KİSRA SULTANI VE KİSRANIN YIKILIŞI

KİSRA DEPREMİ VE KİSRA
ALPEREN GÜRBÜZER

Bizanslılar hükümdarlarına Kayser, Türkler Hakan ya da Hünkâr, İranlılar ise Kisra derdi. İranlılar ateşe taparlardı, onun içinde ateşgede onların ibadethanesiydi. Yıllarca bu uğurda hiç sönmemek üzere ateş yakılmış ve ateşe tapılmıştı. Tavizsiz bir şekilde ateş etrafında ayinlerini devam ettirmişler ve bu konuda en ufak ihmalkârlık tanrıya saygısızlık olacağını beyinlerine kazımışlardı.
Âlemlere rahmet olarak inmek üzere olan ve semavi kitaplarda geleceği müjdelenen peygamber yeryüzüne daha henüz şeref vermediği dönemlerde bu denli ateşe tapma gibi cahilene tutumlarla insanlık kan kaybediyordu.
O’nun gelmesinin ilk öncü depremi, İran Hükümdarını yatağından uyandıracak türden müthiş sarsıntı idi. Öyle ki yatağından fırladığından o çok güvendiği sarayının harabeye dönmesi şaşkına çeviriverdi, özellikle ondört tane burçtan eser kalmamıştı. Kisra sarayı viraneye dönmüştü.. Kisra derhal devlet erkânını topladı, bütün bu olanları değerlendirmek için toplantı yapmaya karar verdi. Tam toplantı başlamış derken ikinci sarsıntı niteliğinde diyebileceğimiz haber içeriye ulaştırıldı. Şaşkın gözlerle ateşgede’nin hizmetçisini dinledi... Ateşgede görevlisi:
— Sultanım bütün çabalarıma rağmen sönen ateşi yeniden yakamadım.
Ateşin sönmesi büyük bir depremdi. Çünkü ateş İran için tapınılan olgu, diğer sarsıntılar bir noktada tolera edilebilir ama ateşin sönmesi tanrının yaşamasına razı olmamak anlamına gelir ki bu durum İran’ın sonu demektir onlar için.
Peşpeşe gelen olağan üstü haberler toplantıda ele alınırken, bu seferde Save gölünün bir gecede kuruduğu ve cılız akan Semavi deresinin de taştığı haberi sızınca artçı niteliğinde diyebileceğimiz bir deprem daha yaşadılar. Öncü deprem, deprem ve artçı depremler derken Kisra yerinden kalktı ve meclis üyelerine:
— Haydi, hep beraber ateşgedeye gideceğiz, dedi. Olay mahalline geldiler ve Kisra bizzat odunları kendi eli ile kontrol ettiğinde ıslaklık ve nemlilik göremedi.. Gerçektende ateşi yakmakla görevli adamın dediklerinin doğru olduğunu bizatihi yerinde görüp bir anlam verememenin burukluğu ile şoke oldu.
Bütün bu üst üste gelen felaket dalgalarının vuku bulması Fil vakasından 52 gün sonra meydana geldi. Yani Amine annemizin anne olacağının günlerine çok yakın zamanda.. Dünya bu tür olaylar sancı çekerken, Amine annemizde hamile kadınlarda görülen sancıların hiçbiri yoktu. O’nu görenler yoksa hamile değil misin? Demek zorunda kalıyorlardı. Âmine annemiz bu değerlendirmelere gülüp geçiyordu. Karnında taşıdığı çocuğun varlığını ve sıkıntısını hissetmeden hayatını idame ediyordu. Abdülmuttalib gelinleri arasında en çok Amine’yi seviyordu..Çünkü hem kaybettiği Abdullah’ın emaneti olması, hemde Abdullah’tan geçen nurun Amine’nin alnında parlaması idi.
Velhasıl birtakım yaşanan olağan üstü hadiseler hep uyarı niteliğinde hem de adı güzel kendi güzel Muhammed’in dünyaya teşrif edeceğinin alemetleri idi ama, bunu fark edebilecek insan sayısı hiç mesabesindeydi…