VAHY’İN SOLUĞU
VAHY’İN SOLUĞU
ALPEREN GÜRBÜZER
Vahiy doğrudan kalbe iner veya manevi perde arkasından ya da elçi vasıtasıyla gerçekleşir. Allahü Teâlâ dilediğinde Peygamberleriyle elçisiz de konuşmuştur. Hz. Musa (a.s) bunun tipik misali zaten. Kimi Peygamberlere sahife, kimine ise kitap ve hikmet verilmiştir. Hatta bu konuda Hz. Ebubekir (r.anh) Efendimiz(s.a.v)’e;
—Allah-ü Teâlâ ne kadar kitap indirdi diye sual edince cevaben:
—Allah Âdem’e 100 sahife, Şit’e 50 sahife, İdris’e 30 sahife, İbrahim’e 10 sahife indirdi. Kitap olarak da Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’ı indirdi beyan buyurdu (Razi, Tefsir-i Kebir).
Belli ki; ilahı kitapların tüm sayısı bizden gizli kılınmış. Biz ancak iman etmekle mükellefiz, kula iman etmek düşer zaten. O halde bize bildirilen kitaplara karınca kaderince açıklamaya çalışalım:
Tevrat; İbranicede kanun, şeriat ve buyruk anlamında olup İsrail oğullarına hidayet rehberi bir kitap olarak sunulmuştur. Tevrat’a bugün eski zamandan kalma hükümleri kapsayan kitap anlamında Ahd-i atik de denmekte olup, ancak artık hükmü kalmamıştır. Çünkü Kuran bu konuda Hz. Musa hayatta iken bile Tevrat’a ilk fitne tohumu saçanın Samiri isminde bir Yahudi olduğunu haber vermiştir.
Zebur; yazılı kitap manasına gelip, ama gel gör ki onu da yazılı halden çıkarıp değiştirmişler, hatta Atik’in sonuna ilave etmişler.
İncil; müjde manasına gelip papazlar tarafından tahrif edilmiş, adına da Ahd-i Cedid ismi verilmiştir. Bizans Kralı Kostantin, miladın 325 yılına İznik konsülünde verilen bir kararla yüzlerce İncil içerisinden dört tanesi esas alınmış, malum bunlar Yuhanna, Matta, Luka ve Markos diye takdim edilmiştir. Dördünün de ortak paydası Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu veya bir parçası kabul etmeleridir. Aslında Hıristiyanlığın fıtri temellerini sarsan bu teslis inanç (üçlü inanç) fitnesini sokan Paul ismiyle bilinen bir Yahudi’dir. Bu kişinin asıl adı Saul olmakla beraber Hiristiyan camiasında Aziz olarak takdim edilmiştir. Niye aziz ilan edilmesin ki, baksanıza adamcağız hızını alamayıp güya Hz. İsa (a.s) kendisiyle konuşup, teslisin var olduğu söylenmiş. Derken bu tahrifatla birlikte Pavlus’un mektupları İncil’e vahiymiş gibi girip Hıristiyanlık büyük bir darbe almıştır, ama batı bunlardan maalesef bihaberdir.
Bunlara ilaveten Barnabas adında bir İncil daha var ki; her ne hikmetse bu kitap gözlerden uzak tutulmaktadır. Oysa içlerinde en tutarlı olanı bu İncil’dir. Zira Barnabas’da Hz. İsa (a.s) ilah diye sunulmaz, peygamber olduğu belirtilir, hatta Hz. Muhammed’in geleceği müjdelenir. Bundan da öte Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediğini, bilakis göğe kaldırıldığı haber verilir. Bu yüzden Aziz Başpiskopos ve kilise tarafından İncil listesine alınmamıştır.
Malum, tüm insanlığa en son nüzul olan Kur’an’ıl Mucizü’l Beyan’ın kelamı Arapça olup, Rasulullah’ın kontrolünde ağaç, kemik, deri gibi değişik türden materyallerin üzerine geçilerek 23 senede tamamlanmıştır. Hatta Hz. Ebubekir döneminde kayda alınan Kuran metinleri toplatılmışta. Hz. Osman devrinde ise çoğaltılıp ilahi koruma altına alınmıştır. Bu yüzden Allah Kelam-ı Kadim’ini rehber kılmasaydı aklımız ve hayalimiz tüm âlemleri anlamaktan aciz kalacaktı. Yani nereden geldik, nereye gidiyoruz gibi sorular hep cevapsız kalacaktı. Aslında Kur’an bu ümmete takdim edilen en son emanet. Kur’an aynı zamanda geçmiş milletlerin hal ve ahvalinden bahseden, gelecekten bahisle insanı düşündüren bir kitap olarak ta dikkat çeker. Ancak Kur’an kendisine inanmayanlara fayda vermez. Bu yüzden Resulullah (s.a.v); “Dikkat edin önünüze birçok fitneler çıkacaktır, onlardan kurtulmak için tek çare Kur’andır. Kur’an bir oyun ve eğlence değil, O Allah’ın kopmayan sağlam ipidir. O en güzel zikir ve öğüt kitabıdır, Onunla hüküm veren adil olur..” (Tirmizi) buyurmuştur. Onun için her gün karınca kararınca da olsa Kur’an okumalı. Zaten Kur’ana yeterince zaman ayıramıyorsak kalbimiz hasta demektir. Nitekim Resulü Ekrem; Kim bir gecede on ayet okursa gafil kimselerden yazılmaz (Buhari) buyuruyor. Bir başka hadisi şerifte ise; Sizden biriniz bir gecede Kur’anın üçte birini okumaktan aciz midir sorunca dediler ki:
— Ya Resulullah! Buna hangimizin gücü yeter ki?
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):
— İhlâs-ı Şerife Kur’anın üçte birine denktir (Buhari) buyurdular. Yani bu hadisi şeriften maksat üç ihlâsı şerife ile birlikte bir fatihayı şerife okumanın Kuran’ı Kerimi hatmetmek gibi olduğu anlaşılır.
Kur’anı mealinden okumak caizdir, fakat Kur’an yerine geçmez. Doğrusu meal ve tefsir orijinal kaynağından nüzul olmuş Kuran’ı anlama çabası için vardır. Bu yüzden meal dini yeni öğrenen bir kimseye tavsiye edilmez, mealle amel etmek son derece sakıncalıdır. Çünkü orjinalini karşılamaz. Dolayısıyla âlimler Kur’an’ı anlamca bilmenin sadece farzı kifaye olduğunu bildiriyorlar.
Peygamberimizin Kuran’da geçen surelerle ilgili hadislere baktığımızda:
—Kim geceleyin Bakara suresinin son iki ayetini (Amenerresulü) okursa bu ona yeter (Buhari), Allah bu iki ayeti buna Arş’ın altındaki hazineden vermiştir. Onları öğrenin, kadınlarınıza ve çocuklarınıza da öğretip ezberletin. Çünkü bunlar hem salâttır, hem duadır, hem Kur’an’dır (Müsned).
Nasıl ki arabanın çalışmasını sağlayan kalp hükmünde motorsa, insan vücuduna hayat veren merkez hükmünde kalp ise, Kur’an’ın kalbi’de hiç şüphesiz Yasin'dir. Kim Yasin'i Şerifi Allah rızasını kazanmak ve ahireti isteyerek okursa muhakkak günahları affedilir.
Özellikle daha başka surelerin okunmasında çok fayda olduğu belirtilen hadisler de vardır. Şöyle ki;
Her Mü’min kalbinde Tebarekellezi Biyedihil Mülk suresinin bulunmasını ne kadar arzu ediyorum. (Hâkim, Müstedrek1, 565)
Mülk suresi kabir azabına manidir. Onu her gece okuyan kabir azabından kurtarır (Hakim, Müsterek) buyurdular. İnsan ve Cin şeytanların şerrinden İhlâs, Felak ve Nas surelerini sabah akşam üçer defa okumalıdır. Ayrıca Hatme-i Hâcegân halkasında bin İhlâs okunmaktadır. Bunun anlamı gayet açık. Şöyle ki; 1000’i 3’e böldüğümüzde 333 hatim sevabına denk geldiğini anlarız.
Kur’an’ı duvara asmak, idam fermanımızı imzalamak dersek yeridir. Zira Hz. Osman (r.anh); Benim için en uğursuz gün içinde Kur’an-ı Hakime bakmadığım gündür buyuruyor.
Ayrıca Kur’anı okumayıp, inkâr ediyorsa vay haline. Nitekim kutsal kitapların tümünü inkâr eden, söven, kendince ayetlerde hata var diyerek ayıplayan, ya da alay eden küfre girer. Hele hele Kur’anı alay maksatlı ayağının altına alıp bu mahlûktur diyen asla iflah olmaz kâfir olur. Hatta Kur’anın ayetlerini kendi sözleri gibiymiş kullanan ve takdim edende öyledir. Keza yine Kur’an okurken slogan atmak, alkışlamak, müzik enstrümanları ile okumak gibi tribün varı davranışlarda küfrü gerektirir.
Bütün ilahi kitaplar Allah’ın kelamı olup, mahlûk değillerdir. Ayetlerden geçen kıssalarda öyledir, yani yaratılmış değildir. Anlaşılan en son bütün insanlığa indirilen Kur’anla birlikte diğer kutsal kitapların hükmü kalksa da bu böyledir.
Velhasıl; sema vahyin indiği sağanak mekân. Güneş, ay ve yıldızlar ise bu mekânda vahiyden soluklanan ışık kandilleridir. Derken arş, sema ve tüm kâinat Kur'andan nasiplenip kendi hissesine düşeni alır. O halde bize ‘Ne mutlu Kur’an’dan nasiplenenlere’ deyip nasiplenenlerin sevincini yüreğimizde hissetmek düşer.
Vesselam.