VEDA SOHBETİ
VEDA SOHBETİ
DÜNYA İLE MAĞRUR OLMAYALIM
Derleyen: ALPEREN GÜRBÜZER
Sultan Seyyid Muhammed Raşit Hazretleri (K.S.)'nin 10.10.1993 pazar günü Afyon'daki ikametgâhında Menzil'e gitmeden önce yapmış olduğu veda sohbetidir.
Sultan Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri (K.S.)
Çeviriyi yapan: Oğlu Seyyid Fevzeddin .
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Allah (C.C.) bizlere üç büyük nimet bahşetmiştir. Bu nimetlere çok şükür etmemiz lazımdır. Bu nimetlerden, oruç tutmak, zekât vermek, sadaka vermek, namaz kılmak. Allah (C.C.)'ın bize bahşettiği en büyük nimetlerdendir.
O nimetlerden birincisi ve en önemlisi: Allah (C.C.) bizi Müslüman olarak yaratmıştır. Bizim de bu nimete karşılık Allah (C.C.)'a çok ibadet etmemiz lazım. Bu ibadetlere karşılık Allah (C.C.) Müslümanlara cenneti ve içindeki çeşitli nimetlerihazırlamıştır ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Ona göre ibadetleri arttırmamız lazım gelir.
Allah (C.C.) isteseydi bizi Müslüman değil de kâfir olarak da yaratabilirdi. Kâfirler için ebedi cehennem ateşi ve azabı hazırlamıştır.
İnsan bir düşünecek olursa, bir mum alevine bile parmağını tutsa ateşinin acısına dayanamaz. İnsan bilerek bir ateşin bile parmağını tutamazken nasıl olur da ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve ibadet yapamaz? Bunu düşünerek ibadetleri arttırmalıyız. Allah (C.C.) bütün dünyanın servetini bize vermiş olsaydı Müslüman olabilmenin bedelini gene de karşılayamazdık.
Allah (C.C.)'ın bize sunduğu ikinci büyük nimet: Allah (C.C.)'ın bizleri en son ve en büyük Peygamber Hz. Muhammed (S.A.)'ın ümmeti olarak yaratmış olmasıdır. Nasıl ki Hz. Muhammed (S.A.V.) peygamberlerin en efdali ve üstünü ise Hz.Muhammed (S.A.V.)'ın ümmeti de ümmetlerin en üstünü olarak dünyaya gelmişlerdir.
Hz.Musa (A.S.), Levh-i Mahfuz'a baktığı zaman orada Hz.Muhammed (S.A.V.)'in öyle hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş ki: "ya Rabbi, keşke beni de Hz.Muhammed (S.A.V.)'ın ümmeti olarak yaratsaydın, başka bir şey istemezdim" buyurmuştur.
Hz.Peygamber (S.A.V.) buyurdular: "Benim ümmetimin evliyaları, Ben-i İsrail'in peygamberleri gibidir, (bu, büyüklük bakımından değil hidayet bakımındandır.)" Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşat
etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile fertlerini, bir kısmı kendi içinde bulunduğu kabilesini, bir kısmı da yalnız bulunduğu köyü irşat edebilmiştir. Hz.Peygamber (S.A.V.)'ın ümmetinin evliyaları Mürşid-i Kamiller ise daha fazla irşatta bulunarak daha çok kimselerin (insanların) hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.
Allah (C.C.) Hz.Muhammed (S.A.V.)'ın ümmetini son ümmet olarak yaratmış, bizleri de ümmetin en son kısımlarında yaratmıştır. Diğer ümmetler binlerce sene toprak altında (kabirde) yattıkları ve günahkâr olanların kabir azabı çektikleri halde, bu son ümmet az bir süre toprak altında yatacaktır ve (günahkârlar için de) azapları da çok kısa olacaktır. Kabir azabı da çok kısa bir zaman sürecektir.
Rabbül Âlemin'in nasip ettiği üçüncü büyük nimet ise Nakşibendî Tarikatıdır. Ebubekir Sıddık (R.A.) ümmetin efdali olduğu gibi, onun tarikatı da diğer tarikatların efdalidir.
Hz.Muhammed (S.A.V.) Miraç'a çıktığı zaman, Allah (C.C.) Peygamberimiz (S.A.V.) ve ümmeti için her gün 25 vakit namazı farz olarak kılmalarını emrediyor. Miraç'tan dönüşte Peygamber (S.A.V.) gökte Hz.Musa (A.S.)'nın ruhaniyeti ile görüşüyor. Hz.Musa (A.S.) 25 vakit namazın çok olduğunu, ahir zaman ümmetine ağır geleceğini, Allah (C.C.)'tan azaltılması için niyazda bulunmasını, Peygamberimize söylüyor. Resulullah (S.A.V.) da tekrar Allah (C.C.)'ın huzuruna varıp, 25 vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için niyazda bulunuyor Allah (C.C.) 5 vakit azaltarak farz namazlarını 20 vakte indiriyor. Resulullah (S.A.V.) geriye dönerken tekrar Hz.Musa (A.S.) ile karşılaşıyor. Hz.Musa (A.S.) gene çok olduğunu, ümmetinin buna takat getirmeyeceğini söylüyor ve azaltılması için tekrar Allah (C.C.)'ın huzuruna gitmesini söylüyor. Bu gidip gelmeler her gidişte 5 vakit namaz kılmaları, Muhammed (S.A.V.) ümmeti üzerine farz kılınıyor.
Peygamberimiz (S.A.V.) Hz.Musa (A.s.)'ın bizzat kendisi ile değil, Ervahıyla görüşmüştür. Tabii ki Allah (C.C.)'ın dostları ölmez, yalnızca nakil olur, yer değiştirir. O'nların himmeti, yardımı her zaman vardır.
Hz.Musa (A.S.) Hz.Muhammed (S.A.V.)'ın ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (C.C.)'ın yanındaki değerini Levh-i Mahfuzda gördükten sonra: "Ya Rabbi, Hz.Muhammed (S.A.V.)'ın ümmeti olamadım, ümmetini bari görenlerden olsaydım" diye arzu ediyor. O arada İmam-ı Gazali (R.A.)'nın ruhaniyeti oraya geliyor ve Musa (A.S.) ile görüşüyorlar.
Musa (A.S.):
—Sen kimsin? Diye sorunca, İmam-ı Gazali:
—Muhammed oğlu, Muhammed oğlu. Hamid oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap veriyor.
Bu cevap üzerine Hz.Musa (A.S.):
—Künyeni neden bu kadar uzun okudun? Yalnızca İmam-ı Gazali deseydin yetmezmiydi? Diyor. İmam-ı Gazali (R.A.)'de cevap olarak diyor ki:
—Allah (C.C.) Hazretleri, kelam konuşmaya gittiğin zaman sana kim olduğunu sorduğunda sen kendini tanıtırken, "Elinde bastonu, sırtında kepeneği olan çoban Musayım diye künyeni neden uzun kullandın, sadece Musa deseydiniz yetmez miydi? diye sorusuna soru ile cevap veriyor.
Hz.Musa (A.S.):
—Sen Allah (C.C.)'ın büyük peygamberlerindensin. Kelimullahsın. Kitap gönderilendensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine kavuşmak için künyemi uzattım diyor.
İmam-ı Gazali (R.A.) zamanının en büyük âlimi idi. Ama tasavvufu sevmeyen münkir bir âlim. İmam-ı Gazali (R.A.)'nın kardeşi ise tasavvuf ehli veli bir zat idi. İmam-ı Gazali (R.A.)'ye ilminden dolayı her müşkülü olan fetva almaya geldiği halde, kardeşi arkasında namaz bilerek kılmıyordu.
İmam-ı Gazali (R.A.) arkasında namaz kılmadığı için kardeşini annesine şikayet etti. Annesi İmam'ın kardeşini camiye cemaata gitmesi için ısrar etti. Gayesi İmam-ı Gazali (R.A.)'nın gönlünü almaktı.
Gazali'nin kardeşi annesine:
—Anne, onun arkasında benim namazım olmaz, dedi.
Bunun üzerine annesi fazla ısrar etti: "Bak oğlum, o senin büyüğün, sen cahilsin, ağabeyin âlim kişidir, herkes ona geliyor, müşkülünü halledip gidiyor, herkesin namazı kabul oluyor da seninki neden kabul olmasın? Mutlaka gidip arkasında namaz kılacaksın" diye çok ısrar edince İmamın kardeşi camiye gidiyor.
O gün İmam-ı Gazali (R.A.)'ye namazdan önce bir kişi geliyor ve hayız (Kadınlık hali) hakkında bir sual soruyor. İmam da "namazdan sonra gel, cevabını vereyim" diyor.
Namaza başlayınca İmam devamlı olarak hayız (kadınlık hali) ile ilgili suali düşünüyor ve namazın tamamını cevap hazırlamakla geçiriyor. Bu arada İmam'ın kardeşi devamlı tekbir alıyor (namazda olduğunu hatırlaması için), sonunda namazı bozuyor ve tekrar kılıyor.
İmam, kardeşinin ikide bir tekbir almasına ve namazı bozup, tekrar yalnız olarak kalmasına çok üzülüyor ve annesine şikâyette bulunuyor.
Annesi: "Oğlum, neden ağabeyinin namazına müdahale ettin, cemaatin içinde mahçup duruma düşürecek hareket yaptın, hani bana söz vermiştin, namazı kılıp gelecektin" deyince, İmam'ın kardeşi annesine:
— Anne bir insan göbeğine kadar kana bulanırsa onun arkasında kılınan namaz kabul olur mu? Diye soruyor ve "Bu soruyu ağabeyime de sor" diyor.
Annesi, İmam'a bu soruyu aynen aktarıyor.
İmam-ı Gazali (R.A.), namazdaki durumunu hatırlıyor, namazı hayızla uğraşmaktan tam olarak kıldırmadığını ve kardeşinin de keşif sahibi olduğu için haline vakıf olduğunu anlıyor. Gerçekleri görüyor ve daha önce inkâr ettiği tasavvuf ve tarikat yoluna giriyor, gerçekleri gördüğü ve âlim de olduğu için çalışarak kısa zamanda Gavs oluyor (Zamanın Gavs'ı oluyor)
Bu nimete layık olmak için çok çalışalım. Hz.Muhammed (S.A.V.)'e layık olmak için çalışalım.
Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür.
Hasan-ı Basri (R.A.) çarşıya çıkmış, bir dükkâna oturmuş. Bakmış ki bir adam çarşıda elini kolunu sallaya sallaya gururlu bir şekilde durmadan geziniyor. Hasan-ı Basri (R.A.) soruyor:
"Bu kimdir bu kadar gururlu ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor?" Orada bulunanlar:
—Bu şahıs padişahın hizmetçisidir, onun için böyle yürüyor, diyorlar.
Bunun üzerine Hasan-ı Basri (R.A.):
—Ben de Sultanlar Sultanı Allah (C.C.)'ın kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim, dedi ve çarşının içinde ellerini kollarını sallaya sallaya bir müddet gezindi.
Bizim de çok çalışmamız, çok ibadet etmemiz lazım.
Allah (C.C.): "İnsanları ve cinleri bana ibadet etsin diye yarattım" buyuruyor. O'na layık olalım. Allah (C.C.): "Benim bildirdiğim hayırları yapın" diyor. Allah (C.C.)'ın azabı gelmeden güzel amel yapın, onun için acele edin.
Dünyada yapılan günahların azabı, cezası, suali ahirettedir. Ölmeden önce iyi amelde acele edin.
Bir insan tek başına, yalnızken, günah işleme fırsatı olduğu halde Allah (C.C.)'tan korkarak o günahı işlemezse, Allah (C.C.) çok büyük ecir ve sevap yazıyor. O davranış (Günahtan kaçış) onun için en hayırlı iştir. Bu durum imanın kemale erdiğinin alametidir.
Kalabalıktan çekinerek günah işlemeyen kimseye sevap yoktur ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken günahı işlemeyene çok sevap vardır.
Bütün insanlar, kıyamet günü hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete, bir kısmı cehenneme gitmek üzere ayrılırlar. Daha sonra herkes ayrıldıkları yerlerine gitmeden önce anne, baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp, vedalaşıp ayrılmaları 500 sene sürüyor. Vedalaşma bitince melekler geliyor ve "Vedalaşma sona erdi artık yeter, ayrılın" diyecekler ve herkes (Anne, baba, çocuklar) hakettikleri yerlere (Cennetine veya cehennemine) gönderilecektir. Cehenneme gidenlere Allah (C.C.):
—Ey insanlar, ben size şeytana ibadet etmeyin, bana ibadet edin, bu gerçek yoldur diye bildirdim, diyecektir.
Allah (C.C.):
—Ben, bugün ağzınıza kilit vuracağım, ellerinizi, ayaklarınızı teker teker konuşturacağım, orada hişbir şey gizli kalmayacak, Allah (C.C.) her yaptığınızı bilir. Allah (C.C.)'ın fazlı, ihsanı çoktur.
İnsanın omuzlarında iki melek vardır: İşlenen bir günahı, tövbe edebilir diye sağdaki melek soldaki günah yazan meleğe 24 saat yazdırmıyor, 24 saatten sonra tövbe etmezse 1 günah yazılıyor. Sevap meleği ise, her sevap ve iyilik için 10 ile 70 katı sevap yazıyor, beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük nimet var mı?
Allah (C.C.) kulunu affetmek için ufak bir bahane arıyor.
Allah (C.C.) öyle istiyor, biz de gayret edelim.
Dünya ile mağrur olmayalım, kandırılmayalım.
Sofiler ayakta çok beklediler. Onun için sohbetime burada son veriyorum.
Allah (C.C.) hepimizi affetsin inşallah.
Kaynak: gülnesil video-seytaç
dedekorkut1
27 Aralık, 2018 - 13:10
Kalıcı bağlantı
Hepimiz aynı kıbleye yönelmiş hizmetkârlarız
Hepimiz aynı kıbleye yönelmiş hizmetkârlarız
SELİM GÜRBÜZER
Basın mesleğine önce Milli Gazetede musahhih olarak başladı, yetmedi Birikim Dergisi çıkartır da… İşte medya yolculuğu bu ya, kendisi hiç dur durak bilmeyip IHA Tokat muhabirliğinden Akit Gazetesinin Dış ilişkiler Müdürlüğüne, Cuma Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğünden Yeni Şafak Gazetesinin Ankara temsilciliğine, Sağduyu ve Yeni Mesaj Gazetesinin Haber Müdürlüğünden Manejer Dergisi Yayın Koordinatörlüğüne, IHA Haber Redaktörlüğünden Başkent Tv. Genel Koordinatörlüğüne kadar daha pek çok alanda görev üstlenmiş bir medya emekçisidir. Gerçektende iyi bir basın emekçisi olduğu şundan belli ki onca koşuşturma içeresin de ‘Bir Kent Bir Adam Bir Yorum” ve “Şafak Operasyon” isimli kitaplarıyla damgasını vurur da. Aynı zamanda kendisi Tokat Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığını da yapıp değim yerindeyse Tokat’ın sesi olur da. Hatta kendisi bir dönem Merhum Tokat Valisi Recep Yazıcıoğlu’nun Basın Danışmanlığına, yine bir dönem İskilip Belediye Başkan Yardımcılığına, keza bir başka dönemde ise Denizli ve Mamak Belediyelerinde Basın Danışmanlığına layık görülmüş bir gazetecidir.
Şimdi, kimdir bu basın emekçisi denildiğinde, elbette ki Tokat’ın sesi denilince akla gelecek ilk isim Cemal İncesoyluer olacaktır. Onun diğer bir özelliği de hiç kuşkusuz Seyda Hz.leri hakkında basında çıkan lehte ve aleyhte haberler karşısında sessiz kalmayışıdır. Nitekim bu özelliğini hem Cuma Dergisine verdiği röportajla hem de Tokat Haberde yazdığı makalesiyle ispatlar da. Madem öyle, bir bakalım Cemal İncesoyluer, Seyda Hz.leri ile ilgili meramını nasıl dile getiriyor, hep birlikte bir izleyip görelim:
SEYDA HZ.LERİ, AYNI KIBLEYE YÖNELEN BÜTÜN İNSANLARA AYNI MESAFEDEYDİ
-Sayın İncesoyluer, Seyid Muhammed Raşid Erol Hazretleri'ni ne zaman tanıdınız?
-Bir arkadaşımın vasıtasıyla 1986 yılında Menzil'e gidip tanıma imkânı buldum. Tokat'ın Pazar ilçesinde Ali Doru isminde bir arkadaşımın vesile olması ve beni götürmesiyle bu şerefe nail oldum. Daha önce tasavvufla ilgili ne bir bilgim ne de o yönde bir talebim vardı. Hatta tarikat olayına karşıydım diyebilirim. Arkadaşımın yol boyunca sohbeti, Seyda Hazretleri'nin Evlâd-ı Resul olması beni etkilemişti. Menzil'e gittiğimde gerçekten manevi bir hava buldum. Hele hele öğlen namazında Seyda Hazretleri'nin camiye girişi ve namaz kıldırışı, tamamen ruh iklimimde depremler oluşmasına sebep oldu. Dertliydim, bir sürü maddi ve manevi problemlerim vardı. ''Adapta üstün'' dediğimiz, bizden önce giden usta sofilerin tavsiyesi üzerine, Seyda Hazretleri'ne olan bütün problemlerimi anlattım. Çok yakından ilgilendiler. Zaman zaman da sorular sordular. Kendisine son olarak işsiz olduğumu da söyledim. Seyda Hazretleri, Tokat'ta iş olup olmadığını sordu. Ben de bulamadım dedim. Kendileri, ''Tokat'ta inşallah iş bulursun, Tokat'a git'' dediler. Menzil dönüşünden iki gün sonra, şu anda Erzincan Valisi olan o zamanki Tokat Valisi Recep Yazıcıoğlu beni yanlarına çağırdı, basın müşaviri olarak çalışıp çalışmayacağımı sordu, kabul ettim ve işe başladım. Ondan bu yana ne zaman kendisini ziyarete gittiysem, vali nasıl diye sordu ve selam söyledi.
-Seyda Hazretleri kendisine müracaat eden herkesle ilgilenir miydi? Yoksa referansınız olduğu için mi size bu derece alaka gösterdi?
-Oraya giden insanlar için referansa ihtiyaç yok. Kim giderse gitsin ziyaret eder, derdini açıkça söyleyebilirdi.
-Şeyh Hazretleri'nin şifa dağıttığı söyleniyor. Gazetelerde bu yolda haberler vardı.
-Gazetelerin yazdığı gibi değil... Ama ben birçok olaya şahit oldum. Hasta geliyor, derdini anlatıyor, Seyda Hazretleri dikkatlice dinliyor ve doktora gidip gitmediğini, film çektirip çektirmediğini, hülasa tıp ilminin yapılmasını gerekli gördüğü işlemlerin yapılıp yapılmadığını söylüyordu. Doktor tavsiye ediyordu. Hasta için dua ediyorlardı. Bazı akıl hastaları getirmişlerdi. Onlara direkt müdahale etti. Akıl hastalarının yaptığı anormal hareketler, sofilerin tepkisini çekiyordu. Seyda Hazretleri ise normal karşılıyor, sofilere sinirlenmemelerini söylüyordu. Sabırla, hoşgörüyle, sevgiyle anormal hareketleri yapan delileri teskin ediyordu. Nitekim ertesi sabah, o delinin büyük bir şekilde değiştiğini, düzelme yönünde olumlu adımların gerçekleştiğini gördüm.
-Bir de meşhur çorba var...
-Tabii, çorba ile ilgili gerçekten ilginç şeyler var. Mesela bazı sofilerin ellerinde kaşık, aynı çorbayı sahan sahan dolaştırdıklarını görürsünüz. Aynı kazanda pişmesine rağmen, aynı ölçüde tuzu ve acısı olmasına rağmen, aynı anda sahanlara doldurulmasına rağmen, kimisinin sıcak, kimisinin soğuk, kimisinin tuzlu, kimisinin tuzsuz, kimisinin acılı, kimisinin de acısız olduğuna şahit olmuşuzdur. Oraya gidenlerin hemen hepsi de buna şahittir. İki öğün çorba verilir. Bir kuşluk vakti, bir de ikindi namazından sonra. Ziyarete giden kim olursa olsun ne aç, ne açıkta kalır. Sofi olan da olmayan da çorbadan içebilir. O gün kişi başına ayrılan ekmek kaç taneyse ondan alabilir. Aslında bu sistem yaklaşık bin yıldır süregelen bir sistemdi. Yani, dergâh sistemidir. Bir dergâhta aş evi, iş evi ve fırın evi olmalıdır. Menzil'de bu öğelerin tamamını görebilirsiniz.
-Bu cemaatin Türkiye'deki yaygınlığı nedir?
-Bütün cemaatlerin liderlerinin de ifade ettiği gibi, Menzil cemaati, Türkiye'nin en kalabalık cemaatidir. Seyda Hazretleri'nin Almanya'da, İngiltere'de, Hindistan'da, Suudi Arabistan'da, Lübnan'da, Mısır'da dergâhları vardır. Kendisini temsil eden vekiller vasıtasıyla irşatlarını sürdürür. Örneğin, İngiltere'de bulunan dergâhın vekili İngiliz asıllı kızıl sakal namıyla tanınan bir Müslüman’dır. Almanya'da Yarbay Mehmet namıyla Seyda Hazretleri'nin vekili vardır. Her gün sohbet halkaları oluşturulur, her gün irşad görevi sürdürülür.
-Seyda Hazretleri'nin, Müslümanların vahdeti konusundaki düşünceleri hakkında bilgi verir misiniz?
-Seyda Hazretleri, ömrü boyunca İttihadı İslâm fikri üzerinde olmuştur. Siyaset olarak İslâm birliği veya çizgisi üzerinde olan bütün insanları bu çatı altında kucaklamıştır. Hiçbir sofisini parti tercihi ile değerlendirmemiştir. Ancak, Türkiye ve dünyadaki İslâm ayrılıklarına karşı, yegâne kapının Allah Teâlâ’nın kapısı olduğu, bu kapıda da ayrılığın, gayriliğin olamayacağı görüşündeydiler. Kendileri Şafii Mezhebi'nden olmasına rağmen sofilerin Seyda Hazretlerine aşırı sevgilerinden dolayı, zaman zaman gidip, ''Efendim, biz Hanefi Mezhebi'ndeniz, siz de Şafii Mezhebi'ndensiniz. Biz de sizin mezhebinizden olmak istiyoruz'' şeklinde arzda bulunmuşlar Seyda Hazretleri buna asla onay vermemiş, ''Herkes kendi mezhebinde kalsın'' buyurmuştur.
-Şu anda cemaatte irşad görevini kim üstlendi?
-Seyda Hazretleri'nin bildiğim kadarıyla dört tane halifesi vardı. Bunlardan kardeşi Şeyh Seyyid Abdulbaki Hazretleri, Seyda Hazretleri'nin vasiyeti üzerine irşad görevini üstlenmiştir. Nitekim cenaze ve sonrasında sofilerin büyük şoktan kurtulmasında, Şeyh Seyyid Abdulbaki Hazretleri ile Seyda Hazretleri'nin büyük oğlu Seyyid Feyzeddin Efendi'nin büyük rolleri olmuştur. Böylece sofiler, belirsizlikten ve tedirginlikten kurtulmuşlardır. Kısaca, bizim için 1993 yılı hüzün yılıdır. Aynı kıbleye yönelen bütün insanlara, aynı mesafede olan Seyda Hazretleri'ne Cenab'ı Haktan rahmet dilerim.
Tabi bitmedi dahası var, Cemal İncesoyluer, 15 Temmuz Darbe girişimi sonrası Menzil’i hedef tahtasına koymak isteyen bir takım karanlık çevrelere karşı net tavır ortaya koymayı da ihmal etmez. Nitekim 5 Eylül 2017 tarihinde Tokat Haber de “Şimdi de Menzil, Öyle mi?” başlıklı yazısında bu tavrını pekâlâ net görebiliyoruz. Ve kalemini şöyle döktürür:
70‘li yıllardan bu yana, Menzil ismini hemen herkes duymuştur. Ailesinden veya birkaçının mutlaka bağı olmuştur.
Seyyid Abdülhakim El Hüseyninin Kasrik’ten hicret edip bu köye yerleşmesiyle birlikte başlayan Seyyid Muhammed Raşid Efendi ve kardeşi Seyid Abdulbaki Efendiyle zirveye ulaştı. FETÖ’nün bir türlü yanına alamadığı bir aile ve tarikattır.
Zaten 4 yıl önceki bir fotoğraftan şimdi servis edilmesi de FETÖ’cü kriptolarının maharetidir. Durmuyorlar, duramıyorlar. Gerek itikadı gerekse ameli anlayışımız noktasında ayrılıklarımız olmasına rağmen, bu Seyyid ailesinin hizmetlerinin iyi niyetinden hiç kuşku duymadım.
80’li yıllarda Seyyid Muhammed Raşid Efendi tutuklandı, sürgüne gönderildi, eline zehirli iğneyle suikast tertip edildi. Terör örgütü PKK tarafından hedefe konuldu. Menzil ve geniş hinterlandında, PKK tutunamadı, yaşayamadı. Aynı şekilde Şeytan-ül kebir el Pensilvanya, Menzil ve Seyyid ailesini yanına almak için çok çaba göstermesine rağmen asla bu oyuna gelmediler.
Menzil, Nakşibendî tarikatının Halidiye kolu mensuplarıdır. Sofilerine bu tarikatın tertibi üzerine ders verir, ameli vazife yükler. Devletine, bayrağına, vatanına bağlı bu insanlar ve grup, hem PKK için hem de FETÖ için tehdit unsurudur. Okuma ve sohbetlerindeki menkıbe temelini tasvip etmem. Lakin irşada yönelik hizmetleri ve bölgede en önemli denge unsuru olması, bu ülkede ve bu millet için yeterli referanstır. Bölgede, çimento görevinin yürür. Irkçılık illetine karşı ciddi mücadele sürdürür.
Seyyid Muhammed Raşid Efendi, irşad emanetini verdiği bir diğeri de Konya’da ikamet etmekte olan Seyda Muhammed Konyevi’dir ki, 25 hacimli kitaplarının yanı sıra onlarca risale yazmış ve yayınlanmıştır. Hem Hanefi fıkhı, hem de Şafii fıkhı üzerine yazdığı kitapları altın kıymetindedir. Menzil Ocağı aynı zamanda ilim ve irfan ocağı olmuştur. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bu güne kadar hiçbir siyaset bulaşmamış; Menzil cemaati profilini incelediğinizde görürsünüz ki, her siyasi partiden insanları bağlıları olmuştur. Seyyid Abdulbaki Efendi; devletine, ülkesine, bayrağına bağlı temel ilkelerin yanı sıra, devlet ve hükümet adamlarıyla diyalogu da en üst düzeyde ve seviyeli bir mesafe içerisinde olmasına özen göstermiştir. Hükümetten, kendi şahsı için tek bir talebi dahi söz konusu değildir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında tavır aldığı doğrudur. Devletin içinde, hep yanında olduğu doğrudur. PKK ve FETÖ’ye karşı net bir tutum içerisinde bulunduğu da doğrudur. Peki, Menzil cemaatine saldıranların profilini hiç incelediniz mi? Sözcü, Oda Tv, Cumhuriyet Gazetesi, Birgün Gazetesi… Evet, bu cenahın Menzil cemaatine saldırmaları da kendileri açısından haklıdır. Çünkü emperyal güçlerin yönettiği PKK ve FETÖ bölgede başarı sağlayamadıysa, bunun en önemli sebebi Menzil cemaati ve lideri Seyyid Abdulbaki Efendidir, nokta…
Kötüyü örnek gösterip insanların kafasına şüphe salmanın bir faydası yok. Değerli arkadaşım Abdülkadir Türk, gönderdiği bir notta çok önemli bir tespit yapıyor ve diyor ki: Zihin egzersizi bağlamında bir çapa atmak isterim sevgili okuyucuların zihnine. Tüm cemaat, ya da tarikatlar neden denetlenebilir, hesap verebilir bir hukuki statüye dâhil edilmezler? İradesini icraya kadir bir devlet, kendini koruyacak, geliştirecek dinamizmden yoksun mudur ki, tarikat ve cemaatlerin ilgi etkisine açık kalabiliyor? Devletin ve milletin vesayeti dışında hiçbir yapılanma alternatif, güç ve irade olmamak lazım gelir.
İşte bunları konuşalım. Alevi-Bektaşilerin Cemevlerinin statüsünü, tarikatların yasal zemine oturtulmasını konuşalım. Bu düşüncelerimi okurlarım bilir, daha öncede yazdım. İllegal ve merdiven altı faaliyet, devlet için sorun teşkil eder. Tarikatlar, bu ülkenin fiili gerçeğidir. Tarikatları denetlenebilir, takip edilebilir ve faaliyet müfredatları devlet tarafından izlenebilir hale getirmenin ne sakıncası var?
Diyanet İşleri Başkanlığında, bir Tarikat Dairesi Başkanlığı olsa, Alevi Bektaşi vatandaşlarımız için de benzer bir başkanlık oluşturulsa, bunda ne kötülük var? İyi niyetli ve samimi olarak faaliyet gösteren Menzil cemaati gibi diğer cemaatler de; Ali Kalkan gibiler bahane edilerek mengene altına alındılar.
Beğeniriz, beğenmeyiz, ancak yüz binlerce insan bu merkezlere gidiyor. Birçok insan önceki süfli yaşantısını bırakıp yeni bir hayata başlıyor. Adeta bir rehabilitasyon merkezi gibi işlev üstlenmiş Menzil kültünü, bir tezgah ve kumpasa kurban edilmemelidir.
Bugün Menzil’in hedefe konması, tesadüfî değildir. Bu cemaatle ilgili iftira, yalan ve hezeyanların sosyal medyada servis edilmesi, yeni bir soğuk savaş ve algı operasyonlarının işaret fişeğidir. Devletin yanında, ülkesi ve milletini seven bir büyük cemaati koparmak demek, terör örgütlerinin bölgede hayâsızca, alçakça cirit atması anlamına gelir.
Menzil cemaatinin hedefe konmasının sebebi bunlarda değil. Saldıranlara baktığımızda, perde arkasındaki güçlere ulaşmanız zor olmayacaktır.
Evet, Cemal İncesoyluer’in tespitlerinde tek katılmadığım “Okuma ve sohbetlerindeki menkıbe temelini tasvip etmem” hususudur ki, malum o durum daha çok muhabbetin dorukta olduğu yıllarla alakalı bir durumdur. Şimdi gelinen noktada ise muhabbetten ziyade daha ağırlıklı olarak ilim, akıl ve fikir ön planda gözüküyor gibi. Nitekim başlangıçta tasavvufta daha gözünü yeni açmış sofiler menkıbeyle adeta ısındırılmaya çalışırlarken sonrasında gerek Semerkand Dergisi ve Semerkand Tv kanalı yoluyla, gerekse ikindi ve yatsı hatme halkalarının ardından verilen Kur’an tilaveti, akaid ve ilmihal gibi dersler sayesinde ilmi eksikliklerinin giderildiğini müşahede ediyoruz. Sofiler böylece kazanımlarına kazanım katarak düne nazaran epey daha mesafe kat etmiş konumdalar. Öyle ki artık kendilerini geniş bir ufku yüreklilikle hem cemaatten cemiyete geçişte, hem cemiyetten millete geçişte, hem de milletten ümmete sıçrayışta aynı kıbleye yönelmiş Ümmet-i Muhammed’in hizmetkârı olarak görmekteler. Bunun dışında Cemal İncesoyluer’in o müthiş tespitleri ne ilave edebiliriz ki, bize ancak “Allah bu kardeşimizin yüreğine sağlık ve kalemine güç versin” demek düşer.
Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2703/hepimiz-ayni-kibleye-yonelmis-hizmetkrlariz.html