KÜLTÜRSÜZLÜKTEN KÜLTÜRE
KÜLTÜRSÜZLÜKTEN KÜLTÜRE
ALPEREN GÜRBÜZER
Bugünkü bunalımın temelinde kültürsüzlük yatmaktadır. Değerler alt üst olmuş neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamayacak halde şaşkınız. Nereye baksak, her yerde kültürsüzlük hâkim. Oysa bunalımdan çıkış yolu kültürsüzlükten kültüre doğru adım atmaktan geçer.
Kültürel değişimler toplumu, toplumsal değişmeler ise kültürü değiştirir. İçinde bulunduğumuz meseleler daha çok sosyal ve kültürel alanlardaki birtakım sancılardan kaynaklanıyor. Değişim bir alın yazısı elbette. Fakat değişikliğe uğrarken, kültürsüz politikalar takip ediliyorsa sosyal huzursuzlukların doğması kaçınılmazdır. Kültürsüz medeniyet kurmak iddiası bir hayalden ibarettir sadece. Hem kültüre önem verilecek, hem de kültürel değişmeye hız verilecek ki, ancak o zaman gerçek anlamda medeniyet olabilelim. Kültür medeniyetin ruhudur çünkü. Ruhsuz ceset bir anlam ifade etmediği gibi, kültürsüz bir medeniyette öyledir. Medeniyet kültürün bedeni, yani maddesi hükmündedir. Kültürün gelişmesiyle medeniyette kendiliğinden doğmaya başlar. Zira bir toplumun zihniyetinin kemale ermesi kültürden medeniyete sıçramasıyla mümkündür.
Ribot; “Zihin fazla bir gelişmeye mazhar olunca seciyeyi (karakteri) bozar. Bireyde zihin ne ise toplumda da uygarlık odur” diyor. Ziya Gökalp bu konuda şu teoriyi ortaya koyar:
“Kültürü kuvvetli fakat uygarlığı zayıf bir millet ile kültürü bozulmuş uygarlığı yüksek millet vardır” tarzında iki ayrı millet tipinin varlığına vurgu yapar. Ziya Gökalp’ın tezini doğrulayacak birçok örneklerde vardır. Mesela Berberilerin fütuhatçı kültürü Hazarilerin sulhçu uygarlığına yenik düştü. Nitekim yeni doğan Fars Devleti de uygarlıkta zirve olan, fakat kültürce zayıf yapıya sahip Mısır’ı mağlup etmişti. Birkaç yüzyıl sonrada İran uygarlıkta yükselmesine yükseldi ama, onlarda daha henüz kültürleri bozulmamış Yunanlılara yenildiler.
Ziya Gökalp’ta tıpkı İbni Haldun ve O. Spengler gibi; uygarlık ve kültürün çöküşü fikrine inanmaktadır. O. Spengler; “Medeniyetlerinde her varlık gibi muayyen bir ömre sahip olup Avrupa’nın da artık inhitat (düşüş) devrine girdiğini” yazmıştır. (Bkz. Ziya Gökalp Sosyolojisi. Prof. Orhan Türkdoğan) Anlaşılan teknolojik seviye ile kültür seviyesi ters orantılı seyir takip ediyor. Kültür belli bir kıvama ( katılığa) ulaştıktan sonra ister istemez yerini medeniyete bırakmaktadır. Gönül ister ki; hem kültürü kuvvetli hem de uygarlığı yüksek bir millet oluşturabilelim.
Medeniyet olmak güzel bir olay, kültürü muhafaza etmek daha bir bambaşka güzellik olsa gerektir. Bugün teknolojik gelişmelere paralel olarak kültürsüzlük meselesi gündemimizi işgal etmeye devam ediyor. Geçmişten hala gerekli dersler almamış olsa gerek ki doğru dürüst kültürel politikalar ortaya koyma iradesi ortaya koymuş değiliz. Her nedense işi yokuşa sürüp kültürün önüne set çekiyoruz. A.J.Balfour; “İlme hayranız, fakat artık o uğrunda her şeyi kurban ettiğimiz müstebit bir put değildir. Hizmetlerinden faydalanıyoruz ve ona minnettarız. Fakat artık ona büsbütün de ümitlerimizi bağlayamıyoruz. Bir ahlak tesis etmekten acizdir çünkü. Yani Dinlerin yerini almaktan acizdir” der. Bu satırlardan anlaşıldığı üzere teknolojinin tek başına insanı kurtaramadığı aşikârdır.
Rıtter ise bu konuda; İlimlerin ilerlemesinin insan barbarlığına mani olmadığını uzun uzadıya anlatmaya çalışır. Nitekim bu anlamda De Gaulle; “Gençlerin kiliseye gitmeleri ve dinlerine bağlı olmaları istikbaldeki nesilleri de kurtaracaktır. Allah ile beraber olmak güzel şeydir” sözlerini sarf ederek yüreklere su serpmeye çalışır.
Laik Amerika kültürsüzlüğe tedbir olarak bastırdığı dolarların üzerine; “Biz Allaha inanırız’’ ibaresini koydurmuştur. Dahası var, onların en büyük bayramları Allah’a şükran günüdür. Bu güzellikler burada bitmez. Hakeza seçimle iş başına gelen Başkanları İncil’e el basarak göreve başlaması gibi bir dizi uygulamalar göze çarpar. Bu yüzden ABD Başkanı Johnson, “Birleşik Amerikanın dünya milletleri arasında yükselmesine kadar onun kaderine rehberlik eden adamlar vazifelerini yerine getirmek için muhtaç oldukları kuvveti dizleri üzerine çöküp dua etmekle elde etmişlerdir” diyerek kültürün temeli olan din gerçeğini bir başkan edasıyla adeta haykırmıştır.
Dış dünya böyle, peki ya biz ne durumdayız. Bizde ise dini sosyal hayatın dışında görmek isteyen birtakım çevreler, kültürsüzlüğün öncülüğünü yapmaktadırlar. Bazı yarı aydın çevreler Ulu Hakanın kültür uygulamalarını bile ters yüz gösterip, II Abdülhamit’i edebiyat düşmanı ithamıyla suçlamışlardır. Ulu Hakan bu suçlamalara karşı özetle; “… Hayır! Ben edebiyatın değil, edepsizlerin ve edepsizliğin düşmanı idim” tarzında cevap verir. Çok şükür onun hakkını teslim eden aydınlarımız da var. Mesela Prof. Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu; “Memleketteki bugünkü birçok yüksekokulların ve modern öğretim müesseselerinin temelleri hep Sultan II Abdülhamit devrinde atılmıştır” şeklinde dile getirerek Ulu Hakanın hakkını teslim etmiştir. Kültürsüzleşmeye rağmen, Keçecizade Fuat Paşa’nın dediği gibi ‘Yüzyıllardan beri biz içerden, siz dışardan yıkmaya çalıştığımız halde hala yerimizde duruyoruz’ sözü yine de yüreğimize su serpmeye yetiyor.
Onlar Ulu Hakan iftira atmaya devam ede dursunlar bugün hala bazı kadınlarımızın yarı çıplak ya da çırıl çıplak halde dolanmalarını sıradan bir olaymış gibi izliyoruz maalesef. Üstelik bu edepsizlikler kültür şenlikleri adı altında sergilenirken, güya uygarlığın gereği olarak yutturulmaya çalışılmaktadır habire. Dahası işi ileri boyutlara taşıyarak evrensel kültür zırvalamasıyla empoze edilmeye çalışılıyor topluma. Oysa kültür yerel (milli), medeniyet ise evrenseldir (beynelmilel). Kültüre beynelmilel kimlik vermeye kalkışmak abesle iştigaldir. Ancak kültür dairelerinden söz edilebilir. Ki; bu konuda Türk milleti olarak birçok kültür daireleri ile temasta bulunmuşuz zaten. Hatta hem batı hem de doğu ile iç içe girmişiz. Bu durum kültürün evrensel olduğunu göstermez. Elbette ki milletler, başka kültür dairelerinden etkilenecek veya tam tersi etkileyecektir, hem alacak hem verecektir, ama kültür iletişimi asimilasyona uğramadan kendi tabii mecrasında cereyan etmeli.
Kültür bir milletin çevre veya tabiat ile uzun bir ilişki ya da uğraşı ve düşünüş yönünden meydana çıkardığı ortak telakki tarzıdır diye tarif edilebilir. S.Ahmet Arvasi’nin de belirttiği gibi insan tabiatı işleye işleye kültüre ulaşmıştır. Muhyiddin Arabî’nin; “İnsan çamurdan yaratılan dünyanın cilası olmuştur” sözleri bu durumu teyit ediyor da. Yani çamuru cilalayan insan maddi antropososyal çevreyi, kendi iç âlemini lime lime işleyerek de manevi antropososyal çevreyi gerçekleştirmiştir. O halde insan çamurla ruhun karışımı olarak iki hedefe ulaşır: Bunların birincisi maddi-antropososyal çevre diğeri de manevi-antropososyal çevredir.
Dış çevreyi esas alıp da, iç dinamiklerimizi göz ardı edenler yahut tam tersi yol izleyenler büyük yanılgı içerisindedirler. İç ve dış her zaman birbirine muhtaç ikilidirler. Hayatın kanunu budur. Her şey çift yaratılmış çünkü. Manevi-antropososyal çevreyi dikkate almayanlar sürekli kültür ve inanç yıkıcılığını körüklemektedirler. Batının bu konuda da pek sicili parlak değil, özgürlük havarisi kesilmesine rağmen kendi dışındaki dünyaya hürriyet getirmedikleri gibi, yerel ve milli kültürleri de kurutmuşlar da. Oysa İslamiyet insanlığı iç içe daireler halinde görmüş ve bu dairelerin başına da “insanlık” dairesini oturtmuştur. İkinci büyük daire ise millet dairesidir. İslamiyet insanlığa şamil bir din olup evrensel mesajlarla yüklüdür. Üstelik milletlerin örf ve adetleri Kuran’a ters düşmediği sürece kaynak olarak kabul görür.
İslamiyet, Arap coğrafyasında doğmakla beraber Acem, Hint, Afrika derken bütün cihana yayılarak gönülleri fethetmiştir. Hıristiyanlık Sami ırkın orta dairesinden çıkmakla beraber Latin, Cermen ve Anglosakson dünyanın malı olarak sınırlı kalarak evrensel nitelik kazanamamıştır. Demek ki; İnsanlık dairesini kucaklayan tek din İslamiyet’tir. Dinimiz evrensel özelliğine rağmen yerel baz da ki ülkelerin kültürlerini yok etmemiş, kültürleri İslamiyet’e hadim (hizmetkâr) kılmıştır. Çünkü kültürlerin farklılığı bölünme değil zenginliktir. Zira Allah (c.c); “Renklerinizin birbirine uymaması Allahın ayetlerindendir” (Er-Rum/12) beyan buyurmakta.
Vesselam.