KUR’AN’I ANLAMAK

KUR’AN’I ANLAMAK
ALPEREN GÜRBÜZER

Kur’an her geçen gün insanlığın susuzluğunu giderecek tek kutsal kitap olarak damgasını vurup, üstelik beşeriyet her geçen gün ona yöneliyor da. Her ne kadar İbni Sebe’den Salman Rüştiye uzanan halkada bir takım şer odaklarının engelleme girişimleri olsa da İslam her devirde hoş sedasıyla gök kubbede insanlığı selamlamaya devam edecektir. Yahudilerin vaktiyle birtakım mahfilleri kullanarak Hıristiyanlara yaptıkları yıkıcı faaliyetlerinin bir başka uygulamasını Kuran’a ve İslam’a saldırarak yürütmekte olsalar da bu ışığı durduramayacaklardır.
Bakın bir zamanlar bizim şemsiyemiz altında olan gayrimüslimler, Müslüman topluluklarla birlikte birada özerkliğe sahiptiler. Hiçbir devirde Müslümanların tazyikine ve baskısına maruz kalmadılar, aksine hürriyet içinde yaşamaları sağlandı. Savaşlarda esir düşenler devlet bütçesinden karşılanan ödeneklerle hür hale getiriliyorlardı, hatta buna ödeme durumunda olamayanlarda dâhildir. Öyle ki; bizim şemsiyemiz altında hasta ve ölüleri bile hürmet görüyordu. Bu geniş hürriyet ortamında gayrimüslimler hem memur oldular, hem ticaret yaptılar, hem mülk sahibi oldular hem de zengin oldular. Hatta varisi olmayan bir Müslüman’ın malı Beytü’l Mal’a (hazineye) verilirken, aynı şartlar altındaki bir zimmînin malı kendi dindaşlarına teslim ediliyordu. İşte İslamiyet budur. Bu misyonu yüklenen ulu’l emr; Kur’an’ın ışığında adaleti yeryüzüne hâkim kılmaya çabalıyorlardı habire.
Nevar ki Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki gerek ticari gerek sosyal gerekse siyasi yönden ilişkiler sonucu ister istemez kitaplarımıza İsrailliyatın sirayet edecek derecede yayılmasına zemin hazırladı. Elbette ki bu durum Müslümanlarla, diğer ehl-i kitabın tarihten bugüne gelen dolaylı ve dolaysız tanışma sonucu beraberinde asıl kaynakla ilgisi olmayan haberlerin tefsirlerde yer almasına neden oldu. İnanılmayacak gibi, ama gerçek. Hatta Ömer Nasuhi Bilmenin tefsirinde bile bugünkü ilmi gerçeklerle bağdaşmayacak Yunanlı Batlamyus’un teorilerine rastlıyoruz. Tefsire nasıl girmiş, nasıl olmuş doğrusu bizde bilmiyoruz. Oysa Batlamyus’un teorisini yıllar öncesinde Nicolaus Copernicus çürütmüştü. Kopernik dünyanın ve bütün gezegenlerin güneş etrafında döndüklerini anlatan ilk bilim adamıydı. Batlamyus dünyanın sabit olduğunu, dört mevsimin güneşin hareketinden kaynaklandığını söylüyordu. İşte, bu bilgiler her nasılsa tefsirlere konu oluyordu. Yine Tibyan tefsirinde; ‘’Zuhre adlı bir fahişeye Allah gazab etmiş, onu taşlatmıştı (Zühre yıldızı yıldıza tahvil edilen bir kadındı) tarzında ifadelerle müfessirlerce Kur’an tefsiri diye İsrailliyatı ve Yunaniyeti anlatmışlar.’’(Bkz. Haricilik ve Şia Taha Akyol s.231). Neyse ki Beydavi tefsiri başta olmak üzere birçok tefsir kaynaklarımız dünyanın yuvarlaklığında hemfikir olabilmişlerdir. Mesela Gazi Muhtar Paşa Serair’ül-Kur’an adılı kitabında Zümer süresi ayet 5’te geçen gece ve gündüzün birbirini örtmesiyle ifadelendirilen ‘yükevviru’ ibaresinin dünyayı bir sarık gibi dolana dolana sarıldığı manasına yorumlayıp dünyanın yuvarlak olduğuna işaret edildiğini beyan etmiştir. Hakeza Mustafa bin Şemseddi Ahteri kitabında; “Ardından yeri yayıp döşedi” (Nazirat, 30) ayetinde geçen deha ibaresinin deve kuşu yumurtası manasına olup, buradan hareketle dünyanın elips şeklinde olduğu sonucuna varmıştır. Hâsılı kelam Sabit bin Kurra, Benû Musa Kardeşler ve daha nice İslam âlimlerinin eserlerinde dünyanın yuvarlak olduğuna dair kayda değer bilgiler vardır.
Anlaşılan o ki; Ehl-i Kitap olarak adlandırılan Yahudi ve Hıristiyanlarla temaslar neticesinde birtakım görüş ve düşünceler Müslümanlar arasında hızla yayılıp tefsirlerde yerini almıştır. Üstelik Peygamberimizin bu konuda hadisi şerifi olmasına rağmen tefsirlere girebilmiştir. Resulullah (s.a.v); “Ehl-i kitaba hiçbir şey sormayın. Kendileri sapkın olan bu adamlar sizi asla doğru yolu iletemezler. Sizler de (ehli kitaba sorduğunuz ve cevap aldığınız takdirde onları tasdik veya tekzipten dolayı) ya hak olan bir şeyi yalanlamış veya batıl olan bir şeyi doğrulamış olursunuz. Allah’a yemin ederim ki eğer Musa sağ olsaydı bana iman edip yoluma uymaktan başka çare bulamazdı” buyurmuşlardır.
Ahmet İbn-i Hanbel’den rivayet edilen bu hadis, Müslümanlar için uyarıcı olmalıydı. Malum, İslam’ın birinci kaynağı Kur’an, ikincisi hadistir. Her iki kaynağa ters düşen İsrailliyat haberleri esas alınmaz. Sadece Kur’an ve hadisin ruhuna uyan ehl-i kitap kaynaklı kıssalar alınabilir, ama tefsirlere geçerken de İsrailliyat menşeli olduğu belirtilmelidir. Aksi takdirde büyük vebal ve ağır mesuliyet gerektirir. Gel gör ki Peygamberimizin (s.a.v): Onlarca anlatılanları ne tasdik ve ne de tekzip ediniz gibi açık uyarılarına rağmen birçok dini konular sorumsuzca kitaplarımıza geçebilmiştir. Her nedense Hz. Peygamber’in (s.a.v): “Ben-i İsrail’den haber nakletmenizde beis yoktur” hadisi emir ve mutlak olarak yansıtılmıştırı. Aynı zamanda bu hadisi şerif sanki kesin, farzmış gibi algılanıp İsrailliyat haberlerine düşkün olanlara cüret verdi. Oysa Kur’an ve hadislerdeki bilgiler hiçbir kaynağa ihtiyaç duyulmayacak kadar zengindir. Yeter ki, Kuran ve hadisin manalarını çözecek ilim erbabı yetiştirilsin, o zaman göreceksiniz ki hiçbir konu mesele teşkil etmeyecektir. Dahası Kur’an-ı Mucizül Beyan’ı doğru anlamak gibi derdimiz ve davamız olmalı, buna mecburuz da.
İsrailliyat haberlerinin Müslüman toplumu arasında yayılmasında hiç kuşkusuz kassasların (cami vb. yerlerde halka hikâye anlatan kişiler) rolü olmuştur. Rivayetler gerçekmiş gibi halka yansıtılıp kitaplara geçmiş oldu. Kaynağı araştırılmadan İslami olup olmadığına bakılmaksızın tefsirlerde yerini alıp, büyük coşkunlukla aşkla dile getirilmiştir. Kuran ve hadislerde yer almayan birtakım hikâyeler gözyaşları içerisinde anlatılıp Müslümanlar galeyana getirilmeye çalışılmış ve Kurandan alınması gereken hakikatler göz ardı edilmiştir. Elbette her müfessirin detayı bilmesi mümkün olmayabilir, ama birazcık gayretle İsrailliyat kaynaklı bilgilerin tefsirlere girmesi önlenebilirdi. Tabiî ki tefsirlerde birkaç İsrailliyat kaynaklı bilgilerin olması o tefsiri yok saymayı ve külliyen dışlanmasını gerektirmez. Çünkü yanılmak, hata etmek insanın fıtratında vardır. İnsan düşer, kalkar, bir düşüp kalkmayan yüce Allah’tır. Mümkün mertebe geniş ve kapsamlı araştırmak metodumuz olmalı.
İsrailliyat üç grupta değerlendirmeli:
-İslam’a uygun olan,
-İslam’a uygun olmayan,
-Tasdik ve tekzip edilmemiş İsrailliyat.
Ölçü İslam’dır Kuran ve sünnetle bağdaşır bilgilerin alınmasında mahzur yoktur. Burada esas kriter, Kuran ve hadistir. İslam’ın dışında olan her bilgi ve haber Kur’an ve hadisin mana ve ruhuna aykırı olmamalı. Hakkında ne tekzip ne de tasdik bulunan İsrailliyat haberleri de tefsirlere girmemeli, hatta mevzususu dahi edilmemelidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v); Ehli Kitaptan bir şey nakletmediğinizde üzerinize bir günah terettüp etmez buyurmakta.
Kuranda geçen ayetler çok defa ayrıntılardan uzak kıssa ihtiva eder. Uzun uzadıya anlatılmaz, özü verilir. Bir kere Kur’an’da geçen kıssalar İncil ve Tevrat’takinden çok daha geniş tafsilatlı anlatılır. Madem öyle doğruluğuna kani olmadığımız bu ayrıntılı bilgileri tefsirlere ne diye alınır doğrusu anlamış değiliz. Kaldı ki böyle destursuz alınan alıntılar son derece tehlikeli de. Her şeyden önce Ehl-i kitabın tahrif ve bozulduğunu bizatihi İslamiyet bildiriyor. Velev ki doğru olan bölümler de olsa doğruluğunu ancak Allah bilir. İncil ve Tevrat’ta hangi kısımların doğru, hangilerinin yanlış olduğunu bilmek bizi aşar.
Maalesef Kuran ve sünnete uymayan İsrailliyat haberleri tefsirlere bir şekilde girebilmiştir. İlmiyle amil olmuş âlimler Kuran ve sünnete mutabaatta son derece titizdirler. Öyle ki; dinde olmayan bilgilere ve amellere bidat olarak bakmışlardır. Her bidatin İslam’ın mana ve ruhunu hedefinden saptıracağına kanidirler. Malum; bidat dinde olmayan, sonradan eklenen Kur’an ve hadise aykırı olan hükümler demektir. İmam-ı Rabbani Hz.leri bu hususta şöyle der: Bütün dünyanın bizim yolumuza bir bidat karşılığında geleceğini teklif etseler, tarikimize tek bir bidat sokmayız, bir bidat için de bütün dünyanın gelmesini de istemeyiz.
Sultan Alparslan’da; Biz bidat nedir bilmeyen temiz Müslümanlarız diyerek meselenin ehemmiyetini ortaya koymuştur. Hatta Şahı Nakşibendî Hz.lerine kendi tarikatından sual sorulurken cevaben şöyle demiştir: Bizim yolumuz sünnetleri ihya etmek bidatlerden kaçınmaktır.
Bu arada şunu belirtmekte fayda var; teknolojik gelişmeler sonucu birtakım teknik araçlar keşfedilmiş ve hayata geçirilmiştir. Teknik araçlar bidat değildir. Peygamberimiz döneminde otomobilin yerine deve vardı. O dönemin bineği deveydi çünkü. Resulüllah deveye bindi diye bugünde deveye binilecek diye kaide yoktur. O halde Teknolojik gelişmeler bidat değildir diyebiliriz. Sadece amellerde değişiklik yapmak bidattir.
Kur’an mukaddes, eşsiz mükemmel kutsal bir kitaptır. O halde İsrailiyat kaynaklı eserlerden uzak kalalım. Kur’an her daim başımızın üzerinde nur olarak parlamakta, ama başımızın üzerinde parlayan Kuran’ı anlamaktan hala uzağız. Uyanamayışımızın sebebi ilahi idrak kapımızın kapalı olmasından olsa gerektir. İnsanlık bugün ilahi idrak kapısını açamamanın ezikliğini hissediyor hala. Kuran’ı hakkıyla idrak edenlere ise ayetler çok yakın ve bu yüzden idrak edenlerin alınları da nur gibi parıldamaktadır.
Velhasıl; Ne mutlu Kuran’ı gerçek manada idrak edenlere...