O HALA GÖNÜLLERDE(Seyda k.s)

"HALİFE BIRAKAN MÜRŞİDİ KAMİL BU
DÜNYADAN GÖÇ ETSEDE YAŞAR
"
ALPEREN GÜRBÜZER

Seyyid Abulhakım El Hüseyni (Gavs-ı Bilvanisi (K.S.)) bir sohbetlerinde şöyle buyuruyor:
"-Şah-ı Hazne (Ahmed-ül Haznevi), vefat ettiğinde, O'nu gören de görmeyen de üzüldüler. Görenler, keşke çok amel işleseydik diye hayıflanırken, görmeyenler de keşke O'nu görseydik dediler".
Şah-ı Hazne (K.S.) önceleri çok fakirmiş. Gerçi daha sonraları Suriye'nin ordularını bile doyurmuş büyük bir zat. Gavs Hazretleri şeyhini ziyaret etmek için sınırda mayın tehlikesine rağmen, bin bir türlü cefa çekerek O'na ulaşmanın heyecanını yaşıyordu. Gavs-ı Bilvanisi (K.S.) Şah-ı Hazne'nin yanına varmazdan evvel hem âlim, hem de Seyyiddi. Gavs Hazretleri öyle der:
"-Eğer Şah-ı Hazne'yi görmeseydim helak olacağımdan korkardım."
Demek ki, bir zat alim de olsa, Peygamber nesebinden de olsa mürşid önünde gölgeye girmek gerekiyor.
Nasıl ki Şah-ı Hazne (K.S.), Gavs Hazretleri'nin şeyhi ise, Gavs Hazretleri de Seyda Hazretleri'nin şeyhidir. Aynı zamanda babasıdır.
Seyda Hazretleri daha küçük yaşta iken, babası Şah-ı Hazne'ye O'ndan bahseder. Şah-ı Hazne hemen O'nu getirin bana der. Seyda Hazretleri huzura gelir. Şah-ı Hazne karşısında duran dokuz yaşındaki çocuk olan Seyda Hazretleri'ni görür görmez, yüzü aydınlanıverir. Şah-ı Hazne ilerde Seyda Hazretleri'nin çok sofileri olacağını ve Allah'a şükrederek:
"-Biz O'nun cemaatında bulunamazsak da, o cemaatın çobanını görmek de büyük bir nimettir" der.
Zaten, şeyh odur ki, yolun başından sonunu göre...
Gavs-ı Bilvanisi (K.S.)'nin Şah-ı Hazne (K.S.)'ın vefatı ile ilgili söylediği söz, Seyda Hazretleri'nin bu dünyadan göç etmesiyle bir kez daha tekerrür etti. Seyda (K.S.) dar-ı bekaya irtihal edince sofilerin gözyaşları dinmediği gibi içinden;
"-Acaba trilyonlarca para versek şimdi Seyda Hazretleri'nin arkasından iki rekat namaz kılabilir miyiz?" hissine kapılarak, keşke çok amel işleseydik duygusu ağırlık bastı.
Seyda Hazretleri'ni dünya gözüyle görmeyenler hep O'nu "Adıyamanlı Hoca" veya "Menzil Şeyhi" olarak teleffuz ederlerdi. Vefat haberi duyulur duyulmaz halkın geneli:
"-Keşke biz de görebilseydik" dediler.
Türkıye Yazarlar Birliği eski Başkanı Dr.Mehmet Doğan Seyda Hazretleri için şu tesbitte bulunuyor: "O, 20 yıldır ülkemizde en çok sözü edilen şahsiyetlerdendi."
Gerçekten de, yediden yetmişe herkesin dilinden düşmeyen büyük bir zat idi. Sevenlerin ve sevmeyenlerinin dikkatini çeken, kınayanın ve kınamayanın değerlendirmesine bakmadan irşad halkasını günden güne artıran bir mürşid-i kâmildi.
İrtica haberleri ile ün salmış malum gazete O'nun hakkında olmadık iftira haberlerini baş sayfasında büyük puntolarla vermesine rağmen, kamuoyunun sağduyusu ve Seyda Hazretleri'nin gazetecilere akıl dolusu verdiği cevaplar heveslerini boşa çıkarıyordu.
Gazeteciler Seyda Hazretlerine sorar:
"-Size niçin Şeyh diyorlar?" Seyda Hazretleri:
"-Şeyh Arapça'dan gelme bir kelimedir. Anlamı yaşlı hocadır. Bunun için Şeyh diyorlar."
Tekrar sorarlar:
"-Şifa dağıtıyormuşsunuz..."
Seyda Hazretleri cevaben:
"-Size sorarım şifa cebimde mi ki dağıtayım... Bana gelenlere doktora gitmelerini söylüyorum. Onlar, her çareye başvurduklarını, ancak sonuç alamadıkları için bana geldiklerini söylüyorlar. Bu durumda ben onlara ne diyebilirim? Allah belanı versin mi diyeyim? Menzil'e gelenlerin büyük bölümü geri dönüyor. Dönmeyenler ise ceketini yastık yapıp camide, arabasında uyuyor. Türkiye'nin her yerinden kalkıp gelene nasıl git denir? Gelenlere şifa, huzur telkin ediyorum, çekip gidiyorlar, gerçekten tevbe etmek isteyenlere boy abdesti, Allah rızası için iki rekât namaz kılmalarını, tevbe edip uyumalarını tavsiye ediyoruz. Bir bölümünün gerçekten içkiyi bıraktığı halde, bir bölümünün yeniden içkiyi aradıklarını..." anlattı.
Gazeteciler, hergün yüzlerce karnı doyurulan bu insanlara ikram edilen yemeğin hikmetini sual ettiklerinde, Seyda Hazretleri (K.S.); bu yemeğin bir hikmeti olmadığını vurgulayarak:
"-Bu kadar misafiri ağırlamak için büyük maddi güç gerek. Bizim gücümüz bu kadarına yetiyor. Buğdayı değirmenimizde öğütüyoruz. Ne bağış, ne de yardım alıyoruz. Bunu da teklif etmeye cesaret edemiyorlar. Gelenlerden bazen rahatsız da oluyoruz. Çünkü işimiz aksıyor" dedi.
Gazeteciler asıl can alıcı konuyu (bir gün önce manşetten verdikleri haberi) Seyda Hazretleri'ne sorarlar:
"-Kiliselerden yardım alıyormuşsunuz?"
Seyda Hazretleri:
" -Kiliselerin Hıristıyanlığı yaymaya amaçladığını, müslümanlık için para vereceklerine inanmadığını..." söyleyerek sözlerine şöyle devam eder:
" -Böyle şey olur mu? Onlar para verecek, biz İslamiyet'in propagandasını yapacağız... Bunu kim iddia etmiş ve duyurmuş? Sizin aklınız bunu alıyor mu?" diye sordu.
Gazetecilerin ard niyetli sorularına rağmen Seyda Hazretleri Hane-i Saadetine de buyur ederek, onları bir misafir edasıyla ağırlar ve dergâhına kabul eder. Zaten gazetecilerin avludan geçerek, iki katlı bir evin üst katına merdivenlerden çıkıp, Seyda Hazretleri'nin odasına evin mutfağından geçtiklerinde buzdolabının yanında bir ecza dolabı ve ilaçların yer alması, onları şaşkına çeviriyordu. Oysaki, Seyda Hazretleri pozitif ilimlere açık bir zat idi.
Seyda Hazretleri sade döşeli odada gazetecileri kabul ederken; hiçbir zaman devlet veya hükümet aleyhinde çalışmadıklarını da belirterek şöyle der:
"-Halen bulunduğumuz Menzil Köyü'ne, Siirt'in Batman ilçesine bağlı Gadir Köyü'nden 1971 yılında taşınarak geldik. Menzil’e gelişimizden bir yıl sonra, babam vefat etti. Babam Şeyh Abdulhakım Erol, çevresinde çok sevilen, sayılan bir alimdi. Bir ilim adamıydı. Seveni de çoktu.
Bugün gelenlerin büyük bölümü, beni de ziyaret ediyorlar. Bütün bunları güvenlik kuvvetleri de biliyor. Hiçbir suça karışmadığımız için, müdahale eden de olmadı. 12 Eylül Harekâtı'ndan sonra, bir süre mecburi ikamette tabi tutuldum. Ama sonra serbest bıraktılar. Gezdiniz, gördünüz. Hiçbir gizli kapaklı bir işimiz yok. İsteyen gelip gezebilir. Kapımız herkese açıktır" diyerek net bir şekilde tavrını ortaya koyar. (Bkz. Hürriyet Gazetesi 23 Ocak 1989 Pazartesi, Hayri köklü / Aziz Aykaç)
Dünyada en çok çileyi çekenler peygamberlerdir. Peygamberlerden sonra sırasıyla sahabe, tabiin ve mürşid-i kâmillerdir. Allah Resulü çok cefa ve iftiralara maruz kalmasına rağmen; "-Bir elime güneşi diğer elime de ayı verseniz, bu davadan asla vazgeçiremezsiniz" buyruğunu ilan ediyordu. Peygamberimiz (S.A.V.)'i canından, malından ve herşeyinden çok sevenleri olduğu gibi, O'nu (S.A.V.) öldürmek istiyor, sinsi planlar hazırlayan müşrikler vardı. Peygamber hayatını düstür edinen mürşid-i kâmillerin de binlerce sevenleri ve müntesibleri oluyor, aynı zamanda her türlü iftirada bulunan sevmeyenleri ve münkirleri de mevcut. Cilve-i Rabbani olsa gerek, dünya devam ettiği sürece bu iki zıt kutup insanoğlunun serüveni olacak. Yani sevgi ve nefret ikilemi...
Seyda Hazretleri bu dünyadan ayrılacağı sırada ardından altı halife yetiştirerek 63 yaşında vefat etmiştir. Mevlana Halid Zülcenahayn (K.S.)'da tam 400 halife bırakmıştı. Tabii bu zamanda binlerce sofiden ancak bu kadar yetişebiliyor. Çünkü zaman o zamanki gibi değil. Zaman iman kurtarma zamanı olmuş. Ki, birçok tarikat-ı Aliyyenin şeyhleri göç edince ardından bir halife dahi olsun bırakmamış ve böylece nisbetlerini devam ettirememişlerdir, ama Sadat-ı Kiram (Gavs-ı Sani Hazretlerine uzanan şecere) özellikle bu yolun kıyamete dek sürdürebilmek için, hem zahiri ilimlerin devamı için (şeriatta bahsedilen 12 ilim) medrese yolunu, hem de batını ilimlerin devamı içinde dergâh yolunu tüm saf-ı gayretleriyle yürütüyorlar. Hatta İmam-ı Rabbani Hazretleri (K.S.), Nakşibendî yolunun kıyamete dek süreceğini müjdelemiştir.
Seyda Hazretleri (K.S.), Resulullah (S.A.V.)'ın sünnet-i seniyesine sıkı sıkıya bağlı ve takipçisi idi. Öyle ki vefatında bile Allah Resulü'nün yaşında ruhunu teslim etmeyi arzulamıştır. Seyyid Fevzeddin Hazretleri:

" -Babam yaşımı hesaplayın dedi. Bizler hesaplamaya durduk. Bize tekrar:
" -İyi hesaplayın" dedi. Anladım ki, babam 63'ü geçmek istemiyordu.
Seyda Hazretleri tam tamına 63 yaşında Allah'a kavuştu. Seyyid Fevzeddin Hazretleri bir sohbetlerinde gözü yaşlı bir halde:
"-Eğer Seyda (K.S.)'inin vasiyeti olmasaydı, O'nu çok sevdiği Ankaralı sofilerden ayırmazdım. Pursaklar camiinin yapımında çokça titizlik gösterdiği yerde defnederdim. Ne varki vasiyeti vardı. "Ben vefat edersem beni Gavs'ın yanına defnedin" demişti.
Seyda Hazretleri, bu dünyadan göçtü ama o hep gönüllerde yankı buluyor. Halifelerinden Molla Yahya Hazretleri şöyle der:
"Halife bırakan mürşidi kâmil bu dünyadan göç etse de yaşar"
Seyda Hazretleri alışılmışın dışında herkesi cezbeden bir zat idi. Gönüller Sultanı denmesi bu yüzdendi.
Seyda Hazretlerine sorarlar:
"- Kurban Hacca gidecegiz. Karayoluyla mı yoksa hava yoluyla mı gidelim?"
Seyda (K.S.):
"- Hava yoluyla gidin de bir an evvel oralarda çokça amel edin".
Gavs'ın işaretiyle Menzil'de su keşfedilir. Kazma kürekle su çıkartılır. Daha sonraları Seyda Hazretleri'nin, sondajla su çıkartma işlemlerini başlatması tekniğe önem verdiğini gösterir. Nitekim Pursaklar camiinin bitişiğinde sondaj vurdurup su çıkartılmıştır. Teknoloji sünnetullahtır.
Seyda Hazretleri şifa niyetiyle gelenlere:
"- Doktora, doktora gidin. Allah sizlerden razı olsun biz doktor değiliz" derdi. Israr edenlere ise:
"- Allah şifa versin" diye dua ederdi. Ekseri katarakt ameliyatı geçirenler ameliyat sonrası şikâyet etmelerine rağmen Seyda Hazretleri'nin göz ameliyatında şikâyet etmeksizin doktorlara bu konuda teslim olması manidardır.
Tıp talebelerinden biri:
"- Kurban derslerim iyi değildir" der. Seyda Hazretleri:
"- Bize muhabbetin mi azaldı" diyerek derslere çalışmanın bizlere de muhabbet beslemeye eşdeğer anlamının mesajını verir.
İlmi olan bir zat merak için Menzil'e gelir. Binlerce insanın vaaz ve sohbet olmaksızın akın akın gelmesine bir anlam veremez. Bu merakını Seyda Hazretleri'ne (K.S.) sorar:
"- Efendim nedir bu? Bunca insanın sohbetsiz, vaazsız buraya gelmesini anlamış değilim".
Seyda Hazretleri cereyan telini göstererek:
"- Bu nedir?"
İlim sahibi:
"- Elektrik teli" der.
Seyda (K.S.);
"- Peki, bu elektrik telinde ne var?" diya sual eder.
İlim sahibi:
"- Cereyan" der.
Tekrar Seyda (K.S.):
"- Cereyanı zahiren gösterebilir misiniz?"
İlim sahibi bu durumdan ders alarak, vaazın, sohbetin tek başına insanları biraraya getiremeyeceğini, gizli bir manevi tasarrufla insanların irşad olabileceğini anlar.
Seyda Hazretleri öz evlatlarından çok zamanını sofilere ayırırdı. Onların dertlerini dinler ve gelen misafirlere muhakkak ikram eksik etmezdi. Menzil'de çorba eksik olmaz. Değirmen insanların öğütülmesini, ekmek fırını cehennemde günahların temizlenmesini, Menzil ise rahmet deryasını gösterir. O kadar kalabalığa yemek vermesi ve çok sayıda insana yetmesi o toprakların (ki o topraklar bir zamanlar kıraçmış ta ki Sadatlar gelene dek) bereketine işarettir. Ekinlerin o kadar insanı iaşe etmesi ayrı bir keramettir. Seyda Hazretleri'nin bize görünürde yansıyan ibadetleri hergün Kur'an'dan bir cüz, gece teheccüd namazı, işrak ve kuşluk namazları idi.
Seyda Hazretleri (K.S.) şöyle der:
"-İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır".
Enbiyaya varis olmak, ancak hem zahiri ilim hem de batıni ilimle olur. Bir insanda ilim zahiri olup, ilim batıni yoksa varis olamaz. Veyahut ilmi batıni olup da ilmi zahiri yoksa yine varis olamaz. Mutlaka ikisi de olması lazım.
Seyda Hazretlerine uzanan silsile-i şerifin özeti diyebileceğimiz dörtlü beyitleri (Hasan Kılıçtan seslendirmesi) manidardır:

Bu nurlu yol başladı Peygamberle
Devam eder gelir Nakşibendiyle
Bu kapıda dolu gönül erleri
Seyyid Abdulkadir Geylanilerle

Şeyh Abdulhalık-ıl Gücdivaniyle
Devam eder İmam-ı Rabbaniyle
Rabbimin çift kanat verdiği yâri
Şeyh Mevlana Halid Zülcenehaynla

Şeyh Seyyid Abdullah Hazretleriyle
Gör Şeyh Seyyid Taha O'nun izinde
Her zamanının bir Gavsı var unutma
Gavs-ı Hizani girdi silsileye

Eşşeyh Abdurrahman-i Tahi ile
Şeyh Fethullah hemen O'nun peşinde
Bu kapının sultanları hiç bitmez
Eşşeyh Muhammed Diyauddinlerle.

Yer ile gök birbirine girse de
Ahmedül Haznevi girer sohbete
Müridleri hal ehli cezbe ehli
Gavs-ı Azam Seyyid Abdulhakim ile.

Sultanül Müslimin Muhammed Raşid ile
Devam eder gelir bu yol bizlere
Ya sultanlar sultanı Seydam ile
Nazarı yetişir bütün evlere

Gözünü aç bak şunu iyi belle
Şimdi zaman Seyyid Abdülbaki'de
Hasan der bi lki kıyamete dek
Menzil'deki bu nur hiç bitmeyecek.

Cahilin Abidi de Sofisi de hüsrandadır
SELİM GÜRBÜZER
Şanlıurfalılar onu çok iyi bilir. Çünkü Musiki ustası Tenekeci Mahmud’un oğludur o. Gerçi oğul da babasından geri kalmaz, o da başka alanlarda mesela muhabirlikten gazeteciliğe adım atar da. Hatta sinema, radyo ve televizyon alanında da doktora yapmayı ihmal etmez. Aynı zamanda kendisi değişik bakanlıkların bürokratik kademelerinde hizmet vermişliği de söz konusu. Bilhassa kendisi Urfalı olması hasebiyle bölgenin kültürel yapısını da çok iyi analiz eden bir mizaç sahibidir. Nitekim Güneydoğunun Gülü Seyda Hz.lerinin vefatının ardından yazdığı makaleler dikkat çekici de. İşte soyadıyla müsemma iyi bir gözlemci diyebileceğimiz Osman Güzelgöz bakın Seyda Hz.lerinin ardından yaptığı tespitte ne demiş bir izleyelim:

ŞEYH SEYYİD MUHAMMED RAŞİD HAZRETLERİ

''Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir'' hadis-i şerifinin muhataplarından birisi olan Menzil Dergâhı şeyhlerinden S. Muhammed Raşid (Erol) Hazretleri, 22 Ekim 1993 günü 63 yaşında Rahmet-i Rahman'a kavuşmuştu. Arkasında on binlerce yaşayan eser bırakan Gönüller Sultanı Seyda Hazretleri'nin hayatı, nasihatleri, yol göstericiliği ve samimi hizmetleri halen meyve vermekte, hatıraları tazeliğini muhafaza etmektedir.

Tasavvuf deryasının farklı, mütevazı, coşkulu, ihlâslı nehirlerinden birisi olan Seyyid Muhammed Raşit Hazretleri; ilme, ahlak-ı Muhammedî (s.a.v.)'e, uhuvvete verdiği ehemmiyet ve samimiyeti ile gönüllere dolmuş, İslam'ı temsildeki ısrar ve hassasiyeti ile de irşad ve tebliğ mücadelesinde örnek bir dergâh teşekkülünün temel taşı olmuştur.

Seyda Hazretleri'nin halifelerinden olan Molla Yahya Pakiş, şeyhinin en belirgin hususiyetlerini bize şu özlü sözlerle aktarıyor:

''Seyda Hazretleri'nin en belirgin vasıfları tevazuu ve merhameti idi... kendisi hiç bir zaman hiç kimseye karşı incitici harekette bulunmamış ve kin duymamıştı. İlme verdiği ehemmiyet ve milletin cehaletten kurtarılması hususundaki ısrarını da önemli vasıfları arasında saymak lazımdır. Biz o zatı her zaman; ilme, âlime, uhuvvete, ihlâsa, İslam'a ve ahlak-ı Muhammedî (s.a.v.)'e verdiği ehemmiyet ve bu hususlardaki ısrarı ile tanıyor ve yâd ediyoruz...''

Nakşibendîliğin Anadolu'da yayılması ve yaygınlaşmasında ehemmiyetli hizmetleri olan babası (k.s.)'den sağlığında icazet aldığı halde irşada başlamayan Seyda Hazretleri, 1972 yılında Gavs (k.s.)'ın vefatından sonra Menzil Dergâhı’nda irşad hizmetini başlatmıştır. Babasının tasavvuf, ilim ve irşad mirasını diğer halifeleri ile birlikte devam ettiren Muhammed Raşid Hazretleri'nin, oğullarına, yakınlarına, talebe ve halifelerine yaptığı hususi tavsiyeleri yine Molla Yahya Pakiş'ten dinliyoruz:

''Şeyh Muhammed Raşid Hazretleri, yakınlarına, bizlere ve oğullarına siyasetten, particilikten uzak durmamızı ısrarla tembih ederdi. Müslümanlar arasında particilik yolu ile tefrika olabileceğine dikkat çekerdi. Yani 'Camiye, dergâha gelen herkes Müslüman’dır' derdi. İkinci önemli nasihati ise; ‘İslam ve iman hizmeti, ilim ve dua karşılığında maddi menfaat alınmaması, talep edilmemesi’ hususu idi.

Menzil Dergâhı’na varıp tadına doyulmaz bulgur çorbasını içen, apayrı bir lezzette ki tandır ekmeğini yiyen, dertleri için dua talep eden, güler yüz ve samimi karşılıklar bulan hemen herkes o büyük zat'ın hususi nasihat ve sohbetlerinden istifade eden her ırktan, kültürden ve makamdan insanın aynı frekansı tutturması, aynı hazları duyması ve hayatının ondan sonraki kısmında müspetlik adına değişmeler olması, üzerinde durulması gereken önemli unsurlardır diye düşünüyorum. Çeşitli vesilelerle ziyaretine gittiğimizde biz de aynı atmosfere girmiş ve büyük lezzet almıştık. Bir keresinde Güneydoğu ve terörle alakalı olarak sorduğum bir soruya şöyle cevap vermişti Seyda (k.s.):

''İnsanların hayatlarını İslam'la tezyin edip herkesi fıtratına, asliyetine döndürmedikten sonra bu işin üstesinden gelmek zordur. Milletimizi rahatsız eden bu taşkınlıkların, anarşinin önüne setler koymamız gerekiyor. Bu setlerin en önemlisi iyi yetiştirilmiş bir gençliktir. İlimle teçhiz edilmiş bu gençliği işte bu önemli ocaklarda, cemaatlerde, teşkilatlarda bulabilirsiniz. Allah bu tür hizmetleri yapanlardan razı olsun...''

Vefatının ikinci yılında yeniden rahmetle andığımız Seyda Hazretleri'nden en çok istifade eden muhib ve talebelerinden birisi, bakın duygularını nasıl dile getiriyor:

''O gönüller sultanıydı. Yani onu kim görse sever, âşık olur, bağlanırdı. Belki bağlanmayan, müridi olmak istemeyenler de olabilirdi. Ama mürşidi olarak teslim olmayanlar bile onu çok sever, saygı duyardı. Çünkü o, çiçekleri elinde tutup koklarken, sanki tüm sofilerini tutuyor, kokluyor gibi hassas, sevgi dolu ve ince ruhlu idi... Engin ve uçsuz bucaksız deryalar gibi heybetli ve vakarlı idi... Elinde renk renk gülleriyle otururken, yürürken, öyle masum ve öyle azametli, güzel ve sevimliydi ki; nasipsiz, idraksiz ve bazı istisnalar hariç onu gören her insan 'işte Allah dostu..işte can.. işte Ehl-i Beyt.. İşte Sultan' diyordu... Konuşması da çok güzeldi Sultanımın... Susması ise daha güzeldi. Ötelere, ötelere, taa ötelere götürürdü insanı... Susarken konuşur. Sükûtu ile sohbet ederdi...'' (Bkz. Şenel İlhan'ın Feyz dergisindeki sohbetinden)

''Cahilin âbidi de, sofîsi de hüsrandadır'' diyen Seyyid Muhammed Raşit Hazretleri ile ilgili (belki de haddimizi de aşarak) kaleme aldığımız bu yazıyı yine onun hususi sohbetlerinden bölümlerle devam ettirmek istiyorum:

''Ey Allah'ın kulu! Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofî yapmaktan efdaldir. Hele o talebe varis-ül enbiya olursa... Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük âlimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse pek azdır. İlimle meşgul olan kimse dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor demektir. İlmin olmadığı yerde cehalet olur. Cahilin âbidi de, sofîsi de hüsrandadır. Siz Osmanlı'ya bakınız. Ne idi, ne oldu? Sultan Abdülhamid arif-i billâh idi. Başa geçer geçmez memlekette talebe yetiştirme seferberliği başlattı.

Nakşibendî tarikatı, medrese ve tekkeyi birlikte yürütür. Hz. Muhammed Diyauddin (k.s) doğu cephesinde müridleri ve talebeleri ile savaşırken bölüklerinin başka bir yere nakledilmesi icap etti. Gittikleri yerde müridler önce mutfak çadırını kurmaya koyuldular. Hazret, çalışma mahalline gelince 'Talebelerin seslerini duymuyorum.. Bu ne çadırıdır?'' diye sordu. Müridleri, mutfak çadırı olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Hazret (k.s.), bu durumda savaşmaya gerek kalmadığını, düşman ile savaşmanın sebebinin ilay-ı kelimetullah olduğunu ve bunun da medreselerle, talebe yetiştirmekle mümkün olabileceğini beyan etti. Hemen mutfak çadırının bozulup önce medrese çadırının kurulmasını, daha sonra diğer çadırların yerleştirilmesini emretti. Hazret, medrese çadırları kurulduktan sonra kalkıp savaşa devam etti.''

Yine başka bir sohbetinde ise:

''Tevbe halis olduğu zaman insan istikametini düzeltir, yönünü Allah'a çevirir, hali güzelleşir, yeni bir hayat yaşamaya başlar. Bu yeni hayatını Allah'ın rızası istikametinde devam ettirirse bu hal, kulun tövbesinin kabulüne işarettir. Ey cemaat! Siz, küçük günahları hafife almayın! Çünkü küçük günahlar büyük günahlara sebep olmaktadır. Sakın kibir üzere olmayın! Her türlü günah nefisten ve kibirden zuhur eder. İnsan ne zaman fakrını ve aczini idrak ederse o zaman nefsin kibir ve azameti kalmaz. İşte o zaman kişi, kâmil bir mümin sıfatı ile hayatını devam ettirebilir '' diyor. (Bkz. Kur'an ve Sünnet Işığında Rabıta ve Tevessül/ Heyet)

SEYDA HAZRETLERİ (K.S.)

Ülkemizin temel manevi dinamiklerinden olan Nakşibendî şeyhlerinden S. Muhammed Raşid (Erol) Hazretleri vefatının 3. yılında rahmet, dua ve zikirlerle anılıyor. 22 Ekim 1993 tarihinde Rahmet-i Rahman'a yürüyen Seyda Hazretleri'nin, binlerce insanın İslam'ı tanıması ve sevmesinde önemli bir vesile olduğu biliniyor.

S. Muhammed Raşid Hazretleri'nin babası merhum S. Abdülhakim el Hüseynî'nin 4 halifesi vardı. Bunlardan biri de oğlu Muhammed Raşid Hazretleri idi. Muhammed Raşid Hazretleri babasının sağlığında ''halifelik icazeti'' aldığı halde irşada başlamamıştı. Babasının vefatından sonra Menzil Dergâhı’nda irşadı başlamış oldu. Bu irşad; ilim, uhuvvet ve tevazu ile 23 sene devam etti. Birçok insan S. Muhammed Raşid Hazretleri'nin vesilesi ile hakikate, hidayete ulaştı. Onun döneminde Menzil Dergâhı adeta bir sehavet, uhuvvet ve ihlâs merkezi oldu. Türkiye'nin ve hatta dünyanın birçok yerinden Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri'ni ziyarete gelen, duasını talep eden, kendisine intisab eden insanlar huzur içerisinde, kardeşlik içerisinde İslam'ı öğrenmeye ve yaşamaya başladılar.

S. Muhammed Raşid Hazretleri'nin en belirgin vasfı; tevazuu ve merhameti idi. Kendisi hiçbir zaman hiç kimseye karşı incitici bir harekette bulunmamış, kin duymamıştı. Dergâhında binlerce kişi etrafında pervane olurken, kimse onda kibir veya kabalık gibi herhangi bir hareketin zerresini bile görmedi. Ayrıca ilme verdiği ehemmiyet ve milletin cehaletten kurtarılması hususundaki ısrarını da vasıfları arasında saymak lazımdır. Bütün şeyhler keşf ve kerametleri ile sürekli anılırlar. S. Muhammed Raşid Hazretleri'nin de elbette birçok kerameti vardır. Fakat çevresindekiler S. Muhammed Raşid Hazretleri'ni her zaman ilme, âlime, uhuvvete, ihlâsa, İslam'a ve ahlak-ı Muhammedî’ye ye verdiği ehemmiyet ve bu hususlardaki hassasiyeti ile tanıyor ve yâd ediyorlar.

Seyda Hazretleri; yakınlarına, oğullarına ve halifelerine siyasetten ve particilikten uzak durmalarını ısrarla tembih ederdi. Müslümanlar arasında particilik yolu ile tefrika olabileceğine dikkat çeker ve ''Camiye, dergâha gelen herkes Müslüman’dır'' derdi. Bir diğer önemli nasihati ise; İslam ve iman hizmeti, ilim ve dua karşılığında maddi menfaat alınmaması, talep edilmemesi hususu idi. Âlim ve fazıl kişiliği ile gönüllerde yer edinmiş olan bu Allah dostu büyük zatın (şahit olduğumuz kadarı ile) en önemli hususiyetlerinden birisi de, ilme ve talebe yetiştirmeye verdiği ehemmiyetti. Sohbet ve nasihatlerinde bu hususu sürekli olarak dile getiren Şeyh S. Muhammed Raşid Hazretlerinin şu sözleri hepimizin her zaman ders alması gereken hususları içeriyor:

''Ey Allah'ın kulu! Bir talebe yetiştirmek bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe varisü-l enbiya olursa...''

Günümüz insanına; gönül ve kalp gözünün pırıltıları, ihlâs ve takvanın ışıkları, ilim ve hilmin kuşatıcı esintileri ile ''yol göstericilik'' yapan Seyda Hazretleri nasihatleri ile bugün bile insanımıza taze mesajlar veriyor:

''Herkesten fetva sormayın. Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük âlimlerden öğrenin. İlimle meşgul olan kimse en güzel işi yapıyor demektir. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de, sofisi de hüsrandadır.''

Muhammed Gülleri'nden bir olan, yaşadığı bölgeyi ve beldeyi; kış içerisinde baharı, ateşler içerisinde suhuleti, huzuru ve uhuvvet temsil eden bir konuma kavuşturan Seyda Hazretleri, binlerce müridi ve muhibbi olmasına rağmen çevresinde tevazuu ve merhameti ile tanınıyor.

''Bu devirde bizler tarikat hizmetinden çok iman hizmeti görüyoruz. Eskiler bir insanı farz borçlarını kaza ve eda etmeden tarikata almazlardı.'' diyerek günümüzde yapılacak tebliğ ve irşat hizmetlerinin yönünü tayin eden Seyda Muhammed Raşid Hazretleri tövbe ile ilgili şu nasihatleri ne kadar anlamlı ve tesirli:

''Gavs Hazretleri insanlara tevbe telkin ettiğinde kendisi de tevbe edenle birlikte kendi günahları için Allah'a tevbe ederdi. İslam'da tevbe vardır. Kul veli de olsa kusursuz olmaz. Yalnız tevbe kalben olmalıdır. Gafletle yapılan tevbe sahibine fayda vermez. Bir kimse halis bir şekilde tevbe ederse Cenab-ı Hakk onun geçmiş günahlarını siler, hatta yerine sevap dahi yazılır. Tevbe halis olduğu zaman insan istikametini düzeltir, yönünü Allah'a çevirir, hali güzelleşir, yeni bir hayat yaşamaya başlar.''

İşte, Osman Güzelgöz’ün Seyda Hz.lerinin dilinden aktardığı tespitlerde görüldüğü gibi ‘Cahilin abiidi de, sofisi de hüsrandadır’ söz üzerinde bir değil bin defa düşünmemiz gereken en can alıcı husus olsa gerektir.

Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2689/cahilin-abidi-de-sofisi-de-husrandadir.html