HARİKA KİMYA FABRİKAMIZ KARACİĞER
HARİKA KİMYA FABRİKAMIZ KARACİĞER
ALPEREN GÜRBÜZER
Bilindiği üzere altın, gümüş ve bakır gibi birtakım maddeler tabiatta saf halde bulunurlar. Bunun yanı sıra saf halde bulunmayıp, fakat bazı kimyasal maddelerle reaksiyona girerek bileşik halde bulunan madenlerde vardır. Peki, tabiatta maden olur da vücudumuzda olmaz mı? Elbette olur. Nasıl ki madenlerden metali saf olarak elde etmek için birçok işlemler gerektirip, bu arada yatağından çıkarıldığında arta kalan kil ve taş gibi maddeler ayıklanıyorsa, aynen öylede karaciğer organımızda buna benzer işlemlerin alasını yapan bir ecza fabrikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Belli ki Yüce yaratıcımız kandaki besinlerin temizlenip tekrar kana verilerek her uzuv yararlansın diye bizlere karaciğer organı ihsan etmiş. Bu yüzden karaciğer organımızı yaratan Allah’a müteşekkir borçluyuz. Çünkü söz konusu bu ecza fabrikamız bizim haberimiz olmadan vücudun ihtiyacı olan tüm cevherleri bizim adımıza habire üretmek için canhıraş bir şekilde çalışmakta. Hatta ona yardımcı kuvvet olarakta dalak, öd ve böbrek takviye edilmiştir. Mesela öd safrayı nizama soktuğu gibi böbrekte idrarı süzüp mesane yoluyla dışarı atılmasına vesile olmaktadır. O halde ecza depomuz olan karaciğer hakkında dilimizin döndüğü kadar bir şeyler yazmak icap etmektedir. Şöyle ki; karaciğer kırmızımsı kahverengi renkte olup, aynı zamanda karın boşluğunun sağ üst kısmında veya diyaframın sağ alt yanında yer alan vücudumuzda mevcut salgı bezlerin en büyüğü olarak dikkat çekmektedir. Ayrıca dört parçadan meydana gelen karaciğer ince bir zarla örtülmüştür. Hatta mikroskobik incelemeler sonucunda karaciğerin milyonlarca lopçuktan meydana geldiği belirlenmiştir. Dahası bu lopçukların aralarında dokularla bağlantılı kanallar bile söz konusudur.
Karaciğer hücreleri çok iş gördükleri ve fazla miktarda çalıştıkları için bol kana ihtiyaç gösterirler. Onun için ihtiyacı olan kana kavuşmak için çok yaygın damar ağıyla örülmüşlerdir. Bu arada mide, ince bağırsak ve dalaktan gelen toplardamarlar ağı aynı zamanda aorttan (büyük atardamar) ayrılan bir atardamar kolu yoluyla karaciğerin beslenmesi için tahsis edilmiştir.
İnce bağırsakta emilerek kan yoluyla gelen besinler maden tuzları veya vitaminler karaciğer tarafından depo edilip ihtiyaç anında vücuda yarayışlı hale getirilerek gerekli bölgelere sevk edilirler. Tabii yarayışlı hale getirmek derken besinlerin rafine edilme işlemini kast ediyoruz. Nitekim glikojene dönüştürülmüş şeker, yağ asitleri ve amino asitler vücut tarafından kullanılmaya hazır halde karaciğerde bekletilirler. Hatta rafine işlemleri ya da metabolizmik faaliyetler esnasında ortaya çıkan bazı maddelerin zararlı hale gelmeleri de önlenir.
Sindirim salgılarından “öd” ü karaciğer salgılamaktadır. Yani karaciğer safra kesesi sayesinde safra salgısını çıkarıp yine safra kanalı vasıtasıyla 12 parmak bağırsağına dökülme işlemini de gerçekleştirir. Böylece safra kesesi bağırsakları nemli tutmasıyla birlikte emilmeyi kolaylaştırıp yağların sindirilmesine yardımcı olmakta, ayrıca karaciğer tarafından süzülen zehri bağırsak yoluyla dışarı atılması sağlanmaktadır. Salgılanan safranın bir kısmı ise safra kesesinde depo edilir. Fakat safra hastalarının ameliyatla safra kesesi alınmadığı durumlarda hazım problemleri yaşadıklarından birçok yiyeceği yiyemedikleri gözlemlenmiştir.
Kan şekerini ayarlama vazifesi daha çok karaciğerin sorumluluk alanına girmektedir. Dolayısıyla beyindeki şeker ayarlama merkezinin talimatlarına göre çalışan böbrek üstü bezi ve pankreas salgıları, bir noktada karaciğerin glikoz üretme faaliyetini de idare etmektedirler. Bu mekanizmanın düzenli çalışmaması halinde karaciğer fazla şeker imal edeceğinden şeker hastalığının meydana gelmesini kaçınılmaz kılacaktır.
Karaciğer bedenimizin istemediği proteinleri üre haline dönüştürerek böbreğe havale eder, böylece böbrek tarafından süzülerek gelen sıvı mesane aracılığıyla idrar şeklinde vücuttan dışarı atılması sağlanır. Zaten bu sistem olmasaydı zehirli maddelerin vücudumuzu istila etmesiyle birlikte yaşama imkânımız kalmayacaktı. Keza kaba artıklarda gaita şeklinde anüs yoluyla tahliye olmaktadır.
Yirmi dört saat çalışan ecza fabrikamızın çarklarına bir haller gelse halimiz nice olur kaygısına kapılırız. Oysa endişeye mahal yok dercesine karaciğere kendi kendini tamir etme kabiliyetide verilmiştir. Düşünsenize ameliyatla karaciğerin bir kısmı alınsa bile geriye kalan diğer hücreler hızlı bir şekilde çoğalarak eksik kısmı tamamlamaktan yüksünmezler. Hatta karaciğer 64 parçaya bölünüp 63’ü alınsa kalan tek parçadaki hücreler çok seri bir şekilde çalışarak tam bir karaciğer oluşumunu yeniden meydana getirebiliyorlar.
Tabii karaciğerin mahareti burada bitmiyor. Dahası var. Mesela kansızlığı önleyen B12 vitamini ve zaman zaman akyuvar imal etmek vazifeside vardır.
Velhasıl; Karaciğer bir ömür boyu bizim bile haberimiz olmadan takriben 400’ü aşkın faaliyetiyle tüm ecza fabrikalarına taş çıkartırcasına hiç aksatmaksızın görevini yerine getiren tek organımızdır.
Alperen Gürbüzer facebook.com sayfası