Hosgoru

İslam, bir sevgi ve hoşgörü dini, Müslüman da her türlü terör hadisesinden uzak, kin ve nefretin her çeşidini sinesinden çıkarıp atmış bir sevgi ve muhabbet fedaisidir.

İslam, lügat itibariyle "silm" ve "selamet" kökünden gelen ve "if'al" babından (kip) kullanıldığı şekliyle; "teslimiyet, selamete erdirmek, esenliğe çıkarmak ve karşılıklı emniyet ve barış tesis etmek.." gibi manalara gelen bir kelimedir.

İslamiyet, esenlik, emniyet ve barış dinidir. Bu esaslar Müslüman'ın hayatında o kadar yaygındır ki, o, namaza durduğunda dünyadan alakasını keser, Rabb'ine kemer beste-i ubudiyet (kulluk teslimiyet ve iki büklüm olmuşluğu) içinde yönelir ve O'nun huzurunda el pençe divan durur. Namazdan ayrılırken de adeta yeniden hayata dönüyor gibi, sağındakilere ve solundakilere selam vererek, yani "esenlik, emniyet, güvenlik içinde olun" diyerek noktalar ve esenlik, emniyet, barış, huzur dileğiyle yeniden insanların arasına döner.

Selam vermek ve başkalarının emniyet, güven içinde olmalarını dilemek, İslam'da yapılması en hayırlı olan işler arasında sayılmıştır. Nitekim bir gün kendisine "İslam'da hangi amel daha hayırlıdır?" şeklinde sorulan bir soruya Allah Rasûlu (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Senin başkalarına yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir." (Ebu Davud, Edep, 142) seklinde cevap vermiştir.
Varlığın mayası sevgi
Evet, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir muhabbet insanıdır. Zaten O'nun bir adı da "Habibullah"tır. "Habib" kelimesi, 'seven' manasına gelmenin yanında mahbup, yani sevilen manasına da gelmektedir ki, Allah'ı seven ve O'nun tarafından da sevilen demektir. İmam Rabbani, Mevlana Halid, Şah Veliyyullah Dehlevi.. gibi tasavvuf erbabı, en büyük mertebenin sevgi mertebesi olduğunu söylerler.

Allah (celle celâluhû), bu kainatı sevdiğinden dolayı yaratmıştır ki, İslam da işte o sevginin adeta dantelasını örmüştür. Sevgi, büyük bir düşünürün tespit ve ifadesiyle, kainatın mayesi ve varlık sebebidir. Tabii, bütün bunlara rağmen, İslam'da caydırıcılık adına bir kısım prensiplerin bulunduğunu inkar etmemiz de mümkün değildir. Ne var ki bazıları, asıl meselelerin gölgesinde yer alan ikinci derecedeki bu mevzuları, sanki ana meselelermiş (usul) gibi göstererek, büyük yanlışlıklara düşmektedirler. Bir keresinde, bu duygu ve bu düşüncede olan bir arkadaşımız bana, "Siz belli bir sınır koymadan herkesle görüşüyorsunuz, bu da bizdeki gerilimi kırıyor. Halbuki 'El-Buğzu li'llah (Allah için buğzetmek)' İslami bir prensiptir. Dolayısıyla, bazı kişilere Allah için buğzetmek lazımdır." demişti. Aslında böyle bir düşünce, 'Allah için buğzetme'yi yanlış anlamaktan kaynaklanıyordu. Zira, İslam'da bütün varlık, 'El-Hubbu fi'llah (Allah için sevme)' hükmünce Allah için sevilir. 'El-Buğzu li'llah=Allah için buğzetme' ise insan için değil, duygu, düşünce ve sıfatlar için geçerlidir. Dolayısıyla buğzedilmesi gereken insan değil, ahlaksızlık, küfür ve şirk düşüncesidir. Cenab-ı Hak, insanı "kerim" olarak yaratmıştır (İsra, 17/70) ve herkesin belli ölçüde bu kerametten nasibi söz konusudur. Allah Rasulu (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir Yahudi cenazesi geçerken ona insan olduğundan dolayı saygı duyarak ayağa kalkmış ve kendisine onun bir Yahudi olduğu hatırlatıldığında da "Ama bir insan." cevabını vermiş; (Nesei, Cenaiz, 46) vermiş ve İslam'ın insana verdiği değeri göstermiştir. Evet, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in insana saygısı işte bu ölçüde idi.
Konuyla alakalı başka bir hadis-i şeriflerinde ise, O (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Bir kimsenin anne-babasına sövmesi büyük günahlardandır." buyurur. Sahabe efendilerimiz, "Ya Rasûlallah! Hiç insan ebeveynine söver mi?" derler. Bunun üzerine Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Evet, bir adam başka birisinin babasına söver, o da onun babasına sövdüğünde; ya da birisi birisinin annesine söver, o da onun annesine sövdüğünde kişi, kendi anne-babasına sövülmesine sebep olmakla, onlara sövmüş gibi olur." (Müslim, İman, 145; Tirmizi, Birr, 4) cevabını verir.

Rahmet Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve sel-lem), insana saygı mevzuunda bu kadar hassas iken, bugün hâlâ dine dayanarak birtakım sertliklerde bulunanlar herhalde bu dinin peygamberini anlayamamışlar demektir. Zira ne İslam'da, ne de onun tebliğ ve temsilcisi olan İnsanlığın İftihar Tablosu'nun hoşgörü renk ve desenli dünyasında kin ve nefrete yer yoktur.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda onun hep af ve müsamahayı esas aldığını görürüz. Takva sahiplerinin güzel ahlaklarının sayıldığı bir ayet-i ke-rimede şöyle buyurulur: "O takva sahipleri ki, ...öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affe-derler. Allah, iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 3/134). Meseleyi söyle açabiliriz; sizi şirazeden çıkaracak ve öfkeyle çatlatacak bir hadiseyle karsı karşıyasınız; size sövmüşler ve hakaret etmişler. Elinizden geliyorsa, Yunus'un tabiri ile elsiz, dilsiz ve gönülsüz gibi davranmalısınız. Kur'an-ı Kerim, sinirlerin olabildiğine gerildiği böyle bir atmosferde bile, güzel ahlak sahiplerinin nasıl davranmaları gerektiğine işaret sadedinde, ayetin konumuzla alakalı kısmında, "Onlar öyle âl-i cenap insanlardır ki, kendilerini şirâzeden çıkaracak hadiseler karsısında dahi öfkelerini diken yutuyor gibi yutarlar; yutarlar ve insanların kusurlarına karşı göz yumarlar." buyurmaktadır. Kur'an'ın, ayet-i kerimede seçip kullandığı kelimeler çok manidardır. Zira 'kezm', yutulmayacak bir şeyi yutma; 'kâzım' da, gayzını yutan demektir.

Yine başka bir ayet-i kerimede ise Cenab-ı Hak, mü'minlerin vasıflarından bahsederken şöyle buyurur: "(Rahman'ın kulları), ...yakışıksız sözlerle karşılaştıkları zaman, temkin ve vakar ile (oradan) geçip giderler." (Furkan, 25/72)
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)'nün hayat-i seniyelerine baktığımızda, ayet-i kerimelerde anlatılan hususların hepsinin tatbik edildiğini görürüz. Mesela, "Ben zina ettim, cezam ne ise tatbik et, beni temizle." diyerek günahını itiraf eden ve te-mizlenme dileyen bir sahabiye Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Dön git, tevbe et, Allah'ın affetmeyeceği günah yoktur." (Müslim, Hudud, 22) demiştir. Başka bir hadisede ise bir sahabi, malını çaldığından dolayı bir başkasını Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem)'ne şikayette bulunur. Ancak cezanın tatbik edileceği anda "Ben davamdan vazgeçtim, bu şahsı affedi-yorum." diyen davacıya Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Meseleyi ne diye mahkemeye getirdin, baştan affetseydin ya." der.

DEVAM EDECEK

Kategoriler: