ANNE KARNINDA Kİ DÖNÜŞÜMLER

ANNE KARNINDA Kİ DÖNÜŞÜMLER

ALPEREN GÜRBÜZER

İnsan embriyosunun geçirdiği safhalarının varlığını ortaya koyan Zümer suresi ayet :6 da Allahü Teala; ’’ ...Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır, İşte bu Rabbiniz olan Allahtır’’ buyuruyor.
Bilindiği üzere hücrelerin birleşmesinden dokular, dokuların birleşmesinden de organlar oluşur. İşte bu değişime benzer evreler ayette geçen üç karanlık safhalarının birincisi hücre aşamasıdır. İkinci karanlık evre de doku aşamasıdır. Üçüncü karanlık aşama ise organlar safhasını oluşturur. Bu safhaların arasındaki evreler embriyonun geçirdiği ayrıntılarını teşkil eder.. Sperm ve yumurta hücresinin birleşmesiyle zigot oluşur. Zigotun bölünerek embriyonik safhalar denilen blastula, morula ve gastrula gibi hücre safhaların periyodik ana kapsamı içinde gelişen dönüşümlerdir. Yani Kur’anın işaret ettiği üç karanlık safhası ana başlıklarının detayları bilimsel çalışmalarla tespit edilerek değişik isimler altında sınıflandırılmaktadır. Belli ki embriyolojik gelişimde planlı ve proğramlı bir ölçünün olduğu gün gibi aşikar.

ANNE KARNINDA Kİ DÖNÜŞÜMLER
SELİM GÜRBÜZER
Dünyaya gelen yavrunun anne karnında geçirdiği tüm aşamaların yer aldığı bölümler leğen kemiği (pelvis) bölgesi sınırları dâhilinde karın boşluğunda gerçekleşmektedir. Bilindiği üzere dişi üreme organları; dişi gamet hücresi ovumu üreten (yumurtayı üreten ) ovaryumlar (yumurtalıklar) ile yumurtanın döllendiği ve akabinde oluşan canlı taslağı embriyonun fetüse evrilip gelişim kaydetmesiyle doğuma hazır hale gelen bebeğin dışarıya çıkarılacağı kanallar sisteminden müteşekkil bir yapıdır.
Hele bu yapı içerisinde ovaryum bizatihi anne rahminde bebeğin oluşumunda yumurtayı üreten organ olarak katkı sunarken, oviduct, uterus (kornus uteri, korpus uteri ve serviks uteri), vajina ve vulvadan oluşan kanallar sistemi ise bebeğin dışarıya çıkarılmasında daha çok katkı sunmaktadır. Malum dişi üreme organları sağlı sollu iki boynuz kısımlarda konumlanmışlardır. Nitekim boynuz kısmın bir tarafında yer alan ovaryum (yumurtalık) çocuğun oluşumu için yumurta ve gebelik hormonu üretimi misyonu yüklenmiş olarak konumlanırken, boynuzun diğer bir tarafında oviduktan (yumurta kanalından) müteşekkil organlar sistemi ise hem fertilizasyon (döllenme) olayının gerçekleşmesine yataklık yapmak hem de çocuğun anne rahminden dışarı çıkması yönünde misyon yüklenmiş olarak konumlanmış olur. Ve bu sistem üzerine kurulu yapıda doğacak olan bebeğin cenin ya da fetüs haldeyken konumlanacağı mekânsa malum daha çok kendisinden rahim veya döl yatağı olarak söz edilen uterustan başkası değildir elbet. Hatta burası vajina bölgesinden tamamen apayrı bir alanı kapsayan kendine özgü içten dışa üç tabaka halde sıralanmış endometriyum (rahmin iç yüzeyini kaplayan tabaka) myometriyum (rahmin orta kalın tabakası) ve perimetriyum (rahmin dışında tunika seroza tabakası) katmanlarından oluşmuş bir yapı olarakta dikkat çeken bir bölümdür. Hem nasıl dikkat çekmesin ki, baksanıza bebek için burası bir konaklama mekânı olmanın ötesinde doğum zamanı gelip çattığında kendine özgü kas refleksleri yapısıyla yavrunun dünyaya gelmesini sağlayacak ana rahmi bir mekândır. Sıradan bir mekân olmadığı şundan besbellidir ki; kornu uteri, korpus uteri ve serviks uteri denen üçlü sacayağı üzerine kurulmuş barınma otağının ta kendisi bir mekândır burası. Kelimenin tam anlamıyla böylesi donanımlı boynuz yapı görünümünde ana rahim otağı içerisinde konumlanmış olarak yer alan:
-Kornu uteri (tuba uterina) bir taraftan sağlı sollu çift kanallı bir sistem olarak dikkat çekerken diğer taraftan da ovidukttan kendisine gelen embriyonun tutunmasına destek çıkması sayesinde uterus duvarına implante olabilmesini ve anneden besin desteği almanın şartlarının oluştuğu bir bölüm olarak dikkat çeker.
-Korpus uteri de malum spermatozoonların taşınmasında, korpus luteum hormonunun işlevinin düzenlenmesinde, implantasyon, gebelik ve doğumun başlatılmasında son derece öneme haiz rahimin en geniş ve en büyük bölümü olarak, yani ana rahmin tam orta bölümde yer alan pelvis ve karın bölgesine bağlı bir birim olarak dikkat çeker.
-Rahimin bir diğer öğesi serviks uteri ise rahim ağzı olarak bilinen korpus uteri ve vajina arasında, yani rahmin alt bölümünde yer alan mukus salgılayarak sperm hücrelerinin geçişine imkân sağlayan son derece öneme haiz hindi boynu yapıda adeta bariyer sistemi vazifesi üstlenmiş bir birim olarak dikkat çeker.
Anlaşılan o ki, anne karnında bebek iç içe geçmiş hangi bölümlerde soluklarsa soluklasın ve hangi karanlık odalarda konaklarsa konaklasın sonuçta dokuz aylık bir sürecin ardından varacağı yer bu kez karanlık odalar değil bilakis aydınlık dünya konaklarında gözünü açmak olacaktır. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta “O sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini de var etmiştir; hayvanlardan da sizin için eş lütfetti. Sizi annelerinizin karnında üç karanlık içinde türlü yaratılış safhalarından geçirerek yaratmaktadır, İşte bu yaratıcı, rabbiniz olan Allah’tır. Hükümranlık O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen olup da hakikatten uzaklaşabiliyorsunuz?” (Zümer, 6) diye beyan buyurduğu ayetiyle insan embriyonunun geçirdiği üç karanlık konaklama safhalarının varlığına işaret eder. Zira işaret edilen embriyonik karanlık safhaların temelleri 23’er kromozomlu yarı anne ve yarı babadan gelen gamet hücrelerinin (n+n) birleşmesiyle oluşan 46 kromozomluk zigot (2n) oluşumuna dayanır. Malumunuz başlangıçta sperm ve ovum hücresinin izdivacıyla zigot oluşumu gerçekleşir. Ardından ise zigotu takiben embriyolojik oluşum ve fetüsün anne rahminde kalacağı süreç içerisinde kat ettiği karanlık aşamalar vuku bulur. Derken dokuz aylık bir sürecin akabinde dünyaya nur topu bir bebeğin doğuşuna ve gelişine şahit oluruz.
Aslında embriyoloji derslerinde öğrendiğimiz kadarıyla bebeğin daha dünyaya gelmeden önce anne rahmindeyken şahit olacağımız bir dizi hadiseler zincirini şu şekilde özetlediğimizde:
-Sperm ve yumurta hücresinin birleşmesiyle oluşan zigotun mitoz bölünme neticesinde 2, 4, 6, 8, 16 dilimli hücreler oluşturduğu bir tabloyla,
-Oluşan bu hücrelerin her biri ana hücreden devr aldıkları bilgi kodları sayesinde dönüşüm ve başkalaşım safhalarından geçerekten dokuları oluşturduğu bir tabloyla,
-Oluşan dokuların bir araya gelip organları oluşturduğu bir tabloyla,
-Organların bir araya gelip tüm insan bedenini oluşturduğu bir tabloyla karşılaşacağımız bir özet olacaktır. Öyle ki karşılaşacağımız bu tablo artık günümüz teknolojilerinden ultrason cihazıyla da çok rahatlıkla izlenebilir hale gelmiş durumdadır. Derken izleyeceğimiz bu tabloda anne karnında karanlıktan aydınlığa yürüyüş diyebileceğimiz noktada cereyan edecek olan bir dizi embriyolojik gelişim safhaları bize aynı zamanda yukarıda zikredilen ayette geçen üç karanlık safhalarını da hatırlatmış olacaktır. Hem nasıl bize hatırlatmasın ki, baksanıza embriyoloji bilim dalının önümüze koyduğu tabloda karanlık evrelerin birinci aşamasının hücre oluşumları, ikinci aşamasının doku oluşumları, üçüncü aşamanın ise tüm organları kapsayan ete kemiğe bürünmüş vücut oluşumuna yönelik aşamalar olduğunu bize göstermektedir. Üstelik bu sıraladığımız aşamalara ilaveten bizim daha nice bilmediğimiz her bir aşamanın kendi içinde kat etmesi gereken bir dizi aşamaların varlığı da söz konusudur. Nasıl mı? Mesela embriyonik hücrelerin mikroskobik oluşumuna baktığımızda “endoderm, mezoderm, ektoderm” olarak aşama aşama gelişim kaydedip, daha sonra bunlar insan bedenini oluşturacak değişik tipte doku ve organlara çevrilebilecek bir yapı olarak sahne aldıklarını görürüz. Böylece kat edilen bu dönüşümler sayesinde insana ait tüm biyolojik kodlar tamamlanmış olur.
İşte görüyorsunuz embriyolojik süreçte A’dan Z’ye gerçekleşen tüm bu oluşumlar başlangıçta köken itibariyle aynı zigotun birer unsurlarıyken, embriyolojik gelişimin ilerleyen safhalarında bir bakıyorsun bir anda birbirinden farklı fonksiyonlar icra eden organlar olarak sahne almaktalar. Derken bu sayede teşekkül eden her bir oluşumdan bir bakıyorsun kulak işitmek için, göz görmek için, dil tatmak için, sinir iletişim için, iskelet sistemi vücuda dayanıklılık sağlamak için, mide sindirim yapmak için yaratılmış olduğunun idrakine varmış oluruz. Hem nasıl idrakine varmış olmayalım ki, Yüce Allah (c.c) bizatihi bu hususta yarattığı kullarına “Ben bir kulumu sevdim mi gören gözü, işiten kulağı tutan eli olurum” diye beyan buyurarak bu gerçeği idraklerimize sunmuştur. Her ne kader idraklerimize sunulan bu hadis-i kutsi daha çok Yüce Allah’ın sevdiği kullar üzerinde zatı sıfatının tecellisi manasına yorumlansa da, aynı zamanda bu hadis-i kutsiyi “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar” hadis-i şerifin mana ve ruhu çerçevesinde de yorumlayabiliriz pekâlâ. Zira embriyonun geçirdiği evreler başlı başına Yüce Allah’ın doğacak olan çocuğun fıtratıyla ilahi tecellisinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmakta. Malum Tıp dünyası ise bu işin daha çok zahiri kısmıyla alakadar olmuştur, ama bu demek değildir ki bu işin manevi tarafı hiç yoktur. Oysaki meseleye hem zahiri açıdan hem de batıni açıdan baktığımızda her iki ilminde kaynağının Yüce yaratıcı kudret sahibinin bizatihi Allah (c.c) olduğunun idrakine varmış olacağız demektir. Öyle ya, madem ilim Allah'ın sıfatıdır, o halde ilmin iç ve dış sırlarına vakıf olma gayretinin bir gereği olarak kâinatta var oluş ve yok oluş hadiselerinin her birine hem zahiren hem manevi yönden bakış açısı geliştirmemiz gerekir. Belli ki dünya döndükçe ilmin her iki kanalı da kendi yatağında bir su misali akıp gelişim kaydedecektir. Ancak bizim için öncelikli olan Yaradana teslim olmak kaydıyla ilim yolunda ilerlemek esas olmalıdır.
Bilindiği üzere insan programının tüm şifrelerini bağrında taşıyan ilk nüve zigottur. Ancak şu da var ki; zigot ikiye bölününce süreç tamamlanmış olmuyor, daha bu sürecin akabinde devam edecek olan bir dizi başkalaşım ve dönüşüm süreçler de devreye girecektir. Yani, yukarıda da belirttiğimiz üzere zigotun hemen ardından devam edecek olan birçok başkalaşım evrelerin gerçekleşeceği bir süreç söz konusu olacaktır. Öyle ki 12 ila 16 arası sayıda hücre kümesi oluşumlarıyla birlikte morula, blastula, gastrula oluşumlarının yanı sıra canlı taslağı hale gelen embriyo ve akabinde gelişen fetüsün (cenin) birbiri ardı sıra sıralanan anne karnından dünyaya yolculuğun hazırlıkları denen bir süreç yaşanacaktır. Ki, doğum öncesi gelişim ve dönüşümlerin yaşandığı bu sürece prenatal devre denmektedir. Mesela bu süreçte morula evresinde döllenen hücre artık rahime kavuşmuş konumda başkalaşımı gerçekleşecektir. Blastula evresinde ki hücre ise başkalaşımını taşlı yüzük biçimi şeklinde vuku bulup adeta adından taşlı trofoblast olarak söz ettirecektir. Ve bu taşlı yüzüğün iç kısmı da malum Tıp dilinde embriyoblast diye ifade edilir. Her neyse adına ister parmağımıza taktığımız taşlı yüzük diyelim ister trofoblast, hiç fark etmez sonuçta blastulanın alt ünitesi trofoblast sayesinde hem rahime tutunma işlemi gerçekleşmiş olacaktır hem de implantasyon hadisesi vuku bulacaktır. Tabii bu arada unutmayalım ki, rahime tutunma işleminde flolikül hücrelerinin de katkı payı çok büyüktür, bu yüzden hakkını yememek gerekir, çünkü tutunmada bu hücreler birinci derecede rol sahibidirler. Öyle ki; söz konusu hücreler daha önceden yumurta hücresinin etrafını sarıp sarmalayıp korpus luteuma dönüştükten sonra en nihayetinde hormon salgılayan bez haline gelmek için var oluşlarını göstereceklerdir. Böylece gösterime giren bu bez oluşumu sayesinde hem blastulanın rahime tutunması için progesteron hormonu salgılanır, hem de yeni yumurta oluşumlarına geçit vermeyecek fonksiyonlar için östrojen hormonu salgılanır. Hâsılı bu safhanın en dikkat çeken bir başka dikkat çeken en önemli özelliği de trofoblastın embriyonun beslenmesinde plasenta imal ediyor bir konumda damgasını vuracak olmasıdır.
Tabii anne rahminde gerçekleşen tüm bu oluşumlar ve gösterimler iyi hoşta, peki bu arada embriyonun gösterimi nasıl tecelli edecektir derseniz, hiç kuşkusuz bu gösterimde bebeğin tepeden tırnağa adeta sistematiğini oluşturacak bir iç hücre küme taslağı şeklinde tecelli edecektir. Nitekim hamileliğin sekizinci gününün gösteriminde embriyoblastlar ektoderm ve endoderme dönüşümüyle sahne alıp üçüncü haftanın başına gelindiğinde ise her iki tabaka arasında mezoderm tabakasının teşekkül etmesiyle birlikte blastula safhası sona erip gastrula safhasının gösterimine geçiş yapılmış olacaktır. Ve ardından üçüncü haftanın sonuna gelindiğinde de embriyo devresinin teşekkülü gerçekleşir. Derken dördüncü ayın bitimi gösteriminde ise bütün safhaların sona erdiğinin göstergesi diyebileceğimiz bebek oluşumu gerçekleşir ki, oluşan bu yavru embriyoloji dilinde ‘fetüs’ olarak addedilir. Böylece fetüs oluşumuyla birlikte Kur’an’ın işaret ettiği bu üç karanlık safha nihayet tamamlanmış olup 9 aylık bir yolculuğun akabinde anne karnından nur topu canlının doğuşunun gösterimi vuku bulur. Anlaşılan o ki, embriyolojik gelişim an be an planlı ve programlı bir ilahi kudretin devreye girmesiyle vuku bulan bir mucizevî hadisenin ta kendisi bir gösterimdir. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v); “Her birinizin yaratılış mayası ana rahminde nutfe olarak 40 gün derlenip toplanır. Sonra aynen öyle (40 gün daha) kan pıhtısı (aleka) olur. Sonra yine öyle (40 gün daha) et parçası (mudğa) halinde kalır. Ondan sonra melek gönderilir. Ona ruh üfler ve dört kelimeyi yazar: rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını” diye beyan buyurmakla bu gerçeği işaret etmişlerdir. İşte Allah Resulünün beyan buyurduğu bu müthiş hadis-i şerifin mana ve ruhundan da anlaşılacağı üzere onuncu haftanın sonunda alaka safhası (aşılanmış yumurta safhası) bitip on dördüncü haftanın sonuna kadar tamamlanacak olan mudğa (et parçası) dönemi başlayacaktır. Derken birbiri ardına gösterime giren bu süreçlerin akabinde insan şeklini alan bir cenin oluşumu vuku bulup böylece anne karnında dokuz aylık bir konaklamanın ardından dünyaya adım atmış olunacaktır.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-gurbuzer/anne-karninda-ki-donusumler-5667-kose-yazisi