DÜNDEN BUGÜNE ABD BAŞKANLARI
DÜNDEN BUGÜNE ABD BAŞKANLARI
ALPEREN GÜRBÜZER
Amerikan Başkanlarının dünden bugüne izlediği politikalar zaman zaman başarılı, zaman zaman da başarısız oldukları görülür. Amerika’yı dünya gündemine asıl oturtan neden Japonya’nın Hiroşima bölgesine attıkları atom bombası sayesinde onları dünyanın ilk beş sanayi ülkesinin önde konumuna getirmiş olmasıdır. Öyle ki o yıllarda Amerika yönetimi geleceğe ufuk açabilmek için, ilkin siyasi yönden Hitler belasının atlatılması, ikinci olarak teknolojik yönden dünyadan gizledikleri atom sırrını saklayabilmek ve üçüncüsü ise ekonomik olarak dış ticarette hamle yapmakta görüyorlardı. Nitekim ABD; Hitler, Mussoloni ve Japonya’ya karşı elde ettiği zaferlerle dikkatleri üzerine çeker bir anda. Fakat bu seferde Sovyet yayılmacılığına karşı önlem alması gerekiyordu. Bu uğurda Başkan Rooselvet’in sınırlı seferberlik politikasının yerini Truman doktrinine terk ederek Marshall yardımları devreye girer. Hatta bu uğurda NATO paktı kurulur da. Böylece Avrupa’da yeni üsler elde etme imkânı gerçekleşir. Bütün bunlara rağmen Sovyet yayılmacılığı ciddi bir şekilde Avrupayı içten içe tehdit ediyordu. Sadece Rus tehdidi mi? Elbette ki hayır. Zira Amerikan Başkanlarının hataları sonucu Küba’da Castro sol eksene kayacak, Mısır’da Nasır ise Sosyalizm bayraktarlığına soyunup bir başka tehdit kapsamı oluşturacaktır.
Kennedy işe özgürlük meşalesiyle yola koyuldu. Onun Doğu Almanya’da mülteciler meselesine eğilmesinin yanı sıra köle ayrımcılığına son verip insan haklarına vurgu yapması sonucunda Rusya derhal karşı atağa geçecektir. Dahası Rusya özgürlük söylemleri karşısında, hepimizin bildiği o meşhur Berlin Duvarını örecektir. Gerçekten de Kennedy’inin özgürlük yanı hem içte hem de dışta yankı bulacaktır. Bütün bunlar yetmezdi tabii, mutlaka Sovyet yayılmacılığının önüne geçmek ve silahların kontrol altına alınması gerekiyordu. Dolayısıyla SALT ‘a ihtiyaç vardı. Nitekim öyle de oldu, gereği yapılarak silahlara sınır getirilir de..
Nixon Amerikan sağının hoşuna gitmese de Komünist Mao ile sıcak ilişkilere önem verir. Hatta Çin’le diyalog içerisine girmekten çekinmez de. Fakat bu olumlu adıma rağmen Nixo’nun Vietnam ile ateşkes anlaşmalarını ihlal etmesi o güne kadar izlediği politikalara gölge düşürüyordu. Böylece çok övündüğü domino taşları teorisi kendiliğinden çürümüş oluyordu. Nixon’dan sonra Başkan olan Ford’da aynı hataları tekrarlamaktan geri durmayıp Kamboçya’ya donanma göndermesi bir başka hatalara kapı aralıyordu. Üstelik kongreye danışmadan göze aldığı savaşlar da işin bir başka olumsuz yönünü yansıtıyordu.
Carter’in diğer başkanlardan farkı belki de komünizmi tehlike görmemesidir. Marc Carthy politikalarının Amerika’ya verdiği zararlar hesaba katılırsa bu bir iyi gelişme sayılırdı. Carter geçmişten ibret alınması noktasından hareketle SALT 2 girişimiyle Sovyetlere yeşil ışık yakıp Güney Kore’den askerlerini geri çektiyse de, Rusya bunu hem inandırıcı bulmadı hem de Afganistan’ı işgal etmekten yüksünmedi. Yine de Carter, Mısır-İsrail anlaşmasını gerçekleştirerek kariyerine karyer katar. Fakat bu anlaşmanın ağır bedeli olarak Mısırlı askerlerce Enver Sedat katledilir. Carterin en büyük yanlışı İran üzerindeki politikasını Şah’a göre ayarlaması ve molları hiç hesaba katmamasıdır. Nitekim bu yanlış politikayla mollalar Şahı devirerek yönetimi ele geçirdiler de. Sadece yönetim ele geçirseler iyi, bu arada İran tarafından Amerikan askerlerinin rehin alınması Carter’i çileden çıkarmaya yetecekte. Hatta rehineler krizi onu şaşkına çevirip masaya oturtacak noktaya getirir.
Neyse ki Reagan’ın 4 Kasımdaki girişimleri sonuç vermeye başlar. Nihayet rehineler serbest bırakılıp bir nebzede olsa kanayan yaralar giderilir. Ronald Reagan’ının da en büyük yanlışı ABD savaş gemilerini Lübnan açıklarında demirletip İsrail’i desteklediğini cümle âleme deklare etmesiyle birlikte günümüze kadar devam eden Filistin’i bitmek bilmeyen sorunlar yumağı haline getirmesidir.
Reagan ikinci dönemde tekrar başkan seçilince Sovyetler Birliğine olan eski husumetinden vazgeçip Rusya ile sıcak temaslara girecektir. Böylece Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesine zemin hazırlamış oldu. Zira uzun süre devam eden İran-Irak savaşının son bulmasıyla da Reagan’ın izlediği politikalar meyvelerini vermeye başlar ve bu adımlar müspet yönden artı hanesine yazılıverdi. Bu arada 1970’lerde ABD İran-Irak savaşında Kürtler’in İran’a karşı Saddam Hüseyinden yana tavır koymalarından dolayı, Kürtlerden desteğini çekmek zorunda kalmıştır.
Reagan’dan sonra Başkan Bush’ta aynı politikalar izleyecektir. Hatta Çin’de Tianna Meydanında özgürlük adına gösteri yapan gençlerin tankların altında ezilmesine bile ses çıkarmayacaktır. Bunun olumlu neticesi olarak da Sovyetler Birliğinde komünizm çatırdayıp ardından bağrında yaşayan ülkeler bağımsızlıklarına kavuşacaklardır. Aynı zamanda Berlin duvarının yıkılması gibi bir dizi olaylar gerçekleşerek dünyada yeni bir sayfa açılıverir. Derken ABD dünyada tek Jandarma süper güç konuma gelir. Artık bundan böyle epey zamandır dünya gündemini meşgul eden Rusya ve Demirperde ülkeleri tehdit kapsamından çıkıverecektir. Fakat bu sefer başka bir mesele baş ağrıtmaya başlar. Hepimizin bildiği Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi meselesi gündeme oturacaktır.
Dünya bu olayla günlerce Irak’ı konuşmaya başladı. Bush derhal Saddam’a haddini bildirecek çıkarmaya başladı bile. İnsanlar Bağdat’a atılan füzeleri televizyonları başlarında canlı olarak izlediler, ama aynı Bush’un Bosna’da, Filistin’de Çeçenya’da neden suskundu cevabını aramadılar. Çünkü oralarda petrolün kokusundan eser yoktu. Belli ki dün dündür, bugün bugündür politikaları gereği dün Kürtlerden desteğini çeken Amerika, ani bir dönüşle politik manevra yaparak Irak’ta amacına ulaşmak adına Kürtlere destek vererek onları kullanmaya başlayacaktır. Bu destek sayesinde Kürtler Amerika’yı arkalarına alacaklar, ama bağımsız devlet kuramayacaklardır. Şimdilik özerk bir yönetime sahip olmakla yetineceklerdir.
Bill Clinton Bush’tan sonra güvercin politikası izleyecektir. Zaten Amerikan siyasetinde Cumhuriyetçi ve Demokrat kanadın en belirgin farkı birinin şahinvari politika izlemesi diğerinin ise güvercin politika gütmesidir.
Bill Clintondan sonra sahnede Bush vardır artık. Oğul Bush baba Bush’un yolunu yol bilip 2001’deki Afganistan işgalinden sonra gözü kara bir şekilde Saddam Hüseyin’i devirmeyi bilecektir. Saddam rejimini kolayca devirebilmişse de büyük bir direnişle karşılaşacağını belki de önceden tahmin edemedi. Üstelik Irak işgali dünya çapında Amerika’ya büyük bir düşmanlık doğurmuştur. Belli ki Oğul Bush belli bir misyonla Irak’ı hallettikten sonra sırasıyla Suriye ve İran’a da aynı politikalar izleyip hatta rejimlerini değiştirerek bu bölgedeki ABD-İsrail hâkimiyetini kuracağını hesap ediyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadığı görülecek. Nihayet ABD Vietnam’a benzer şok dalgasının bir değişik benzeri gerilla direnişi ile karşı karşıya kalarak bütün hesapları altüst oluverir. Oğul Bush bir batağa saplanmış olduğunun farkında olsada, ABD Irak’ın yönetimini Şiilere bırakmak zorunda kaldı. Hatta ABD istemediği halde Sünniler de güç ve yetki sahibi oldular. Dolayısıyla Irak Anayasa’sının 15 ağustos 2005’te geçici yönetimce kabul edilmesi beklenirken bu durumu kendi görüşlerine aykırı bulan Şiiler ve Sünniler rest çektiler. Neyse ki 15 Ekim 2005’te yapılan refarandumla anayasa kıl payı da olsa çoğunlukla onaylanabildi. Derken 2005’te yapılan genel seçimler ile 275 milletvekilinden ibaret Irak Meclisi gerçekleşebildi. Belki de ABD’nin şimdiye kadar uygulamaya koyduğu tek olumlu adım 30 Ocak 2005 tarihinde Irak Ulusal Meclisi ve Yerel Yönetimleri Temsilcileri için yapılan seçimleri kazasız belasız atlatabilmesidir. Fakat Iraklı Şiiler Irak’ın oluşumunda federal otonomi isteğinde bulunmaları ABD tarafından destek bulan Kürtlerce kabul görmedi. Bu durum karşısında Şiiler Anayasa’nın oluşumunu veto ederek sıkıntı oluşturdular. Daha da kötüsü Kürtler -Sünniler -Şiiler üçgeni arasında çıkabilecek iç savaşın doğuracağı şartların kapısını araladılar.
Şiiler için her şeyden önce dini otorite siyasi olmalıdır. Dolayısıyla İran’a yakın durmaları muhtemeldir. Bu durumda İran’a yakın duran Şiilerle uğraşmak zorunda kalan ABD için, yeni çıkış yolları bulması kaçınılmazdı. O halde Iraklı Şiileri kullanarak İran’ı etkisizleştirmek gerekti, ama bir yandan İran’da radikal söylemleri ile dikkat çeken Mahmud Ahmedinejad’ın seçilmesiyle birlikte durum daha da ciddi boyuta taşınır. Bu yüzden çiçeği burnunda Ahmedinejad’ın radikal çıkışları ABD ile İran arasında öteden beri var olan rekabeti daha da körükleyiverdi. Oğul Bush İran’a ambargo uygulanması gibi bir dizi müeyyidelerin uygulanması yönünde gerek BM nezdinde, gerekse diğer ülkelerden İran’ın elindeki Nükleer Teknolojiyi gerekçe göstererek destek istedi. Fakat bu sefer Irakta bulduğu yeterli desteği bulamamış olsa gerek ki yeni politikalar geliştirdi. Yeni politika gereği İsrailin Gazzeden askerlerinin çekilmesi gerekti, çekildi de. Zira İsrail 1967 yılında işgal ettiği toprağı terk ediyor ve düşman ilan ettiği Filistin’e devrediyordu. Şaron’un bunu kendi gönül rızalığı ile yapması mümkün olmayacağına göre akıllara ABD’nin İsraile bu yönde telkinde bulunması ve Filistin intifadesi (direnişi) karşısında Şaron’un daha fazla devam ettiremiyecek durumda olmasıdır. Bu olumlu gözüken manzara karşısında İsrail’in Arzı Mevud idealinden vazgeçtiği düşünülemezdi tabi ki, olsa olsa bir süreliğine politika gereği askıya alınması şeklinde yorumlanabilirdi.
ABD şimdilerde Arap-İsrail meselesinin Filistin Devleti kurulması yoluyla çözüleceğini görüyor. Görmeside gerekir. Çünkü Ortadoğuda İran’ın destek bulmaması için başka çıkar yol da gözükmüyor. Aksi takdirde Hamas ve İslami Cihad gibi örgütler İran’ın yanında yer alacaktır. İran’la başa çıkabilmenin tek yolu Filistin Devleti’nin kurulmasıyla mümkündür. Bu durumda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinden vazgeçtiği anlamına gelmiyeceği gibi, yakın bir zamanda da Filistin Devleti kurulursa hiçte süprüz olmayacak. Çünkü buna mecburlar.
Gelinen noktada George Bush, dünyayı değiştirme yetkisini kendinde görüyor ve kendisini yetkili görmek ile çıkan manzara şüphesiz savaş ve gözyaşı oldu.
Velhasıl, şimdi sahnede Barak Obama var. Bakalım yeni başkanın izleyeceği politika ne olacak. İzleyelim görelim.