İNSAN VE HAYVAN TİPLEMELERİ

İNSAN VE HAYVAN TİPLEMELERİ

ALPEREN GÜRBÜZER

İnsan tipleri genel itibariyle hayvan karakterleriyle tanımlanır. Şayet hayvan tiplemeleri insana uyarlanırsa;
Aslan; lider konumdadır, ama siz siz olun iş yerinizi katılımcı anlayıştan uzak bir yöneticiye teslim etmeyin. Zira totaliter lider konumunda yöneticiler koltuğa güç katmaz, sadece koltuktan güç alırlar. Balık satan bir adam müşteriye balık vermeden önce kuyruğuna bakarmış, tabii müşterinin dikkatini çekmiş olsa gerek ki;
—Sen ne yapıyorsun, balığın başına bakman gerekirken kuyruğuyla ilgileniyorsun, bu ne iştir?
Bu durumda balık satan adam demiş ki;
— Bir bakıyım kokuşmuşluk kuyruğa kadar inmiş mi?
Gerçekten de balık baştan koktumu o işletmenin tamamı kokmaya mahkûm demektir.
Bukalemun; nabza göre şerbet veren insan tipini temsil eder. Dolayısıyla bu tipler dobra dobra tavır göremezsiniz, daima ortama göre şekil alırlar.
Çakal; başıboş fırsat kollayan yaratık olup, başkalarına işi yükleyip iş yapmış gibi görünen vurdumduymaz insanı temsil eder. Dolayısıyla bana dokunmayan yılan bir yıl yaşasın anlayışta avare bir görünüm sergiler.
Domuz; sürekli destek yerine köstek olan tipleri temsil eder.
Deve kuşu; kafasını kuma gömdüğünden dünyadan bihaberdir. Bu yüzden başını kuma gömen tipler dünya yıkılsa umurunda olmazlar.
İnek; süt vermesi dolayısıyla verimliliği temsil eder. O halde bir işyerinin verimli olabilmesi için üretici tiplere ihtiyaç vardır. Bu tipler yoksa o işyeri her an iflas etmeye mahkûmdur.
Karınca; iyi çalışır, fakat liderlik vasfı yoktur. Dolayısıyla tipik karınca özelliğe sahip bir insana yöneticilik verilmemeli, onları daha çok lokomotif işlerde değerlendirmek gerekir.
Kartal; karıncanın aksine gerçek liderdir. İyi bir yönetici aynı zamanda kartal diye anılır. Belki de “Kartallar yüksekten uçar” sözü bunun için söylenilmiş bir söz olsa gerektir.
Katır; başkalarının yükünü yüklenmekle dikkat çeken bir tiplemedir. Buradan hareketle bazı insanlar kendisinden ziyade başkasının yükünü yüklenmeyi yeğlerler.
Kedi; nankör olmanın yanı sıra, kovalasanda kapıdan ayrılmayan bir hayvandır. Bu karakteristik özellik miyavlayarak yerini muhafaza eden tipleri hatırlatmaktadır. Bu yüzden herkes yolcu olabiliyorken, kedi adeta hancı kalıp şirkete kök salabiliyor.
Köpek; kedi gibi nankör olmayıp sahibine sadık bir hayvan olarak dikkat çeker. Fakat dışa karşı sadık değildir. Bu yüzden köpek tiplemesi yaltaklanan insanları temsil etmektedir. Dahası köpek saldırgan olup, gol atma derdindedir. Dolayısıyla kemirmeleri için bir kemik verip oyalamak gerekir. Yani soğukkanlı davranmakta fayda var. Köpek saldırdığı zaman üzerine gitmeyin. Belki de köpeğin saldırma ihtimaline binaen çökün denilmesi bundan ötürüdür.
Koyun; adı üzerinde hiçbir şeye gıkı çıkmaz, uysallığıyla meşhurdur. Elbette ki uysallık iyidir, ama gerektiğinde haksızlığa karşı tavırda gösterebilmeli. Koyun, inek kadar verimli olmayıp günlük işlerde pasif görünüm sergilerler.
Papağan; aynı şeyleri tekrarlayıp duran bir kuş olup, boş konuşmaktan iş görmez tipleri temsil eder. Mümkün mertebe onlara ‘laf olsun torba dolsun’ diye sözü teslim etmemek gerekir.
Sinek; zayıf olmasına zayıf, ama vızıltı tavırlarıyla mide bulandıran tipleri temsil eder.
Timsah; hep üst kademede olmayı yeğler. İşlerine geleni sistemin çarkında sıkıp ezmeyi bilen tiplerdir.
Yarasa; önünü göremez, duyumlarıyla kendine rota çizer. Dolayısıyla yarasa tipler sağa sola çarpabilir her an. Bu tiplerin ne yapacağı belli olmadığından dikkatli olmakta fayda var.
Yılan; sinsice kuyu kazar. Sinsi insanlar çok geç fark edilir, ancak bir yerde açık verdiğinde insanlar o tip insandan uzaklaşırlar. Sinsi insana yapılacak pek bir şey yok gibi.
At; her şeyi kitabına göre yapıp, zekidir, ama her an tökezleyebilir. Bu durumda bir şeyler yapması için fırsat verin ve görüşlerine başvurun. Atı durduramıyorsan boynuna sarılacaksın ki devamlı binek taşı olabilsin.
Tilki; üçkâğıtçı özelliği ile meşhur tipleri temsil eder. Bu yüzden potansiyel sabotajcı ve toplantının altını oymak isteyenler hep tilkiyi hatırlatırlar. Zaten onlar uzanamayacağı dala koruk derlermiş. Dolayısıyla toplantı da tilki tiplerin görüşlerini apaçık ortaya koyması için onları zorlayın ki gizli gündemini ortaya çıkarıp zarar görmeyesiniz.
Maymun; şaklaban olduğundan çokbilmiş gibi görünürler. Ayrıca komiklik yapmaktan da geri durmazlar, hatta daldan dala atlayıp çaktırmadan dedikodu yapmayı severler. Dolayısıyla tedbir açısından prosedürü kontrol eden sorular sorun, yapmaları için onlara fırsat verin ki bir gün aklı başına gelip şaklabanlık yapmasınlar.
Kirpi; dikenli, herkesi küçümser, şüphecidir. Muhtemelen birkaç kez ezilmişliği söz konusu olsa gerek ki en ufak şeyden nem kapıp paylaşmaktan ve yardımlaşmadan uzak kalmayı yeğlerler. Onlar için daha çok ortalığı karıştırmak çıkarcı bir yoldur. Dolayısıyla onları gıdıklayın, uzmanlık alanına saygı gösterin, yardım etmelerini isteyin, gerekirse sorumluluk verin. Hatta belli bir statü kazandırın ki hep kendi için çalışmasın.
Ceylan; korkak ve içe kapanık, kaçmaya yatkın, sessiz bir savaşçı görünümünde ve kendi ayakları üzerinde durmakta yoksun bir hayvandır. Dolayısıyla bu özelliğe sahip insanları övün ve cesaretlendirin ki toplumdan uzaklaşmasınlar.
Kurbağa; geveze, bilgilendirilmişlerdir, düşünmeden konuşur, her şeye burnunu sokmayı yeğler, ama tilkinin kurbanıdırlar. Dolayısıyla gündemden uzaklaşmalarına izin vermeyin, gaflarını görmemezlikten gelin, zamana riayet etmelerini isteyin ki gereksiz yere insanlara yük olmasınlar.
Su aygırı; debelenen tipleri temsil edip, zamanın çoğunu uyku ile geçirir. Bu yüzden belirsizlikleri sever, en sevdiği sözcük ise “siz, niçin, ben” ifadesidir. Üstelik etliye sütlüye de pek karışmazlar. Dolayısıyla uyandırmaya çalışın, ansızın sözü onlara verin. Hatta onları bazı konularda zorlayın ki devamlı belirsizlik içerisinde yüzmesinler.
Zürafa; tipler aşırı hayalcilerdir. Dolaylısıyla ayakları yere basmak için onları cesaretlendirin, saygı gösterin, açıklarını aramayın, olur ya bir gün kendine gelip saadete gelirler.
Ne yazık ki hayvanı özelliklerden hareketle verdiğimiz tiplemelerden sonra yaşadığımız dünyada ideal tip insan sayısı çok azdır. Evet, Ne yazık dedik. Peki niye? Çünkü kedi gibi nankör tipler, bukalemun tipi ikiyüzlü insanlar gerçekten hem kendilerine, hem de topluma zarar veriyorlar. Madem yukarılara karınca misali tırmanarak geliniyor, o halde aşağıları unutmamak icap etmez mi? Gerçek zirveye ulaşanlar aynı zamanda arkasına dönüp geldiği yeri de unutmayan kişi demektir. Ki; gerçek zirve sahibi insanlar fildişi kuleden insanlara tepeden bakmazlar, varlığını insanla özdeşleştirirler hep. Yürek sahibi zirve insanlar aheste aheste yürüyen karınca misali kendi halinde topluluklar gördüklerinde üzerilerine basmazlar. Zaten bastığında insan hasiyet ve şerefine leke vurulmuş olur ki buna asla tevessül etmezler. Ayrıca gerçek zirve insanlar bukalemun tiplere denk geldiklerinde onların övgülerine kanmazlar, onların bu övgü dolu sözlerinden köpek misali yaltaklandıklarını sezerler. Fakat onlar sezilseler de bukalemun tipler hiçbir şey olmamışçasına renk değiştirmeye devam edeceklerdir. Bazı insanlar var ki giyimine kuşamına baktığında sanırsın ki aklı başında ufuk sahibi birileri. Oysa o elbise içinde içi boş bir hiçi temsil etmekteler. Nice kelli felli adamların işçi haklarını savunuculuğuna soyunduğunu zannedersin, oysa onların alın terinden bihaber olup rantın peşindedirler. Sendika ağaları bunun tipik misalidir. Sosyal demokrat görünüp de anti sosyal tipler çoktur. Muhafazakâr görünüp, fırıldak olanlarda öyledir. Milliyetçiliği kendi tekelinde hissedenler APO’nun dosyasını sumen altı edebiliyor. Dahası insanların alınlarında karakteri yazılı değil ki bilesin.
Maalesef onuruyla yaşayan insan pek azdır. Kaldı ki onur sahibi insanları tanıyıp muhatap alanda yok. Bu yüzden ideal insan sistemin çarkında kafese kapanmış garip kuş gibidir.
Yaşadığımız toplumda yer edinmenin ilk adımı müspet manada iyi bir iletişim kurmaktan geçer. Bu yüzden iletişim mühim bir hadise. İdeal insan tipi iletişim kurarken ilmel yakin, aynel yakin ve hakkel yakin aşamalarını kullanarak yapar. Bu aşamalar günümüzde görsel, duyusal ve dokunsal iletişim diye yorumlanır. Tabii bu üç yönlü iletişim kiminde görsellik, kiminde duyusal, kiminde dokunsal olarak sahne alır. Öyleleri de var ki her üç unsurda baskın durumda olup, asla iletişimde sıkıntı yaşamazlar. Şurası muhakkak iletişim kurmada önceliği arkadaşa ayırmak gerekir. Zira arkadaş arka taştan gelen bir terim. Eskiden insanlar düşmandan korunmak adına arkasından mızrak ok yememek için sırtlarına taş bağlarlarmış. Derken bu sırta taş bağlamaktan hareketle arkadaş kavramı doğdu. Böylece arkadaş kavramı ‘güveneceğin ve sırtını dayanacağın candan insan’ manası kazandı. İşte bu manaya gönül verip canda can olmasını bilen arkadaşlar iletişimin hakkını verip huzur buldular. Elbet, iletişimde sadece arkadaşlık yetmez, üretken olmakta lazım.
Üretken insan daima meselelerin üstesinden gelip çözüm üretendir, üretemeyen insan problemin bizatihi kaynağıdır. Mesela Türkiye’de öyle başbakan ve başbakan yardımcıları gelmiş ki birbirlerinin iyi arkadaşı olmuşlar, ama bir dikili fidanı olmaksızın acı izler bırakıp bu dünyadan göç etmişler.
Üreten bir insanın her zaman projesi vardır, üretemeyen insanın ise her zaman bahanesi var olup derin güçlerin piyonudur.
Üreten insan işine yardım edeyim der, üretemeyen insan bu benim işim değil der.
Üreten insan her meseleye çare bulur, üretmeyen insan her projeyi baş ağrıtıcı görür.
Elbette ki üretim esnasında hatalar olacaktır, bu üretememek anlamına gelmez. Nihayetinde hata insan içindir, insanlar hata yapa yapa olgunlaşır. Bir bilge adamın dediği gibi her bir hata nakkaştır. Demek ki hata görünen bir şeyler sonunda nakkaşa dönüşebiliyor.
Problemi ön görerek işe başlamak gerekir. Bir kere işe başlarken katılımcı anlayış içerisinde olmalı. Fakat katılımı menfaat odaklarıyla değil dostlarla paylaşırsan güzel bir anlam ifade eder.
Meselelerin üstesinden gelebilmek içinde önce konuyu anlamaya çalışmak, sonra anlaşılmaya önem vermek gerekir. Zira beyin sol yarımküresi sayısal, sağ küresi sözelcidir. Dolayısıyla sayısalcılar matematiği iyi kavrar, sözelciler ise daha çok metinleri çözümler.
Çalışmalarında daha aktif olmak istersen sinerji bir etki oluşturmak icap eder. Sinerji etki yaratmak ise “Birlikten kuvvet doğar” fikrine sadık kalmaktan geçer. Sinerjik güce hazırlıklı olmak baltayı bilemek gibidir. Fakat sinerjik olmak başkalarını fikirlerini tümüyle kabul etmek değildir. Sinerji gücü farklı insanları bir araya getiren bir iksir. Aynı zamanda sinerjik insan farklılıklara değer veren bir karakteristik özelliğin göstergesidir.
İnsanlarla bir arada çalışırken görünene bakıp karar verme. Çünkü aysbergin görünen yüzü kişiliği ele verir, görünmeyen yüzü ise karakteri ortaya koyar. Biz insanların kişilik kısmını görürüz, oysa görünmeyen yönü karakteridir. Ancak görünmeyeni yine de hissedebiliriz. Bir kişi ne kadar karakterini geliştirirse o kadar şahsiyet sahibi olur. Demek ki; “Ağaç yaş iken eğilir” boşa dememişler. Karakterini geliştirirsen kişiliğin oturur. Mayası bozuk olan hem kendine huzur vermez, hem de etrafa huzur vermez. Dolayısıyla aramızda reaktif, proaktif ve ikili oynayan tiplerin olabileceğini her zaman olabileceğini varsayıp ona göre tavır sergilemekte fayda var.
Reaktif insan; bekler, başına bir şey gelince tepkisini verir, sadece güneşli havada havası iyidir. Dolayısıyla bu tip insanlar uluorta bir cevizin içini doldurmayacak kadar kuru gürültülere pek kulak asmazlar. Fakat ne zamanki ciddi meseleler vuku bulur, o zaman gerçek tavırlarını ortaya koyarlar. Madem öyle siz siz olun bu tip insanların güneşini kapatmayın.
Proaktif (etkili olma) insan; ileriyi düşünür, başına bir şey gelmeden tepkilerini verir, her zaman havası iyidir. Proaktif insanlarda öz bilinç, hayal gücü, vicdan, özgür irade gelişmiştir. Keza kişisel karar verme de proaktifliktir. Peki ya çocuklar. Malum çocukların son derece hayal güçleri fazladır. Bu yüzden etrafa çok değişik gözle bakarlar. Mesela yetişkinler şapkaya baktığında şapka görür, çocuk ise böcek olarak hayal edebiliyor.
Sosyal ilişkilerde bir kimse size ‘nasılsın’ diye hal hatır sorduğunda kendinizi iyi hissetmiyorsanız bile ‘iyiyim’ demek gerekir. Zira iyiyim demekle bir şey kaybetmeyiz, böyle yapmakla sürekli kendimizi iyi yöne motive etmiş oluruz. Çünkü yeise kapılmak karamsarlık doğurur. Madem öyle niye boşuna kendimizi ağlama duvarı yapalım ki. Bir arifin dediği gibi; “Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bilmek” en doğru yol olsa gerektir.
Yeteneklerimizi etkili bir şekilde kullanmalı. Mutlaka belirli bir alanda yeteneğimiz vardır, ama o yetenek bizle kalmamalı topluma da yansımalı. Zaten topluma mal olan bir şey senin vizyonunu ortaya koyar.
Vizyon sahibi olmak istenilen uç noktadır. O halde bir işe koyulurken misyonla başlayıp vizyona erişmek esas olandır. Ufuk sahibi insan aynı zamanda vizyonu olan insan demektir. Ufuksuzluk ise uyuşukluktur.
Sorumluluk üstlenmek yük gibi görünse de insanda görev bilinci oluşturur. Bu yüzden görev üstlenmeye misyon demişler. Aynı zamanda misyon (rol üstlenmek) bakış açısını geliştirir. O halde herkesin bir misyonu olmalı ve zaman zaman dönüp kendimize, Niçin doğduk? Niçin yaşıyoruz? Niçin göç ediyoruz sorusunu sorup var oluş misyonumuzun idrakine varmalı. Yaşadığımız anı değerlendirirken de aceleci tavırlardan kaçınmakta dikkat edeceğimiz en önemli hususlardan biridir
Çoğu kez acil planlarımız kendimiz üretiyoruz, aslında acil dediklerimiz çoğu acil değil. O halde bir şeyler yapacağız ama iyi bir planlama, uygulama, kontrol et, önlem al safhalarını takip etmek şartıyla. Bunları tatbik ettiğimiz halde verim alınamıyorsa tekrar sil baştan aynı sirkülâsyonu devam ettirmek lazımdır. Baksanıza Fourtune yöneticileri bir şeyin farkına varmışlar ki %85 acil diye sanılan şeylerin aciliyetinin %10 olduğunu tespit etmişler. Düşünün ki il dışından bir arkadaşımız gelmiş, fakat o sırada hayatına yön verecek dersin var. Bu durumda arkadaş acil, ders fourtunedir. Oysa öncelik ders olmalıdır.
Bir başka husus ise ön yargılarımız. Zira görmek istediğini görmek isterseniz başarılı olamazsınız. Arka planda ne var, ne yok, çoğu zaman bakmayız, oysa baktığımızda derin bir perspektif yakalar, derken ön yargılardan sıyrılmış oluruz.
Düşününki bir anne sekiz doğum yapmış dokuzuncusuna ise gebedir. Fakat anne frengi hastasıdır. Bu durumda kürtaj yapılmalı mı, yapılmamalı tartışmaları hız kazanınca kürtaj yapılmaz kararı alınır. İyi ki de öyle karar verilir. Çünkü o tartışmalar eşliğinde dünyaya gelen dokuzuncu çocuk ünlü Beethoven’den başkası değildir.
Kazan kaybet yaklaşımı, bencilliğin bir işareti. Mesela büyük balığın küçük balığı yutması bunun tipik misalidir. Komşunun tavuğu bencil komşuya kaz görünmesi de öyledir. Oysa kazan-kazan uzlaşmadır. Kazan-kaybet ise uzlaşmazlıktır.
O halde sen sen ol ön yargılardan sıyrılmaya bak, empatik yaklaşımda bulunmak en doğrusu. Bu yüzden empati kavramını kendimizi başkasının yerine koyma diye tanımlamışlar. Yani karşımızdakini derinlemesine anlamadır empati. Dolayısıyla empatik yaklaşım sayesinde gözümüz, kulağımız ve kalbimizle dinlemek, karşımızdakinin duygu selini sezmeye ve onu anlamamıza yardımcı olur. Başkalarının derdiyle hemhal olmayan merhametten yoksundur. Empatik kuramayan insanlarda genelde “Of kulaklarım çınladı, neden bunu kabul ettin, keşke şunu da söyleseydim” gibi hayıflanmalar çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Keza söylediklerinden hiçbir şey anlamadım gibi tavırlarda öyledir. Şu bir gerçek empatik yaklaşımla birbirimizi motive etmiş oluruz. Şayet arkadaş sandığınız kişilerle empati kuramıyorsanız son kez arkadaşlarını gözden geçirmekte fayda var.
Sadece empati mi? Sempatikte olmak lazımdır. Sempati bir insana hoşgörüyle bakmak demek, ama her zaman fayda sağlamaz. Diyelim ki bir yerde çatışma var, içlerinden birine sempatin varsa her an tarafsız olmama riski imkân dâhilindedir. Her ikisi (empati-sempati)bir arada olduğunda yeniliğe açık olmayı beraberinde getirir.
Yenilenme; fiziksel, zihinsel ve sosyal alanın her alanında kendini gösteren bir olgu. Şayet ilkelerimizden taviz vermeden iyi yönde kendimizi değişime ayak uydurabilirsek kişisel gelişimimizi beraberinde getirir. Değişim alttan üste veya üsten aşağıya doğru seyredebilir. Unutmayalım ki alt tabakada insanlar kadar yukarıdakiler de rahat değiller. Baksanıza Sabancı keşke zengin olmasaydım da çocuklarım sağlıklı olsaydı. Sabancı halktan biri, bunu fark ettiğine göre boş insan değil elbet.
Velhasıl; Yunusçasına “Yaratılanı sev Yaradandan ötürü” bakışı kazanmak şiarımız olmalı.
Vesselam.

http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124