KATILIMCILIK RUHU VE KATILIMCI DEMOKRASİ
KATILIMCILIK RUHU VE KATILIMCI DEMOKRASİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Kollektif çalışma ruhu, sivil katılımcılığın öğesidir. Ferdiyetçilikten ekip anlayışına geçmek insanı kavileştireceği gibi kollektif dayanıklılık da sağlayacaktır. Çünkü beraber iş yapma duygusu katılımcı demokrasinin özüdür.
Mesela birkaç girişimci bir araya gelerek şirketleşebilirler. Şirketler de kendi aralarında entegrasyona giderek daha büyük finans kurumları oluşturabilirler. Karıncalar bile, sosyal iş bölümünün tipik örneklerini sergiliyorlarken, insanoğlunun da karınca misali katılımcılık faaliyetleri gerçekleştirmesi pekâlâ mümkün.
Katılımcılığın önünde engeller varsa, öncelikle onları ayıklamalı, ya da ortadan kaldırmalı ki, bireysel beceriler ortaya çıkabilsin. Bireylerin kendi bireysel kabiliyetlerini veya bilgi becerilerini sergilemeleri ile bir anlamda katılımcılığa giden yolda önemli adım atılmış olacaktır. Demek ki insanların liyakatleri ölçüsünde kendilerini ispatlama duygusunu harekete geçirmek toplumu keşfetmekmiş meğer. Her keşif aynı zamanda yeni bir açılım demektir çünkü.
Türk insanı şimdiye kadar hep merkezden yönetilmeye alıştırılmış olduğundan idari yapımız merkezi eksene göre şekillenmiş, öyle ki tabandan gelen özel girişimcilik hamleleri engellenerek sivilleşme yolunda istenilen seviyelere gelinememiştir. Bütün bunlara rağmen insanımız zihniyet olarak, merkezde yer alan idarecilerimizin anlayışından çok ileri noktalardadır. Sivil söylemlerin Türkiye gündeminde sıkça konuşulmaya ve tartışılmaya başlanılmasıyla birlikte Türk insanının ufku açılmıştır. Açılmakla kalmamış bu noktada toplum, siyasilerin önünde bile diyebiliriz. Aslında idari erkin toplumun gerisinde kalması hem üzücü hem de vahim bir durum. Bu vahamet hali problemleri daha da derinleştirmektedir. Yöneticiler, problemleri Ankara’dan halledeceklerini zannediyorlarsa, bu büyük bir gaftır. Bu tutumlarında ısrarcı oldukları takdirde Merkez-kenar çelişkisi dediğimiz mesele daha da kronik vaka hale gelecektir. Yine de dünyadaki değişmeler ve toplumun geldiği nokta, ergeç merkezi anlayışları yıkacaktır elbet, bu konuda ümit varız. O halde merkezi siyaset dibe vurmamak istiyorsa toplumun katılımcılık duygusuyla uzlaşması mecburidir.
Toplumun gidişatına aksi uygulamalarda ısrarcılık ülkemizi yıkılmaya mahkûmiyet demektir. Yapılacak tek şey sivil katılımcılığın önünü açmak adına kollektif bir ruh ve katılımcılığın her alanda yaygınlaştırılması cihetine gidilmesi lazım ki fertlerin birbirlerine karşı güven beslemeleri gerçekleşebilsin.
Durumumuzu yeniden gözden geçirmek şart gibi, toplum eski toplum değil. Artık insanları koyun misali gütmek gerilerde kaldı. Bu toplum kendisini yönetimde ağırlığını hissettirmek istiyor. Tabir caizse, adam yerine konmak iştiyakında. Toplumun denetlediği veya yönetimde katılımının sağlandığı model, yarınlarımızın güvencesi olacaktır. Doğum sancısı yaşamamak için biran evvel katılımcı demokrasiyi inşa etmeli, başka çıkış yolu da yok zaten. Madem dünyada yeni bir anlayış hâkim: Farklılıkları kabul edip, bütünleşmek diye, o halde biz bu anlayıştan niye uzak kalalım ki?
Merkez-kenar çelişkisine son vermenin zamanı geldi, hatta geçti bile. Globalleşen dünyada, daha iyi bir konuma gelebilmek için, fertlerin kollektif girişimcilik anlayışlarına saygıyla bakmanın yanı sıra, onların bu duygu seline destekte vermeli. Artık Türkiye'miz dernekleriyle, vakıflarıyla ve sivil toplum kuruluşlarıyla katılımcılık hamlesi yolundadır. Üstelik bu kuruluşlar, gelecekte Türk siyasetini belirlemede aktif unsurlarda. Bu gerçeklerden hareketle hiçbir siyasi parti, sivil toplum kuruluşlarını göz ardı ederekten kendine yol çizemez. Çünkü kitleler isteklerini fert fert dile getirmiyor, kendi aralarında organize topluluklar oluşturarak taleplerini deklare etmektedirler habire. Onun için siyasilerimiz, sivil toplum örgütlerinin sesine kulak vermek zorundadırlar. Katılımcılığın gücü, merkezi derinden etkilediği gibi, siyasette organize hale gelmiş topluluklar bile olabiliyorlar. Allah Resulü’nün veda hutbesinde, kitlelerle doğrudan doğruya muhatap olduğu çağa benzer bir deneyiminin eşiğindeyiz sanki. Toplumun her kesimiyle perde arkasında ünsiyet kurma devirleri tarihin harabelerine gömüldü, tekrar onu diriltmenin ne anlamı var ki. Zira çağımızda toplumla yüz yüze, birlikte, el ele, gönül gönüle bağ kurmayı başaran siyasilerin geleceği daha parlak gibi gözüküyor. Yeni anlayışlar ve gelişmeler bize bu ümidi veriyor. Bize öyle geliyor ki büyük Türk mucizesinin zuhuru katılımcı ruh ve katılımcı demokrasiye geçişle gerçekleşecek gibi.
Topluma rağmen, hep kendi şarkısını söyleyen, kendi çizgisinde ısrar eden ve tepeden dayatmacı bir yol öngören siyasilerin gelecekte ayakta kalması mümkün gözükmüyor. Çünkü sivil katılımcılığın ayak seslerini iyiden iyiye duymaya başlıyoruz yeniden. Hatta kitlelerle beraber hareket edilen çağa doğru ilerlediğimizin farkına
varıyoruz. İnsanlar artık kendilerine oy deposu olmaktan ziyade yönetimde bizatihi denetleyici olarak görülmesini istiyor. İcraatların hesabını tek tek siyasetçiden kendilerine açıklamasını bekliyor ve onlardan hizmet talep ediyorlar. Türkiye'nin şu anda en büyük sıkıntısı, Taha Akyol'un da belirttiği gibi, yönetilemeyen demokrasi anlayışıdır.
Katılımcı anlayış yurdun dört bir yanına yayıldıkça, toplum kendini sadece kenarda bekleyen aktör addetmeyecek, bilakis merkezi sorgulayacak konuma gelecektir. Gerek sanayi kesimi, gerek işçi kesimi gerekse diğer sivil toplum kuruluşları sivil katılımcılığın öneminin farkında ama siyasilerimiz henüz bu konuda istenilen seviyeye geldiği söylenemez. Nitekim seçim meydanlarında arka arkaya sıralanan hayali vaatler inandırıcılığını kaybetmiş yerini sorgulama ve denetleme almaya başlamıştır. Geçmiş iktidarlar, seçim zamanlarında bir takım ürünlere enflasyonun üzerinde fiyat vererek geçici de olsa zafer elde etmek peşinde idi. Tabii Çiftçimiz de, diğer toplum unsurlarına nispeten anlayışı gelişmediğinden eski köhne siyasetçilere hemen çabucak kanabiliyorlardı. 2002 yılı öncesi meselelerin kaynağında enflasyon denilen canavarın olduğunu ve enflasyonu aşağılara çekilerek toplumun rahat nefes alacağı aşikârken, o yıllarda Türk köylümüzün geçici vaatlere kulak vermesi talihsizlikti. Oysa çiftçimiz, katılımcılığın gereği olarak devletten alt yapı istemeliydi, enflasyonu düşürmesini talep edip ürünü pazara götürebilecek yol yapılmasını sağlamalıydı ki, siyasiler hizaya çekilebilsin. Neyse ki Türk köylüsü daha yeni yeni sorgulama ve denetleme çizgisine gelebildi nihayet. Bu durum ülkemizde katılımcılığın boyutlarının büyüyeceğine işarettir. İleriki günlerde taban fiyatının ve zammın çözüm olmadığını anladığında, siyasilerin hesapları altüst olacaktır elbet. Demek ki; Sanayici sanayiciyle, işçi işçiyle, köylü köylüyle katılımcılık örnekleri sergileyerek Türkiye'yi daha parlak aydınlık günlere taşınabiliniyormuş meğer. Bu olumlu hava devam ettiği sürece ekonomi’nin yükünü çeken sanayici, işçi ve çiftçi gelirlerinde artma hissedecekler, hatta çiftçi kendisi için gerekli teknolojinin tarlaya taşındığına şahit olacaktır. Geçmişte KİT’lerin bütçenin büyük bölümünü yuttuğunu göz önünde bulundurursak sivil katılımcılığın ne demek olduğunu anlamış olacağız. O halde sivil katılımcılığın önünü ne kadar açarsak o kadar kalkınacağız demektir. Dolayısıyla bütçeye ayrılan aslan payının büyük bölümünü sivil girişimlerde kullanmak en akılcı yol olsa gerektir.
Bunalımdan çıkış yolunun bir başka sacayağı da, bazı muhalif siyasetçilerin toplumun önüne geçme çabalarıdır. Eğer ana muhalefet sol ülkenin mevcut ufkundan ileri seviyelerde olsaydı, Türkiye şuan geldiği noktadan daha da ileri seviyelerde olabilirdi. Ana Muhalefet siyasilerimiz hâlâ Türkiye'yi tanımadıklarından dolayı, gelişmemiz gecikmektedir. Oysa Türkiye'yi idare etme adına ortaya çıkanlar halkın katılımcılık anlayışının önünde engel olma yerine, bilakis katılımcı demokrasi adına katkıda bulunmaları yerinde bir hizmet olacaktır. Sivil gelişmelerin rolünü inkâr etme yerine onları teşvik ve destek vermeleri en akıllıca hareket olacaktır. Maalesef siyaset önde gidemeyince, sosyal vakıa gereği hür teşebbüsün ayak seslerini duymaya başladık. Devleti idare edenler önceleri bu sesi duymazdan gelseler de, dünyadaki gelişmelere paralel olarak ister istemez hür teşebbüsün önemi ortaya çıkınca sivil toplumu muhatap almak zorunda kalmışlardır.
Sanayicilerin her geçen gün çoğalmasıyla birlikte sanayileşme yolunda hayli mesafe alacağımızdan emin olabiliriz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu, devletten geçinen sanayici değil, üretici sanayicilerin ortaya çıkmasını sağlamak olmalı. Devletten geçinen birtakım sanayicilerin tekelleşme arzuları çoğaldıkça, toplumu sömüren birer kliklerle karşı karşıya kalabiliriz. Bunu önlemenin yolu üretici sanayicilerin türemesine zemin hazırlamaktır. Böylece her üretici sanayici, ürettikleri ürünlerde gerek kalite bakımdan, gerek güven yönünden gerekse dünya pazarlarıyla rekabet edecek ölçülerde kendilerini ispatlamaları, onları başarılı girişimci kategorisine dahil edecektir. Kalitesizlik, güvensizlik ve ucuz yoldan kazanma iştiyakı, kötü sanayicilikten sayılır. Güvenin olmadığı yerde yatırımda olamaz. O halde evvela güveni sağlamak gerekiyor. Ülkemizde gerekli güven sağlandığında coğrafyamızda yeni yeni sanayicilerimizin doğma süreci hız kazanacaktır. Güçlü bir sosyal iktidar ile katılımcı ruhun el ele vermesi yarınlarımızın teminatı olacaktır.
Özlemini çektiğimiz bu düzende devlet rant dağıtmaktan, sanayici de rant peşinde koşmaktan vazgeçerek katılımcılık yolunu tercih edecektir. Özelleştirme katılımcılığı benimsemekle olur çünkü.
Türkiye yola koyulduğu katılımcılık koşusunu başarıyla sürdürmesi, hem idari mekanizmanın hem de ana muhalefetin de bu koşuya iştirak etmesiyle mümkün. Osmanlının kuruluş, Fetih yılları, Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet derken yeni bir çağın eşiğine geldik nihayet. Hızla akan bu değişim evrelerine yeni bir ruh, yeni bir değişim halkası eklemek istiyorsak, bunun yolu halkın sesine kulak verip, halkın idarecileri denetlediği ve yönetimde ağırlığını hissettireceği modeli hayata geçirmekten geçer.
Velhasıl doğum sanıcısı yaşamamak için katılımcı demokrasiyi inşa etmeli. O halde ne duruyoruz, yediden yetmişe yeniden ufuklara doğru kanatlanım hep beraber.