Hakkın Helali
“Eğer bu çağrıya sırtlarını dönerlerse, hoş biz de seni üzerlerine bekçi göndermedik ya! Senin görevin sadece tebliğdir. Biz insana tarafımızdan bir nimet tattırırsak ferahlar, şımarır. Ama başlarına, yine kendi işledikleri hatalar sebebiyle bir sıkıntı gelirse insan hemen nankörleşir.” (Şura, 48)
Bir gün Sabit hazretleri bir akan suya düşen elmayı görür ve gayri ihtiyarı elmayı sudan alır ve ısırır. O anda haram olma hususu aklına gelir ve ısırdığı lokmayı yutmaz. Ancak ısırmış olduğu elmanın suyunu tatmıştır. Hemen akan suyu takip eder ve akarsuya sarkan elma ağacını bulur.
Sahibini arar ve helallik diler. Ancak bahçe sahibi “Hakkımı helal etmem. Şayet dilediğim kadar benim yanımda karın tokluğuna çalışırsan!” der. Sabit hazretleri kabul eder.
Rivayetlere göre yedi yıl karın tokluğuna çalışır. Tekrar helallik ister, ama bahçe sahibi bu sefer de başka bir şart koşar. “Benim bir kızım var, gözü kör, kulağı sağır, dilsiz, elleri ve ayakları sakat. Bu kızımla evlenirsen sana hakkımı helal ederim” der.
Sabit hazretleri boynunu eğer ve kabul eder. Gerdek gecesi odaya girince çok güzel bir kızla karşılaşır ve hemen yanlış odaya girdim diye odadan dışarı çıkar.
Dışarıda kayınpederini bekler bulur ve “neden odadan çıktığını” sorunca “yanlış odaya girdiğini, içeride bahsedilen kusurlarda bir kızın olmadığını, çok güzel bir kızın olduğunu” söyler.
Kayınpederi ise, “Gözü kör dedim; çünkü harama bakmaz da o yüzden. Kulağı sağır dedim; harama kulak asmaz, dinlemez. Dilsiz dedim; haram yemez, haram konuşmaz. Elleri sakat dedim; harama el uzatmaz. Ayakları sakat dedim; haram yerlere adım atmaz.”
Ve bu evlilikten dünyaya İmam-ı Azam gelir biiznillah...