış. Neyse ki Anadolu uçlarına sığınan tasavvuf erbabı dediğimiz Horasan erenleri, abdallar, derviş gaziler vs. bütün bu elim vaziyetten çıkmasını bilip yeni bir ümit olarak hep birlikte Söğüde hicret ederek yeniden ümit kalemiz olmuşlardır. Derken Ertuğrul Gazinin açtığı sancak Horasandan İzmit’e kadar her yerdeki Türk’ü harekete geçirerek Türk’ün nabzının Osmanlı beyliğinde atmasına vesile oluyorlardı. Zira canlar her dem yeniden doğar misali Alperenler, müderrisler ve eli kabza tutmuş yiğitler hep birlikte Osmanlının kuruluş mayasının temellerini atıp, âleme nizam getiren şuurun önünü açmışlardır böylece.
Nizamı âlem hamurunu yoğuran bu kervan tek insan gibi yekpareleşip, Osmanlı mucizesini gerçekleştirdiler. Her alperen kendi iradesinden vazgeçerek tek yürek, tek kalp olarak Nizamı âlem davasının fikri temellerini Söğütte atarak Osmanlıyı üç kıtada hükümran kılmışlardır.
Nizamı âlem fikrini temellerini işte buralarda aramalı. İlk tohum Ahmet Yesevi ile başlamış Selçuklu ile kıvam almış ve Söğütte Şeyh Edibali ile Osman Gazinin ellerinde dallanıp budaklanarak Fatihle doruğa ulaşmış, oradan da Kanuni ile kanunlaşmıştır adeta. Nizamı âlem öncüleri hem siyaset, hem ibadet adamı idiler. Başka bir ifadeyle eli kılıçlı her bir alperen; adalet, merhamet, şefkat ve tefekkür adamı idiler. Müsamaha, huzur ve adalet için yola koyulmuşlardı hepsi. Nitekim başlangıçta niyetler halis olunca akıbetleri de hayıra dönüşüverdi.
Peki, biz böyle idik, ya batı? Batı öteden beri zekâsını kurnazlık üzerine kurunca ortalığı harabeye çevirdi. Oysa kurdukları düzen hem kaba, hem de yapmacık. Artık ülkelerin dörtte üçünü kirlettiği, köleleştirdiği, kana buladığı, yakıp yıktığı bu dünyaya verecekleri hiçbir mesajları yok denecek kadar azaldı. İşte bu yüzden insanlık bizim mesajımıza her daim muhtaç durumda. Tarih boyunca Doğunun bütün nizamı âlem öncüleri hep insaniyetçi olmuşlardır çünkü. Osmanlı vahdet şuuru ile ırklar arasında ayırım gözetmeksizin inançlar arasında kardeşlik tesis ederek ülkeleri idare etmişti her daim. Öyle ki fethettikleri ülkeleri adalet timsali olarak hükmetti ve değişik kültüre sahip topluluklarla beraberce yıllarca nizam içerisinde yaşamışlardır.
Batı şemsiyemiz altında Nizamı âlem hareketi ve sarsılmaz kuvvetimizle bizden insanlık nedir öğrenmişti bir zaman. Bugün ise her şey tersine dönmüş, bu seferde biz kıblemizi batıya çevirmişiz sanki.
Batı, üç yüzyıldan beri mekanik araçların gelişmesiyle ilgileniverdi, ama vücut sarayını keşfedememişler. Üstelik insanın iç dünyasının büyük bir âlem olduğunun farkına varamamışlar da. Batının bu konuda rehberi Mevlana ve Yunus gibi gönül mimarlarıdır oysa. Batı âleminin insanlığın gönül dünyasına en küçük bir katkısı olmadığı gibi her yeri kana buladıkları da işin cabası. Tek bildikleri şey sürekli madde ile meşgul olmalarıdır. Fakat Avrupa bugün yorgun, onun için batı bizim sevgi iklimimize uzanabilme isteğinde. Artık batı gençliğini Virjil, Homer, Dante, Shakspeare gibi klasik dehaları doyuramıyor. Batıya uzanacak el Ahmet Yesevi, Mevlana ve Yunus gibi gönül sultanlarının ferasetinde gizli.
Şimdilerde manevi bunalımın girdabında bulunmanın derin sancısı belli ki batıyı kara kara düşündürmeye başlamış. Ruh dünyalarının içini dolduracak bir nefesi arar gibiler. O halde medeniyetler çatışması ya da medeniyetler buluşması tartışmalarını bir kenara ittikten sonra Nizamı âlem iksirimizi canlandırıp batı ve doğu insanını ortak paydada buluşturacak ülkümüzün kapılarını ardına kadar açmalı. Dost kapısından içeri girmekle kesretten vahdete erişilebilir. Alp ile erenliği kaynaştıracak yeni bir terkip yarınlarımızın garantisi olacağı muhakkak. Bugün Alplik kılıç manasına değil bilgisayar ya da bilgi ötesi olarak algılanıyor, erenlik ise her devirde değişmeyen tek hakikatimiz.
Günümüzün alperenlerinin belagati sayesinde ancak Nizamı âlem fikri kök salabilir. Bu ruhla Türk İslam medeniyeti olarak doğabiliriz yeniden. Yeter ki inancımızı yitirmeyelim.
Kurtuluş kesretten vahdete dönüşle mümkündür. İnsan dış kalıbından sıyrılıp Allah koşmalı ki necat bulabilsin. İlayı Kelimetullahı önce kalpte yakmalı, sonra letaiflere, daha sonra da letaiflerden vücuda yayarak iç nizamı âlemi tesis edebiliriz ancak. Fethedilecek tek ülke kalmış, o da kendimiz. Bakışlarımızı iç dünyamıza çevirip bütün kuşkulardan sıyrılmalı ki insanlığın susadığı Nizamı âlem bir hayal olmayıp gerçek olabilsin. Önce kendimize nizam, sonra âleme nizam sözünden maksat ta budur zaten.
Nizamı âlem fikri bile ruhumuz aydınlatmaya yetiyor. İsmi böyle ise kim bilir kendisi nasıldır.
Nizamı âlem fikri bugünde insanlığın susuzluğunu giderecek bir deryayı umman konumunda. Yesevi ırmaklarından yüzen alperenler, tarihte nasıl ki adalet ve nizam öncüleri olduysalar, bugünde bunalım içerisinde kıvranan insanlığa ümit olabilirler pekâlâ. Eli kılıçlı tefekkür ve adalet öncülerinin bir değişik biçimi olan bir elde Kuran, diğer elinde de bilgisayar olan gençlik bir gün çağımızın muştusu olacaktır elbet. Ümit varız, bu konuda şüpheye mahal bırakmayacak kadar inancımız tam.
Maalesef karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar adeta soluk soluğa stres içerisinde, yaşadığı anla hiçbirinin alakası yok gibi. Kitleler ruhunun açmazlarını giderecek ışık arıyor adeta. İçerisinde bulunduğu bu hengâmeyi çözecek tek güç nizamı âlem ruhu olsa gerektir. Bu kaosu bu anarşiyi durduracak güç nizamı âlem düşüncesinde gizli. Çünkü ilim, fikir, hikmet adalet, kılı kırktan ayırma, barış, terbiye ve samimiyet gibi değerler sadece Nizamı âlem fikriyatında mevcut. O halde, hadi ne duruyoruz, gelin yeniden elimizdeki nübüvvet gülü ile yeniden yollara düşelim, düşelim ki Nizamı âlemin kandilleri yolları aydınlatsın. Ne diyelim, fazla söze ne hacet, şimdiden barış gazanız mübarek olsun.
Vesselam.