KALKINMADA SİVİL-KATILIMCI MODEL

KALKINMADA SİVİL-KATILIMCI MODEL
ALPEREN GÜRBÜZER
Sivil-Katılımcı kalkınma modellerinin hayatta uygulanabilmesi için, ülkemizin ekonomik, sosyolojik, kültürel, insan potansiyeli ve jeopolitik gerçeklerinin iyi etüt edilmesi lazım. Bunun için sivil-katılımcı projeleri devreye girerek araştırma merkezleri ve kalkınma büroları kurmalı. Kalkınma projelerinin genel bir taramadan geçirildikten sonra, taslak halini kamuoyu nezdinde tartışmaya açarak, tabandan tavana ekonomik katılımı gerçekleştirme yoluna gidilebilir. Böylece Üniversitelerin ürettikleri projelerin hükümet desteği ve işbirliği sonucu büyük halk kitleler ile diyaloga gidilip ve ardından da topyekûn kalkınma seferberliği başlamış olacaktır.
Nasıl ki terörist başı APO’nun yakalanması ile ülke genelinde sevince yol açtıysa, aynen öyle de şimdi ikinci hedefimiz ise, üretim seferberliği başlatarak ekonomik refah neşesini tüm yurt sathına yaymak, başka bir sevinç kaynağımız olacaktır elbet.
Topyekûn kalkınmanın birinci adımı proje safhası olup, ikinci adımı da stratejidir. Stratejiyi ortaya koyarken ilk önce hareket noktası insan olmalı, insanı meta gören veya hiçe sayan modellerin insanlığı bunalıma düşürdükleri bir vaka. O halde, insanı sivil-katılımcı modelin esası ve temeli olarak kabul etmeli.
İnsanımızın bütün yönlerini ele alarak, gerek beslenme, gerek barındırma, gerekse psikolojik dünyasının moral değerlerle donatılmasını sağlayacak tedbirler alınmalı. Bundan dolayıdır ki; “İnsana saygı her şeyin başında gelir” ilkesini taç edinmeliyiz. Hatta kültür politikamızın temelini bu esaslara dayandırmalı ki, sivil-katılımcı model uygulanabilir alan bulabilsin. Ahlaki değerler, örf ve adetler, yaşama biçimleri ve manevi canlılık gibi öğeler katılımcı modelimizin kaynaklarını oluşturur çünkü. Adına topyekûn kalkınma da dediğimiz üretim seferberliğinin temelinde maneviyat olduğunun bilinciyle mevcut potansiyel kaynaklarımızı aktif hale getirme bugün değilse ne zaman? Tepeden dayatmacı yöntemlerle gururu kırılan insanımıza umut ışığı olarak, ne komünizm, ne kapitalizm, ne faşizm ne de diğerleri bu soruya cevap verebildi. Öyle anlaşılıyor ki çare sivil-katılımcı modelde. Zira tamamen kendi öz kaynaklarımızın harekete geçirilmesine dayalı bir sistemin adıdır: Sivil-katılımcı model.
Akademik kuruluşları bu yönde seferber ederek katılımcılığı desteklemek gerekiyor. Sivil-katılımcı modelin temel ruhunu sistematik bir tarzda yürürlüğe geçirildiğinde, tarihi kimliğimizle ve İslam’la yüzleşmemiz kolay olacaktır. Daha şimdiden, bu modele seviye kazandıracak bilge şahsiyetlerden istifade ederek, sisteme akademik anlam yüklenebilir pekâlâ.

Sivil-katılımcı modelin değerlendirilmesi hususu ön şartımız olmalı. Tarihi gelişim süreci incelendiğinde geldiğimiz nokta itibariyle hiç de içi açıcı durumumuz söz konusu değil. Onun için yeni bir soluk, yeni bir nefese ihtiyacımız var. Tanzimat’tan beri, batılılaşma tutkumuz, kökü dışarıda model arama hastalığına dönüşmüş, bu durum insanımızın katılımcılık ruhunu yaralamıştır. Ya kahvehanelerde, ya da meyhanelerde gününü israf eden topluluklar haline geldik. Öyle ki; “Türk, öğün, çalış ve güven sloganı” belleklerimizde sadece söz olarak kaldı, bu güzel söz bir türlü uygulama şansı bulamadı. Topyekûn kalkınmanın sırrı, dil, etnik yapı, şehirleşme ve yerleşim biçimi gibi unsurları çoğulculuk anlayışıyla yönetip, toplumu kalkınma yönünde seferber etmekten geçer. O halde Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi vs. bir olduğumuzu ispatlamalıyız.
Ülkemizi stratejik bölgelere ayırarak, tüm bölgeleri ortak havuzda buluşturacak modeli uygulayabiliriz. Mahallilikten de milliğe, millilikten de daha büyük entegrasyona doğru kademe kademe yol alabiliriz. Kitle iletişim ağıyla toplumun bilinçlendirilmesi yönüne gidilerek hızlı bir şekilde entegrasyon sağlanabilir. Topyekûn kalkınma planlarını hazırlarken, gelir grupları arasındaki ekonomik dengenin yanı sıra bölgeler arası dengeyi de göz önünde bulundurmalı. Bölgeler arası dengede koruyucu tedbirlere öncelik verilmeli. Koruyucu tedbirlerden gaye: Sosyo-kültürel problemlerin çözüme kavuşturulması ve iktisadi gelişme merkezlerinin kurulmasıdır. Geri kalmış bölgelerde ekonomik katılımın sağlanması için bu tip bölgelerde özel girişimciliğin teşvik edici olarak vergi indirimi ve kredi verilmesi gibi, kolaylaştırıcı paketler hazırlamalıyız. Yatırımların batıdan doğuya kaydırılması açısından bu tür teşvik tedbirlerine ihtiyaç var. Böylece bölgeler arası uçurumun kapatılarak iktisadi ve sosyal gelişmenin bu noktalara kaydırılması gerçekleşecektir.
Sivil-katılımcı modelin verimli olabilmesi için bu modeli halka yayacak sosyal ajanların (gönüllü katılımcıların) yetiştirilmesi şart. Sosyal ajanlar bir nevi gönüllü fedailer olup, bunların belli başlı görevleri; teknolojik gelişmeleri topluma kazandırılması ve bilgilendirilmesidir. Bu arada toplum uzmanlarının halk ile diyalog kurabilme yeteneklerinin geliştirilmesi, yani halk gibi davranmak ve toplumun manevi değerlerini tanımaları da gerekir.
Ekonomik katılımın birinci ana vasfı maneviyattır. Kalkınmanın getireceği dejenerasyona karşı kültürel tedbirlerin uygulamaya konulmasıyla birlikte her şeyden önce kültürümüzün yozlaşmasının önüne geçilebilecektir. Geri kalmış bölgelerin kalkınma yönünde teşvik verirken, Avrupa normlarına uyumlu değişmeler yapmamız gerekiyor. Her yeniliğin topluma lanse edilmesinde, sosyal uzmanlarının köprü rolü çok mühim yer teşkil eder. Hele hele yıllarca ihmal edilmiş Güneydoğudaki insanlarımızın ufkunu açacak gönüllü katılımcıların görevlendirilmesi sayesinde ülkemize yeni bir ufuk açacağı muhakkak.
Türkiye’nin kalkınmasında ileri teknolojik seviyeye ulaşmak için çaba göstermek yetmez, bu işe halkın büyük katılımını teşvik edecek mekanizmaları da devreye sokmak lazım. Nitekim ülkemizin temel sektörü tarım olduğu için, tarım politikalarımızı teknolojik gelişmelere uygunluk haline getirecek projeleri hayata geçirmekte yarar var. Aynı zamanda tarım çiftçisine teknolojik yönde destekte vermeliyiz.
Köy yapı itibariyle geleneksel ve dayanışmacıdır. Bundan dolayı köylümüz bir yandan geleneğini korurken, diğer yandan da tarım kalkınmasına sinerjik etki yapan teknoloji ile köylümüzü buluşturmalı. Hakeza şehirleşmeyle birlikte köylerin göçüne durdurmak için azami gayretin gösterilmesine dikkat etmek gerekiyor. Göçün başlaması demek, köylerin boşalması demektir ki, bu bir felakettir. Köylülük yapımızın dağılmaması için geçmişte de sıkça bahsedilen tarım kentlerine benzer tarım merkezleri oluşturmalıyız. Şehirlerde nükseden gecekondu meselesi, aslında köylülük ruhunun şehrin varoşlarından gecekondu kolonileşmesi halinde yansıması demektir. Şehrin merkezinde köydeki hayat tarzına benzer yapıyı bulamayacaklarını hisseden kitleler, maalesef çarpık kentleşmeyi doğurmaktadır. O halde yapılacak ilk iş, köylerimizin boşalmasını önleyecek köy merkezlerini çağın gerçeklerine uygun bir tarzda kurmak ve geliştirmektir. Bir yandan GAP gibi projelerini uygulamaya koyarken, diğer yandan da köylerin dağılmasını önleyecek “köy merkezleri”nin hayata geçirmek şart gibi gözüküyor. Bu durum gerçekleşirse insanların şehre akın etmesine gerek kalmayacak ve aradığı okulu, sağlık kuruluşunu, atölyeyi tarımı destekleyecek küçük işletme ölçeğinde sanayiyi köy merkezlerinde bulabileceklerdir. Bu imkanlara kavuşan köy halkı, böylece şehrin dejenere etkisinden de korunmuş olacaktır.
Demek oluyor ki; topyekûn kalkınma sürecini başlatmalıyız. Bu süreçte bütün toplum kademelerini harekete geçirecek kültürel yapı taşları ile birlikte bölge akademik kuruluşlarına da çok büyük görevler düşmektedir. GAP’ı devreye koyan zihniyet, pekâlâ ÇAP’ı da (Çoruh Anadolu Projesinin) gerçekleştirebilir, hatta Büyük Anadolu Projesini de. Yeni açılan Üniversitelerin GAP’ın çevresinde bir yay çizmesi, Güneydoğu bölgesinin kültürel zenginliklerini koruması açısından fırsat olabilir. Akademik gelişmelerin katkısıyla da bölge insanının zihni aydınlanmasını da sağlayacaktır. Kültürel bütünlük ile aydınlanmanın el ele verdiği bir ülkede topyekûn kalkınma seferberliği başlatmak çok kolay olsa gerektir. Yeter ki, halka tepeden bakılmasın, ona değer verilerek herkesin çorbada tuzunun olması sağlansın. Bütün bölgelerde üniversitelerin yaygınlaşması bölgeler arası dengeyi sağlayacağı gibi, topyekûn aydınlanmayı da beraberinde getirecektir.
Üniversitelerin, öncelikle kalkınma ve milli bütünleşme gibi bir derdi ve davası olmalı, İdeoloji alanlarına kaymış Üniversiteler değil, ilme ve tekniğe yönelmiş, sivil-katılımcılığı ilke edinmiş üniversitelere ihtiyaç var. İlim ve irfan merkezleri olan üniversitelerin ortaya koyacağı projelerle ancak kalkınma gerçekleşebilir. Bediüzzaman’ın Van’da bir üniversite kurulması yönündeki istek ve çabaları hep o güzel duygulardan kaynaklanır. Bediüzzaman ilim ve irfan merkezlerinin ehemmiyetini bildiği için hep etrafına metot olarak; ilmi göstermiştir. O halde Üniversitelerle işbirliği cihetine gidilerek topyekûn hamle başlatılabilir.
Velhasıl, Topyekûn hamle (katılım), topyekûn kalkınmayı beraberinde getirecektir. Vesselam.