Mirac Gecesi

NAMAZ, MİRAC’IN HEDİYESİDİR

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mirac’da, Cebrail aleyhisselamın dahi aradan çekilip Cenab-ı Hakk’ın huzuruna yükseldiği ve gelecek önemli bir haberi iştiyakla beklediği anda, namaz bir sürpriz ve hediye olarak karşısına çıkmış ve ümmetine farz kılınmıştır. Adeta Efendimiz, cismaniyet yolunu takip edip canlılar alemine girdikten sonra, kulluğuyla melekleşip Allah’ın huzuruna yükselmiş, yeryüzünde yaşayan ümmeti için kurtuluş vesilesi istemiş, Cenab-ı Hak da beş vakit namazı vermiştir.
Namaz davete icabettir

Namaz, Rabb’imizin davetine bir icabet manasını taşır. Günde beş defa minarelerden Ezan-ı Muhammedî okunur ve bütün insanlara bir davetiye çıkarılır. Allah (celle celâluhu) namazla bizi kendi rahmetine davet eder. Tıpkı davet sahibinin, davetlilerini kapının önünde karşılayıp, onlara izzet ve ikramda bulunduğu ve eli boş geriye göndermediği gibi, günde beş defa minarelerin başında yükselen en güzel sesle -ki Kur’an, ezanın büyüklüğünü anlatırken, “Allah’a davet eden sözden daha güzel bir söz mü olur?” (Fussilet, 41/33) demektedir- mescitlere davet eden Allah (celle celâluhu), oraya gelenleri boş çevirmeyecek; sonsuz ihsan, kerem ve rahmetinden kullarının ruh ve kalblerine gıda lütfedecek, bir Mirac yapma lütfuyla onları şereflendirecektir. Kul, bu davete icabet edip Rabb’in huzuruna gittiği zaman, eğer hakkıyla kılabilirse namazının bir merdiven haline geldiğine ve kendisini yükselttiğine şahit olacaktır. Öyle ki, yükseldiği o doruk noktada Rabb’inin kendisine çok yakın olduğunu hissedecektir.

Her namaz bir yükseliş vesilesidir

Namaz, kuvveti sonsuz olan bir varlığa teslim olma, O’na dayanma, işlerin hallini O’ndan beklemedir. Efendimiz (sas) ciddi bir mesele karşısında daralıp bir sıkıntıya maruz kaldığı ve bir tereddüde düştüğü zaman namaza kalkar, Rabb’inin karşısında elpençe divan durur ve böylece kalbini emniyet içinde ve huzura kavuştururdu. Çünkü bunu Cenab-ı Hak istiyordu. “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153) ayeti bunu emreder. Bu ayetin manasından hareketle şunları söyleyebiliriz: Yani; “Ey Allah’a inandık diyenler! Herhangi bir zorlukla karşı karşıya kaldığınız zaman, dünyevî işleriniz üst üste yığılıp çözüm beklediği zaman, içinizdeki arıza ve sıkıntıları atmak ve ferahlamak üzere namaza durun ve dua etmek üzere Rabb’inizin huzuruna gelin. Zira namaz, acziyet içinde bocalayan insanın, güç ve kuvvet sahibi olan Zat karşısında emre hazır bir vaziyette bekleyip, kulluğunu aczini, fakrını ifade etmesi demektir.”

İşte bu manada namaz, insanın Cenab-ı Hak’la karşılıklı konuşma makamına yükseldiği yüce bir mevkidir ki insan, onda Rabb’iyle konuşma imkanına sahip olur. Yaptığı hareket, okuduğu Kur’an ayetleri ve dualarla, Cenab-ı Hakk’la kalbî irtibata geçer ve konuşur; kâh söyleyen olur, kâh dinleyen olur. Bir kudsî hadis bu hakikati çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: Allah (celle celâluhu) şöyle buyurur: ‘Ben kıraati kulumla kendi aramda iki kısma böldüm; yarısı bana ait, yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir. Kul: ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn - Hamd alemlerin Rabb’ine aittir’ deyince, Aziz ve Celil olan Allah: ‘Kulum bana hamdetti!’ der. Mâliki yevmiddîn -Ahiretin sahibi deyince, Allah: ‘Kulum beni yüceltti.’ der. İyyâke na’budü ve iyyâke nesteîn; ‘Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Sen’den yardım isteriz.’ deyince, Allah: ‘Bu benimle kulum arasında bir taahhüddür. Kuluma istediğini verdim.’ der. İhdinas’ssırâta’lmüstakîm sırâtallezîne en’amte aleyhim gayri’l-mağdûbi aleyhim vela’d-dâllîn; ‘Bizi doğru yola sevk et, o yol ki kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gazaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin değil.” dediği zaman, Allah (celle celâluhu): ‘Bu da kulumdur, kuluma istediği verilmiştir.’ buyurur. (Ebu Davud, Salat 132; Tirmizi, Tefsir 2; Nesei, İftitah 23; İbni Mace, Edeb 52.)

Müminin böyle bir namaz kılmaya muvaffak olmasının ilk şartı; namazı tıpkı bir Mirac ve Mirac’ın gölgesi gibi bilmesidir. Mümin için, her namaz bir Mirac vesilesidir; dolayısıyla bu hususta mümine düşen şey, her namazda, farklı farklı buudlarda olsa bile, Mirac’ını tamamlama olmalıdır.

Tahiyyat bize Mirac’ı anlatır

Tahiyyat, namazda kulun yükselmesi için çabalaması ve kendi gücüyle gayret sarf edip sonuçta bitip tükenmesinin ifadesidir. Kul, vücudunda ne kadar enerjisi, dimağında duyarlılığı, ruhunda heyecan ve hisleri ne kadar uyanıksa, bütününü Rabb’ine yakınlaşmak için kullanır, sonra da tahiyyata oturur. Zira tahiyyatta Mirac; yani Rasulü Ekrem’e (sas), halkın yüz çevirmesine mukabil, gök kapılarının açılıp, sema ehlinin tebessüm ettiği ve Allah’ın “Lebbeyk ey kulum!” diye iltifatta bulunduğu kutlu yolculuk destanlaştırılmaktadır. Her mümin, kendi çapına ve kalbinin enginliğine göre namazını inişli çıkışlı zikzaklarıyla eda ettikten sonra, ister kendisini hesabın ağırlığı altında ayağa kalkamayacak şekilde tasavvur etsin ve otursun, isterse her şeyden âzâde, nimetleri elde etmenin havası ve sevinci içinde olsun; başka bir ifadeyle, ister cennetin koltukları üzerine otursun, isterse Necm Sûresi’nde anlatılan (Bkz. Necm, 53/1-18) Rabb’in huzuruna çıkma, karşılıklı olarak Rabb’iyle konuşma mualla makamında otursun, bütün maddi ağırlık ve külfetiyle namazı eda ettikten sonra kalbinin enginliğine ve duygularının hüşyarlığına göre Mirac’ın destanını okur.

“Et-tahiyyatü lillahi ve’s-salavâtü ve’t-tayyibâtü”

Tahiyyat Mirac’ı anlatmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, ne kadar kulluk yapsak da, bizden evvel gelip geçen, iz bırakan ve bize bir kapı açan Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) uğramadan Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmak doğru değil. Onun içindir ki, Rabb’imize karşı tahiyyatımızı, yani yaptığımız bedenî ve mâlî bütün ibadetlerimizi O’nun için yaptığımızı ifadeden hemen sonra, Rasulü Ekrem’e selam veriyor, “es-selâmu aleyke eyyühennebiyyü” diyoruz. Bunun manası; günah ve seyyiatımızla Cenab-ı Hakk’ın huzuruna giderken Hz. Muhammed’in (sas) arkasında saf bağlama ve bu tatlı mülakatta konuşulan şeylere kulak kesilme, ne dendiğini anlamaya çalışmadır. Evet tahiyyât, Efendimiz’in Mirac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır.

TAHİYYAT

“Et-tahiyyatu lillahi

ve’s-salâvatü ve’t-tayyibâtü”

Efendimiz, “Bütün dualar, senâlar, malî ve bedenî ibâdetler, mülk, azamet Allah’a mahsustur”, yani; “bedenimizle yaptığımız bütün ibadetler, kazanıp topladığımız maldan sarf ettiğimiz şeyler Sana’dır ve Sen’in rızan içindir Allah’ım! Ben, böylesine ahdimi ve sadakatimi dile getirmek için huzuruna geliyor, bu sözlerle Sen’i selamlıyorum.” der ve Allah’a (celle celâluhu) selam verir.

“Es-selâmü aleyke

eyyühe’n-nebiyyü ve

rahmetullahi ve berekâtühû”

Cenab-ı Hak da kendisine bu şekilde selam sunan Habib’ine: “Es-selâmu aleyke eyyuhe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuhu -Ey Nebi! Selam, Allah’ın rahmet ve bereketi Sen’in üzerine olsun.” sözleriyle mukabelede bulunur ve adeta, “Ey şanı yüce Nebi! Selamına mukabil sana da selam olsun.” der.

“Es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llahi’s-sâlihîn”

Bütün bu konuşmalar, aklın almayacağı, mekanın var mı, yok mu idrak edilemeyeceği bir makamda cereyan ederken Efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın bu selamı karşısında şöyle buyurur: “Es-selâmu aleyna ve alâ ibâdi’llahi’s-salihin -Selam bizim üzerimize ve Allah’ın salih kulları üzerine de olsun.”

“Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasulüh”

En sonunda bu selamlaşmaya şahit olan bütün varlık, etrafı çınlatacak şekilde “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasulüh -Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, yine şehadet ederim ki Muhammed, Allah’ın Rasulü’dür” der. Allah’ın, tek mabud olduğunu; Hz. Muhammed’in ise, şanı yüce bir nebi olduğunu bütün yer ve gök ehline haykırır. Hasılı tahiyyat, kulun kulluğu sayesinde Allah’a karşı yükselmesinin destanlaştırılmasından ibarettir.

Mirac’ın imtihan boyutu

Mirac olayı ile insanlık, imtihan içinde imtihana tabi tutulmuştur. Yüce Allah imanda samimi olanlarla samimi olmayanları, sıddîklarla yalancıları, doğrularla yalancıları belirlemiştir. Bu manayı te’yîden Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Bizim sana gösterdiğimiz ‘rüya/seyr’i ancak insanları imtihan için meydana getirdik.” Buradaki “rü’ya”dan maksat, otoritelere göre Mirac’dır. Bu da uykuda değil, uyanık iken yaşanmıştır.

Bu olaydan önce mümin oldukları halde “Böyle şey olur mu?” diyenler ve olayı akıllarına sığıştıramayanlar yazık ki, imtihanı kaybetmişler, imandan ve dinden çıkmışlardır. “Bunu Hz. Muhammed (sas) söylüyorsa doğrudur; çünkü O hayatında asla yalan söylememiştir!” diyenler de imtihanı kazanmış, imanda sadık ve sıddîk olduklarını ispat etmişlerdir. Sâdık ve sıddîkların piri Hz. Ebubekir’e (ra) “sıddîk” lakabı ve unvanı Mirac olayını tereddütsüz kabul etmesinden dolayı verilmiştir. Zaten mümin olmanın gereği de budur. Akıllılık da bunu gerektirir. Çünkü olayı yaşayan, dost ve düşman tarafından güvenilirliği ile tanınmış ve kabul edilmiş bir peygamber, olayı yaşatan da kudreti sonsuz Allah’tır (cc); O’nun kudretine ne ağır gelmiştir ki, Habib-i Edib’ini bir anda göklere çıkarıp, beka âlemini gezdirip, tekrar yerine koyması ağır gelsin?